Geri

   

 

 

 

İleri

 

1- Kasame Bâbı

Kasâme: Yeminlere verilen isimdir. Ezherî'ye göre yemîn eden velîlerin ismidir. İbn Seyyide: Kasâme, bir şeye yemin eden yahut şehâdette bulunan cemaattir. Kasâme yemini bu cemaate nisbet edilmiş; sonra bizzat yeminlere Kasâme adı verilmiştir.» diyor.

4434- Bize Knteybe b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys, Yahya'dan —ki İbn Saîd'dir— o da Büşeyr b. Yesâr'dan, o da Sehl b. Ebû Hasıne'den (Yahya: Zannederim bir de Râfi' b. Hadîc'den naklen dedi, demiş) rivâyet etti ki, Sehl ile Râfi' şunu söylemişler:

Abdullah b. Sehl b. Zeyd ile Muhayyisa b. Mes'ûd b. Zeyd sefere çıktılar. Hayber'e vardıklarında oradaki bazı şeylerin içinde ayrıldılar. Sonra Muhayyisa ansızın Abdullah b. Sehl'i maktul olarak buldu ve onu defnetti. Bundan sonra Huveyyişa b. Mes'ûd ve Abdurrahmân b. Sehl İle birlikte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldi. Bu Abdurrahmân cemaatin en küçüğü idi. Abdurrahmân iki arkadaşından önce konuşmağa davrandı. Fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Büyük fanı!» (Yani yaşça senden büyüğüne riâyet et!) buyurdu. O da sustu; ve arkadaşları konuştular. O da onlarla birlikte konuştu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Abdullah b. Senlin öldürüldüğünü anlattılar. Bunun üzerine onlara:

«Elli yemîn verebilir misiniz ki, arkadaşınızı (yahut katilinizi) hak edesiniz?» buyurdu. Onlar:

— Görmediğimiz hâlde nasıl yemîn ederiz! dediler.

«tüyle ise Yahûdiler sizi elli yeminle tebrie etsinler mi?» buyurdu.

— Kâfir bir kavmin yeminlerini biz nasıl kabul edelim! dediler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu görünce onun diyetini kendisi verdi.

4435- Bana Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîr! de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya b. Said, Büşeyr b. Yesâr'dan, o da Sehl b. Ebî Hasıne ile Râfi' b. Hadîc’den naklen rivâyet etti ki, Muhayyisa b. Mes'ûd ile Abdullah b. Sehl Hayber tarafına doğru gitmişler ve hurmalıkta ayrılmışlar. Az sonra Abdullah b. Sehl Öldürülmüş. Onlar Yahûdileri itham etmişler. Derken (ölenin) kardeşi Abdur rahman'la amcasının iki oğlu Huveyyisa ve Muheyyisa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelmişler. Abdurrahman onlardan daha küçük olduğu halde kardeşinin başına gelen musibet hususunda konuşmuş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Büyüğü büyük bil!» Yahut «Büyük olan söze başlasın!» buyurmuşlar; ve Huveyyisa ile Muheyyisa arkadaşlarının musibeti hakkında konuşmuşlar.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)»:

«Sizden elli kişi, onlardan bir adam aleyhine yemîn eder; ve adam tamamı ile size verilir.» buyurmuş. Onlar:

— Görmediğimiz bir iş!.. Nasıl yemîn ederiz!., demişler.

«öyle ise Yahûdiler sizi kendilerinden elli kişinin yeminleri ile tebrie ederler.» buyurmuş.

— Yâ Resûlallah, bunlar kâfir bir kavimdir... demişler.

Râvi diyor ki: Artık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun diyetini kendinden verdi.

Sehl şunu söylemiş: «Sonra bir gün onlarm deve ağılma girdim de o develerden bir dişi deve ayağı ile beni bir tepti!..»

Hammâd, bunu, yahut bunun benzerini söylemiştir.

