3- Vela'nın Yalnız Âzad Edene Mahsus Olması Bâbı 3849- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, Nâfi'den dinlediğim, onun da İbn Ömer'den, onun da Âişe'den naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum: Âişe âzâd etmek için bir câriye satın almak istemiş. Câriye sahipleri: — Biz bu cariyeyi velâsı bizim olmak şartiyle sana satarız; demişler. Âişe bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e anmış da: «Bu sana mâni' değildir. Çünkü velâ' hakkı ancak âzâd edene âiddir.» buyurmuşlar. 3850- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys, İbn Şihâb'dan, o da Urve'den naklen rivâyet etti. Ona da Âişe haber vermiş ki, Berîre kitabet bedelini ödemesine yardım istemek için Âişe'ye gelmiş. Kitabet bedelinden henüz bir şey Ödememiş imiş. Âişe ona: — Sahiplerin nezdine dön! Şayet senin kitabet bedelini ödememi, fakat velânm benim olmasını dilerlerse dediğimi yaparım; demiş. Berîre bunu sahiplerine söylemiş. Onlar razı olmamışlar; ve: — Velâ' bizim olmak şartiyle sevabına yaparsa yapsın! demişler. Âişe de meseleyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e anmış. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: «Satın al da âzâd et! Çünkü velâ' ancak âzâd edene aiddir.» buyurmuş. Sonra ayağa kalkarak: «Bâzı İnsanlara ne oluyor ki, Allah'ın kitabında olmayan bâzı şeyleri şart koşuyorlar? Her kim Allah'ın kitabında olmayan bir şeyi şart koşarsa yüz kerre şart koşsa hakkı yoktur. Allah'ın şartı hak ve mevsuktur.» buyurmuştur. 3851- Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan, o da Urve b. Zübeyr'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle dedi: Berîre bana gelerek: Yâ Âişe, dedi. Ben sahiplerimle her sene bir okiyye vermek şartiyle dokuz okıyyeye mükâtebe yaptım... Râvi bu hadîsi Leys hadîsi mânâsında rivâyet etti. Ve ziyade olarak: «Bu seni ondan menedemez; sen satın al da âzâd et!» dedi. O bu hadîste şunu da söyledi: — Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cemâat arasında ayağa kalkarak Allah'a hamdü senada bulundu. Arkasından: «Emmâ ba'dü», dedi 3852- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' el-Hemdânî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Urve rivâyet etti, (Dedi ki): Bana babam, Âişe'den naklen haber verdi. (Dedi ki): Berîre yanıma girerek: Sahiplerim her sene bir okıyye vermek şartiyle dokuz senede dokuz okıyyeye beni mükâteb yaptılar; bana yardım et! dedi. Ben de ona şunu söyledim: Eğer sahiplerin bunu kendilerine bir defada vererek seni âzâd etmeme, velânın da benim olmasına rîza gösterirlerse (dediğini) yaparım. Berîre bunu sahiplerine söylemiş. Onlar velânın kendilerine âid olmasından başkasını kabul etmemişler. Berîre bana gelerek bunu anlattı. Ben kendisini men'ettim. O da: Öyle ise Allah'a yemin olsun yapmam! cevabını verdi. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) işiterek bana sordu. Ben de kendisine haber verdim. Bunun üzerine: «Sen onu satın a! da âzâd et! Hem onlara velâyı şart koş! Çünkü velâ' âzâd edene âiddir.» buyurdu. Ben de Öyle yaptım. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı zamanı hutbe okudu. Evvelâ Allah'a lâyık olduğu şekilde hamdü senada bulundu. Arkasından: «Bundan sonra: Acep bâzı kimselere ne oluyor ki, Allah'ın kitabında olmayan bir takım şeyleri şart koşuyorlar? Allah (azze ve celle)’nin kitabında olmayan herhangi bir şart bâtıldır. İsterse yüz defa şart kılsın! Allah'ın kitabı hak, şartı da sağlamdır. Sizden bâzı adamlara ne oluyor da içlerinden biri: Sen filânı âzâd et; ama velâ bana âiddir; diyor. Velâ' ancak âzâd edene âiddir.» buyurdular. 3853- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. H. Bize Ebû Küreyb de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Veki' rivâyet etti. H. Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim dahi hep birden Cerîr'den tivâyet ettiler. Bu râvilerin hepsi Hişâm b. Urve'den bu isnâdla Ebû Üsâme hadîsi gibi rivâyette bulundular. Yalnız Cerîr hadîsinde: «Berîre'nin kocası köle idi: onun için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu muhayyer bıraktı; o da kendi nefsini ihtiyar etti. Şayet kocası hür olsaydı Berîre'yi muhayyer bırakmazdı; dedi.» ifâdesi vardır. Bu râvilerin hiç birinin hadîsinde (emmâ ba'dü) tâbiri yoktur. 