Geri

   

 

 

 

İleri

 

5- Îla, Kadınlardan Uzaklaşma, Onları Muhayyer Bırakma ve (Eğer Onun Aleyhinde Birbirleri İle Anlaşırlarsa) Âyeti Hakkında Bir Bab

3764- Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ömer b. Yûnus el-Hanefî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ikrime b. Ammâr, Ebû Zümeyl Simak'den rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Abdullah b. Abbâs rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Ömer b. el-Hattâb rivâyet etti.

Dedi ki:

Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarından uzaklaştığı vakit mescide girdim. Bir de baktım cemaat (üzüntüden) çakıl taşlariyle yeri eşeliyor ve: Resûlüllah. (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarını boşamış; diyorlar... Bu mesele kadınlara tesettür emrolunmazdan önce idi. Ben: Bu işi bugün mutlaka öğrenirim; dedim. Ve Âişe'nin yanına girerek:

— Ey Ebû Bekr'in kızı! İşi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ezîyyet verecek dereceye vardırdın öyle mi? dedim. Âişe:

— Benim seninle ne alâkam var ey Hattâb oğlu? Sen kendi kabına bak! dedi.

Bunun üzerine Hafsa binti Ömer'in yanına girerek ona:

— Yâ Hafsa! İşi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e eziyyet verecek dereceye vardırdın mı? Vallahi pek âlâ bilirsin ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) seni sevmiyor. Ben olmasam seni mutlaka bo-şardı; dedim. Hafsa çok ağladı. Ona:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) nerede? diye sordum.

— O yatak odasındaki kilerindedir; cevâbını verdi. Hemen (oraya) girdim Karşıma Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kölesi Rabâh çıkmaz mı!

Kilerin alt eşiğine oturmuş; ayaklarını ağaçtan oyulma (merdiven gibi) bir şeyin üzerine sarkıtmış... Bu (merdiven gibi şey) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, üzerine basarak inip bindiği bir kütük idi.

— Yâ Babâhl Yanında bulunan Resûlüllah. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna girmek için bana izin iste! diye seslendim. Rabâh bir odaya baktı; sonra bir de bana. Fakat bir şey söylemedi. Ben sesimi yükselterek tekrar:

— Yâ Rabâh! Yanında bulunan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna girmek için bana izin iste! Zannederim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim Hafsa için geldiğimi sanıyor. Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana onun boynunu vurmamı emrederse mutlaka boynunu vururum; dedim. Sesimi de yükselttim. Bunun üzerine Rabâh bana: Çık diye işaret etti. Derhal Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına girdim. Bir hasırın üzerine yaslanmıştı. Ben de oturdum. Örtüsünü araladı. Üzerinde bundan başka bir şey yoktu. Baktım, hasır yan tarafına iz bırakmış. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kilerini gözden geçirdim. Baktım ki, bir sâ' mikdarı bir avuç arpa... odanın bir köşesinde bir o kadar da karaz yaprağı var; bir de asılı deri... Bunu görünce göz yaşlarımı tutamadım, Bana:

«Neye ağlıyorsun ey Hattâb oğiu?» diye sordu.

— Yâ Nebiyyâllah, niçin ağlamayayım! Baksana hasır yan tarafına iz bırakmış. İşte kilerin! İçinde şu gördüklerimden başka bir şey görmüyorum! Öte yanda Kayserle Kisrâ meyveler ve ırmaklar içinde... Sen ise Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ve güzidesi olduğun halde işte kilerin!., dedim. Bunun üzerine:

«Ey Hattâb oğlu! Âhiret bizim, dünya onların olmasına razı değil misin?» buyurdular.

— Hay hay; dedim.

Onun yanına girdim gireli yüzünde öfke eseri görüyordum. Nihayet:

— Yâ Resûlallah, kadınlarının halinden gücüne giden şey nedir? Şayet onları boşadı isen hiç şüphe yok ki, Allah seninle beraberdir. Melekler de Cibrîl ile Mîkâîl de, ben, Ebû Bekr ve bütün mü'minler de seninleyiz, dedim. Allah'a hamdeylerim ki, söylediğim sözü Allah'ın tasdik buyuracağını ummadığım konuşmalarım azdır. Ve şu âyet (yani) tahyîr âyeti indi:

"O sizi boşarsa olur ki, Rabbi kendisine sizden daha hayırlı zevceler verir." Sure-i Tahrîm: âyet: 5

"Eğer onun aleyhine birbirlerine yardım ederlerse, onun yardımcısı da Allah, Cibrîl ve mü'minlerin sâlihleridir. Bütün bunlardan sonra melekler de (ona) yardımcıdır." Sure-i Tahrîm; âyet: 4

Âişe binti Ebî Bekr ile Hafsa, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sair zevcelerine karşı birbirlerini tutuyorlardı. Ben:

— Ya Resûlallah, sen onları boşadın mı? diye sordum. «Hayır!» cevâbını verdi.

