2- Muhariblerle Mürtedlerin Hükmü Bâbı 4445- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ile Ebû Bekir b. Ebi Şeybe, ikisi birden Hüşeym'den rivâyet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. (Dedi ki): Bize Hüşeym, Abdulâzîz b. Suheyb ile Humeyd'den, onlar da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi ki, Ureyne (kabilesin)’den bazı kimseler Medine'ye Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına gelmişler, fakat havasını ağır bulmuşlar. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: «Dilerseniz zekât develerinin yanına çıkın da onların sütlerinden ve bevillerinden için!» buyurmuş. Onlar da bunu yapmış ve düzelmişler. Sonra çobanlara hücum ederek onları öldürmüşler ve İslâm'dan dönmüşler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in develerini de sürüp götürmüşler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duyarak hemen arkalarından adam göndermiş. Ve Ureyneliler getirilmiş. O da onların ellerini, ayaklarını kesmiş; gözlerini oymuş; ve onları ölünceye kadar Harra'da bırakmış. 4446- Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Es-Sabbâh ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dedi ki): Bize İbn Uleyye, Haccâc b. Ebî Osman'dan rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Ebû Kılâbe'nin âzâdlısı Ebû Recâ', Ebû Kılâbe'den naklen rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Enes rivâyet etti ki, Ukl (kabilesin)’den sekiz kişi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek İslâm üzerine ona bey'at etmişler. Fakat o yerin havası kendilerine ağır gelmiş, vücutları hastalanmış. Bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şikâyet etmişler. O da: «Bizim çobanlarla develerinin yanına çıkarak bevillerinden, sütlerinden içmez misiniz?» buyurmuş. — Hay hay! demişler; ve çıkarak develerin bevllerinden, sütlerinden içmişler de düzelmişler. Arkacığından çobanı öldürerek develeri sürmüşler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duymuş. Hemen izlerinden adam göndermiş; ve yakalanarak getirilmişler. O da emir buyurmuş ve elleri, ayakları kesilmiş; gözlerine mil çekilmiş. Sonra güneşe atılmışlar; nihayet ölmüşler. İbn. Sabbâh kendi rivâyetinde: «Develeri birbiri ardınca sürdüler.» Bir de: «Gözleri çivilendi.» dedi. 4447- Bize Hârûn b. Abdillâh rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Harb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd, Eyyûb’dan, o da Ebû Kılâbe'nin âzâdlısı Ebû Recâ'dan naklen rivâyet etti. (Dedi ki): Ebû Kılâbe şunları söyledi: Bize Enes b. Mâlik rivâyet etti. (Dedi ki): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Ukl (kabilesin)’den yahut Ureyne'den bir cemaat geldi. Fakat Medine'nin havası onlara ağır geldi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de kendilerine sütlü develeri tavsiye ederek onların bevllerinden ve sütlerinden içmelerini emir buyurdu. Hazret-i Enes, Haccâc b. Ebî Osman'ın hadisi gibi rivâyette bulunmuş: «Gözlerine de mil çekildi ve Harraya bırakıldılar; su istiyorlar; fakat kendilerine su verilmiyordu.» demiştir. 4448- Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muâz b. Muâz rivâyet etti. H. Bize Ahmed b. Osman En-Nevfelî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ezher Es-Semmân rivâyet, etti. Her iki râvi demişler ki: Bize İbn Avn rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Kılâbe'nin âzâdlısı Ebû Recâ', Ebû Kılâbe'den rivâyet etti. (Dedi ki): Ömer b. Abdilâzîz'in arkasında oturuyordum. Cemâate: «Kasâme hakkında ne diyorsunuz?» diye sordu. Bunun üzerine An-bese: «Enes b. Mâlik bize şöyle şöyle rivâyette