3854- Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Ala' rivâyet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki): Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Urve, Abdurrahmân b. Kâsım'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: Berîre'de üç hüküm vardır: 1) Sahipleri onu satarak velâsını şart koşmak istediler. Ben tunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e anlattım da: «Sen onu satın al ve âzâd et! Çünkü velâ' âzâd edene aiddir.» buyurdu. 2) Berîre âzâd oldu; müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu muhayyer bıraktı; o da kendini ihtiyar etti. 3) Halk ona sadaka verirler; o da bize hediyye ederdi. Ben bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e andım da: «O Berîre'ye sadaka, size ise hediyyedir. Binâenaleyh siz onu yeyin!» buyurdular. 3855- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn b. Alî, Zâide'den, o da Simak'den, o da Abdurrahmân b. Kâsım'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti ki: Âişe Berîre'yî Ensâr'dan bâzı kimselerden satın almış. Onlar velâyı şart koşmuşlar. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ; «Velâ' ni'mete sahip olana aiddir.» buyurmuş; ve Berîre'yi muhayyer bırakmış. Berîre'nin kocası köle imiş. Berîre Âişe'ye et hediyye etmiş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu etten bize de bir şeyler yapsaydınız ya!» buyurmuş. Âişe: — Onu Berîre'ye sadaka verdiler; demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); «O Berîre'ye sadaka; bize ise hediyyedir.» buyurmuşlar. 3856- Bize Muhammed b. Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Abdurrahmân b. Kâsım'dan dinledim. (Dedi ki): Ben Kâsım'i, Âişe'den naklen rivâyet ederken dinledim. Âişe âzâd etmek için Berîre'yi satın almak istemiş. Sahipleri velâ'sını şart koşmuşlar. Müteakiben Âişe bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e anmış da: «Sen onu satın al ve âzâd et! Çünkü velâ' âzâd edene âiddir.» buyurmuş. Bir de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e et hediyye edilmiş. Kendilerine: — Bu et Berîre'ye sadaka olarak verildi; demişler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «O Berîre'ye sadaka; bize İse hediyyedîr.» buyurmuşlar. Berîre de muhayyer bırakılmış. Abdurrahmân: «Berîre'nin kocası hür idi.» demiş. Şu'be: Bilâhare ona Berîre'nin kocasını sordum da: Bilmiyorum; cevâbını verdi.» demiş, 3857- Bize bu hadîsi Ahmed b. Osman en-Nevfelî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Dâvûd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivâyet etti. 3858- Bize Muhammed b. Müsennâ ile İbn Beşşâr hep birden Ebû Hişâm'dan rivâyet ettiler. İbn Müsennâ (Dedi ki): Bize Muğîre b. Selemete’l-Mahzûmî ile Ebû Hişâm rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Vüheyb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Yezîd b. Rûmân'dan, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyette bulundu. Âişe: «Berîre'nin kocası köle idi.» demiş. 3859- Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Mâlik b. Enes, Rabîa b. Ebî Abdirrahmân’dan, o da Kâsım b. Muhammed'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle dedi: — Berîre'de üç sünnet vardı; 1) Berîre âzâd olduğu vakit kocasında kalıp kalmamakta muhayyer bırakıldı. 2) Ona et hediyye edilmişti. Az sonra çömlek ateşte iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girdi; ve yemek istedi. Kendilerine evdeki katıklardan katık getirildi. Fakat o: «Ben ateşte içi et dolu çömleği görmedim mi sanki?» buyurdu. (Oradakiler): — Hay hay ya Resûlallah (görmüşsündür)! (Ama) bu Berîre'ye sadaka olarak verilen bir ettir; onun için sana ondan yedirmeğe çekindik; dediler. Bunun üzerine: «O Berîre'ye sadaka; ondan bize ise hediyyedir.» buyurdu. 3) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun hakkında: «Velâ' ancak âzâd edene âiddir.» buyurdular. 