Geri

   

 

 

 

İleri

 

13- Öldüren Kimsenin Ölünün Üzerindeki Eşyayı Hak Etmesi Bâbı

4665- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hüşeym, Yahya b. Saîd'den, o da Ömer b. Kesir b. Eflah'dan, o da Ebû Muhammed El-Ensârî'den —ki bu zât Ebû Katâde'nin arkadaşı imiş— naklen haber verdi.

(Dedi ki): Ebû Katâde şunu söyledi... Ve hadîsi hikâye etmiştir.

4666- Bize Kuteybe b. Saîd de rivâyet «tti.

(Dedi ki): Bize Leys, Yahya b. Saîd'den, o da Ömer b. Kesîr'den, o da Ebû Katâde'nin dostu Ebû Muhammed'den naklen rivâyet etti ki, Ebû Katâde şunları söylemiş... Ve hadîsi nakletmiştir.

4667- Bize Ebâ't-Tâhir ile Harmele de rivâyet ettiler. Lâfız Harmele'-nindir. (Bediler ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Mâlik b. Enes'i şunları söylerken işittim: Bana Yahya b. Said, Ömer b. Kesir b. Eflâh'dan, o da Ebû Katâde'nin dostu Ebû Muhammed'den, o da Ebû Katâde’den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi:

Huneyn (harbi) yılında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’le birlikte (gazaya) çıktık. İki ordu karşılaşınca müslümanlarda bir bozulma oldu. Derken müşriklerden bir adam gördüm ki, müslümanlardan bir zâtı alt etmişti. Hemen ona dönerek arkasından yanına geldim ve boynunu vurdum. Ama üzerime dönerek beni öyle bir sıktı ki bundan ölümün korkusunu duydum: Sonra can vererek beni bıraktı. Müteakiben Ömer b. Hattab'a yetiştim:

— Bu insanlara ne oldu? dedi. Ben de:

— Allah'ın emri! dedim. Sonra cemaat döndüler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de oturdu ve:

«Bir kimse birini öldürür de onun aleyhine beyyinesi de bulunursa, olenîn üzerindeki eşyası onun olur.» buyurdular. Bunun üzerine ben ayağa kalkarak:

— Bana kim şâhidlik edecek? dedim. Sonra oturdum. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine deminki gibi buyurdu. Ben hemen kalkarak:

— Bana kim şâhidlik edecek? dedim; ve oturdum. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o sözü üçüncü defa tekrarladı. Ben yine kalktım. Fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sana ne oldu yâ Ebâ Katade?» diye sordu. Ben de kıssayı kendilerine anlattım. Derken cemaattan bir adam:

— Doğru söyledi yâ Resûlallah! Bu öldürülenin üzerindeki eşyası bendedir; hakkından dolayı Ebû Katâde'yi razı ediver! dedi. Ebû Bekr-i Sıddîk ise:

— Hayır vallahi! Bu olamaz! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah ve Resûlünün yolunda cenk eden Allah arslanlarından bir arslanın hakkını çiğneyerek onun eşyasını sana veremez! dedi. Artık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Doğru söyledi. Bunu ona ver!» buyurdu; ve bana verdi. Sonra zırhı sattım da onunla Benî Selime (kabilesin)'de bir bahçe satın aldım. İşte İslâm'da ilk edindiğim mal budur.

Leys'in hadîsinde şu ibare vardır: «Ebû Bekir: Asla! Allah'ın arslanlarından bir arslanı bırakıp da onu Kureyş'ten bir sırtlancağiza veremez! dedi.»

Yine Leys'in hadîsinde: «Edindiğim ilk maldır.» cümlesi vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitabü’l-Humüs»de tahrîc etmiştir.

İmâm Müslim bu hadîsin birinci tarîkinde râvileri sıraladıktan sonra: «Ve hadîsi hikâye etmiştir» demiş; ikinci tarîkinde dahi; «Ve hadîsi nakletmiştir.» diyerek bu sözleri ile üçüncü tarîkte rivâyet edeceği hadîsi kasdetmiştir.

Nevevî diyor ki: «Bu, Müslim'in âdetine göre garîb bir şeydir. Senin için yaptığım bu tahkiki belle! Gerçekten bâzı kitab yazanların bu hadîste yanıldığını ve onu ilk iki tarîkten evvelki hadîse bağlı zannettiklerini gördüm. Nitekim ekseriyetle Müslim'in malûm âdeti de budur...»

