4- Ziyafet ve Benzeri Şeyler Bâbı 4610- Bize Küteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Saîd b. Ebî Saîd'den, o da Ebû Şüreyh El-Adevî'den naklen rivâyet etti ki, Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) konuşurken kulaklarım duydu ve gözlerim gördü; buyurdular ki: «Her kîm Allah'a ve son güne îmân ediyorsa müsafirine caizesini ikram etsin!» Ashab: — Onun caizesi nedir yâ Resûlallah? dediler. «Günü ile gecesîdir. Müsafirlik üç gündür. Bun'an ötesi ona sadakadır.» buyurdu. Bir de: «Her kim Allah'a ve son güne îmân ediyorsa (ya) hayır söylesin yahut sussun!» buyurdular. 4611- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. El-Alâ' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülhamîd b. Cafer, Said b. Ebî Saîd El-Makburî'den, o da Ebû Şüreyh El-Huzâî'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Müsafiriik üç gündür. Müsafirin caizesi de bir gün bir gecedir. Müslüman bir adama dîn kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar (fazla) kalması helâl olmaz!..» buyurdu. Ashâb: — Yâ Resûlallah, onu nasıl günaha sokar? dediler. «Onun yanında oturur kalır; kendisini ağırlayacak bir şeyi de yoktur!» buyurdular. 4612- Bize bu hadîsi Muhammed b. El-Müsennâ da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Bekir (yani El-Hanefî) rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülhamîd b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Saîd El-Makburî rivâyet etti. Kendisi Ebû Şüreyh El-Huzâî'yi şöyle derken İşitmiş: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu söylerken kulaklarım duydu, gözüm gördü ve kalbını belledi...» Müteakiben râvi, Leysin hadîsi gibi nakletmiştir. Bu hadîste o Veki'in hadîsinde olduğu gibi: «Hiç birinize dîn kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar katması helâl olmaz!» cümlesini de zikretti. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü’l-Edeb» ve «Kitabu'r-Rikaak»da; Ebû Dâvûd «El-Et'ime»de; Tirmizî «Kitâbu’l-Birr»de; Nesai «Rikaak»da; İbni Mâce de «Kitabul-Edeb»de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Hazret-i Ebû Şüreyh'in rivâyetine: «Kulaklarım duydu; ve gözlerim gördü...» sözleri ile başlaması te'kîd içindir. Caize: Bahşiş demektir. Bu kelime geçiş mânâsına gelen cevazdan alınmıştır. Çünkü caize müsafirin o haneye uğramasına karşılık bir mükâfattır. Hadîs-i şerifte bu mükafatın bir günle bir gece müsafir kalmaktan ibaret olduğu bildiriliyor. Hallâbî'nin beyanına göre bunun mânâsı şudur: Ev sahibi mü-safirine bir gün bir gece fazla ikramda bulunur. Müsafirlik üç gün olduğuna göre son iki günde fazla külfete gitmeyerek ne bulursa onu ikram eder. Üç gün geçti mi artık müsafirin hakkı bitmiştir. Daha fazla kalırsa kendisine yedirilen sadaka olur. Herevî diyor ki: Hane sahibi müsafire üç gün bakar; sonra ona bir gün bir gecelik yol azığını verir. Caize budur. Bunun en çoğu bir konaktan bir konağa yetecek kadar olur.» Mâmâfîh caizenin üç günlük mü-safirlikte dahil olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Dahildir denirse bu hususta Hallabî.'nin beyân ettiği şekilde hareket edilir. Değil dersek, caize üç günden evvel mi sonra mı olacak? suali ortaya çıkar. Bâbımızın birinci rivâyetine bakılırsa caize üç günlük müsafirlikten evveldir. Fakat yine Bâbımızın ikinci rivâyetinden anlaşıldığına göre caize müsafirlik günlerinden sonra yapılacaktır. İmâm Mâlik,'ten üç günden evvel olduğuna dair rivâyet vardır. İbn Battal şöyle diyor: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) müsafirlik meselesini üç kısma ayırmıştır. Hane sahibi ilk gün müsafire i'zâz ve ikramda bulunur; ikinci gün tekellüf gösterir; üçüncü gün ne bulursa onu yedirîr. Üçüncü günden sonra artık sadakada olduğu gibi muhayyerdir.» Gitmek bilmeyen müsafirin hâne sahibini günaha sokması, onun kendisini gîbet etmesi yahut üzücü bir harekette veya sû-i zanda bulunması ile olur. Ancak bu hal üç günden sonra hane sahibinden bir teklif görmeyen müsafire mahsûstur. Hane sahibi müsafirine daha fazla kalmasını teklif eder yahut müsafir onun bundan hoşnut kalacağını tahmin ederse, fazla kalmakta bir beis yoktur. Hoşnut kalıp kalmiyacağı şüpheli ise izinsiz kalması hadîsin zahirine göre helâl değildir. «Yâ hayır söylesin, yahut sussun!» cümlelinin îzâhı hnan bahsinde geçmişti. Bu cümlede hayrı, şerri olmayan lüzumsuz sözlerden kaçınılması gerektiği sarahaten bildirilmektedir. Cönkü bazan mubah söz, harama müncer olur. Bunun her gün birçok örnekleri görülmektedir. 