Geri

   

 

 

 

İleri

 

16- Tıb Hastalık ve Hasta Okuma Bâbı

5828- Bize Muhammed b. Ebî Ömer El-Mekkî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdü’l-Aziz Ed-Derâverdi, Yezid'den (Bu zât İbn Abdillah b. Üsâme b. Had'dır.) ö da Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme b. Abdirrahman'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe'den naklen rivâyet etti ki, Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalandığı vakit onu Cibrîl okur: Seni berî kılan, her hastalıktan sana şifâ veren, hasedliği kabardığı vakit her hasetçinin şerrinden ve her nazarı değenin şerrinden emin eyleyen Allah'ın ismiyle, derdi.

5829- Bize Bişr b. Hilâl Es-Savvaf rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdü'l-Vâris rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdü’l-Aziz b. Suhayb Ebû Nadrâ'dan, o da Ebû Saîd'den naklen rivâyet etti ki: Cibrîl, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek:

— Yâ Muhammed! Hastalandın mı? diye sormuş. O da: «Evet!..» cevâbını vermiş. Cibrîl:

— Allah'ın ismiyle sana eziyet veren herşeyden sana okuyorum, her nefsin şerrinden yahut her hasetçinin nazarından Allah sana şifâ versin! Allah'ın ismiyle sana okuyorum, dedi.

5830- Bize Muhammed b. Râfî' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdü'r-rezzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den rivâyet etti. Hemmâm: Ebû Hüreyre'nin: Bize Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyet ettikleri şunlardır diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Ki onlardan biri de şudur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Nazar haktır.» buyurdular.

5831- Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî ile Haccâc b. Şâir ve Ahmed b. Hıraş rivâyet ettiler. (Abdullah: AJıberanâ; ötekiler: Haddesenâ tâbirlerini kullandılar. (Dediler ki): Bize Müslim b. İbrahim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Vüheyb, İbn Tâvus'dan, o da babasından, o da İbn Abbâs'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti.

«Nazar haktır. Eğer kaderden önce bir şey bulunsa idi, ondan önce nazar bulunurdu. Sizden gusül istenirse yıkayıverin!» buyurmuşlar.

Bu hadîsin Ebû Hüreyre rivâyetini Buhârî «Kitâbü't-Tıb» ile «Kitâbü'l-Libâs»'da; Ebû Dâvud «Kitâbü't-Tıb»'da tahrîc etmişlerdir. Bu babda hastaya okumanın caiz olduğu hatta bizzat Cibrîl (aleyhisselâm)’ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e okuduğu rivâyet olunuyor. Başka bir hadîste ise Cennet'e hesapsız sualsiz gireceklerin rukye yapmadıkları ve yaptırmak da istemedikleri bildiriliyor. Ruk-ye; hastaya âyet, hadîs ve ezkardan birşeyler okumaktır. Şu halde bu hadîsler arasında birbirlerine muhalefet var gibi görünürse de hakikatta böyle birşey yoktur. Çünkü rukye yapmayanların, yaptırmayanların met-hedilmesi küffârın yaptıkları rukye hakkındadır. Evet, küffârın Arapçadan başka bir dille, mânâsı meçhul birşeyler okuyarak yaptıkları rukye ve efsun çirkin bir şeydir. Bunun küfre yaklaştırmak, hattâ küfre vardırmak tehlikesi melhuzdur. En azından mekruh bir şeydir. Fakat Kur'ân âyetleriyle malûm bir takım ezkârı okumak yasak edilmesi şöyle dursun, sünnettir.

Ulemâdan bazıları iki hadisin arasım bulmak için aınu söylemişlerdir: Rukye yaptırmak istemeyenlerin methedilmesi, onun efdal olduğunu göstermek ve tevekkülü bildirmek içindir. Rukyeyi yapan ve yapılmasına izin veren Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun caiz olduğunu bildirmek için yapmıştır. Fakat yapılmaması efdaldir. İbn Abdil-Berr buna kaildir. Aynı kavli başkalarından da rivâyet etmiştir. Fakat Nevevî yukardaki birinci kavlin muhtar olduğunu söylemiş ve: «Ulemâ âyetlerle, zikirlerle rukye yapmanın caiz olduğuna icma bulunduğunu nakletmişlerdir.» demiştir.

Mâzirî diyor ki: Allah'ın kitabıyla yahut Allah'ın zikri ile yapıldığı vakit bütün rukyeler caizdir. Ecnebî bir dille yahut mânâsı bilinmeyen bir şeyle yapılırsa yasak edilmiştir. Çünkü bunda küfür olabilir. Ehl-i kitabın yaptığı rukyeler hakkında ihtilâf olunmuştur. Ebû Bekr Sıddik (radıyallahü anh) bunu caiz görmüş. İmâm-ı Mâlik ise değiştirmişlerdir korkusuyla mekruh olduğunu söylemiştir.»

Gerçi bir rivâyette ashâb-ı kirâmın: Ya Resûlallah Sen rükye yapmaktan nehiy buyurdun, dedikleri bildirilmektedir. Fakat ulemâ buna muhtelif cevaplar vermişlerdir. Şöyle ki:

1- İslâmın ilk zamanlarında rukye yapmak yasak edilmişti. Sonra o hüküm neshedilerek yapılmasına izin verildi. Onu bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yaptı ve şeriat böylece karar kıldı.

2- Yukarda işaret olunduğu vecihle men edilen rukye mâhiyeti meçhul olandır.

3- Rukyenin nehyedilmesi onun bizzat te'sirini itikad edenler hakkındadır. Nitekim câhiliyyet devrinde Arapların itikadı bu idi.