3860- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Mahled, Süleyman b. Hilâl'den rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Süheyl b. Ebî Salih, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. (Şöyle dedi): Âişe âzâd etmek için bir câriye satın almak istedi. Sahipleri velâ'nin kendilerine âid olmasından başkasına razı olmadılar. Derken Âişe bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e andı da:' «Bu sana mâni' olamaz; velâ' ancak âzâd edene âiddir.» buyurdular. Bu hadîsin muhtelif rivâyetlerini Buhârî «Zekât» bahsinin birkaç yerinde, «Itk, Mükâteb, Hibe, Büyü', Ferâiz, Talâk, Şurût, Et'ıme» ve «Keffaret-i Eymân» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Itk»da; Tirmizî Vasâya»da; Nesâî «Büyü', Itk, Ferâiz» ve «Şurût» bahislerinde; İbn Mâce «Itk» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Burada velâ'dan murâd: Âzâd ettiği köle veya cariyeye mirasçı olmaktır. Buna hususî tabiriyle velâ-i atâka derler. «Bu sana mâni' değildir.» cümlesi: «Câriye sahiplerinin koştukları şart velâ'nın senin olmasına mâni' değildir.» manasınadır. Kitabet: Yazı yazmak, bir araya toplamaktır. Şerîatte: Bir köle veya cariyeyi kazancı hususunda derhal; boynunun esaretten kurtulması hususunda bilâhare olmak üzere hürriyetine kavuşturmaktır. Buna mü-kâtebe denir. Mükâtebe köle ile sahibi arasında yapılan bir akiddir. Bu akde mükâtebe denilmesi ihtimal iki tarafın da vesika yazmasındandır. Kölenin borcunu taksitle ödemesine bakarak verilmiş olması da muhtemeldir. Çünkü köle kitabet bedelini çalışıp kazanmak suretiyle taksitle öder. Mükâteb köle kazancı hakkında akdin tamamından sonra hemen hür olur. Artık kazandığı kendinindir. Fakat tam hürriyetine ancak şahsına biçilen kıymeti sahibine ödedikten sonra kavuşur. Bundan dolayıdır ki: «Mükâteb, kölelik zilletinden uçmuş, fakat hürriyet sahasına konamamıştır.» derler. Yani mükâtebin hâli devekuşuna benzer. Devekuşuna, uç dense: Ben deveyim; yük taşı dense: kuşum, dermiş. «Allah'ın Kitabı'ndan murâd Şeyh Tekiyüddîn'e göre muhtemelen Allah'ın hükmüdür. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allah'ın kitabında olmayan bazı şeyleri şart koşuyorlar...» buyurarak köle sahiplerinin velâyı kendilerine şart koşmalarına i'tiraz etmiş; bu şartın vasıtalı veya vasıtasız olarak Allah'ın Kitabında bulunmadığına İşaret buyurmuştur. Zîra bütün şeriat yâ doğrudan doğruya yahut bilvasıta Kur'ân-ı Kerîm'de mevcuttur. Vasıtasız emir ve ne-hîleri namaz, oruç ve sair ibâdetlerle içki, zina ve emsali menhiyyât hakkındaki âyetlerdir. Vasıtalılardan murâd: "Peygamber sîze ne getirirse onu kabul edin!" Haşr Sûresi, âyet: 96. "Allah'a ve Resûlüne itaat edin!" Âl-i îmrân sûresi, âyet: 132. gibi umûmî hükümlerdir. Hattâbî: «Maksad, Kitâbullahda nassan bildirilmeyen şeyler bâtıldır demek değildir; çünkü (Velâ' âzâd edene âiddir) ifadesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sözüdür. Ama ona itaat emri Kur'ân'da vardır. Bu sebeple onun sözünü Kitâbullaha izafe etmek caizdir.» diyor. Kitâbullah tâbiri ile Kur'ân'da veya sünnette zikredilen hükmi ilâhî de kasdedilmiş olabilir. Bazıları: «Kitabdan murâd: Levhi mahfuzda yazılı bulunan şeylerdir.» demişlerdir. «Allah'ın şartı hak ve mevsuktur.» ifâdesi metni hadîste ismi tafdîl sîgasiyle vârid olmuştur. Binâenaleyh cümleyi: «Allah'ın şartı daha hak ve daha mevsuktur.» şeklinde terceme etmenin daha doğru olacağı hâtıra gelebilirse de burada ismi tafdîl sîgası kendi mânâsında (yani derece bildirmek için) kullanılmamıştır. Maksat yalnız Allah'ın şartının hak ve sağlam olduğunu; başkalarının koştukları şartm hiçliğini anlatmaktır. ifâdesi bâzı nüshalarda: şeklinde zaptolunmuştur. Fakat Mazirî ve diğer lisân ulemâsı bunların ikisinin de yanlış olduğunu söylemiş, doğrusunun: olduğunu bildirmişlerdir. Bu ifâdenin mânâsı; Hayır, vallahi yeminim budur; demektir. Yani (hazâ) ismi işareti ikiye bölünmüş: (hâ) ile (zâ) nın arasına ismullah getirilmiştir. Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyetinde: «Velâ' ni'mete sâhib olana âiddir.»buyurulmuştur. Bunun mânâsı dahi «Velâ', âzâd edene aidir.» demektir. Çünkü mîras hakkını kazandıran velâ' ancak âzâd suretiyle olur, Ebû'-Tâhir rivâyetindeki «üç sünnet»den murâd: Üç hükümdür; yani Berîre sebebiyle üç şer'î hüküm öğrenilmiştir. Hazret-i Berîre binti Safvân, Ensâr'dan bir kavmin cariyesi idi. Bazıları Ebû Ahmed b. Cahş'in; bir takımları da Benî Hilâl'den birinin cariyesi olduğunu söylerler. Kıbt kav-mindendi. Kirmanı: «Berîre, Hazret-i Âişe’nin cariyesi idi. Vaktiyle Utbe b. Ebî Leheb'in milkinde idi.» diyor. Zehebî onu sahâbiyyeler meyânında zikretmiştir. Hattâ Taberânî «El-Mu'cem»inde ondan şu hadîsi rivâyet eder: «Abdülmelik b. Mervân dedi ki: Medine'de Berîre'nin meclisinde bulunurdum. Bana şunu söyledi: — Ey Abdülmelik! Ben sende bir takım iyi hasletler görüyorum. Sen bu emirlik işini üzerine almağa cidden lâyıksın. Ama emîr olursan dünyadan sakın! Çünkü ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken işittim; — Bir kimse cenneti görmüşken, bir müslümandan haksız yere akıttığı bir şişe dolusu kan sebebiyle, onun kapısından koyulacaktır. Kocasının ismi ihtilaflıdır. Sahîh rivâyetlerde isminin Muğîs olduğu zikrediliyor. Bâzı rivâyetlerde Muattib , bir takımlarında Mukassim denilmiştir. Hadîsin bâzı rivâyetlerinde bu zâtın köle, diğerlerinde hür olduğu tasrîh edilmektedir. Hazret-i Berîre'yi sahipleri mükâteb yapmışlardı. Kitabet bedeli bir rivâyete göre senede bir okıyye Ödemek şartiyle dokuz okıyye idi. Bir ckıyye o zamana göre kırk dirhem gümüşten ibaretti. Sonraları muhtelif memleketlerin ıstılahlarına göre değişmiştir. Başka bir rivâyette bedelin beş yılda taksitle Ödenecek beş okıyye olduğu zikredilmektedir. Bu iki rivâyetin arasını bulmak için Ayni tercih cihetine gitmiş ve dokuz okıyye rivâyetinin esah, ötekinin munkatı' olduğunu söylemiştir. Bazıları: «İhtimâl bu beş okıyye taksiti dokuz okıyye cümlesin dendir; yahut taksitlerinden bir kısmını ödemiş de beş okıyye kalmıştır.» demişlerse de rivâyetlerin birindeki: «Kitabet bedelinden hiç bir şey ödememişti.» ifâdesi bu te'vîli reddeder. Nevevî: «Bu hadîs ahkâm ve kavâdi çok olan büyük bir hadîstir; içinde mezheplerin ayrıldıkları yerler vardır...» diyor. Filhakika ha-dîs-i şerîf ten birçok hüküm ve fâideler çıkarılmıştır. Şöyle ki: 1- Bu hadîs mükâtebenin caiz olduğuna delildir. Bir kimse köle veya cariyesine: «Bana şu kadar para getirirsen âzâd ol!» der; o da bunu kabul ederse artık mükâteb olur. Borcunu tamamen ödediği zaman hürriyetine kavuşur. Mükâtebenin bir delili de: "Eğer kölelerde bir hayır olduğunu biliyorsanız onları mükâteb yapın!" Nûr sûresi, âyet: 33. âyet-i kerîmesidir. Bu âyetin kitabet akdinin meşru' olduğuna delâleti aşikârdır. Yalnız buradaki emrin vücub ifâde edip etmediğinde ihtilâf vardır. Dâvûd-u Zahirî ile ona tâbi' olanlardan maada bütün fukahâ, âyetteki emrin vücûb ifâde etmediğine kaildirler. Zâhirîler'e göre âyetteki emir vücûb içindir. Bu kavil Amr b. Dînâr ile Atâ'dan ve bir rivâyette İmâm Ahmed'den de rivâyet olunmuştur. Hattâ «Et-Takrîb» sahibi İmâm Şafiî'den 4ahî buna benzer bir kavil nakleder. Gerçi burada: «Zahire bakılırsa emir vücûb ifade eder.» şeklinde bir i'tirâz hatıragelebilirse de doğru değildir., Çünkü vücûba hamledilen emir, karinelerden mücerred olan mutlak emirdir. Buradaki emir mutlak değil, «Eğer onlarda hayır olduğunu bilirseniz» kaydı île mukayyeddir. Binâenaleyh mezkûr emir, nedib mânâsına hamledilmiştir. Hanefîler'den Bazıları bu emri ibâha mânâsına almışlardır. Ancak Aynî haklı olarak bunun doğru olmadığını söylemiştir. Zîra ibâha mânâsına alınırsa âyetteki şartın hükümsüz kalması iktizâ eder; çünkü mükâtebe akdi şartsız dahi bilittifâk caizdir. Kelâmullah hükümsüz kalmaktan münezzehtir. Ayetteki hayırdan murâd: Kölenin âzâd edildikten sonra müslüman-lara zarar getirmeme sidir. Zarar verecekse efdal olan onu mükâteb yapmamaktır. İbn Abbâs ile İbn Ömer (radıyallahü anh) ve Atâ'ya göre hayırdan murâd: Hassaten kazançtır. Sevrî ile Hasan-ı Basrî'den hayrın hassaten emânet ve dîn mânâsına geldiği rivâyet olunmuştur. Vefa, emânet ve salâh mânâsına geldiğini söyleyenler de