3- Kelalenin Mirası Bâbı 4230- Bize Amr b. Muhammed b. Bükeyr En-Nâkıd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Muhammed b. Münkedir'den naklen rivâyette bulundu. O da Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken işitmiş: Hastalandım da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekir'le birlikte yaya olarak beni dolaşmaya geldiler. Derken bayıldım. Bunun üzerine abdest aldı; sonra abdest suyundan üzerime döktü; ben de ayılarak: Yâ Resûlallah, malım hususunda nasıl hüküm vereyim? dedim» fakat bana bir cevap vermedi. Nihayet mîrâs âyeti (olan): "Senden fetva istiyorlar. De ki: Kelale" hakkında size Allah fetvâ veriyor." Nisa sûresi, âyet: 176. nazm-ı celîli indi. 4231- Bana Muhammed b. Hatim b. Meymun rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Haccâc b. Muhammed rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Cüreyc rivâyet etti. (Dedi ki): Bana İbn Münkedir, Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Câbir söyle demiş: Beni Seleme (kabilesin) de (rahatsız bulunduğumda) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekir'le birlikte yaya olarak beni dolaşmaya geldiler. Beni aklımı kaybetmiş halde buldu. Bunun Üzerine su isteyerek abdest aldı. Sonra o sudan üzerime serpti. Ben de ayıldim ve: Malım hususunda ne yapayım yâ Resûlallah? dedim. Bunun üzerine: «Allah size çocuklarınız hakkında erkeğe iki kadın hissesi tavsiye ediyor.» âyet-i kerîmesi indi. 4232- Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavârîri rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman yani İbn Mehdi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân rivâyet etti. (Dedi ki): Muhammed b. Münkedir'i şunları söylerken işittim: Ben Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işittim: Ben basta iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni dolaşmaya geldi. Beraberinde Ebû Bekir vardı; ikisi de yürüyerek geldiler. Beni baygın halde tuldü. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest aldı. Sonra abdest suyundan benim üzerime döktü; ben de ayıl-dım. Bir de baktım karşımda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hemen: Yâ Resûlallah! Malım hususunda ne yapayım? dedim. Bana hiç bir cevap vermedi. Nihayet miras âyeti indi. 4233- Bana Muhammed b. Hatim rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Behz rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Muhammed b. Münkedir haber verdi. (Dedi ki): Câbir b. Abdillâh'ı şunları söylerken işittim: Ben aklım başımdan gitmiş hasta bir halde iken yanıma Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) girdi; ve abdest aldı. Müteakiben üzerime onun abdest suyundan döktüler de, aklım başıma geldi ve: Ya Resûlallah bana ancak kelâle mirasçı oluyor, dedim. Bunun üzerine mîrâs âyeti indi. (Râvi diyor ki: Muhammed b. Münkedir'e: «Senden fetva istiyorlar. De ki, size Kelâle hakkında Allah fetva veriyor.» âyeti değil mi? dedim. (Evet), böyle indirildi, cevabını verdi. 4234- Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti. Dedi ki: Bize Nadr b. Şü-meyl ile Ebû Âmir El-Akadî hale er verdiler. H. Bize Muhammed b. El-Müsenna dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vehb b. Cerîr rivâyet etti. Bu râvilerin hepsi Şu'be'den bu isnâdla rivâyette bulunmuşlardır. Vehb b. Cerîr hadîsinde: «Bunun merine feraiz âyeti indi.» ibaresi; Nadr ile Akadî hadîsinde; «Bunun üzerine farz âyeti indi.» cümlesi vardır. Ama bunlardan hiç birinin rivâyetinde Şu'be'nin İbn Münkedir'e söylediği söz yoktur. Bu hadîsi Buhârî «Taharet», «Tefsir», «Ferâiz» ve «Merdâ» bahislerinde; Nesâî «Taharet», «Tefsir». «Ferâiz» ve «Tıbb»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Vadû': Abdest suyu demektir. Burada ondan