Geri

   

 

 

 

İleri

 

28- Huneyn Gazası Hakkında Bir Bab

4712- Bana Ebû't Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'tan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Kesir b. Abbâs b. Abdil-muttalib rivâyet etti.

(Dedi ki): Abbâs şunları söyledi:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte Huneyn harbinde bulundum. Ebû Süiyân b. Haris b. Abdümuttalib ile ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peşine takılarak ondan ayrılmadık. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beyaz bir katırının üzerinde idi. Onu kendisine Ferve b. Nüfâsete'l-Cüzâmî hediyye etmişti. Müslümanlarla küffâr karşılaşınca müslümanlar dönüp gerilediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise katırını kâfirlere doğru mahmuzlamaya başladı. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in katırının geminden tutuyor; onu kopmasın diye men' ediyordum. Ebû Süfyân da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in özengisinden tutuyordu. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ey Abbâs! Ashâb-ı semurayı çağır!» dedi. Abbâs sesi kuvvetli bir zatmış.

(Dedi ki):

— Ben de sesim çıkabildiğine: Ashâb-ı semûra nerede? diye haykırdım. Vallahi sesimi işittikleri vakit (yerlerine) dönüşleri, ineğin yavrularına dönüşü gibi idi. Ve:

— Yâ lebbeyk!.. Yâ lebbeyk!.. diyerek küffarla harbettiler.

Ensârı çağırmak için: Ey Ensâr cemaati! Ey Ensâr cemaati! diyorlardı. Sonra da'yet Benî Haris İbn’l-Hazrec'e inhisar etti. Ve: Yâ Benî Haris İbn'l-Hazrec! Yâ Benî Haris İbn'l-Hazrec! dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) katırının üzerinde uzanmış gibi bir vaziyette onların çarpışmasına baktı da:

«Bu, tandırın kızıştığı zamandır!» buyurdu. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) birkaç çakıl alarak onları küf farın yüzlerine attı ve:

«Muhammed'in Rabbine yemîn olsun bozguna uğradılar!» dedi. Az sonra ben bakmağa gittim. Ne göreyim harb onun dediği şekilde!.. Vallahi o küffara attığı çakıllarından başka bir şey yapmamıştı. Artık onların kuvvetinin zayıfladığını, işlerinin gerilediğini gördüm durdum!

4713- Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Râfi' ye Abd b. Humeyd de hep birden Abdürrazzâk'tan rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla bu hadîsin mislini haber verdi. Yalnız o: «Fervetü'bnü Nüâmete'l-Cüzamî» demiş; bir de: «Kâ'be'-nin Rabbine yemin olsun bozguna uğradılar! Kâ'be'nin Rabbine yemîn olsun bozguna uğradılar! demiştir. Bu hadiste şunu da ziyade etmiştir: «Nihayet Allah onları bozguna uğrattı. Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i onların arkasında katırının üzerinde onu mahmuzlarken hâlâ görür gibiyim!»

4714- Bize bu hadîsi İbn Ebî Ömer de rivâyet etti,

(Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Kesîr b. Abbâs, babasından naklen haber verdi.

(Dedi ki):

Huneyn harbi günü ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le beraberdim... ve râvî hadîsi nakletmiştir. Şu kadar var ki, Yûnus'la Ma'-mer'in hadîsleri ondan daha uzun ve daha tamamdır.

Huneyn, Mekke ile Tâif arasında bir vadidir. Mekke'ye takriben üç günlük mesafededir. Huneyn harbi hicretin sekizinci yılında olmuştur. Bu harbin sebebi şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Huzâa kabilesine yardım için Mekke'ye gitmeyi kararlaştırmış; fakat bu haber Hevâzin kabilesine ters ulaştırılarak kendileriyle harb edecekmiş şeklinde bildirilmişti. Bu kabile cengâverliği ile meşhur olup o gün için müslümanlann en amansız düşmanı idi. Sakîf kabilesi de bu hususta Hevâzin'den aşağı kalmıyordu. Bunlar derhal hazırlanarak Zülmecâz panayırının kurulduğu yere geldiler. Bu yer Huneyn'in eteğindedir. Müslümanlar bu harbe 12 000 kişi ile iştirak etmişlerdir. Bu çokluk bidayette kendilerine ucub getirmiş ve harbin ilk safhasında bozulup gerilemişlerse de sonradan Allah'ın nusratı yetişmiş; ve harbi kazanmışlar; birçok ganimetler de ele geçirmişlerdir.