4436- Bize yine Kavârîrî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Bişr b. Mufeddal rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Büşeyr b. Yesâr'dan, o da Sehl b. Ebî Hasıne'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen bunun benzerini rivâyet etti.

Sehl, hadisinde: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun diyetini kendinden verdi.» demiş; «Beni bir dişi deve tepdi.» cümlesini söylememiştir.

4437- Bize Amru'n-Nâkıd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti. H.

Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdülvehhâb (yani Sekafi) rivâyet etti. Bu râvilerin hepsi Yahya b. Saîd’den, o da Büşeyr b. Yesâr'dan, o da Sehl b. Ebî Hasıne'den, yukarıkilerin hadisi gibi rivâyette bulunmuşlardır.

4438- Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'radb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süleyman b. Bilâl, Yahya b. Saîd'den, o da Büşeyr b. Yesâr'dan naklen rivâyet etti ki, Abdullah b. Sehl b. Zeyd ile Muheyyisa b. Mes'ûd b. Zeyd —ki ikisi de evvelâ Ensar'dan sonra Benî Hâdisedendirler— Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ı&manınfa Hayl O zaman Hayber banş hâlinde olup ahâlisi Yahûdilermiş. Doslu-a "tarifelim görmek üzere birbirlerinden ayrılmışlar. Az sonra Abdullah b. Sehl öldürülmüş; ve bir kuyuda ölü olarak bulunmuş. Arkadaşı onu defnetmiş. Sonra Medine'ye gelmiş. Müteakiben maktulün kardeşi Abdurrahmân b. Sehl, Muheyyisa ve Huveyyisa gidip Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, Abdullah'ın başına geleni ve Öldürüldüğü yeri anlatmışlar.

Büşeyr —ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabına yetişenlerden rivâyet eden odur— onlara şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Elli adede yemîn verir; katilinizi (yahut arkadaşınızı) hak edersiniz.»

Onlar: Yâ Resûlallah, ne orada bulunduk, ne de gördük!» demişler.

Büşeyr şunu da söylemiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Öyle ise Yahûdiler sizi elli kişi İle tebrie ederler!» buyurmuş.

Fakat onlar:

— Yâ Resûlallah, kâfir bir kavmin yeminlerini biz nasıl kabul ederiz! demişler.

Büşeyr bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onan diyetini kendinden verdiğini söylemiştir.

4439- Bize Yahya b. Yahya da rivâyet etti.

Dedi ki: Bize Huşeym, Yahya b. Saîd'den, o da Büşeyr b. Yesâr'dan naklen haber verdi ki, Ensâr’dan Benî Harise kabilesinden Abdullah b. Sehl b. Zeyd denilen bir zât, Muheyyîsa b. Mes'ûd b. Zeyd nâmı verilen amcan oğlu ile birlikte gitmişler...»

Râvi hadisi «Ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun diyetini kendinden verdi.» cümlesine kadar, Leysin hadisi gibi rivâyet etmiştir. Yahya

(Dedi ki): Bana Büşeyr b. Yesâr da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Sehl b. Ebî Hasıne haber, verdi.

(Dedi ki): «Gerçekten beni o diyet develerinden bir deve ağılda tepti.»

4440- Bize Muhammed b. Abdillâh b. NÜmeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Saîd b. Ubeyd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Büşeyr b. Yesâr El-Ensâri, Sehl b. Ebî Hasınete'l-Ensâri’den naklen rivâyet etti, ki ona: Kendilerinden birkaç kişinin Hayber'e gittiklerini, orada birbirlerinden ayrıldıklarını, kendilerinden birini Ölü olarak bulduklarını haber vermiş... ve hadisi nakletmiştir. O bu hadiste şunu da söylemiştir:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), onun kanını heder etmeyi doğru bulmadı da ona diyet olarak sadaka develerinden yüz deve verdi.

4441- Bana İshâk b. Mansûr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Bişr b. Ömer haber verdi.