murâd, ya Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in abdest aldığı su, yahut bu suyun artığıdır. Hazret-i Câbir (radıyallahü anh): «Malım hususunda ne yapayım?» sualiyle mirasının kime kalacağını anlamak istemiştir. Nitekim Buhârî'nin rivâyetinde bunu tasrîh etmiştir. Rivâyetlerin birinde Câbir (radıyallahü anh): «Bana ancak yedi kız kardeşim mirasçı oluyor.» demiştir. Ulemânın beyanlarına göre kelâle: Hem mirasçıya, hem de mîras bırakılan şeye verilen bir isimdir. Mirasçı mânâsında kullanılırsa bu kelimeden murâd: Baba ile evlâddan başka kimselerdir. Miras bırakılan mânâsına alınırsa, öldüğünde kendisine anne ve babasından ve evlâdından hiç biri mirasçı olamayan kimsedir. Nevevî diyor ki: «Ulemâ kelâle sözünün hangi kelimeden müştak olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ekseriyet (tekellül)’den iştikak ettiğine kaildir. Tekellül: Kenara kalmak, yan düşmek demektir. Meselâ; amca oğluna kelâle denilir; çünkü nesebin doğru inen amudu üzerinde değil, yanda kalır. Bazıları ihata mânâsına gelen (kelle)’den alındığını söylerler; iklîl tâbiri bundan alınmıştır, îklîl: Cevherle süslenmiş sargıya benzeyen (baş tacı gibi) bir şeydir... Kelâlenin uzaklık ve inkıta1 mânâsına gelen (kelle) fiilinden müştak olduğunu söyleyenler de vardır.» Bazıları kelâlenin anne bir kardeşler demek olduğunu iddia etmiş; bir takımları amca oğullarıdır, demiş, hattâ bütün asabelere kelâle denildiğini söyleyenler olmuştur. Zemahşeri'ye Süre kelâle üç mânâda yani: Geride evlâd ve baba bırakmayan, kalanlardan evlâd ve baba olmayanları ve baba yahut evîâd tarafından olmayan akraba mânâlarında kullanılır. Kelâleye verilen muhtelif mânâlar arasında Aynî'nin beyânına göre en sahihi baba ile evlâttan başka akraba mânâsıdır. 4235- Bize Muhammed b. Ebî Bekr El-Mukaddemî ile Muhammed b. El-Müsennâ rivâyet ettiler. Lâfız İbn Müsennâ'nındır. (Dediler ki): Bize Yahya b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Katâde, Salim b. Ebî'l-Ca'd'dan, o da Ma'dân b. Ebî Tal-ha'dan naklen rivâyette bulundu ki, Ömer b. El-Hattâb bir cuma günü hutbe okuyarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i ve Ebû Bekri anmış; sonra şunları söylemiş: «Ben arkamda kendimce kelâleden daha mühim bir şey bırakmıyorum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kelâle hakkında müracaat ettiğim kadar hiç bir şey hakkında müracaat etmemişimdir. O da bana kelâle hakkında yaptığı kadar hiç bir şey hakkında ağır söz söylememiştir. Hattâ parmağı ile göğsüme dokunmuş ve: «Yâ Ömer! Sana Nisa sûresinin sonundaki yaz âyeti yetmiyor mu?» demiştir. Ben sağ olursam bu mesele hakkında öyle bir hüküm vereceğim ki (artık) Kur'ân'ı okuyan da, okumayan da onunla hükmetsin! 4236- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye, Saîd b. Ebî Arûbe'den rivâyet etti. H. Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim ve İbn Râfi' dahi Şebâbe b. Sevvâr'dan, o da şu'be'den, her iki râvi Katâde'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivâyet etti. Yaz âyetinden murâd Sûre-i Nisa'nın son âyetidir. Bundan önceki rivâyetlerde zikri geçen mîrâs veya kelâle âyeti budur. Yazın indirildiği için ona yaz âyeti de denilmiştir. «Ben sağ olursam ilâh...» cümlesi Hazret-i Ömer'in sözüdür. Bu mesele hakkında o anda hüküm vermeyip sonraya bırakması içtihadı tamam olup iyice kalbi yatışmadığındandır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kelâle hakkında Ömer (radıyallahu anh)'a ağır lâf söylemesi hadîsin ibaresine bel bağlayıp da delillerden hüküm çıkarmayı terk etmek âdet olur endîşesindendir. Halbuki Teâlâ Hazretleri: "Eğer o meseleyi Peygambere ve kendilerinden olan ülülemre arzetselerdi, içlerinden onu delilinden çıkaranlar pek âlâ bilirlerdi." Âyet-i kerîme