— Yâ Resûlallah, ben mescide girdini de müslümanlar (yeri) çakıl taşları ile eşeliyor; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarını boşamış; diyorlardı. İnerek onlara senin kadınlarını boşamadığım haber vereyim mi? dedim.

«Evet, istersen (haber ver)» buyurdular. Kendileriyle konuşmağa devam ettim. Tâ ki öfkesi geçti; ve dişlerini göstererek gülümsedi. O insanların ağrı en güzellerindendi. Sonra Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (aşağı) indi. Ben de indim. Ama ben kütüğe tutunarak indim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise yerde yürür gibi ona eliyle dokunmadan indi.

-— Yâ Resûlallah, odada ancak yirmi dokuz gün kaldın? dedim.

«Ay yîrmi dokuz gece olur.» buyurdu. Bunun üzerine ben mescidin kapısına durarak olanca sesimle:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarını boşamamıştir; diye nida ettim; ve şu âyet indi:

"Onlara emniyete veya korkuya dâir bir şey gelirse onu yayarlar. Halbuki onu Resule ve kendilerinden ülülemir olanlara arz etseler mânâ çıkaranlar onu bilirdi." Sure-i Nisa; âyet: 83

Bu işi ben anlayıp çıkarmıştım; Allah (azze ve celle) de tahyîr âyetini indirdi.

Bu Bâbın rrivâyetleri îlâ vak'ası hakkındadır. Bundan murâd: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, bir ay kadınlarından uzaklaşmasıdır, îlâ hakkında az ileride ma'lûmat verilecektir. Burada yalnız hadîsin bâzı cümlelerini îzâh edeceğiz.

Taşlarla yeri eşelemek: Üzüntünün ifadesidir. Çünkü düşünceli ve üzüntülü bir insan ekseriya elindeki taş veya sopa ile yeri eşeler.

Aybe: İçine kıymetli eşya konulan kaptır. Hazret-i Âişe Ömer (radıyallahü anh): «Sen kendi kabına bak!» sözü ile; Sen kendi kızın Hafsa'ya nasihat et, demek istemiştir. Cümlede teşbih vardır. Hazret-i Hafsa kıymetli eşya muhafazasına benzetilmiştir.

Karaz; Selem denilen ağacın yapraklarıdır. Bu yapraklar tabaklıkta kullanılırmış.

Efîk: Henüz tabaklanması bitmemiş deri demektir. İstinbât: Kuyudan su çıkarmaktır. Müctehid ulemânın bir delilden hüküm çıkarmalarına da istiare yolu ile istinbât denilmiştir.

3765- Bize Hârûn b. Saîd El-Eylî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Süleyman yani İbn Bilâl haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yahya haber verdi.

(Dedi ki): Bana Ubeyd b. Huneyn haber verdi. O da Abdullah b. Abbâs'i rivâyet ederken dinlemiş. İbn Abbâs şunları söylemiş .:

— Bir âyetin mânâsını Ömer b. Hattab'a sormak niyetiyle bir sene bekledim. Heybetinden dolayı kendisine bir türlü soramıyordum. Nihayet hacc için (yola) çıktı. Onunla beraber ben de yola çıktım. Dönüşte biraz yol alınca bir haceti için misvak ağaçlarına doğru saptı. Ben de kazay-ı hacet edinceye kadar onu bekledim. Sonra onunla birlikte yola revân oldum. Ve:

— Yâ Emîrelmü'minîn, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) aleyhine zevcelerinden biri ile anlaşan iki kadın kimlerdir? dedim. Ömer (radıyallahü anh) ?

— Onlar Hafsa ile Âişe'dir; cevâbını verdi. Bunun üzerine:

— Vallahi bu meseleyi bir seneden beri sana sormak isterdim; ama heybetinden dolayı soramıyordum; dedim.