vardır. Kölede doğruluk, salâh ve kazanç hâssaları yoksa Hanefîler'e göre onu mükâteb yapmamak mekruh değildir. İmâm Mâlik ile Şafiî'nin kavilleri de budur. İmâm Ahmed'le İshâk ve Şâfiîler'den Ebû'l-Hüseyn b. Kattan mekruh olacağına kaildirler. Cumhûru fu-kahâya göre mükâteb ancak bütün borcunu Ödedikten sonra âzâd olur. Çünkü Ebû Dâvûd ve başkalarının rivâyet ettikleri Amr b. Şuayb hadîsinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz: «Mükâteb, üzerinde kitabet bedelinden bir dirhem borç kaldığı müddetçe köledir.» buyurmuştur. Zeyd b. Sabit (radıyallahü anh) îm da aynı şeyi söylediğini İmâm Şafiî «Müsned»inde rivâyet etmiş-; kendisi de buna kail olmuştur. Hanefîler'in mezhebi de budur. Ashâb-ı kirâm bu hususta ihtilâf etmişlerdir. İbn Abbâs (radıyallahü anh)'a göre köle veya câriye, vesikayı sahibinden aldığı an yani nefs-i akidle âzâd olur; kitabet bedeli için ona borçlu kalır. İbn Mes'ud (radıyallahü anh) kölenin kendi kıymetini ödemesiyle âzâd olacağını söylemiştir. Zeyd b. Sabit (radıyallahü anh)'ın mezhebi de az evvel görülmüştü. 2- Evli cariyeyi mükâteb yapmak caizdir. Zîrâ Berîre (radıyallahü anh) evli idi. Kocasının hür mü köle mi olduğu hususunda rivâyetler muhteliftir. Buhârî'nin Hazret-i İbn Abbâs'dan rivâyetinde İbn Abbâs (radıyallahü anh): «Onu köle olarak gördüm. Medîne sokaklarında Berîre için ağlayarak ve göz yaşları sakalının üzerine akarak Berîre'nin arkasından gittiğini hâlâ görür gibiyim. Bunu göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası Abbâs'a: — Muğîs'in Berîre'ye olan aşkına. Berîre'nin de Muğîs'e karşı nefretine şaşmıyor musun? dedi; ve Berîre'ye: — Kocana dönsen (iyi edersin!) buyurdu. Berîre: — Yâ Resûlallah! Emir buyuruyor musun? diye sordu. Peyçamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — Ben ancak şefaatte bulunuyoruml buyurdular. Berîre: — öyle ise benim ona bir ihtiyacım yok! cevâbını verdi.» demektedir. Yine Buhârî'nin «Ferâiz» bahsindeki rivâyetinde: «Hakem: Berîre'nin kocası hürdü; dedi.» ifadesi vardır. «Mîrâs» bahsinde Esved'in dahi «hürdü» dediği zikredilmiştir. Ancak Hakem'in sözü mürsel, Esved'inki ise munkatı' olmakla illetlendiril-miştir. Bâbımız rivâyetlerinde her iki vecih mezkûrdur. 3- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Berîre'yi kocasında kalıp kalmamak hususunda muhayyer bırakmıştı. Nevevî diyor ki: «Kocası köle olan bir câriye âzâd edilirse nikâhını fesh edip etmemekte muhayyerdir. Bu bâbta ulemâ ittifak halindedir. Kocası hür olursa İmâm Mâlik ile Şafiî ve cumhûra göre cariyeye muhayyerlik yoktur. İmâm A'zam, Berîre'nin kocası Muğîs'in hür olduğunu bildiren rivâyetle istidlal ederek muhayyerlik verileceğine kail olmuştur...» Cumhûr bu bâbdaki rivâyetlerin ayni kaziyyeye âid olduklarını ve meşhur rivâyetlerde Muğîs'in köle olduğu bildirildiğini, hattâ hür olduğunu bildiren rivâyetler için hadîs hafızlarının «hatâ, şâzz ve mer-dûddur.» dediklerini nazar-i i'tibâra alarak onları tercih etmişlerdir. 4- Velâ' hakkı âzâd edene aittir. Bu hususta ihtilâf yoktur. Ancak velâ' hakkı olmamak şartiyle âzâd edilen köle veya câriye hakkında ihtilâf olunmuştur. Buna «sâibe» denir ki, cumhûra göre şart bâtıl, velâ' hakkı âzâd edene aittir. İmâm Ahmed'e göre şart bâtıl değildir; şarttan sonra, âzâd eden kimsenin o köle üzerinde velâ hakkı kalmaz; hattâ mirasından bir şey almışsa mislini iade etmesi lâzım gelir. İmâm Mâlik, Mekhûl, Ebû'l-Âliye, Zührî ve Ömer b. Abdilâziz bu takdirde velâ'nın bütün müslümanlara kalacağına kail olmuşlardır. Zîra sahabeden Bazıları böyle yapmışlardır. 5- Hadîs-i şerîf kitabet bedelinin taksitle ödeneceğine delildir. Hanefîler'e göre kitabet bedelinin hemen ödenmesini şart koşmak yahut te'cîl etmek caizdir. Çünkü bu bâbdaki âyet-i kerîme'de taksit ve te'cîl zikredilmemiştir; binâenaleyh nass üzerine re'y ile ziyade caiz değildir. İmâm Mâlik'in kavli de budur. Mâlikîler'den Ebû Bekr: «İmâm Mâlik'in kavli zahir itibariyle taksit ve te'cîlin burada şart olduğunu gösterir; ama söz sahibi ulemâmız peşin ödemek suretiyle yapılan kitabetin caiz olduğunu söylüyor; ve buna «Kutâ'a» nâmını veriyorlar, ki kıyâs da budur.» diyor. İmâm Şafiî kitabetin peşin ödemekle caiz olamayacağını söylemiştir. Ona göre hiç olmazsa iki taksit şarttır. Zahir rivâyete göre İmâm Ahmed'in mezhebi de budur. 