Kur'ân-ı Kerîm'in Tevbe Tevbe Suresi: 25-26 sûresinde Huneyn harbi hakkında şöyle buyurulmaktadır:

"Şüphesiz ki, Allah size birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmiştir. Hani o gün çokluğunuza böbürlenmiştiniz; fakat bunun size hiç bir faydacı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti! Sonra dönüp gerilemişdiniz. Bundan sonra Allah huzur ve sükûnetini Resûlüne ve mü'minler üzerine indirdi, bir de sizin görmediğiniz askerler indirerek küfredenlere azâb verdi, işte kâfirlerin cezası budur!.."

Bir kavle göre bu harbte gökten sekiz bin, başka bir kavle göre beş bin melek inmiştir, on altı bin melek indiğini söyleyenler de vardır.

Burada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in beyaz bir katıra bindiği, başka bir rivâyette ise katırın siyah benekli beyaz renkte olduğu bildiriliyor. Bunların ikisi de birdir. Ulemânın beyânına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bundan başka katırı yoktu; ismi de düldüldü.

Katırı hediyye eden zâtın adı birinci rivâyette Ferve b. Nafâse , ikincide Fer ve b. Nuâme olduğu bildirilmişse de

Nevevî: «Sahih ve maruf olan birincisidir.» diyor. Bu zâtın müslüman olup olmadığı ihtilaflıdır. Hattâ Buhârî'nin rivâyetine göre ! ?-diyy«nin sahibi Eyle kiralı Yohanna'dır.

Harb kızışıp ordusunu başı sıkıldığı anda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu hayvana bûımesi onun son derece cesur olduğunun delilidir. Zîra ancak böyle yaparsa müslumanların mercii ve mu'temedi olur; kendisini görüp yerini bilmekle kalbleri itminan bulurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hayvana kaiden binmişti. Yoksa kendisinin ma'rûf atları vardı; onlardan birine binebilirdi. Askeri etrafından dağıldığı halde hayvanını mahmuziayarak müşriklerin üzerine ilerlemesi ve her taraftan kuşatıldığı zaman —kaçmak şöyle dursun— yere inerek sebat göstermesi akıllara hayret verecek derecede cesur ve sabırlı olduğunu gösterir. Bazıları bunu piyadeyi teselli için yaptığını söylerler.

Sahâbe-i kirâm onun bütün harblerde şecaat gösterdiğini rivâyet etmişlerdir. Bütün Peygamberlerin hâlü şanı da böyledir." Onlar Allah'ın va'dîne güvenir; şehîd olup, Allah'a kavuşmaya can atarlardı. Hiç birinin —hâşâ— harb meydanından kaçtığı sabit olmamıştır. Ulemâ onlara harb-ten kaçma isnadında bulunan bir kimsenin tevbesi bahis mevzuu olmaksızın Öldürülmesi îcâbettiğini söylemişlerdir. Çünkü böyle bir isnâd, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kara olduğunu yahut arap değildiğini iddiaya benzer ki, kat'î surette bilinen bir sıfatını inkâr demektir; bu ise —ma'âzallah— küfürdür.