(Dedi ki): Mâlik b. Enes'i şöyle derken işittim: Bana Ebû Leylâ Abdullah b. Abdirahmân b. Sehl, Sehl b. Ebî Hasıne'den naklen rivâyet etti. Sehl de kavminin büyüklerinden ma'dûd bazı zevattan naklen ona haber vermiş ki, Abdullah b. Sehl ile Muhayyisa başlarına gelen bir sıkıntıdan dolayı Hayber'e çıkmışlar. Az sonra Muhayyisa gelerek Abdullah b. Sehl’in öldürüldüğünü ve bir koyuya veya bir çukura atıldığını haber vermiş. Arkaçığından Yahûdilere giderek: Vallahi onu siz öldürdünüz! demiş. Yahûdiler:

— Vallahi onu biz öldürmedik! demişler. Sonra dönüp kavminin yanına gelmiş. Bunu onlara da anlatmış. Bilâhare kendinden büyük olan kardeşi Huveyyisa ve Abdurrahmân b. Sehl ile birlikte gelmişler. Muhayyisa konuşmağa davranmış. Hayber'de bulunan da o imiş. Fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)—yaşı kasdederek— Muhayyisa'ya:

«Büyült, büyült!» buyurmuş. Bunun üzerine Huveyyisa konuşmuş. Sonra Muhayyisa konuşmuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ;

«Yâ arkadaşınızın diyetini verirler yahut harbe hazır olduklarını bize bildirirler» buyurmuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta onlara mektup da yazmış. Yahûdiler: «Vallahi onu biz öldürmedik!» diye cevap yazmışlar. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Huveyyisa, Muhayyisa ve Abdurrahman'a:

«Yemîn verir de arkadaşınızın kanını hak eder misiniz?» diye sormuş.

— Hayır! demişler.

«Yahûdiler size yemîn etsinler mi?» buyurmuş.

— Onlar müslüman değildir! demişler. Artık Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de onun diyetini kendinden vermiş; ve onlara yüz dişi deve göndererek tâ evlerine kadar götürülmüş.

Sehl de: «Gerçekten beni onlardan kızıl bir dişi deve tepdi.» demiş. Bu hadîsi Buhârî «Edeb» bahsinde, bir kısmını da «Sulh»da tahrîc etmiştir.

Bâzı cümlelerin izahı:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelen üç kişilik cemaatin içinde yaşça en küçükleri olduğu halde evvelâ söze başlayan Abdurrahmân (radıyallahü anh) öldürülen Abdullah'in kardeşidir. Huveyyisa ile Muhayyisa ise bunların amcası oğullarıdır. Burada hak sahibi Hazret-i Abdurrahmân olduğu halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onu dinlemeyip yaşça en büyük olan Huveyyisa'yi konuşturması, vak'ayı güzelce anlayıp dinlemek içindir; nitekim mesele anlaşıldıktan sonra hak sahibi Abdurrahmân'ı da dinlemiştir.

«Kili yemîn verebilir misiniz ki, arkadaşınızı (yahut katilinizi) hak edesiniz?» cümlesindeki arkadaştan murâd maktuldür. Burada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in katili mi yoksa maktulü mü hak edesiniz buyurduğunda râvi şek etmiştir. Hak etmekten maksat: Haklarının sabit olmasıdır.

«öyle ise yahudîler sizi elli yeminle tebrie etsinler mi?» cümlesinin mânâsı; Yahûdilerden elli kişi yemin vererek sizin dâvanıza karşı berâet etsinler mi? demektir. Ulemâdan bâzılarına göre bu cümle: Yahûdiler yemin ederek sizi yeminden kurtarsınlar mı? mânâsına gelir ki; yemin ederlerse dâva biter; aleyhlerine bir hüküm sabit olmaz; siz de yeminden kurtulmuş olursunuz, demektir. -Yahut» kelimesi kabile ismi olduğu için tenvînsiz okunmuştur; gayr-i münsariftir.

