Geri

   

 

 

 

İleri

 

15- Ganimetin Hükmü Bâbı

4673- Bize Ahmed b. Hanfael ile Muhammed b. Râfi1 rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Abdürrazzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma’mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen haber verdi. Hemmâm: Bize Ebâ Hüreyre'nin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyet ettikleri şunlardır; diyerek bir takım hadîsler zikretmiş; ezcümle şöyle deditir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Herhangi bir beldeye varır da orada ikâmet ederseniz, hisseniz oradadır. Hangi belde Allah ve Resûlüne isyan ederse, o beldenin beşte biri Allah ve Resûlüne âîddir. Sonra o (geri kalanı) sizindir.» buyurdular.

Kâdî Iyâz'ın beyanına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in buradaki ilk cümlesinden murâd ihtimal ki fey'dir. İkinci cümle ile de ganimeti kasdetmiş olacaktır.

Ulemâ fey' ile ganimet arsında fark görmüşlerdir.

Fey': Küffarın çekilip gitmesi veya müslümanlarla sulh yapmaları neticesinde onlardan harpsiz darbsiz alınan mallardır. Bu mallar beşte biri ayrılmaksızuı müslümanlarm yararına sarfolunur.

Ganimet ise: Küffarla harb ederek alınan mallardır. Bunların hükmü beşe taksim edilerek biri Allah ve Resûlü'nün hakkı olmak üzere ayrıldıktan sonra geri kalanı gaziler arasında taksim olunmaktır. Bâzan fey' ve ganimet kelimeleri müteradif olarak aynı mânâda kullanıldıkları gibi fey'; dönüş ve gölge mânâlarına da gelir.

Fey'in beşe taksim edilmeyeceğine kail olanların delili bu hadîstir. İmâm Şâfii'ye göre fey' de beşe taksim edilir. İbn’l-Mün-zir: «Şafiî'den Önce fey'in beşe taksim edileceğini söyleyen hiç bir âlim bilmiyona!» demiştir.

4674- Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd, Ebû Bekir b. Ebî Şeyi» ve İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. Lâfız İbn Ebî Şey-be'nindir. İshâk: (Bize haber verdi): tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Süfyân, Amr'dan, o da Zührî'den, o da Mâlik b. Evs'den, o da Ömer'den naklen rivâyet etti, dediler. Ömer şunları söylemiş:

Beni Nadir (kabilesin)'in malları, Allah'ın Resûlüne fey' olarak verdiği şeylerden olup müslümanlar bunların üzerine at ve deve koşturma-mışlardı. Binâenaleyh yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e mahsustular. O da ailesinin senelik nafakasını ayırır; kalanını Allah yolunda bir hazırlık olmak üzere hayvan ve silâha sarf ederdi.

4675- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize SÜfyân b. Uyeyne, Ma'mer'den, o da Ziihrî'den bu isnâdla rivâyet etti.

4676- Bana Abdullah b. Muhammed b. Esma Ed-Dubaî de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cüveyriye, Mâlik'ten, o da Zührî'den naklen rivâyet etti ki, Zührî'ye Mâlik b. Evs rivâyet etmiş.

(Dedi ki): Ömer b. Hattâb bana haber gönderdi. Ben de ona gün yükseldiği vakit geldim; ve kendisini evinde bir serîr Üzerine oturmuş; banlarının üzerine yapışmış; deriden dit yastığa dayanmış olduğu halde buldum. Bana:

— Yâ Mâlik! Mesele şu ki, senin kavminden birkaç hâne sahibi koşup geldiler. Ben de kendilerine biraz atıyye ayrılmasını emrettim. Şunu al da aralarında taksim ediver! dedi. Ben:

— Bunu benden başkasına emretsen iyi edersin! dedim.

— Al onu yâ Mâli! dedi. Az sonra Yerfe geldi. Ve:

— Osman, Abdurrahmân b. Avf, Zübeyr ve SaM için (içeri girmelerine) iznin var mı yâ Emirelmü'minîn? dedi. Ömer:

— Evet! dedi. O da kendilerine izin vererek içeri girdiler. Sonra tekrar gelerek:

— Abbâsla Alî için iznin var mı? dedi. Ömer (yine):

— Evet! cevâbın verdi. Onlara da izin verdi. Derken Abbâs:

— Yâ Emirel-mü'minîn! Benimle şu yalancı, günahkâr, vefasız, hâin arasında hüküm ver! dedi. Cemaat dahi:

— Evet, yâ Emirel-mü'minîn, aralarında hüküm ver de kendilerini rahata kavuştur! dediler.