Kurtubî bu hususta şunları söylemiştir: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir noksanlık veya kusur izafe eden kimsenin Öldürülmesi lâzım geldiğine bazı ulemâmız icmâ' nakletmişlerdir. Bir takımları böyle bir kimseden tevbe isteneceğini, tevbe etmediği takdirde öldürüleceğini söylemişlerdir.» İbn Battal de: «Çünkü sözünü te'vîl etmezse kâfirdir; te'vîl ederse özrü kabul olunur.» diyor.

Bu harbte ashabın dağılmalarına gelince: Onlar, bir daha dönmemek üzere harbten kaçmamış; biraz yerlerinden gerilemişlerdir. Nitekim çağırıldıkları vakit «Lebbeyk» diyerek hemen koşup gelmeleri de bunu gösterir. Harb sahnesinden uzaklaşmış olsalar çağırıldıklarını nereden bilecek ve işiteceklerdi? Zâten bir kısmı hiç gerilememiş; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte yerlerinde sebat göstermişlerdi. Bunlar bir rivâyette on iki, başka bir rivâyete göre yüz kişi idiler. Nevevî bu harbte gerileyenlerin ekseriyetle müellefe-i kulûb ile henüz müslüman olmayan Mekke müşrikleri olduğunu söylüyor. O gün müslüman ordusunda fırsat kollayan müşrikler de varmış,

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in askerini Hazret-i Abbâs'a çağırtması sesi gür olduğu içindir. Onun sabaha karşı Medine'deki Sela' dağının üzerinden bağırarak sekiz mil uzaktaki kölelerine işittirdiği rivâyet olunur.

Eshâb-ı Semura: Hudeybiye'de ağaç altında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bey'at edenlerdir.

«Yâ lebbeyk!» buyurun! Hazırız manasınadır. (Bu kelime hakkında kitabımızın baş taraflarında tafsilât verilmişti.)

Vatîs: Tandıra benzeyen bir taştır. Üzerinde yiyecek pişirilir. Harplerin kızışması bu taşın sıcaklığına benzetilerek darb-ı mesel olmuştur. Bazıları bunun doğrudan doğruya tandır olduğunu söylemişlerdir. «Bu, tandırın kızıştığı zamandır.» cümlesini ilk defa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin söylediği de rivâyet olunur.

4715- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki) ; Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'tan naklen haber verdi. (Şöyle dedi): Bir adam Berâ'a:

— Yâ Ebâ Umara! Siz Huneyn günü (harbten) kaçtınız mı? diye sordu. Berâ' şu cevabı verdi:

— Hayır, vallahi! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp gitmedi. Lâkin şu var ki, ashabının gençleri ve aceleci takımı zırhsız, üzerlerinde silâh olmaksızın yahut çok silâh olmaksızın (meydana) çıkmışlardı. Ve atıcı, okları yere düşmeyen bir kavimle Hevâzin ve Benî Nasr toplulukları ile karşılaştılar. Bunlar kendilerini öyle bir ok yağmuruna tuttular ki, nerde ise okları hiç boşa gitmiyordu. Orada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in de üzerine yürüdüler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beyaz katırının üzerinde idi. Ebû Süfyân b. Haris b. Abdilmuttalib de onu yediyordu. Hemen (yere) inerek Allah'tan zafer diledi ve:

«Peygamber benim yalan yok! Abdülmuttalib'in oğlu benim!» dedi. Sonra askerini sıraya dizdi.

4716- Bize Ahmed b. Cenâb El-Missîsi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus, Zekeriyyâ'dan, o da Ebû İshâk'dan naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Berâ'a bir adam gelerek:

— Siz Huneyn günü dönüp gittiniz mi yâ Ebâ Umara? diye sordu. Bunun üzerine Berâ' şunları söyledi:

— Nebiyyüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şehâdet ederim ki dönüp gitmedi. Lâkin insanların aceleci takımı ve zırhsızlar Hevâzin'in şu kabilesine gittiler. Halbuki onlar atıcı bir kavimdir. Kendilerini ok yağmuruna tuttular. Sanki bu oklar bir çekirge sürüsü idi. Derken bozuldular. Düşman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e doğru yöneldi. Ebû Süfyân b. Haris katırını yediyordu. Derken (yere) indi. Dua etti ve zafer diledi. Hem:

«Peygamber benim; yalan yok! Abdülmuttalib'in oğlu benim! Allahım, yardımını indir!» diyordu.