«Ve adam tamamı ile size verilir.» cümlesinden murâd: Hiç bir nok-. sansız size teslim edilir... demektir. «Rumme» aslında: Kaçmasın diye hayvanı bağladıkları iptir. Vaktiyle bir adam bir deve satmış. Devenin boynunda ip varmış. Alıcı: «Deveyi ipi ile ver?» demiş. Bilâhare bu söz darb-ı mesel gibi kalmış ve tastamam, noksansız mânâsında kullanılmıştır.

Hadîsin beşinci rivâyetindeki: «Ona diyet olarak sadaka develerinden yüz deve verdi.» cümlesi ulemâdan bâzılarına göre, râvilerin hatasıdır. Çünkü farz olan sadaka yani zekât, böyle bir yere sarf edilemez. Zekâtın verileceği yerleri Cenâb-ı Hak bildirmiştir. Şâfiîler'den Ebû İshâk El-Mervezî , bu hadîsin zahirî ile istidlal ederek zekât develerinden diyet verilebileceğin kail olmuşsa da cumhûr-u ulemaya göre bu doğru değildir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o yüz deveyi, zekât olarak verilen fakirlerden satın almış da vermiştir.

Nevevî: Muhtâr olan kavil, hikâye ettiğimiz cumhûr kavlidir ki, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu develeri sadaka develerinden satın almış olmasıdır.» diyor.

Develerin kıymetini sırf kendi maundan yahut Beytülmalden vermiş olması mümkindir. Davacıların hakkı henüz sabit olmamışken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in diyeti kendinden vermesi, nizâı ortadan kaldırmak ve davacıların gönlünü almak içindir hükmü —yeminin davacıya verdirilmesi ciheti ile— sair dâvalara muhaliftir. Kasâme icmâ-ı ümmet ve burada görülen hadîslerle meşru' olmuştur.

Kâdî Iyâz'ın beyânına göre kasâme hadîsi şeriatın temellerinden bir temel, «hMmın kaidelerinden bir kaide ve kulların maslahatları rükünlerinden bir rükündür. Sahabe ve tabiînin bütün ulemâsı ile onlardan sonra gelen Hicaz, Şam, Küfe ve diğer şehirlerin âlimleri onunla amel etmiş, sâdece nasıl amel edileceğinde ihtilâf olunmuştur.

Bir cemaat kasâmeyi iptal etmiş; onun bir hükmü olmadığını binâenaleyh onunla amel edilemiyeceğini söylemişlerdir. Salim b. Abdillâh, Süleyman b. Yesâr, Hakem b. Uyey-oe, Katâde, Ebû Kılâbe, Müslim b. Hâlid, İbn Uleyye ve Buhârî bunlardandır. Ömer b. Abdilâzîz’den caiz olup olmayacağına dair, iki rivâyet vardır.

Kasâmeyı caiz görenler dahi, ölüm kasdi olduğu takdirde kısas lâzım gelip gelmıyeceği hususunda ihtilâl etmişlerdir. Hicaz ulemâsına! ekserisine göre Jasâs vâcibtir. Mâlikîler'le, Zühri, Rabîa, Ebû'z-Zinâd, Leys, Evzâî, İmâm Ahmed, İshâk , Ebû Sevr, Dâvûd-u Zahirî ve eski mezhebine göre İmâm Şafiî'nin kavilleri de budur. Aynı kavil İbn Zübeyr. ile Ömer b. Abdilâzîz'den de rivâyet olunmuş-tur. Hattâ İbn Zübeyr: «Biz kasâmeye Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı kalabalık iken kail olduk; zannediyorum ki, bin kişi idiler; ve içlerinden iki tanesi ihtilaf etmem iğlerdir.» demiştir.

Kûfeliler'le esah kavline göre İmâm Şafiî: «Kasâme ile kısas lâzım gelmez. O yalnız diyet îcâbeder.» demişlerdir. Bu kavil: Hasan-ı Basrî ile, Şa'bî, İbrahim Nehâî, Osman El- Leysî , Hasan b. Salih'den ve keza Ebû Bekir, Ömer, İbn Abbâs ve Muâviye (radıyallahü anhüma) hazerâtından rivâyet olunmuştur.