buyurmuştur. Demek oluyor ki, bir hükmü delilinden anlayıp çıkarmaya dikkat etmek en mühim vâcibâttan biridir. Zîra nass olan deliller pek az meselelere yetecek mahiyettedirler. Delilden hüküm çıkarma meselesi ihmâl edilirse başa gelen hâdiselerin ekserisi veya bir kısmı hakkında istinbât (yani hüküm çıkarma) işi suya düşecektir. Ulemâ yaz âyetindeki kelâleden ne murâd edildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir kavle göre bundan murâd: Ölen kimsenin evlâdı ve babası bulunmamak şartiyle mirasıdır. Şu hâlde âyetteki (kelâle) sözü takdirinde mansûb olmuştur. İkinci bir kavle göre kelâle: Geride evlâd ve baba bırakmadan Ölen kimsedir. Bunun erkek veya kadın olması hükmen hep birdir. Bu kavle göre âyet-i kerîme: takdirindedir. Mezkûr kavil Ebû Bekir, Ömer, Alî, İbn Mesûd, İbn Abbâs ve Zeyd b. Sabi (radıyallahü anhüm) hazerâtından rivâyet olunmuştur. Bazıları kelâlenin, içlerinde evlâd ve baba olmayan mirasçılar mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bunların delili Hazret-i Cabir'in: «Bana ancak kelâle mirasçı oluyor...» sözüdür; çünkü Câbir (radıyallahü anh)’ın evlâdı ve babası yoktu. Bir takım ulemâ: «Kelâle miras kalan maldır.» demişlerdir. Şafiîler'e göre kelâle: Geride evlâd bırakmadan ölen kimsedir. Babası veya dedesi olması onu kelâle olmaktan çıkarmaz. Şu halde kız kardeşler baba ile birlikte mirasçı olurlar. Kâdî Iyâz bu kavlin İbn Abbâs (radıyallahü anh) hazretlerinden rivâyet edildiğini, fakat aslı olmayan bâtıl bir uydurma olduğunu, İbn Abbâs Hazretlerinin bu meselede cumhûrla beraber bulunduğunu söylemektedir. Yine Kâdî'nin beyânına göre ulemâdan Bazıları kelâlenin çocuğu ve babası olmayan mânâsına geldiğine dair icmâ' bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Mirasçılar arasında dede bulunursa bu mirasçılar kelâle sayılırlar mı, sayılmazlar mı? meselesi ihtilaflıdır. Dedeyi baba hükmünde saymayanlara göre kelâledirler. Dedeyi baba hükmünde tutanlara göre kelâle sayılmazlar. Mirasçılar arasında kız varsa cumhûr-u ulemâya göre bu mirasçılar kelâle sayılırlar. Çünkü kardeşler, kız kardeşler ve diğer asabeler kızla birlikte mirasçı olurlar. İbn Abbâs (radıyallahü anh): «Kız kardeş, kızla birlikte mirasçı olamaz; zira Teâlâ Hazretleri: (Çocuğu yok da kız kardeşi varsa) buyuruyor.» demiştir. Dâvûd-u Zahirî'nin mezhebi de budur. Şiîlere göre mirasçılar arasında kız bulunması onların kelâle olmasına mânidir; zîra onlar kızla birlikte kardeşe ve kız kardeşe miras vermezler; bütün malı kıza tahsis ederler. Delilleri: "Bir kimse ölür de çocuğu bulunmaz, kız kardeşi bulunursa, bıraktığı mirasın yarısı kız kardeşinin olur." Nisa sûresi. âyet-i kerîmesidir. Cumhûrun mezhebine göre bu âyetin mânâsı şudur: Kız kardeşe mukadder olan yarı hisseyi vermek ancak ölenin çicuğu olmaması şartına bağlıdır. Şu halde çocuk bulunmaması onun mirasçı olması için değil, mukadder olan yarı hiseyi vermek ancak ölenin çocuğu olmaması şartına bulunmaması zikredildiği halde baba bulunmamasının zikredilmemesi temel ferâiz kaidesinden malûm olduğu içindir. Yoksa baba ile birlikte kardeş ve kız kardeş mirasçı olamazlar. Bu kaideye göre bir kimse bir şahıs vâsıtasiyle mirasçı olursa o şahıs mevcutken mîras alamaz. Bundan yalnız anne bir kardeşler müstesnadır. Onlar anneleriyle birlikte mirasçı olurlar. Ulemâ Sûre-i Nisa'nın son âyetindeki kardeşlerle kız kardeşlerden murâd: Anne, baba bir yahut böyleler! yoksa baba bir kardeşler olduğuna ittifak etmişlerdir. Aynı sûrenin baş taraflarındaki: "Bir adama veya kadına Kelâle suretiyle mirasçı olunur da kardeşi veya kız kardeşi bulunursa..." Nisa sûresi, âyet: 12. âyetindeki kardeşlerle kız kardeşlerse bilittifak anne bir kardeşlerdir. Bunlara hususî tabiriyle evlâd-ı ümm derler. |