6- Köle âzâd ederken velâ' hakkını şart koşmanın akdi bozup bozmayacağı ihtilaflıdır. Bâbımız hadîsinin zahirine bakılırsa bozmaz. Zîra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Âişe'ye: «Velâ'yı onlara şart koş!» buyurmuştur. Bâtıl bir akde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) izin vermeyeceğine göre velâ' şartiyle yapılan akid caiz demektir. Burada şâfiîler'den Şeyh Takıyüddîn şöyle diyor: «Akdin sahîh olduğunu kabul edersek acaba şart da sahih midir? Bu hususta şafiî mezhebinde hilaf vardır. Bâtıl olduğunu söylemek hadîsin lâfızlarına daha muvafıktır.» Burada şöyle bir suâl hatıra gelir: Fâsid şartla yapılan bir alış verişe Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl izin vermiş; ve bu şartı sonradan nasıl iptal etmiştir? Bu suâle birkaç vecihle cevap verilmiştir: a) Tahâvî'nin beyanına göre Hazret-i Âişe hadîsinde velâ'nın şart koşulması yalnız Mâlik'in Hişâm'dan naklettiği rivâyette zikredilmiştir. Aynı hadîsi Hişâm'dan nakleden Leys b. Sa'd ile Amr b. Haris rivâyetlerinde ise Berîre'nin kitabet bedelini ödemek şartiyle velâ' hakkını sahiplerinden bizzat Hazret-i Âişe istemiş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: «Bu şartı koşman Berîre'yi almana mâni' değildir; onu satın al ve âzâd et! Velâ' ancak âzâd edene âiddir.» buyurmuştur. Mâlik'in Hişâm'dan naklettiği rivâyet buna muhaliftir. O rivâyette Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Âişe'ye: «Berîre'yi al da şart koş! Zîra velâ' hakkı ancak âzâd edene âiddir.» buyurduğu bildiriliyor. Mâmâfîh mezkûr rivâyetteki «şart koş!» emrinden «açıkla!- mânâsı da kasdedilmiş olabilir; çünkü izhâr etmek: meydana çıkarmak, açığa vurmak mânâsında da kullanılır. Bu takdirde hadîsin mânâsı şöyle olur: «Senin azadının icâb ettiği velâ' hakkının âzâd edene ait olduğunu da açıkla!» b) «Onlara şart koş!» cümlesi: «Onların aleyhine şart koş!» manasınadır. c) Bu cümle tehdîd için kullanılmıştır. Zahiri emir şeklinde olsa da bâtını nehîdir. Nitekim Teâlâ Hazretleri küffâra «istediğinizi yapın!» buyurmuştur Muradı onları tehdîddir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in minbere çıkarak hutbe îrâd etmesi ve: «Bâzı kimselere ne oluyor ki...» diye söze başlaması bu mânâyı te'yîd eder. d) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) velâ' hakkının âzâd edene âid olduğunu evvelce haber vermişti. Berîre'nin sahipleri bunu bildikleri halde muhalif harekette bulundukları için hadîs-i şerif kendilerini men' ve tekdir maksadiyle bu lâfızla vârid olmuştur. e) Bu şartın iptal buyurulması köle sahiplerine mâlî bir cezadır. Çünkü şer'î bir hükme karşı inadlık göstermişlerdir. Bû mesele katilin mîrasdan mahrum kalmasına benzer. f) Bu hüküm umumî değil, yalnız bu hâdiseye mahsustur. Tahsî-sin hikmeti; şeriata aykırı olarak şart koştukları şeyi mübalağalı bir surette men' etmek için şartın evvelâ kabul sonra iptal edilmesidir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in haccı ömreye tebdil etmesi de o vak'aya mahsustu. Bunu ashabının me'lûf bulundukları bir âdeti yani hacc aylarında ömre yapmamak âdetini mübalağalı bir şekilde yıkraak için yapmıştı. Bâzan büyük bir maslahatı tahsil için küçük mefse-dete tahammül edilir. Nevevî diyor ki: «Hazret-i Âişe'nin Berîreyi satın alarak sahiplerine velâ'yı şart koşmasına bakılırsa hadîs müşkîldir. Bu şart satışı ifsâd eder. Satanları aldatması, onlara sahîh olmayan bir şart koşması da öyledir. Şu halde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta Âişeye nasıl izin vermiştir? İşte bu işgalden dolayı ulemâdan Bazıları bu hadîsi bütünü ile reddetmişlerdir. Yahya b. Eksem bunlardandır. Yahya rivâyetlerin birçoğunda şart lâfzının zikredilme-mesi ile istidlal etmiştir...» 