— Bunu yapma! Benim bildiğimi zannettiğin bir şeyi hemen bana sor: eğer ben onu bîlirsem sana haber veririm; dedi ve sözüne şöyle devam etti:

— Vallahi cahüiyyet devrinde biz kadınları insan yerine saymazdık. Nihayet Allahü teâlâ onlar hakkında indirdiklerini indirdi ve kendilerne yaptığı taksimi yaptı. Bir defa ben kendi kendime bir şeyi istişare ederken zevcem bana: Şöyle şöyle yapsan olmaz mı? deyiverdi. Ben de ona:

— Sana ne oluyor da bu işe karışıyorsun; benim yapmak istediğim bir şeye neden burnunu sokuyorsun? dedim. Kadın:

— Şaşarım sana ey Hattâb oğlu! Sen kendine kafa tutulmasını istemiyorsun; halbuki kızın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kafa tutup duruyor. O derecede ki, bütün gün efkârlı kalıyor; dedi. Bunun üzerine cübbemi alarak evimden çıktım ve Hafsa'nın yanına girdim. Ona dedim ki:

— Kızcağızım! Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e kafa tutarmışsın, hattâ bütün gün efkârlı kalırmış! Hafsa:

— Vallahi biz ona çok müracaatta bulunuyoruz; dedi.

— Bilirsin ki, ben seni Allah'ın azabından ve Resûlünün gazabından sakındırırım kızcağızım! Sakm seni o kendi güzelliğini beğenen, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisine olan sevgisine güvenen aldatmasın! dedim. Sonra (oradan) çıkarak karabetim olduğu için Ümmü Seleme'nin yanına girdim; ve onunla konuştum. Ümmü Seleme bana şunu söyledi:

— Şaşarım sana ey Hattâb oğlu! Her şeye karışırsın; hattâ Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile zevcelerinin arasına bile girmek istiyorsun!

Ümmü Seleme (nin bu sözü) bana öyle te'sîr etti ki, efkârımı bir parça yatıştırdı. Müteakiben onun yanından çıktım, Ensârdan bir dostum vardı. (Mecliste) bulunamazsam bana haber getirir; o bulunamazsa ben ona haber getirirdim. O tarihde biz Gassân hükümdarlarından bir kıraldan korkuyorduk. Üzerimize hücum etmek istediğini haber almıştık. Ondandan gözümüz korkmuştu. Derken dostum Ensârî gelerek kapıyı çaldı; ve:

— Aç, aç! dedi. Ben:

— Gassanh mı geldi? diye sordum.

— Ondan daha kötü! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zevcelerinden ayrılmış: cevâbını verdi. Ben de:

— Patlasın Hafsa ile Âişe; dedim. Sonra elbisemi alarak çıktım, geldim. Bir de baktım Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yatak odasında: Odaya merdivenle çıkılıyor. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in siyah bir kölesi de merdiven başında!..

— Ben Ömer'im; dedim. Müteakiben bana izin verildi. Ben de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bu hâdiseyi anlattım. Ümmü Seleme kıssasına gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülümsedi. Kendisi (kuru) bir hasır üzerinde idi. Vücûdu ile hasır arasında hiç bir şey yoktu. Başının altında içi lif dolu deriden bir yastık; ayaklarının yanında bir karaz yığını; başının ucunda asılı birkaç deri bulunuyordu. Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yan tarafında hasırın izini görünce ağladım.

— Niçin ağlıyorsun? diye sordu.

— Yâ Resûlallah, Kisrâ ile Kayser neler içinde yaşıyorlar neler!.. Halbuki sen Allah'ın Resûlüsün!., dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Dünya onların; âhiret de senin olmasına razı değil misin?» buyurdular.

3766- Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Affân rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd b. Seleme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana. Yahya b. Saîd, Ubeyd b. Huneyn'den, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi:

«Ömer'le birlikte dönüyordum. Merru'z-Zahrân denilen yere geldiğimiz vakit...» Râvi bu hadîsi Süleyman b. Bilâl hadîsi gibi rivâyet etmiştir. Yalnız o Şöyle deditir: «Ben: O iki kadının hâlü şanı nedir? diye sordum.

— Hafsa ile Ümmü Seleme'dir; buyurdular.» Bir de bu rivâyette râvi: «Hücrelere geldim. Bir de baktım her evde yas (ediliyor) ibaresi ile:

«Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir ay kadınlarının semtine uğramıyacağına yemin etmişti. Ay yirmi dokuz olunca yanlarına indi.» cümlesini ziyâde etmiştir.