 (Mâlik b. Evs: Bana öyle geliyor ki, onlar bu cemaati bunun için önceden göndermişler; demiş.) Bunun üzerine Ömer:

— İkini» durun! Size Allah aşkına soruyorum! O Allah'ın ki yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Bize mirasçı olunmaz! Bıraktığımız sadakadır.»buyurduğunu biliyor musunuz? dedi. Cemâat:

— Evet! cevâbını verdiler. Sonra Abbâs'la Âlî'ye dönerek:

— Sizin ikinize (de) Allah aşkına soruyorum! O Allah'ın ki, yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in:

«Bize mirasçı olunmaz! Bıraktığımız sadakadır.» buyurduğunu biliyor musunuz? diye sordu.

— Evet! dediler. Bunun üzerine Ömer şunları söyledi:

— «Hakîkaten Allah (azze ve celle) , Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem)'e öyle bir hâssa bahsetmiştir ki, bunu ondan başka hiç bir kimseye tahsis etmemişti. Teâlâ Hazretleri: Allah, Resûlüne beldeler halkından ne ganimet verdi ise bu sadece Allah ve Resûlüne aittir! buyurdu. (Râvi: Bundan önceki âyeti okudu mu, okumadı mı bilmiyorum! diyor.) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’se Benî Nadîr'in mallarını sizin aranızda taksîm etti. Vallahi kendini size tercîh etmedi. Sizi bırakıp da onları kendisi almadı. Ta ki şu mal kaldı! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan senelik nafaka alır; bilâhare kalanı Beytü’l-male yardım olarak koyardı.» Sonra şöyle dedi:

«Sîze Allah aşkına soruvorum! O Allahım ki, yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır! Bunu biliyor musunuz?» Cemâat:

— Evet! dediler. Sonra Abbâsla Alî'ye de cemaata sorduğu gibi: «Bunu biliyor musunuz?» diye sordu.

— Evet! dediler. Ömer (sözüne devamla) şunları söyledi:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edince Ebû Bekir: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in velî-i ahdiyim, dedi. Siz geldiniz! Sen kardeşin oğlundan mirasını istiyordun; o da karısının mirasını babasından istiyordu. Ebû Bekir şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) t

«Bize mirasçı olunmaz: Bıraktığımız sadakadır.» buyurdu. Siz ikiniz onu da yalancı, günahkâr, vefasız, hâin saydınız! Halbuki Allah onun doğrucu, iyi, aklı başında, hakka tâbi' bir zât olduğunu biliyor!

Sonra Ebû Bekir vefat etti. Ben de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr'in velî-i ahidleri oldum. Siz beni de yalana, günahkâr, vefasız, hâin gördünüz! Halbuki Allah benim doğrucu, iyi, aklı başında, hakka tâbi' bir kimse olduğumu biliyor. Ben de bu (hükümet) isi (ni) üzerime aldım. Sonra bana sen ve şu geldiniz. İkiniz birliksiniz; matbunms bir! Onu bize ver, dediniz. Ben de derim ki: Dilerseniz onu size, vereyim! Şu şartla ki: Onu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne yapardı İse siz de Öyle yapacağınıza Allah'a söz verin! Onu bu şartla alırsınız! Öyle mi?

— Evet! dediler. (Ömer devamla) şunu söyledi:

— Sonra bana, aranızda hüküm vereyim diye geldiniz! Hayır, vallahi! Sİzin aranızda bundan başka bir şeyle kıyâmet kopuncaya kadar hüküm veremem! Eğer ondan âciz kalırsanız bana iade ediverin!

4677- Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Rafı' ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler, İbn Râfi' (Bize tahdîs etti) ta'bîrini kullandı. Ötekiler: Bize Abdürrazzâk haber verdi, dediler.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Mâlik b. Evs b. Hadesân'dan naklen haber verdi. (Şöyle dedi):

Ömer b. Hattâb bana haber gönderdi.

(Dedi ki): Mesele şu! Senin kavminden birkaç hâne sahibi geldi...