bulundu...» rfedi. Ben de: — Enes bana rivâyet etti, dedim. Bir kavim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelmiş...» Râvi hadîsi, Eyyûb ile Haccâc hadisi gibi nakletmiştir. Ebû Kılâbe şöyle dedi: «Ben (rivâyetimi) bitirince Anbese: Süb-hânallah! dedi. Ben de: Beni itham mı ediyorsun yâ Anbese? dedim. — Hayır! Enes b. Mâlik bize böylece rivâyet etti. Bu yahut bunun misli aranızda bulundukça siz hayırlı olmakta devam edersiniz ey Şamlılar! dedi. 4449- Bize El-Hasen b. Ebî Şuayb El-Harrânî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Miskin —ki İbn Bükeyr El-Harrânî'dir— rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Evzâİ haber verdi. H. Bize Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Darimî dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Yûsuf, Evzâî'den, o da Yahya b. Ebû Kesîr'den, o da Ebû Kılâbe'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdi. Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Ukl (kabilesin)’den sekiz kişi geldi...» Enes yukarıkilerin hadîsi gibi rivâyette bulunmuş; ve hadîste: «Onları dağlamadı.» cümlesini ziyade etmiştir. 4450- Bize Harun b. Abdillâh dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mâlik b. İsmail rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Simâk b. Harb, Muâviye b. Kurre'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Urayne'den birkaç kişi gelerek müslüman oldular; ve ona bey'at ettiler. Medine'de mûm —ki birsam hastalığıdır— vâki' olmuştu... Sonra yukarıkilerin hadîsi gibi nakletmiş; şunu da ziyâde eylemiştir: «Yanında Ensârdan yirmiye yakın genç vardı. Bunları onlara gönderdi. Beraberlerinde onların izlerini araştıracak bir de izci gönderdi.» 4451- Bize Heddâb b. Hâlid rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Katade Enes'den rivâyet etti. H. 4452- Bize İbn Müsennâ dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülalâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Saîd, Katâde'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti. Hemmâm'ın hadîsinde: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Urayneden bir cemaat geldi.» ibaresi; Saîd'in hadîsinde ise: «Ükl ve Urayneden» kaydı vardır. Hadis, yukarıkilerin hadisi tarzındadır. 4453- Bana El-Fadl b. Sehl El-A'rac da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Gaylân rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Zürey, Süleyman Et-Teymî'den, o da Enes'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların gözlerini oydu; çünkü onlar çobanların gözlerini oymuşlardı. Bu hadîsi Buhârî: «Vudû'» bahsinin muhtelif yerlerinde, «Muharibin, Cihâd, Tefsir, Megâzi» ve «Diyât» bahislerinde; Ebü Dâvûd «Taharet» bahsinde; Nesâî «Muharebemde muhtelif râviler-den tahrîc etmişlerdir. Hadîsin muhtelif rivâyetlerinden anlaşılıyor ki, Ureyne ve Ukl kabilelerinden yedi sekiz kişi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek müslüman olmuşlar. Fakat Medîne'nin havası kendilerine yaramamış. Hastalanıp zayıflamışlar; renkleri sararmış; ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e müracaatla: «Yâ Resûlallah, biz hayvancılıkla geçinen insanlardık; şehirli değiliz; bizi doyur, sula! demişler; hattâ develerin yanına gitmek için izin istemişler: O da kendilerini ovaya develerin yanına göndererek tedavi için onların süt ve bevillerinden içmelerini tavsiye buyurmuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in develeri 15 sağmaldan ibaret olup zekât develeri ile karışık olarak Küba civarında Zü’l-Hader denilen yerde güdülüyormuş. Bunlar develerin yanına giderek onların süt ve bevillerinden içmişler. Az zamanda iyileşip betleri