Berâ'

Dedi ki: «Vallahi harb kızıştı mı biz onunla korunuyorduk! Bizim cesurumuz onunla (yani) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’le bir hizada durandı.»

4717- Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. Lâfız İbn'l-Müsennâ'nındır. (Dediler ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû İshâk'tan, rivâyet etti.

(Dedi ki): Befâ'dan dinledim; kendisine Kays (kabilesin)’den bir adam:

— Siz Huneyn günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den kaçtı-nıx mı? diye sordu da Berâ' şunları söyledi:

— lâkin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kaçmadı. O gün Hevâ-zin (kabilesi) atıcı idiler. Ama biz üzerlerine hücum edince bozuldular. Biz de ganimetlerin üzerine çullandık. Derken bizi oklarla karşıladılar. Gerçekten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i beyaz katırının üzerinde gördüm. Ebû Süfyân b. Haris de geminden tutmuştu. Kendisi:

«Peygamber benim; yalan yok! Abdölmuttalib'in oğlu benimi» diyordu.

4718- Bana Züheyr b. Harb ile Muhammed b. El-Müsennâ ve Ebû Bekir b. Hellâd da rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Yahya b. Saîd, Süfyân'dan rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Ebû İshâk, Berâ'dan rivâyet etti Berâ' kendisine bir adamın: Yâ Ebâ Umara! dediğini söylemiş...

Ve râvi hadîsi anlattı. Ama onun hadîsi Ötekilerden daha az; onların hadîsi daha tamamdır.

4719- Bize yine Züheyr b. Harb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ömer b. Yûnus El-Hanefi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İkrime b. Ammâr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Iyâs b. Seleme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana babam rivâyet etti.

(Dedi ki):

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte Huneyn'de harbettik. Düşmanla karşılaşınca ben ilerledim; ve bir dağ yoluna çıktım. Derken karşıma düşmandan bir adam çıktı. Ben de kendisine bir ok attım. Hemen gözümden kayboldu. Ne yaptığını anlamadım. Bir de baktım; düşman o bir yoldan çıkıverdi! Ve derhal Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashâbı dönüp çekildiler. Ben de bozulmuş olarak geri döndüm. Üzerimde iki elbise vardı. Birisi ile sarınmış, diğeri ile de bürünmüştüm. Derken peştemalım çözüldü. Ben de ikisini birden topladım. Ve bozulmuş olarak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına uğradım. Kendisi benekli beyaz katırının üzerinde idi. Ve:

«Ekva'ın oğlu muhakkak bir korku gördü!» dedi. Düşmanlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kuşatınca katırdan indi. Sonra yerden bir avuç toprak aldı. Ve yüzlerine karşı dönerek:

«Bu yüzler kahrolsun!» buyurdu. Artık onlardan Allah'ın yarattığı hiç bir insan yoktu ki, tu avuç tan gözlerini toprakla doldurmasın! Az sonra savuşup gittiler. İşte Allah (azze ve celle) onları bozguna uğrattı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ganimetlerini müslümanlar arasında taksim etti.

Hazret-i Berâ' rivâyetlerini Buhârî «Kitabü'l-Cihad» ve «Kitâbü'l-Megâzî»de tahrîc etmiştir.

Ebû Umara, Hazret-i Berâ' b. Âzib'in künyesidir. «Siz Humeyn günü (harbten) kaçtınız mı?» suâline karşı Hazret-i Berâ'in: «Hayır! Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp gitmedi...» şeklinde cevap vermesi edeb ve nezâketin örneklerindendi. Çünkü suâlin mukadder olan mahiyeti: «Siz hepiniz kaçtınız mı?» demektir, ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in de onlarla beraber kaçmış olmasını iktizâ eder. Hazret-i Berâ' bunu anlayınca doğrudan doğruya: «Hayır! Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dönüp gitmedi!» diye cevâp vermiştir.