Râvi, Mâlik'in hadîsi gibi rivâyette bulunmuştur. Yalnız bu hadîste şu ibare vardır: «Ondan ailesine bir sene nafaka veriyordu. Galiba Ma'-mer: Ondan ailesinin senelik yiyeceğini saklıyordu; sonra ondan kalanı Allah (azze ve celle)'nin malının sarfedildiği yere veriyordu, dedi.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbül-Megâzî», «Kitâbül-l'tisâm» ve «Kitâbül-Ferâiz-da; Ebû Dâvûd «Harâc»da; Tirmizî «Siyerde; Nesâî «Ferâiz», «Fey» ve «Tefsîr»de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Rumfil veya Rimâl: Hurma yaprağı ve emsali şeylerden dokunan hasırdır.

Yâ Mâli veya Mâlü: Yâ Mâlik demektir. Kelimenin sonundaki (k) atılarak terhîm yapılmıştır. Buna Arapçada «münâdâ-i murahham» denir. Son harfi kesre ve zamme ile okumak caizdir. Kesre ile okunursa kelime olduğu şekilde bırakılmıştır. Zamme ile okunursa müstakil isim yapılmış olur.

Hadîsin hulâsası şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in amcası Hazret-i Abbâs'la, Hazret-i Ali Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in terekesinden hak dâva ederek Halîfe Ömer (radıyallahü anh)'ın huzuruna çıkmışlar; Halîfe onların vakti ile Hazret-i Ebû Bekr'e de müracaat ettiklerini, fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kimsenin mîrasçı olamayacağını bildiren hadîsi hatırlatarak kendilerine bir şey vermediğini söylemiş; kendisinin de aynı kanaatte olduğunu beyan ettikten sonra isteklerini şartla yerine getireceğini ya'detmiştir. Dâva edilen mallar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Benî Nadir yahudîlerinden aldığı fey' olup hassaten kendi milki idi. Hazret-i Alî, zevcesi Fâtıme (radıyallahü ahha) namına hak dâva ediyordu.

Burada Hazret-i Abbâs'in, kardeşi oğlu Hazret-i Alî hakkında yalancı, hâin, vefasız gibi ağır sözleri söylediği göze çarpmaktadır. Bu vaziyet karşısında ulemâ hadîsi iki cihetten müşkil saymışlardır.

1- Mâzirî şöyle diyor: «Vâki olan bu sözün zahiri Abbâs'a lâyık değildir. Hazret-i Alî de bu söylenen vasıfların tamamı şöyle dursun —hâşâ— bazısı bile yoktur. Evet, biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bir de onun şehâdet ettiklerinden mâda kimsenin masum olduğunu kat'î olarak söyleyemeyiz; ama sahabe (radıyallahü anhüm ve ecmain) hakkında hüsnü zanda bulunmaya, onlardan her kötülüğü nefyetmeye memuruz! Bu rivâyetin bütün te'vîl yollan kapanırsa, yalanı râvilerine nisbet ederiz. Bu mânâyı ele alan bazı âlimler böyle sözleri yazmaktansa nüshalarından çıkarmayı vera' ve takvaya daha uygun bulmuşlar; ihtimâl bunları râvilerin vehmine hamletmişlerdir.

Eğer bu sözler mutlaka kabul edilecek-ve râvilere de vehim isnat etmiyeceksek o takdîrde en güzel te'vîl şudur: Hazret-i Abbâs bu sözleri kardeşi oğluna nazı geçtiği için söylemiştir; çünkü oğlu yerindedir. Onun hakkında inanmadığı ve kardeşi oğlunun berî olduğunu bildiği şeyleri söylemiştir. Belki de bu sözlerle onu kendince hatalı saydığı inancından vazgeçirmek istemiştir. Ona göre bu işi kasden yapan bir kimse bu çirkin sıfatlarla vasıflanabilir. Alîye göre ise vasıflanamaz. Bu mesele bir Mâlikî'nin (Nebîz içenin dîni noksandır.) sözüne benzer; halbuki Hanefi (Noksan değildir) der; ve her ikisi de kendi İtikadında haklıdır.

Bu tevîli yapmak mutlaka lâzımdır; çünkü dâva Ömer (radıyallahü anh)’ın meclisinde geçmiştir. Kendisi halîfedir. Osman, Sa'd, Zübeyr ve Abdurrahman (radıyallahü anh) da oradadırlar. Ve hiç biri bu sözleri reddetmemiştir. Halbuki kendileri münkeri red hususunda şiddet gösteren zevattır. Bunun sebebi: Hâl karinesi ile Abbâs'ın zahirine inanmadığı sözü —yasağı mübâlegah olsun diye— söylediğini anlamış olmalarıdır. Ömer (radıyallahü ânh)'ın: «Siz Ebû Bekr'e geldiniz; onu da yalancı, günahkâr, vefasız, hâin Saydınız!- sözü ile kendisi hakkında dahi aynı kanaatte olduklarını söylemesi de bu suretle te'vîl edilir...»