benizleri gelince irtidâd ederek develerden birini boğazlamışlar. Çobanlardan birinin elini, ayağını kesmişler; diline ve gözlerine diken batırarak ölünceye kadar kızgın güneşin altında bırakmışlar; ve develeri alıp gitmişler. Sağ kalan çoban hâdiseyi haber vermiş: «Arkadaşımı öldürdüler; develeri de götürdüler.» demiş. Bunun üzerine: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) derhal yirmi kişilik bir süvari müfrezesini bunları ta'kîbe göndermiş. Kürz b. Câbir El-Gihrî'yi bu müfrezeye kumandan ta'yîn etmiş. Yardımcı olmak üzere yanlarına bir de İzci vermiş. Giden müfreze şakileri yakalayıp getirmiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'de onlara kendi amelleri cinsinden ceza vermiş... Bu hâdise nübüvvetin altıncı yılında vuku' bulmuştur. Nevevî diyor ki: «Bu hadîs muhâriblere ceza verme hususunda esastır; ve Teâlâ Hazretlerinin: "Allah ve Resûlüne karşı harb eden ve yeryüzünde fesad çıkarmağa çalışan kimselerin cezası ancak ve ancak öldürülmek veya asılmak yahut elleri İle ayaklarının çapraz kesilmesi yahut o yerden sürgün edilmeleridir," Sure-i Mâide âyet 33 âyet-i kerîmesine muvâfıktır. Ulemâ bu âyetten murâd ne olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmâm Mâlik: Bu âyet muhayyerlik ifâde eder. Binâenaleyh hükümdar, âyette sayılan cezalar arasında muhayyerdir; meğer ki muhârib, müslümanı öldürmüş olsun! O tak-dîrde kendisinin de öldürülmesi farz olur, demiş; Ebû Hanîfe ile Ebû Mus'ab-ı Mâlikî öldürse de hükümdarın muhayyer olduğunu söylemiş; Şafiî ile diğer ulemâ taksime kail olmuşlardır. Onlara göre: Muhâribler bir kimseyi öldürürler de malını almazlarsa öldürülürler. Öldürür, malını da alırlarsa, öldürülüp asılırlar. Malım alıp kendisini öldürmezlerse, el ve ayaklan çapraz kesilir. Yolcuları korkutur da bir şey almaz ve kimseyi öldürmezlerse, yakalanarak ta'zîr olunurlar. Bizim mezhebimize göre sürgünden murâd budur. Ulemâmız: Zîra bu fiillerin zararı muhteliftir; binâenaleyh'cezaları da muhtelif olur; âyet muhayyerlik bildirmez, demişlerdir. Muharebenin hükümleri ovada sabit olur. Şehirlerde sabit olup ol-miyacağında hilaf vardır. Ebû Hanîfe'ye göre sabit olmaz. İmâm Mâlik ile Şafiî sabit olacağım söylemişlerdir...» Nevevî'nin sözü burada sona erer. Kâdî Iyâz’ın beyanına göre ulemâ Ureyne hadîsinin mânâsı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Seleften bazılarına göre bu ceza Hudûd ve Muharebe âyeti inmezden Önce verilmiştir. Âyet inince bu cezayı neshetmiştir. Bazılarına göre bu hüküm neshedilmemiş; muharebe âyeti onlar hakkında inmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu cezayı kısas olmak üzere vermiştir. Çünkü mürtedler onun çobanına aynı muameleyi yapmışlardı. Bazıları müsle (yani bazı uzuvlarını keserek düzeltme)'nin haram değil, tenzîhen mekruh olduğunu söylemişlerdir. Su verilmeme meselesine gelince: Bu hususta Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir emri yoktur. Kâdî Iyâz, «öldürülmesi farz olan bir kimse su isterse kasden manî olunup da kendisine iki âzâb birden tatbik edilemiyeceği hususunda müslümanlar ittifak etmişlerdir.» diyor. Fakat Nevevî buna i'tiraz etmiş; ve şunları söylemiştir: «Bu sahîh hadîsde beyân olunmuştur ki, mürtedler çobanı Öldürmüş; İslâm'dan dönmüşlerdir. Şu halde ne su istemede, ne de başka hususta kendilerine hürmet kalmaz. Ulemâmız: Yanında taharet için muhtaç olduğu suyu bulunan bir kimsenin o suyu Ölümden veya şiddetli susuzluktan korkan bir mürtedde verip de teyemmüm etmesi caiz değildir. Fakat suyu isteyen bir zimmî veya hayvan olursa vermek lâzım gelir; bu takdirde o su ile abdest caiz olmaz, demişlerdir.» |