Kasam ede kime yemin verdirileceği de ihtilaflıdır. İmâm Mâlik, Şafiî ve cumhûr, yeminin mirasçılara verdirileceğine kaildirler. Onlara göre mirasçılar elli yemin verirlerse hak sahibi olurlar. Delilleri bu hadîstir. İmâm Mâlik: «Kasâmede yemine davacılardan başlanacağına eski ve yeni bütün İmâmlar ittifak etmişlerdir.» demiştir. Yemine dâvâlıdan başlanacağını bildiren rivâyet onlara göre zayıftır.

Kasâmede kısası meşru' görmeyip «yalnız diyetle iktifa edilir.» diyenlere göre yemine dâvâlılardan başlanır. Ancak, İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed bu meselede cumhûrla beraberdirler. Yani onlara göre yemine davacıdan başlanır; o yemin etmezse dâvâlıya geçilir.

Galebe-i zan ifâde edecek kuvvetli bir şüphe bulunmadıkça mücer-red dâva ile kısas ve diyet vâcib olmayacağı hususunda ulemâ müttefiktir. Kasâmeyi îcâb ettirecek bu mu'teber şüphenin ne olacağı ise ihtilaflıdır. Meselenin yedi sureti vardır:

1- Maktul ölmeden: «Hakkım filândadır. Beni o öldürdü» yahut «Beni o vurdu» gibi bir sözle işin içinde kasıd olduğunu anlatırsa İmâm Mâlik'le Leys'e göre kasâme vâcib olur. Mâlik'in: «Eski yeni bütün İmâmlar ittifak etmişlerdir.» dediği suret budur. Fakat Kâdî Iyâz: «Şehirler fukahâsından buna Mâlik'le Leys'den başka kail olan yoktur.» diyor...

2- Vak'aya tam beyyine değil de «levs» denilen yarı beyyine bulunur, İmâm Mâlik ile Şâfiî'ye ve Leys'e göre bu kâfidir. Bir tek âdil şâhid ve keza âdil olmayan bir cemâat levsden mâdûddur

3- Maktulün yaralandığına iki âdil kimse şâhidlik. eder. de birkaç gün yaşadıktan sonra o yara iyileşmeden Ölürse İmâm Mâlik'lc Leys'e göre bu da levs hükmündedir. İmâm A'zam'la şâfiî'ye göre burada kasâme yoktur; iki âdil kimsenin şâhidliği ile kısas vâcib olur.

4- İtham edilen şahıs, beraberinde katle yarayan bir âlet, üzerinde de kan gibi bir eser olduğu halde maktulün yanında bulunur veya onun tarafından gelmekte olduğu anlaşılır, oralarda yırtıcı hayvan gibi ölüme sebebiyet verecek bir şey de bulunmazsa, yahut maktulün yanından bir cemaat dağılırsa, İmâm Mâlik'le Şâfiî'ye göre bu da levsdir; kasâmeyi icâb eder.

5- İki taife çarpışır da. İralarında bir ölü bulunursa, İmâm Mâlik'le. İmâm Şafiî, İmâm Ahmed ve İshâk'a göre kasâme lâzım gelir. İmâm Mâlik'den bir rivâyete göre burada kasâme yoktur. Ölen şahıs taifelerin birindense diğer taife onun diyetini öder; değilse" her iki taife müştereken diyetini verirler.

6- Maktul kalabalık içinde bulunursa İmâm Şafiî: «Onun hakkında -kasâme sabit olur ve o cemaate diyet vâcib olur.» demiştir. İmâm Mâlik bunun heder olduğunu söylemiş; Sevrî ile İshâk diyetinin beytülmâlden verileceğine kail olmuşlardır. Böyle bir kavil Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) da rivâyet olunmuştur.