Huneyn: Mekke'ye üç mil mesafede bir vadidir. Burada hicretin sekizinci yılında müşriklerle müslümanlar arasında harb olmuş; müslümanlara çokluklarından dolayı ucub geldiği için harbin başında bozulmuşlar, fakat sonra Allah üzerlerine sekînet ve yardımcı melekler indirerek kâfirlerin cezasını vermişti. İşte Hazret-i Ömer'in: «Bu insanlara ne oldu?» demesi bozulduklarına şaştığı içindir. Bazılarına göre bu sözün mânâsı: «Bu bozgundan sonra acaba halleri ne olacak!» demektir. Buna mukabil Ebû Katâde'nin: «Allah'ın emri» diye cevap vermesi «Allah'ın emri geldi.» Yahut: «Allah'ın emri gâlibtir; akıbet ehl-i takvanındır.» manasınadır.

Bu gazada müslümanların bozulması umûmî değildi. Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ile mü'minlerden bir taife yerlerinden ayrılmamışlardır. Bu hususta meşhur hadîsler vardır ki, yeri geldikçe görülecektir.

Nevevî diyor ki: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bozguna uğramıştır demenin caiz olmadığına müslümanlar icmâı nakledilmiştir. Onun hiç bir yerde bizzat münhezim olduğunu hiç bir kimse rivâyet etmemiştir. Bilâkis sahîh hadîsler daima ikdam ve sebatını isbât etmektedir.»

Lâhallahi izen» ifâdesi bütün rivâyetlerde bu şekilde tesbit edilmiştir. Hattâbi ile lisan uleması bunun râviler tarafından yanlışlıkla yapılmış bir değişiklik olduğunu, doğrusunun «lâhallahi zâ» şeklinde kullanılması lâzım geldiğini, bunun «lâ vallahi zâ» mânâsında bir yemîn olduğunu söylemişlerdir. Daha başka söz edenler de olmuştur.

«Üdaybi'» sırtlan mânâsına gelen «dab'»ın kıyâsa muhalif İsmi tasgiridir. Hazret-i Ebû Bekir herhalde Ebû Katâde'yi arslan diye tavsif edince Öteki zâtı ona nisbetle küçülterek sırtlana benzetmiştir. Çünkü sırtlanın yırtıcılığı zayıftır. Bu hayvan aciz ve hamakatla vasıflanır. Fakat «Üdaybi'» kelimesi «Üsaybiğ» şeklinde de rivâyet olunmuştur. Hattâbî'nin beyânına göre üsaybiğ bir nevi' kuştur. Başkaları onu boya mânâsına gelen sıbğanın tasgiri kabul etmiş ve kimi rengi kara olduğu için, kimi renginin çirkinliğinden dolayı, bazıları da onu zayıflık ve aşağılıkla vasıflandırmak için kendisine böyle hitab ettiğini söylemişlerdir. Hattâ «esbağ» denilen bir nebata benzetmiş olması da caizdir.

4668- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yûsuf b. Mâcişûn, Salih b. İbrahim b. Abdirrahmân b. Avf dan, o da babasından, o da Abdurrahmân b. Avf'dan naklen haber verdi ki, şunları söylemiş:

Bedir (harbi) günü ben safta dururken sağuna ve soluma baktım. Gördüm ki Ensârdan iki çocuğun arasın dayım! Yaşları genç! Keşke bunlardan daha kuvvetliler arasında olaydım temennisinde bulundum. Derken biri beni dürterek: Ey amca! Ebû Cehri tanır mısın? dedi.

— Evet! Ona ne hacetin var ey kardeşim oğlu? dedim.

— Haber aldım ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e söğermiş! Nefsim yedi kudretinde olan Allah'a yemîn ederim ki, onu görürsem İkimizden eceli gelen ölmedikçe şahsım şahsından ayrılmayacaktır! dedi. Ben buna şaştım. Az sonra diğeri de beni dürttü ve berikinin söylediğinin mislini söyledi. Çok geçmeden Ebû Cehl'i halkın arasında bocalarken gördüm ve:

— Görüyor musunuz, işte sorduğunuz sizinki! dedim. Hemen ona koştular ve kılıçları ile onu vurarak öldürdüler. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e giderek kendisine haber verdiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Onu hanginiz öldürdü?» diye sordu. İki gençten her biri:

— Ben öldürdüm! cevâbını verdi. «Kılıçlarınızı şildiniz mi?» diye sordu.

— Hayır! dediler. Bunun üzerine kılıçlara baktı; ve:

«Onu ikiniz de öldürmüşsünüz!» buyurdu. Ve üzerindeki eşyanın Muâz b. Amr b. El-Memûh'a verilmesine hükmetti. (Bu iki zât Muâz b. Amr b. El-Memûh ile Muâz b. Atrâ'dır.)

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Humüs» ve «Kitâbul-Megâzî»de tahrîc etmiştir.