4613- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivâyet etti. H. Bize Muhammed b. Rumh da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Yezîd b. Ebû Habîb'ten, o da Ebû'l-Hayr'dan, o da Ukbetü'bnü Amir'den naklen haber verdi ki, şunları söylemiş: Biz: — Yâ Resûlallah! Sen bizi gönderiyorsun; biz de bir kavme miisa-fir oluyoruz; ama onlar bize ikramda bulunmuyorlar; ne buyurursun? dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize: «Bir kavme müsafir olur da sizin için müsafire yaraşan şeyleri emrederlerse kabul edin. Bunu yapmazlarsa kendilerine yaraşan müsafir hakkını onlardan alın!» buyurdular. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü’l-Edeb» ve «Kitâbü’l-Mezâlim»de; Ebû Dâvûd «Kitabül-Et'ime»de; Tirmizî «Kitabü's-Siyer» de; İbn Mâce de «Kitabü'l-Edeb»de tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsler müsafirperverliğin İslâm'da pek büyük ve mühim bir mevkii olduğunu göstermektedirler. İslâm ulemâsı müsafirperverliğin ifâsı gereken bir vazife olduğuna ittifak etmişlerdir. Müsâfirperverlik Peygamberlerin sünnetlerindendir. Yalnız sıfatında ihtilâf olunmuştur. İmâm A'zam'la Mâlik, Şafiî ve cumhûr-u ulemâya göre müsafir kabul etmek vâcib değil, sünnettir. İmâm Ahmed'le Leys bir gün bir gece müsafir kabul etmenin vâcib olduğuna kaildirler. Leys'e göre gelen müsafiri kabul etmeyen kimseden müsafirin hakkı zorla alınır. Bu hususta köylü ile kasabalının farkı yoktur. İmâm Ahmed müsafir kabul etmenin hassaten bedevilere vâcib olduğunu söylemiştir. Ona göre şehirlerde yaşayanlara bu iş vâcib değildir. Mücâhid'den bir rivâyete göre bir geceliğine müsafir kabul etmek farzdır. Cumhûr-u ulemâ bu ve emsali hadîsleri istihbâb ve mekârim-i ahlâk mânâsına te'vîl etmişlerdir. Onlara göre cuma günü yıkanmak nasıl sün-net-i müekkede ise, müsafire ikram da Öyledir. Müsâfirin hâne sahibinden hak almasına gelince: Bunu cumhûr birkaç vecihle te'vîl etmişlerdir. Şöyle ki: a) Bu hak alma meselesi muztar kalanlara mahsustur. Muztar ve biçare kalmış bir insanı müsafir etmek vaciptir. Vakti hali yerinde olan bir kimse böyle bir müsafiri kabul etmezse, müsafirin ihtiyacı kendisinden zorla alınır. b) Bu hadîsten murâd: Hane sahibinin malını zorla elinden almak değil, sözle almaktır. Burada müsafirin hâne sahibini zemmederek kendisine gösterdiği çirkin muameleyi başkalarına söylemesine müsaade edilmiştir. c) Müsâfirin hâne sahibinden zorla hakkını alması İslâm'ın ilk devirlerinde meşru' kılınmıştı. Bilâhare bu hüküm neshedilmiştir. Nevevî nesih iddiasını zayıf hatta bâtıl bir te'vîl diye vasıflandırmış; buna sebep de neshin bilinmediğini söylemişse de neshi iddia eden Tahâvî dâvasını Mikdâd b. Esved (radıyallahü anh) hadîsi ile isbat etmektedir. Mezkûr hadîste Hazret-i Mikdâd şunları söylemiştir: «Ben ve bir arkadaşım (bir yerden) geldik. Açlıktan nerde ise gözlerimiz, kulaklarımız gidiyordu. Hemen halka ma'ruzatta bulunmağa başladık; fakat bizi kimse müsâfir etmedi. Nihayet Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldik. Bizi evine götürdü. Bir de baktık üç tane keçi!.. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu sütü sağarak aranızda paylaştırın!..» buyurdular. Hadîs uzundur. Tahâvî şöyle diyor: «Görülmüyor mu ki, bu zevatın ihtiyaçları son haddine vardığı halde Resûlütfah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı kendilerini müsaür kabul etmemiş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de bundan dolayı onları tekdirde bulunmamıştır. Bu gösterir ki, vakti ile müslümanlara vâcib kıldığı müsafir kabul etme meselesi neshedilmiştir...» d) Bu mesele zimmîlere mahsustur. Zîrâ Ömer (radıyallahü anh) Şam hır isti yanlarını vergiye bağladığı zaman, gelen müsafiri kabul etmelerini şart koşmuştu. Nevevî bu kavli de zayıf bulmuştur. |