7- Hattâbî'nin beyanına göre bu hadîste mükâtebin satılabileceğine delîl vardır. Bu hususta kölenin razı olup olmamasının, taksitlerini ödeyip ödeyememesinin ve bunların bir kısmını ödemiş veya ödememiş olmasının hükmü yoktur. Şeyh Tekıyyeddîn mükâtebin satılıp satılmaması hususunda ulemânın üç mezhebe ayrıldıklarını Boyler. Birinci mezhebe göre mükâtebin satılması caiz; ikinciye göre caiz değildir. Üçüncü mezhebe göre köle âzâd niyetiyle satın alınırsa caiz; hizmet için alınırsa caiz değildir. Mükâtebin satılmasını caiz görenler Bâbımız hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Çünkü Berîreye mükâtebe yapılmıştı. Ata', İbrahîm Nehaî, İmâm Ahmed ve bir rivâyette İmâm Mâlik buna kaildirler. İmâm A'zam, Şafiî ve bir rivâyette İmâm Mâlik: «Mükâteb satılamaz.» demişlerdir. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) ile Habıâ'nin kavilleri de budur. Bu zevat Berîre hadîsi ile istidlal edenlere: «Berîre kitabet bedelini ödemekten âciz kaldığı için onun kitabet akdi feshedilmişti.» diye cevap vermişlerdir. 8- Köle veya cariyeyi âzâd olmak şartiyle satmak caizdir. Zîra Berîre'nin sahipleri velâ hakkında münâzea etmişlerdi. Velâ' ancak âzâd olduktan sonra bahis mevzuu olabilir. Bu gösterir ki, satışta âzâd şartı varmış. Bir kimse sattığı malda hayır mânâsı taşıyan bir şart ileri sürer de bu şart köle âzâdı gibi hemen ifâ edilebilecek bir şey olursa İmâm Şafiî'ye göre câiz; İmâm A'zam'a göre caiz değildir. 9- Hattâbî diyor ki: «Satışta ileri sürülen her şart satışın aslına dokunarak onu ifsâd etmez. Şartlı satışın men' edilmesinin mânâsı bâzı satışlara ve şartların bir nev'ine âiddir.» Kâdî Iyâz satıştaki şartların üç kısım olduğunu söylemiştir. Bunların birincisi, akdin muktezâsı olan teslim ve malda tasarrufun caiz olması gibi şeylerdir. Bu gibi şartların caiz olduğunda hilaf yoktur. Çünkü bunlar şart koşulmasa da îfâ edilirler. İkincisi: Satışın muktezasından olmasa bile yararından sayılan, yük yüklemek, rehin vermek ve muhayyerlik gibi şartlardır. Bunlar da caizdir; zira satışın yararına olunca onun iktizâ ettiği şartlara benzerler. Üçüncüsü: Akidlerde ileri sürülmesi caiz olmayıp, akdin muktezâ-sına aykırı düşen veya aldatmak gibi memnu' bir vechi tezammun eden şartlardır, ki ulemânın ihtilâf ettikleri yer budur. Hanefîler'e göre şartlı satış üç vecihle yapılır. Birincisi: Hem satış hem de şartın caiz olmasıdır, ki üç nevi'dir.: a) Akdin iktizâ ettiği uygun şartlar. Cariyeyi hizmet, hayvanı binmek şartiyle satın almak gibi. b) Akdin muktezâsı olmasa bile ona uygun düşen şartlar. Para karşılığı rehin olarak vermeyi yahut satış meclisinde bulunan kefile vermeyi şart koşmak gibi. c) Akdin muktezâsı olmayan ve ona uymayan, fakat şerîatin cevaz verdiği muhayyerlik, va'de gibi şartlar. Şeriat tarafından cevazı hususunda delîl olmadığı halde insanlar arasında örfü âdet hâline gelen bir şeyi şart koşmak da istihsân yolu ile bu nevide dâhildir. Ayakkabını, satanın Ölçüp biçmesini şart koşmak gibi. Yalnız Hanefiyye İmâmlarından Züfer buna muhaliftir. İkinci vecih: Satış ve şartın ikisi birden fâsid olmaktır ki, akdin iktizâ etmediği ve ona muvafık düşmeyen bilâkis taraflardan birine yahut satılan mala menfaat sağlayan bir şeyi şart koşmaktır. Buğdayı satıcının öğütmesini, köleyi başkasına satmamasını ve âzâd etmemesini şart koşmak gibi. Bu takdirde köleyi sahibi âzâd ederse İmâm A'zam'a göre istihsânın fiyatını, İmâmeyn'e göre ise kıymetini müşteriye Öder. Üçüncü vecih: Satış caiz, şart bâtıl olmaktır. Bu da üç nevi'dir. a) Akdin muktezâsı olmayan ve menfaat yerine bilâkis zarar tezammun eden şarttır. Bir elbise veya hayvanı başkasına satmamak, hibe etmemek yahut yiyeceği yememek şartiyle satmak gibi. Burada satış caiz; şart bâtıldır. b) Akdin nıuktezâsı olmayan, bir fayda veya zararı da tezammun etmeyen şarttır. Yiyeceği yemek şartiyle satmak gibi. Burada da satış caiz; şart bâtıldır. c) Alanla satandan birine yahut satılan mala değil de başkasına menfaat îcâb eden bir şeyi şart koşmak satışı bozmaz. Ecnebi birine ödünç vermek şartiyle satmak gibi. 10- Tekıyyüddîn: «Bu hadîste velâ' hakkının münhasıran âzâd' edene âid olduğuna delîl vardır. Bu da dostluk, yardımlaşma ve bir