Mânâsı hususunda ihtilâf edilmiştir. Şâfiîler'e göre Ebû Cehli mezkûr iki genç müştereken yaralamış; lâkin onu kendisini müdafaadan âciz. bırakacak şekilde ağır yaralayan evvelâ Muâz b. Amr olmuştur ki, şer'i katil de budur. Üzerindeki eşyasını almaya hak kazanması bundandır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Onu ikiniz de öldürmüşsünüz!» buyurması, ötekinin gönlünü almak içindir; çünkü bu işe o da iştirak etmiştir. Kılıçlarını muayene etmesi, bunlarla onu nasıl Öldürdüklerinin hakîkatına istidlal içindir. Muayene neticesi Ebû Cehl'i Amr'in çökerttiğini anlamış; eşyasını Amr hak ettikten sonra ötekini de hâdiseye ortak kabul etmiştir. Binâenaleyh onun eşyada hakkı yoktur.

Mâlîkîler'e göre eşyanın Amr'a verilmesi, bu hususta kumandan muhayyer olduğundandır.

Tahâvî bu hadîsi rivâyet ettikten sonra şöyle deditir: «Bu hadîs delâlet ediyor ki, bir kimseyi öldürmekle eşyasını öldürene vermek vâcib olsaydı Ebû Cehl'in selebini bu iki gence vermek îcâb eder; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu birbirinden alıp ötekine vermezdi. Görülmüyor mu ki, kumandan: Her kim birini öldürürse eşyası onundur; dese de iki kişi birini öldürseler, eşyası aralarında ikiye bölünür. Kumandan birini mahrum ederek ötekine veremez; zîra o eşyada ikisinin de aynı derecede hakkı vardır. Şu halde seleb hususunda onlar kumandandan daha ziyade hak sahibidirler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Ebû Cehl Nın selebini birine vermek caiz olunca: Bu gösterir ki, o selebe gazilerin ikisinden de ziyade hak sahibi imiş! Çünkü o gün henüz. Her kim birini öldürürse selebi onundur, buyurmamıştı. Bir de maktulün eşyasının katile verilmesi vâcib olmadığını, atıcak düşmanla cenk için bir teşvik mâhiyetinde olmak üzere kumandanın onu katile verebileceğini beyân buyurmuştur.»

Hadîs-i şerifin sonunda Ebû Cehl'i Muâz b. Amr ile Muâz b. Afra'nın öldürdükleri bildiriliyor. Müslimi'n ileride görülecek bir rivâyetinde ve keza Buhârî'nin bir Rivâyetinde onu

Afra' namındaki kadının iki oğlu öldürdüğü; Müslim'in diğer bir rivâyetinde ise Ebû Cehl'in başını Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anh)’ın kestiği kaydedilmektedir. Kâdi Iyâz: «Ekseriyetle siyer ulemasının kavli budur.» diyor.

Nevevî bu rivâyetlerin arasını bulmuş; ve: «Ebû Cehl'in katline bunların hepsi iştirak etmiştir. Onu müdafaadan âciz hale getiren darbeyi Muâz b. Amr vurmuş, İbn Mes'ûd, can çekiştirirken yetişerek kafasını koparmıştır.» demiştir.

4669- Bana Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Şerh rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Muâviye b. Salih, Abdurrahman b. Cübeyr'den, o da babasından, o da Avf b. Mâlik'den naklen haber verdi. Şöyle dedi:

Hımyer (kabilesin)’den bir adam, düşmandan birini Öldürdü de eşyasını almak istedi. Hâlid b. Velîd onu men'etti. Hâlid onların üzerine vâlî idi. Derken Avf b. Mâlik, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek (bunu) kendilerine haber verdi. Bunun üzerine Hâlid'e:

«Onun eşyasını buna vermekten seni hangi şey menefti?» buyurdu, lar. Hâlid:

— Eşya gözüme çok göründü yâ Resûlallah! dedi.

«Onları kendisine veri» buyurdu. Az sonra Hâlid Avfın yanına uğradı. Avf onun cübbesini çekti. Sonra: (Nasıl) Sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için söylediğimi yerine getirdim mi? dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu işitti ve canı sıkıldı. Müteakiben:

«Ona verme yâ Hâlid! Ona verme yâ Hâlid! Siz kumandanlarımı bana bırakır mısınız hiç! Onlarla sizin misâliniz öyle bir adama benzer ki, deve veya koyun çobanı tutulur da onları güder; sonra sulama zamanını kollayıp onları bir havuza getirir; ve oraya girip suyun temizini içer, bulanığını bırakırlar, işte temizi sizin olur, bulanığı da kumandanların üzerine kalır!» buyurdular.

4670- Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ve-lîd b. Müslim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Safvân b. Amr, Abdurrahmân b. Cübeyr b. Nüfeyr'den, o da babasından, o da Avf b. Mâlik El-Eşcaî’den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi:

Mûte gazasında Zeyd b. Hârise'nîn maiyyetinde (gazaya) çıkanlarla birlikte gazaya çıktım. Yemen'den (gelen) bir imdad gâzisi bana arkadaş oldu...