Gençler mânâsına gelen «Şubbân» kelimesi bâzı rivâyetlerde «Cufâ'» şeklinde zaptedilnıiştir. Cufâ': Selin kenara attığı köpük ve çör-çöp demektir. Kâdi Iyâz: «Eğer bu rivâyet sâhî'hse mânâsı: Müslümanlarla beraber harbe çıkan Mekkeliler'le onlara katılan hazırlıksız, ganimet meraklısı kadın ve çocuklar ve kalblerinde çürüklük olanlardır. Bunlar selin kalıntısına, benzetilmişlerdir.» diyor.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in:

«Peygamber benim, yalan yok! ilâh...»sözü şi'rin racez denilen bahsine uygun düşmüştür. Bu hususta Mâzirî şunları söylüyor: «Bâzı kimseler racezin şiirden olduğunu kabul etmemişlerdir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den de sâdır olmuştur. Halbuki Teâlâ Hazretleri:

"Biz ona şi'ri öğretmedik. Ona şiir yaraşmaz da." Sûre-i Yâsîn, âyet: 69. buyurmuştur. Ahfeş'in mezhebi budur. O bununla Halîl'in racezi şiir sayan mezhebinin fâsid olduğuna istidlal etmiştir.

Ulemâ buna şöyle cevap vermişlerdir: Şiir, kasden söylenen ve insanın mevzun, kafiyeli düşürmeye çalıştığı sözdür. Âmmenin sözlerinde birçok mevzun kelimeler bulunur, fakat bunlara hiç bir kimse şiir demediği gibi, sahibine de şâir demez. Kur'ân'daki mevzun kelimeler hakkında da cevap budur...»

Filhakika Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü ile şiir kasdetmemiştir. Binâenaleyh mevzun da olsa şiir sayılmaz. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir. Acaba Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Abdülmuttalib'in oğlu benim!» diyerek neden babasını bırakmış da dedesine intisâb etmiş; ve bununla iftiharda bulunmuştur? îftihâr ekseri ulemâya göre câhiliyyet amellerinden değil midir?

Cevâp: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) daha ziyâde dedesinin ismi ile şöhret bulmuştu. Çünkü babası Abdullah genç yaşta Abdülmuttalib'in sağlığında vefat etmişti. Abdülmuttalib Araplar arasında pek meşhur ve Mekkeliler'in reîsi idi. Bundan dolayı birçok kimseler Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Abdülmuttalibin oğlu derlerdi. Bir de Abdülmuttalib Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in geleceğini, şanının büyük olacağını Mekkeliler'e müjdelemişti. Bunu kendisine Seyf b. Zî Yezen nâmında biri söylemişti. Bazı rivâyetlere göre Abdülmuttalib Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zuhur edeceğini rüyasında börmüştü. Araplar arasında bu meşhurdu. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına bunu hatırlatmak ve düşmanlarına mutlaka gâlib geleceğine tenbîhte bulunmak istemiştir. Tâ ki akıbet onun olduğunu bilsinler de kalbleri kuvvet bulsun! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) burada harbe devam ettiğini, kaçanlarla birlikte bir yere gitmediğini, bulunduğu yeri de bildirmiştir. Bunu askerleri dönsün de yanına gelsin diye yapmıştır.

«Peygamber benim! Yalan yok!»cümlesinin mânâsı: Hak Peygamber benim! Ne kaçarım, ne de yerimden kıpırdarım! demektir. Harblerde:

Ben filân oğlu filânım gibi sözler söylenebilir; bunlar ancak öğünmek maksadı ile söylendiği zaman câhiliyyet ameline benzer ve o zaman mekruh olurlar.