Bedrüddîn Aynî, Mâzi'rî'nin bu te'vîlini de faydasız bulmuş ve: «Bu sözleri kitâbtan çıkarmak îcabeder. Hâşâ Abbâs bunları söylememiştir; bilhassa Ömer'in ve sahabeden bir cemaatin huzurunda bu olamaz. Ömer böyle şeylere susacaklardan değildir...» demiştir.

2- Kirmânî: «Eğer Hazret-i Abbâs'la Alî'nin istediklerini vermek doğru idi ise istedikleri anda Ömer (radıyallahü anh) niçin vermemiştir; doğru değilse sonradan niçin vermiştir? diyor ve bu suâle kendisi şöyle cevap veriyor: «Hazret-i Ömer'in evvelâ yermemesi o malı kendilerine milk olmak üzere istedikleri içindir. Sonra vermesi onda tasarrufta bulunsunlar, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile iki sahâbîsi Ebû Bekir ve Ömer ne gibi tasarrufta bulundularsa onlar da Öyle yapsınlar diyedir.»

Hattâbî: «Bu kaziyye cidden müşkildir. Şu sebeple ki, Abbâsla Alî bu sadakayı Ömer'den onun şartına göre aldılarsa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in (Bıraktığımız sadakadır) hadîsini î'tirâf ettikleri ve buna muhacirler de şahid olduğu halde sonradan ne akıllarına geldi ki, dâvaya kalkıştılar?» diyor; ve bunun mânâsını şöyle îzâh ediyor: «Abbâs ile Alî'ye ortaklık zor geliyordu. Bu sebeple aralarında taksim istediler. Tâ ki her biri tedbîr ve tasarrufunda serbest olsun. Ömer ise buna mülk süsü verilmesin diye taksimi merietti. Çünkü taksim ancak mal ve mülkte olur. Aradan uzun zaman geçince halk bunu mîras zannetmeye başlar. Bahusus kızla amca arasındaki mî-ras taksîmi yandır. Bu iş mirasla karıştırılarak Abbâs'la Alî'nin aldıkları mallar kendi milkleri imiş sanılır.»

Ebû Dâvûd: «Hilâfet Hazret-i Alî'ye geçince bu malları sadaka olmaktan değiştirmedi.» demiştir ki, bu da yukanki te'vîli te'yîd eder.

Kâdî Iyâz'ın beyanına göre ulemâdan Bazıları: Hazret-i Fâtıme'nin babasından kalan mirasını Ebû Bekir (radıyallahü anh) dan istemesi —babasının (Bize mirasçı olunmaz!) hadîsini duyduktan sonra olmuşsa— Fâtıme (radıyallahü anh) bunu: Kıymetli mallara mirasçı olunmaz; yiyecek, ev eşyası ve silâh gibi şeyler bundan hâriçtir, şeklinde te'vîl etmiştir. Ama bu te'vîl Ebû Bekir, Ömer ve diğer ashabın mezheblerine uymamıştır.» demişlerdir.

Kâdî Iyâz diyor ki: «Ebû Bekir bu hadîsle aleyhine hüccet getirdikten sonra Hazret-i Fâtıme'nin münâzeadan vaz geçmesi bu dâva üzerine vâki' olan icmâı teslîm sayılır. Bu hadîsi duyup mânâsı kendisine anlatılınca fikrinden vaz geçmiş; artık bundan sonra gerek kendisi gerekse zürriyyeti mîras talebinde bulunmamışlardır. Bilâhare Hazret-i Alî halîfe olmuş; o da Ebû Bekirle Ömer'in yolundan ayrılmamıştır. Bu da gösterir ki Alî ile Abbâs'ın istekleri sâdece bizzat tasarruf meselesi imiş.»

Hazret-i Ömer, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendine hâs olan fey’den senelik nafakasını alırdığım, artanını da Beytülmale koyar-dığını bildirmektedir. Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vefatında zırhının ailesi için ödünç aldığı bir miktar arpa karşılığında rehin verilmiş olduğu anlaşılmıştı. Senelik nafakası olsa zırhını rehin verir mi idi?

Cevap: Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz ailesi efradının senelik nafakasını şüphesiz ki ayırırdı. Fakat o kadar cömert idi ki, sene dolmadan o nafakayı da çeşitli hayır yollarına sarfeder, evinde bir şey kalmazdı.