3767- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Yahya b. Saîd'den rivâyet etti. O da Abbâs'ın âzâdlısı Ubeyd b. Huneyn'den dinlemiş. Ubeyd

Dedi ki: Ben İbn Abbâs'ı şunları söylerken işittim:

«Ömer'e, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında birbirleri ile anlaşan iki kadının kimler olduğunu sormak istiyordum. Fakat bir sene beklediğim halde bir türlü yerini bulup soramıyordum. Nihayet Mekke'ye müteveccihen kendisine arkadaş oldum. Merru'z-Zahrân'a vardığında kazayı hacete gitti. Ve:

— Bana tulumla su yetiştir, dedi. Ben de kendisine tulumla su götürdüm. Hacetini görüp döndüğü vakit ben ellerine su dökmeye gittim ve bu meseleyi kendisine anarak:

— Yâ Emîrelmü'minîn! O iki kadın kimlerdir? dedim. Sözümü bitirir bitirmez:

Âişe İle Hafsa'dir, cevâbını verdi.»

3768- Bize İshâk b. İbrahim el-Hanzalî ile Muhammed b. Ebî Ömer rivâyet ettiler. Hadîsin lâfzını ikisi de birbirine yakın ifâde ettiler. İbn Ebî Ömer: (Bize rivâyet etti) la'bîrinı kullandı. İshâk ise: (Bize Abdürrezzâk haber verdi) dedi. Abdürrezzâk: Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Ubeydullah b. Abdillâh b. Ebî Sevr'den, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi, demiş. İbn Abbâs şunları söylemiş:

«Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcelerinden, haklarında Allahü teâlâ'nın:

"Eğer tevbe ederseniz kalpleriniz söz dinledi demektir." Sure-i Tahrîm; âyet 4 buyurduğu iki kadının kimler olduğunu Ömer'e sormağa arzu eder dururdum. Nihayet Örner hacc etti. Onunla birlikte ben de hacc ettim. Biraz yol aldıktan sonra Ömer saptı. Elimde su tulumu olduğu halde onunla birlikte ben de saptım. Kazay-i hacet etti; sonra yanıma geldi. Ellerine su döktüm; abdest aldı. (O zaman):

— Yâ Emîrelmü'minîn: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcelerinden kendilerine Allah (azze ve celle)'nin:

 (Eğer tevbe ederseniz kalpleriniz söz dinledi demektir) buyurduğu iki kadın kimlerdir? dedim. Ömer:

— Şaşarım sana ey İbn Abbâsî Onları Hafsa ile Âişe'dir; cevabını verdi. (Zührî

Dedi ki: Vallahi Ömer, İbn Abbâs'ın sorduğu suâlden hoşlanmamış, fakat gizlememiştir.)

Bundan sonra Ömer, hadîsi rivâyete başladı, dedi ki:

— Biz, Kureyş cemaati kadınlara tahakküm eden bir kavim idik. Medine'ye geldiğimizde (orada) kadınları kendilerine tahakküm eden bir kavim bulduk. Az sonra bizim kadınlarımız da onların kadınlarından huy kapmağa başladılar. Benim evim Avâlî'deki Benî Ümeyye b. Zeyd kabilesinde idi. Bir gün karıma kızdım. Bir de baktım bana kafa tutuyor!.. Bana karşı söz söylemesini men'etüm. Kadın:

— Benim sana karşılık vermemi neden men' ediyorsun? Vallahi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevceleri bile ona kafa tutuyorlar da (bâzan) biri bütün gün akşama kadar kendisini terkediyor, dedi. Bunun üzerine oradan giderek Hafsa'nın yanına girdim. Ve:

— Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kafa mı tutuyorsun? dedim. Hafsa:

— Evet, cevâbını verdi.