Ve hadîsi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den yukarıki hadîs gibi rivâyet etti. Yalnız o bu hadîste şunu söyledi: «Avf dedi ki: Ben de, Yâ Hâlid! Bilmez misin ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sele-bin öldürene verilmesini hüküm buyurdu; dedim. Evet, bilirim; lâkin o besim gözüme çok göründü, cevabını verdi.»

Bu vak'a Mûte muharebesinde geçmiştir. Nitekim ikinci rivâyette tasrîh de edilmiştir. Mûte: Şam taraflarında bir kasabanın ismidir. Mûte Harbi hicretin sekizinci yılında olmuştur.

Hazret-i Avf'in, Hâlid (radıyallahü anh)'ı cübbesinden tutup çekmesi ölenin eşyasını öldüren zâta vermediği İçindir. Bu işe canı sıkılmış hattâ Hazret-i Hâlid'i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şikâyet edeceğini söylemiş; nitekim etmiştir de.

«Nasıl sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için söylediğimi yerine getirdim, mi?» sözünün mânâsı: Seni şikâyet edeceğim demiştim, bak ettim mi, etmedim mi! demektir.

Nevevî diyor ki: «Bu hadîs, Öldüren kimsenin selebi hak etmesine bakarak müşkü sayılabilir. Nasıl olmuş da eşya ona verilmemiştir? Bu suâl iki şekilde cevaplandırılabilir:

1- İhtimâl Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o eşyayı bilâhare öldüren gâzîye vermiştir. O anda vermemesi hem onu hem de Avf b. Mâlik'i bir nevi' cezalandırmak içindir. Zira ikisi de Hazret-i Hâlid hakkında ileri geri konuşmuş; bu suretle kumandana ve onun ta'yûı ettiği adamına hürmette kusur etmişlerdi.

2- Belki Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) hak sahibinin gönlünü almış da hak ettiği bu eşyayı kendiliğinden müslümanlara bırakmıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu şekilde hareket etmesi Hazret-i Hâlid'in gönlünü almak için olmuştur.»

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in temsilinden murâd: Ahâlî her şeyin safîsini yer içer, rahatına bakar; çileyi âmirler çeker. Ganimet mallarını onlar toplar ve yerli yerince sarfederler, ahaliyi onlar korur; idare ederler. Sonra bu hus,ûsatın bazısı hakkında bir îtiraz veya sitem vâki olursa muhatab yine onlardır; demektir.

Hadîs-i şerif gadab halinde hüküm verilebileceğine; bu bâbtaki neh-yin kerâhet-i tenzîhiyye ifâde ettiğine delâlet eder.

4671- Bize Züheyr b. Harb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ömer b. Yûnus El-Hanefî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İkrime b. Ammâr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana İyâs b. Seleme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana babam Seleme b. Ekva' rivâyet etti.

(Dedi ki):

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte Hevâzin'de gaza ettik. Bir defa onunla beraber kahvaltı yaparken, ansızın kırmızı bir erkek deve üzerinde bir adam çıkageldi. Devesini çöktürdü. Sonra heybesinden bir ip çıkararak onunla deveyi bağladı. Sonra cemaatla birlikte kahvaltı yapmağa geçti. Ama bakınmağa başladı. Bizde hayvan hususunda az'f ve yufkalık vardı. Bazılarımız piyade idik. Adam birden koşarak çıktı. Hemen devesine geldi ve bağını çözdü. Sonra çöktürdü ve üzerine oturarak onu ayağa kaldırdı. Deve onu koşa koşa götürdü. Derken boz bir dişi deve üzerinde bir adam onun peşine düştü.

Seleme

Dedi ki: Ben de koşarak çıktım; ve dişi devenin çantısı hizasına vardım. Sonra ilerliyerek erkek devenin çantısı hizasına yetiştim. Sonra ilerledim; nihayet erkek devenin yularından tutarak onu çöktür-düm. Dizini yere koyunca kılıcımı çekerek herifin başını kestim; derhal düştü. Sonra deveyi yederek getirdim. Adamın eşyası ve silâhı onun üzerinde idi. Derken beni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'le yanındaki insanlar karşıladılar. Efendimiz:

«Bu adamı kim öldürdü?» diye sordu.

— Ekva'ın oğlu! dediler.

«Bunun bütün eşyası onundur!:» buyurdular.

Talâk: Deriden yapılan ip demektir ki, develeri bağlamakta kullanılır. Hakab dahi devenin böğrüne bağlanan iptir. Kâdî Iyâz diyor ki: «Bu kelime yalnız kafm fethi ile (hakab şeklinde) rivâyet olunmuştur. Üstadlarımızdah biri: Doğrusu hakb olacaktır, derdi. Yani: Arkasına aldı, heybesine koydu mânâsına gelir...»