kimsenin elinde müslüman olma yahut kimsesiz bir çocuğu sokakta bulup almakla velâ' hakkının sabit olmamasını iktizâ eder. Bu suretlerin her biri hakkında fukahâ arasında hilaf vardır. Şafiî'nin mezhebine göre bunların hiç birinde velâ' hakkı yoktur. Delili bu hadîsdir.» diyor. Hanefîler'e göre velâ' iki kısımdır. Velâ-ı atâka, velâ-ı muvâ-lât. Câhiliyyet devrinde Araplar dostluk, akrabalık, kardeşlik, muahede, asabe. velâ-ı atâka ve velâ-ı muvâlât gibi birçok şeyler sebebiyle yardım-laşirlardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunlardan yalnız velâ-ı atâka ile velâ-ı muvâlâtı kabul ve takrir buyurmuştur. Velâ-ı atâka yahut velâ-ı ni'met: Köle veya câriye âzâdı dolayısiyle te'essüs eden bir nevi' akrabalıktır. Âzâd edene mevle'l-atâka derler. Kölenin mirası ona kalır. Velâ-i muvâlât: Nesebi ma'ruf olmayan bir kimsenin nesebi malûm biri ile kardeşlik akd ederek: Sen benim mevlâmsın; ölürsem bana mirasçı olursun; bir cinayet işlersem benim nâmıma cezamı ödersin; demesi, onun da bunu kabul etmesidir. Nesebi malûm olan şahsa mevle’l-mu-vâlât derler. Velâ-i muvâlât meşru' bir yardımlaşma akdidir. İmâm Ahmed'in «Müsned»inde rivâyet ettiği bir hadîste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bir kavmin meviâsi onlardan kız kardeşleri oğlu onlardan, yeminlisi de onlardandır.» buyurmuştur. Yeminliden murâd mevle'l-muvâlâttır. Çünkü Araplar muvâlât akdini yeminle te'kîd ederlerdi. İmâm Ahmed'in rivâyet ettiği hadîsi Bezzâr «Sünen»inde Hazret-i Ebû Hüreyre'den; Dârimî «Müsned»inde Hazret-i Amr b. Avn'dan; Taberânî «Mu'cem»inde Utbe b. Gazvân'dan tahrîc etmişlerdir. 11- Bir bid'at zuhurunda hükümet reisinin halka hutbe îrâd edecek o bid'atın hükmünü bildirmesi ve bid'atı yermesi müstehaptır. 12- Hükümdarın halka iyi muamelede bulunması müstehaptır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) velâ' şartını kendileri için ileri sürenlerin yüzlerine bir şey söylememiştir. Zîrâ onları utandırmadan da maksat hasıl olmuştur. 13- Münkeri gidermek için mübalağa ve şiddet göstermek gerekir. 14- Kocası dururken cariyeye kitabet akdi yapmak caizdir. 15- Cariyenin kocası kitabet bedelini ödemek için çalışmaktan onu men' edemez. 16- Cariyenin kocası köle ise, karısını kitabet akdi yapmaktan men' edemez. Nitekim bir cariyenin sahibi, köle ile evli bulunan câriyesini âzâd edebildiği gibi, hür ile evli cariyesini de kocasına satabilir. Velev ki, bu yaptığı aradaki nikâhın iptaline müncer olsun. 17- Evli bir cariyenin satılması boşanma değildir. Çünkü Hazret-i Berîre satıldığı zaman evli idi. Bu hususta hilaf yoktur. Yalnız kocasının hür mü yoksa köle mi olduğu ihtilaflıdır. Kocası köle olan câriye âzâd edildiği zaman kocasından ayrılıp ayrılmamakta muhayyer bırakılacağı hususunda ulemânın ittifakı vardır; fakat kocası hür olan cariye hakkında ihtilâf etmişlerdir. 18- Sahibi, mükâtebin başkalarından isteyerek tedarik ettiği kitabet taksitlerini kabul edebilir. Zira Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Berîre'yi Hazret-i Âişe'den para istemekten men' etmemiştir. 19- Hadîs-i şerif kölenin hurre ile evlenebileceğine delâlet etmektedir. Çünkü muhayyer bırakılan câriye hürriyetine kavuştuktan sonra kocasını tercih edebilir. 20- Köle Köle ve cariyenin haberi makbuldür. Zira kendisinin mü-kâtebe olduğunu söyleyen Berîre câriye idi. Hazret-i Âişe onun haberini kabul etti. 21- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in et için: «O Berîre'ye sadaka; bize hediyyedir.» buyurması sıfat değiştiği zaman hükmün de değiştiğine delildir. Binâenaleyh fakire sadaka olarak verilen eti veya hayvanı, zengine satması ve hediyye etmesi caizdir. 22- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize sadaka haramdır. 23- Hutbeye Allah'a hamdü sena ile başlamak ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e salâtü selâmdan sonra (emmâ ba'dü) demek müstehaptır. Berîre (radıyallahü anh) hadîsinden bunlardan mâda birçok faîde-ler istinbât edilmiştir. İbn Huzeyme ile İbn Cerîr bu bâbta birer büyük eser yazmışlardır. Biz bu kadarını nakil ile iktifa ettik. |