— Sizden biriniz onu bütün gün akşama kadar terk ediyor mu? diye sordum. (Yine):

— Evet, cevâbını verdi. Dedim ki:

— Sizden bunu yapan muhakkak kendine yazık etmiştir. Biriniz Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gazabından dolayı Allah'ın kendisine gazâb etmeyeceğinden emîn olabiliyor mu? Şu halde böylesi helâk olmuş demektir. Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e kafa tutma, ondan bir şey isteme! Aklına geleni benden iste! Sakın ortağının Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) nezdinde senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın!» (Ömer burada Âişe'yi kasdetmiştir. Sözüne devamla) demiştir ki:

— Benim Ensardan bir komşum vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanıma inmek hususunda onunla nevbetleşirdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Bu suretle bâzan vahi haberini ve saireyi o bana getirir; bâzan da bunların mislini ben ona getirirdim. Aramızda: Gassânlılar bizimle harb etmek için atlarını nallatıyor; diye konuşurduk. Derken dostum Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına indi. Sonra yatsı zamanında bana gelerek kapımı çaldı; ve bana seslendi. Yanına çıktım.

— Büyük bir hâdise olmuş; dedi. Ben:

— Ne o? Yoksa Gassânlılar mı gelmiş? diye sordum.

— Hayır; ondan daha büyük ve uzun!.. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarını boşamış!.. dedi.

— Yazık! Hafsa mahvoldu, dedim: Ben bunun olacağını biliyordum. Onun için sabah namazını kıldığım gibi elbisemi kuşandım; sonra aşağı inerek Hafsa'nın yanına girdim. Hafsa ağlıyordu.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sizi boşadı mı? diye sordum.

— Bilmiyorum; işte kendisi! Şu yatak odasına çekilmiştir, dedi. Bunun Üzerine onun siyah bir kölesinin yanına gelerek:

— Ömer için izin iste! dedim. Köle hemen içeri girdi. Sonra benim yanıma çıkarak:

— Ona senin geldiğini söyledim, ama ses çıkarmadı, dedi. Bunun üzerine oradan çekilerek minberin yanına gittim; oturdum. Bir de ne göreyim! Onda bir cemaat oturuyorlar; Bazıları da ağlıyor!.. Biraz oturdum Sonra efkârım bana galebe çaldı; ve (tekrar) köleye gelerek:

— Ömer için izin iste! dedim. Köle içeri girdi. Sonra benim yanıma çıkarak:

— Ona senin geldiğini söyledim; ama ses çıkarmadı; dedi. Bunun Üzerine geri döndüm. Az sonra baktım köle beni çağırıyor!..

— İçeri gir; sana izin verdiler! dedi. Artık içeri girdim. Ve Resûlüllah selâm verdim. Baktım, dokuma bir hasır üzerine yaslanmış: hasır yan tarafında iz bırakmış.

— Yâ Resûlallah. kadınlarını boşadın mı? dedim. Başını bana doğru kaldırarak:

«Hayır!» cevâbını verdi. Bunun üzerine ben şunları söyledim: -s- Allah her şeyden büyüktür! Bizi bir görse idin yâ Resûlallah! Biz Kureyş cemaati kadınlara tahakküm eden bir kavim idik. Medine'ye geldiğimizde (orada) kadınları kendilerine tahakküm eden bir kavim bulduk. Az sonra bizim kadınlarımız da onların kadınlarından huy kapmağa başladılar. Derken bir gün karıma kızdım. Bir de baktım, bana kafa tutuyor!.. Bana karşı söz söylemesini men' ettim. Kadın:

— Benim sana karşılık vermemi neden men' ediyorsun? Vallahi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevceleri bile ona kafa tutuyorlar da (bâzan) birisi bütün gün akşama kadar kendisini terk ediyor; dedi.

— Onlardan bunu yapan muhakkak kendine yazık etmiştir; hiç biri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gazabından dolayı Allah'ın kendisine gazab etmeyeceğinden emin olabiliyor mu? O halde muhakkak helâk olmuştur; dedim.

Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülümsedi. Ben (sözüme devamla) dedim ki:

— Yâ Resûlallah, Hafsa'nın yanına girdim de (ona) şunları söyledim: Sakın ortağının Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) nezdinde senden daha güzel ve daha sevgili olması seni aldatmasın! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir daha gülümsedi. (Bu arada):

— Seninle sohbet edebilir miyim yâ Resûlallah? dedim.

«Evet!» cevâbını verdi. Ben de oturdum. Müteakiben başımı kaldırarak içeriye bir göz gezdirdim. Vallahi içeride üç deriden başka göze dokunur bir şey göremedim. Ve:

— Yâ Resûlallah, Allah'a duâ et de ümmetine bol rızk ihsan eylesin. İranlılarla Romalılar Allah'a tapmadıkları halde onlara bol rızklar ihsan eylemiştir; dedim. Bunun üzerine doğrularak oturdu; ve:

«Sen şüphede misin ey Hattâb oğlu? Onlar iyi amellerinin karşılığı kendilerine dünya hayatında peşin verilen bir kavimdirler.» buyurdu.