Bir hadîste de nazar ile hummadan gayri hastalıklarda rukye yoktur, buyurulmuşsa da, ulemânın beyânına göre bu hadîsten murâd, başka şeylerde rukye yapılmaz, demek değildir. Hadîsin mânâsı: Rukye yapmaya en lâyık dert nazar değmesiyle hummadır, demektir. Çünkü bunlarda zarar başka hastalıklardan daha şiddetlidir.

Sağlam bir kimsenin etrafını saran kötülüklerden korkarak kendine rukye yaptırması (yani okutması) ekser ulemâya göre caizdir. Delilleri bunun caiz olduğunu bildiren hadîslerle Buhârî'deki Hazret-i Âişe hadîsidir. Mezkûr hadîste Âişe (radıyallahü anha) «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatağına uzandığı vakit avucuna tükürür, İhlâs ile Muavvizeteyn sûrelerini okur, sonra onu yüzüne ve elinin erebildiği yerlere kadar vücuduna sürerdi.» demektedir.

Hazret-i Cibrîl'in bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in üzerine okuması Allah'ın isimleri ile rukye yapmanın caiz olduğuna sarahaten delildir.

«Nazar haktır. Eğer kaderden önce bir şey bulunsa idi, ondan önce nazar bulunurdu...» cümlesi hakkında İmâm Ebû Abdillah Mazirî şunları söylemiştir: «Cumhûr ulemâ bu hadîsin zahiri ile amel ederek nazar değmesinin hak olduğunu söylemişlerdir. Onu bid'at taifelerinden Bazıları inkâr etmiştir. Bunların kavillerinin fasit olduğuna delil şudur: Haddi zâtında bir hakikata muhalif olmayan ve bir hakikati değiştirmeye, delili ifsada vardırmayan her mânâyı akıl tecviz eder. Böyle bir şeyin vukuunu şeriat haber verdiği vakit itikad edilmesi vâcib olur. Yalanlaması caiz değildir. Bid'at taifelerinin bunu yalanlaması ile haber verilen âhiret umurunu yalanlamaları arasında bir fark var mıdır?»

Mâzirî bundan sonra nazara inanan bazı tabiatçıların itikadlarına temas etmiş; onlara göre nazar değen kimsenin gözünden zehirli bir kuvvet çıkrak, isabet ettiği şahsı helâk yahut ifsâd ettiğini, bundan korunmanın mümkün olmadığını, nitekim yılanla akrebin zehirlerine de karşı durulamıyarak soktukları kimseyi öldürdüklerini söylemiş, sonra cevabını vermiştir. Mâzirî'nin cevabı şudur: Biz bunu teslim edemeyiz. Çünkü kelâm kitaplarımız da beyân etti ki, Allah'dan başka faili muhtar yoktur. Hiç bir şeyin tabiatı kendiliğinden başka bir şeye tesir etmez. Tesir mutlaka Allah'ın yaratması ile olur. Zehir içince insan ölürse Allah o anda ölümünü halkettiği için ölür. Ehl-i Sünnet'in mezhebine göre nazar değmesi de öyledir. Yani nazarı değen şahıs, bir şeye baktığı anda Allahü teâlâ o şeyde zarar halkeder.

Meselenin fıkhî cihetine gelince şeriat, nazarı değen kimsenin abdest almasını emretmiştir. Bu abdestin sıfatı, ulemâya göre şöyledir: Bir kabın içine su doldurulur, kab yere konmaz, ondan bir avuç alarak maz-maza yapar ve suyu yine kabın içine püskürür. Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar. Sonra sol eliyle su alarak sağ elini yıkar. Sonra sağ eliyle alarak sol dirseğini yıkar. Dirseklerle, topuklarının arasını yıkamaz. Sonra yine bu şekilde sağ ayağını, sonra sol ayağını yıkar, bunlar hep kabın içinde yıkanır. Sonra gömleğinin iç tarafını sağ böğrüne doğru yıkar. Böylece abdesti bitirir ve suyu arkasından başına döker.

Nevevî diyor ki: «Bu mânâyı tahlil etmek ve hakikatini anlamak mümkün değildir. Bizce bilinen şeylerin hepsinin sırlarına ermek aklın kuvveti dâhilinde değildir. Binâenaleyh akıl mânâsım kavramıyor diye bu reddedilemez.»

Ulemâ, nazarı değen kimsenin abdest almaya mecbur edilip edilmi-yeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Maziri'nin mezhebi budur.

Nazar abdestinin sıfatı hakkında başka rivâyetler de vardır.

Bazı ulemâya göre bir kimsenin nazarı değdiği anlaşılırsa ondan korunmak icab eder. O yerin âmiri böyle bir şahsı halk arasına karışmaktan men ederek, evine kapanmasını temin tetmeli, fakirse yetecek kadar rızkını vermeli, halkı onun zararından korumalıdır. Çünkü bunun zararı müslümanlara eziyet veriyor diye Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mescide girmesini yasak ettiği sarmısak, soğan yiyenin zararından daha çoktur.

Hadîs-i şerîf, kaderi de ispat etmektedir. Kaza ve kader naklî delillerle ve Ehl-i Sünnetin icmâı ile sabit ve haktır. Mesele îman bahsinde geçmişti. Kısaca tekrarı şudur. Bütün var olan şeyler Allah'ın takdirine göre meydana gelir. Nazar dokunması vesâir hayır, şer neler varsa hepsi Allah'ın ilmi ve kaderiyle meydana gelir. Bu rivâyetler nazar meselesinin aslı olduğuna da delildirler.