7- Maktul, bir kavmin mahallesinde, kabilesinde veya mescidinde bulunursa İmâm Mâlik ile Leys, İmâm Şafiî, İmâm Ahmed, Dâvûd-u Zahirî ve başkalarına göre. mücerred bununla kasâme sabit olmaz; bu katil heder sayılır. Çünkü bir adan birini öldürerek bir mahalleye atabilir. Bunu, suç onların üzerinde kalsın diye yapar. Ancak hiç. kimsenin ihtilâtta bulunmadığı düşman mahallesinde olursa İmâm Şâfiî'ye göre kasâme lâzım gelir; ve mesele hadîs-i şerifte beyân edilen Hayber vak'asına benzer; zîra Ensâr ile Hayber yahudîleri arasında düşmanlık vardı; vak'a yerinde Yahûdilerden başka kimse de yoktu. İmâm Ahme d'den de Şafiî'nin kavli gibi rivâyet vardır.

İmâm A'zam, Sevrî ve Küfe ulemâsının ekserisi: «Maktulün bir mahallede veya köyde bulunması kasâmeyi îcâb eder.» demişlerdir. Onlara göre yedi suretten ancak burada kasâme vâcib olur; zîra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kasâmeye hüküm verdiği suret bu surettir. Bir de kasâme îcâbetmek için maktulün üzerinde eser bulunmak lâzımdır.

Maktul, mahallenin arkasındaki mescidde bulunur da mirasçıları mahalle halkından hak dâva ederlerse beytûlmâlden diyet vermek vâcib olur.

Evzâî'ye göre maktulün mahallede bulunması kasâme îcâb eder; velev ki üzerinde eser bulunmasın! Bu kavil Dâvûd-u Zahiri'den de menkuldür.

4442- Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele b. Yahya rivâyet ettiler. (Ebû't-Tâhir haddesenâ tâbirini kullandı. Harmele ise: Bize İbn Vehb haber verdi, dedi.)

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Ebû Seleme b. Abdirrahmân ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Meymûne'nin âzâdlısı Süleyman b. Yesâr, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı Ensârdan bir zattan naklen haber verdi ki:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kasâmeyi, câhiliyyet devrinde olduğu şekilde bırakmış.

4443- Bize Muhammed b. Râfi’de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdürazzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi.

(Dedi ki): Bize İbn Şİhâb bu isnâdla bu hadîsin mislini rivâyet etti. Şunu da ziyâde eyledi:

«Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); Ensâr'dan bazı kimseler bir maktul hakkında yahudîlerden davacı olduklarında aralarında onunla hükmetti.»

4444- Bize Hasan b. AUy El-Hulvânî de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ya'kûb —ki İbn İbrahim b. Sa'd'dır— rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam, Sâlih'den, o da İbn Şihâb'dan naklen rivâyet etti ki, kendisine Ebû Seleme b. Abdirrahmân ile Süleyman b. Yesâr, Ensârdan bazı kimselerden, onlar da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen İbn Cüreyc hadîsi tarzında haber vermişler.

İslâm'da kasâme câhiliyyet devrindeki şekli ile bırakılmıştır. «En-Nibâye» adlı eserde şöyle denilmektedir: «Kasâmenin hakikati: Maktulü bir kavmin arasında ölü olarak bulurlar da katili belli olmazsa kanına hak sahibi olmaları derecelerine göre velîlerinden elli kişiye yemin verdirmektir. Veliler elli kişi olmazsa, mevcutlara elli yemin verdirilir. Bunların içind çocuk, kadın, deli ve köle bulunmamalıdır. Yahut maznunlardan öldürmediklerine dair yemîn alınır. Davacılar yemin ederlerse diyete hak kazanırlar; maznunlar yemîn ederse diyet vermekten kurtulurlar... Bunların yemini: «Billahi biz öldürmedik; öldüreni de bilmiyoruz! şeklinde olur.»