— Benim için mağfiret dile yâ Resûlallah, dedim.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zevcelerine pek ziyade gücendiğinden bir ay yanlarına girmemeye yemîn etmişti. Nihayet Allah (azze ve cellem) kendisini tekdir eyledi,

3769- Zührî

Dedi ki: Bana Urve, Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle dedi:

«Yirmi dokuz gece geçince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) benden başlıyarak yanıma girdi. Ben:

— Yâ Resûlallah, sen bizim yanımıza bû ay girmemeğe yemîn ettin; fakat yirmi dokuz gecede pirdin. Ben sayıyorum; dedim.

Bunun üzerine:

«Gerçekten ay (bâzan) yirmi dokuz çeker.» buyurdu. Sonra:

«Yâ Âişe! Ben sana bir şey söyleyeceğim, ama annenle babana danışmadan bu hususta cevap vermeğe acele etmeyebilirsin» dedi; ve bana:

 (Ey Peygamber, zevcelerine söyle!..) âyetini (büyük ecir hazırladı.) kavl-i kerîmine kadar okudu.

Âişe

Dedi ki: «Vallahi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ebeveyninin bana ondan ayrılmamı emretmeyeceklerini pek âlâ biliyordu. Ben de:

— Ebeveynime bu hususta mı danışacakmışım? Ben Allah ile Resûlünü ve dâr-i âhireti murâd ediyorum; dedim.»

Ma'mer

Dedi ki: Bana Eyyûb haber verdi ki, Âişe: «Benim seni ihtiyar ettiğimi kadınlarına haber verme; demiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona:

«Şüphesiz Allah beni tebliğe! olarak göndermiştir. Şaşırtıcı olarak göndermemiştir.» buyurmuşlar.

Kata de: «Kalpleriniz meyi etmiştir.» manasınadır; demiş.

Bu hadîsi Buhârî: «İlm», «Nikâh», «Tefsir», «Mezâlim», «Libâs» ve «Metâim» bahislerinde; Tirmizî: «Tefsîr»de; Nesâî de: «Savm» ve «Işretü'n-Nisâ'»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Hazret-i Ömer'in: «Nihayet Allahü teâlâ onlar hakkında indirdiklerini indirdi...» sözünden murâd: «Kadınlarla iyi geçinin.» «Onları zarara sokmak için nikâhınızda tutmayın!» «Size itaat ederlerse onların aleyhine çıkar yol aramayın.» gibi âyetlerdir. Nitekim: «Kendilerine yaptığı taksimi yaptı.» ifadesiyle de dörtte bir gibi mîrâs hisselerini ve kadınların nafakalarını kasdetmiştir.

Ömer (radıyallahü anh)’ın komşusu Itbân b. Mâlik El-Hazreci'dir. Bu zâtı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'e kardeş yapmıştı. Bazıları komşusunun Evs nâmında biri olduğunu söylerler.

Gassân: Aslında şam taraflarında bir suyun ismidir. Bu suyun civarında yaşayıp ondan içenlere Gassân iler denilmiştir. Gassânîler'in bir rivâyette dört yüz, diğer rivâyette altı yüz sene hüküm sürdükleri ve kendilerinden otuz yedi hükümdar geçtiği rivâyet olunur.

Meşrube veya meşrabe: «Su içilen yerdir. Bazıları bunun gurfe denilen yüksek oda mânâsına geldiğini söylerler. İbn Kuteybe'ye göre meşrube: Yüksek odanın önündeki sofa gibi yerdir. İbn Battal yiyecek ve içecek saklanan oda yani kiler mânâsına kullanıldığını söyler ki, burada münasib olan da budur.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin kapısını bekleyen siyah kölenin ismi Rabâh'tır.

Merm'z-Zahrân: Mekke yakınlarında bir vâdîdir.

Avâlî: Medîne-i Münevvere sırtlarındaki köylerdir. Bunların Medîne'ye uzaklıkları iki ile sekiz mil arasındadır. Medîne'nin şarkına düşen bu yerlerde Evs kabilesi yaşardı.

Hadîsin râvilerinden Ubeyd b. Humeyd için bütün nüshalarda «Abbâs’ın âzâdlısıdır» denümişse de hadîs ulemâsı bunu doğru bulmamış; mezkûr zâtın Zeyd b. Hattâb oğullarının âzâdlısı olduğunu söylemişlerdir.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) fnın suâline Hazret-i Ömer'in şaşması, tefsir ilminde bu kadar şöhreti olmakla beraber bu meseleyi bil-memesindendir. Zemahşerî: «Galiba Ömer (radıyallahü anh) onun sorduğu şeyden hoşlanmamış.» diyor. Nitekim bu cihete nefsi hadîste de İşaret olunmuştur.

Ekser-i rivâyetlerde tevbe etmelerine işaret buyurulan kadınlar Hazret-i Âişe ile Hafsa binti Ömer'dir. Yalnız Hammâd b. Seleme rivâyetinde bunların Hafsa ile Ümmü Seleme (radıyallahü anhûma) oldukları bildirilmiştir.

Bâ: Lügatte mutlak surette yemîn mânâsına gelir. Fukahanın ıstılahlarına göre ise bir kimsenin karısı ile bir müddet cinsî münasebette bulunmayacağına yemîn etmesidir. Bu hususta ulemâ ittifak halindedirler. Yalnız İbn Sîrîh'in: «Şer'î îlâ zevce ile cinsî münasebeti, konuşmayı ve nafaka vermek gibi şeyleri terk etmeye hamlolunur.» dediği söylenir.

Kâdî Iyâz (476-544): «Mücerred ilânın derhal talâk, keffâret ve mutâlebe îcâb etmeyeceği hususunda ulemâ arasında ihtilâf yoktur.» diyor.

Şer'î ilânın müddeti ihtilaflıdır. Sahabe ve tabiînin ekserisi ile Hicaz ulemâsına göre îlâ. dört aydan fazla bir müddet karısına yaklaşmayacağına yemîn etmekle olur; onlara göre dört ay yaklaşmamaya yemîn etmek îlâ değildir.

Kûfeliler'ce îlâ: Bir kimsenin karışma dört ay veya daha fazla müddet yaklaşmayacağına yemîn etmesidir.

Bu bâbda İbn Ebî Leylâ ile İbn Şubrume şü-zuz göstererek: «Karısına bir gün yaklaşmayacağına yemîn edip de sonra dört ay onun semtine uğramayan kimse îlâ yapmış sayılır.» demişlerdir.

İbn Ömer (radıyallahü anh)'dan bir rivâyete göre yemininde vakit tayîn eden kimse îlâ yapmış sayılmaz; velev ki tâyin ettiği müddet uzun olsun. îlâ ancak ebediyyen yaklaşmamaya niyet etmekle olur.

îlâda yemîn müddeti geçmeden cinsî münasebette bulunmakla hüküm sakıt olduğu gibi, dört aydan evvel talâk da vuku' bulmaz. Fakat cinsî münasebette bulunmadan dört ay geçerse Kûfeliler'e göre bir talâk vâki' olur. Bu talâkın bâyin mi ric'î mi olacağı ihtilaflıdır.

Hicaz ve Mısır uleması yle muhaddislere ve Zahirîler'e göre'bu surette yemîn sahibine: «Ya cinsî münasebette bulun; yahud karını boşa!» denilir. Boşamazsa kadını onun namına hâkim boşar. Şâfiîler'in mezhebi budur. Meşhur olan kavline göre bu meselede İmâm Mâlik de Şâfiîler'le beraberdir. Diğer kavlinde ise Kûfeliler'le beraberdir. Vâki' olan talâk ric'îdir.

İmâm Şafiî bir rivâyette hâkimin boşama hakkı olmadığını, fakat ya cima' yahud talâk için icbara hakkı olduğunu söylemiştir.

Bazıları ilâ için yeminin Öfke hâlinde ve zarar vermek maksadı ile yapılmasını şart koşmuşlarsa da cumhûra göre böyle bir şart mu'teber değildir. İlânın teferruatı için fıkıh kitaplarına müracaat etmelidir. Zâten az yukarıda da işaret ettiğimiz vecihle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in îlâsı bu kabilden değil, sırf bir ay kadınlarından uzaklaşmaktan İbaretti.

Hazret-i Ömer'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: «Benim için mağfiret dile!..» diye ricada bulunması, onun huzurunda dünya ni'met-lerini büyük görerek bu hususta söz etmek cüretinde bulunmasındandır.