48- Hariciler ve Sıfatlarını Beyan Bâbı 2496- Bize Muhammed b. Ruhm b. Muhacir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Yahya b. Şaîd'den, o da Ebû'z - Zübeyr'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Huneyn'den dönerken Ci'râne'de bir adam geldi. (O anda) Bilâl'ın elbisesi içinde gümüş vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gümüşten alıp kalka veriyordu. Gelen zât: — «Yâ Muhammed! Adalet göster!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) — «Vay canına! Ben, adalet göstermezsem kim gösterir? Adalet gös-termemişsem o hâlde ben haybet ve hüsrana uğramışım demektir.» buyurdular. Bunun üzerine Ömerü'bnu'l - Hattâb (radıyallahü anh) — «Bana müsâade buyur da şu münâfıkı tepeleyivereyim, ya Resûlallah!- dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) — «Halkın benim ashabınıı öldürdüğümü söylemelerinden Allah'a sığınırım. Şüphesiz ki bu zât ile arkadaşları Kur'ân'ı okurlar (amma okudukları Kur'ân) gırtlaklarından aşağı geçmez. Onlar ok'un, avı delip geçtiği gibi Kur'ân'dan fırlayıp çıkarlar.» buyurdular. 2497- Bize Muhammedü'bnu'l Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvahhâb Es - Sekafi rivâyet etti. (Dedi ki): Yahya b. Said'i şunu söylerken işittim: Bana, Ebû'z - Zübeyr haber verdi, o da Câbir b. Abdillâh'dan dinlemiş. H. 2498- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. CDedi ki) -. Bize Zeydü'bnü Hubâb rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Kurratü'bnu Hâlid rivâyet etti (Dedi ki): Bana Ebû'z' Zübeyr, Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ganimetleri taksim edermiş... Râvî hadîsi (yukarki minval üzere) rivâyet etmiştir. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu Fardi'l-Hums»'da muhtasaran tahrîc etmiştir. Ci'râne'de taksim edilen ganimet mallan Hevâzin kabilesinden alınmıştı. Bunlar 6.000 kadın ve çocuk, sayısız hayvan, 4.000 okiyye gümüşten ibaretti. Alınan develerin 24.000, koyunların 40.000'den fazla olduğu söylenir. Vâkıdi (130 - 207), o gün her gaziye dört deve ile kırk koyun verildiğini söyler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e «Adalet göster» diyen zât: Zülhuveysıra' dır. Nitekim rivâyetlerin birinde ismi tasrîh olunmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: «Adalet göstermem işsem, o halde ben haybet ve hüsrana uğramışım demektir.» cümlesi ile mukaabele etmiştir. Hadisin ekseri rivâyetleri bu şekildedir. Mezkûr cevapta bir mahzur yoktur. Zira şart vuku icâb etmez. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) adalet göstermeyen insanlardan değildir. Binâenaleyh haybet ve hüsrana uğramaz. Kâdı îyâz bu cümleyi muhatap sîgasıyla dahi rivâyet etmiştir. Bu taktirde mânâ: «Adalet göstermemiş sen o hâlde sen âdil olmayan bir İmâma tâbi olmakla haybet ve hüsrandasın.» demek olur. Nevevî bu mânâyı tercih etmiştir. Zeheb! (673-748), Zülhuveysıra' nm Hâriciler'in reisi olduğunu söyler. Bu hadiste Hazret-i Ömer'in: «Ya Resûlallah bana müsâade buyur da şu münafığı tepeleyivereyim!» dediği, başka rivâyette ise bu sözü Hâlid ü'bnü Velîd'in söylediği bildiriliyorsa da, iki rivâyetin arasında münâfaat yoktur. Çünkü o adamı her ikisinin de öldürmek istemiş olması mümkündür. «Kur'ân-ı okurlar amma gırtlaklarından aşağı geçmez...» cümlesi hakkında Kâdı îyâz iki te'vil rivâyet eder: 1. Te'vîle göre: Bu cümlenin mânâsı: «Kalpleri Kur’ân-ı Kerîm'i anlamaz; okuduklarından istifâdeleri olmaz. Kur'ân-ı sırf okuduklarıyla kalırlar.» demektir. 2. Te'vile göre: Bu cümle: «Onların hiç bir ibâdeti ve tilâveti kabul olunmaz.» mânâsına gelir. «Onlar, ok'un avı delip geçtiği gibi Kur'ân'dan fırlayıp çıkarlar.» cümlesi bir rivâyette «İslâm'dan», başka bir rivâyette «Dinden çıkarlar.» şeklindedir. Kâdi Iyâz’ın beyânına göre bundan murâd: «İslâmiyetten, ok'un avı delip geçtiği gibi çıkarlar.» demektir. Avı delip geçen ok'ta avdan hiç bir şey kalmadığı gibi bunlarda da İslâmiyet nâmına bir şey kalmaz. Hattâbî: «Burada murâd: Tâattır. Yani onlar Müslümanların İmâmına itaatten çıkarlar.» diyor. Bu ve emsali hadîsler dalâlet fırkalarından Hâriciler’i tekfir edenlerin delilidir. Mâzirî (453-536) diyor ki: Ulemâ Hâricîler'i tekfir hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu mes'ele hemen hemen sairlerine nisbetle en müşkil bir mes'eledir. Ebû'l- Meali' nin hâricileri tekfire meyleden Abdülhakk'ı bu mes'ele hakkında söz söylemekten menettiğini gördüm. Buradaki hatânın mevkii itibârı ile pek müşkil olduğundan bahisle onları mâzûr sayıyor; bir kâfiri dîne kabul etmenin ve bir Müslümanı dinden çıkarmanın dînen pek büyük bir mes'ele olduğunu söylüyordu. Bu bâbda Kâdı Ebû Bekir Bâkıllânî' nin sözü de muztaribdir. Usûl-i fıkıh ilminde: (Bâkıllânî bu mes'elenin müşkilât-tan sayıldığına işaret etmiştir. Çünkü bu adamlar sarahaten küfret-memiş ancak küfüre müeddi sözler söylemişlerdir.) denilmesi Bakıllâni’nin bu hususta tereddüdünü gösterir. Mâziri' sözüne devamla şunları söylüyor: «Ben, sana bu hilafın sırrım ve işkâlin sebebini izah edeyim. Meselâ bir mu'tezilî: (Allahü teâlâ âlimdir. Lâkin ilmi yoktur; diridir ama hayâtı yoktur.) der. Bu söz onu tekfir hususunda insanı iltibasa düşürür. Zîrâ biz dînimizden aldığımız malûmata göre biliyoruz ki (Allahü teâlâ diri ve âlim değildir.) diyen bir kimse bizzârûre kâfir olur. Âlim olan bir kimsenin ilmi olmaması ise imkânsızdır. Bu husus delille sabittir. Şimdi mu'tezilî Allah'ın ilmi yoktur deyince (bu adam Allah'ın âlim olduğunu inkâr etti) diye bilicma' kâfir oldu; ilmin aslını inkâr ettiği için Allah'ın âlim oluşunu itiraf etmesinin bir faydası yoktur mu diyelim; ;yoksa Allah'ın âlim olduğunu İtiraf etti diye ilmini inkârda bulunması küfrüne sebep olmaz hükmünü mü verelim. İşte müşkül olan burasıdır.) Şâfiîler'le Cumlıür-u Ulemâ'ya göre haricîler tekfir edilmezler. Kaderiyye, Mu'tezile vb. dalâlet fırkalarının hükmü de budur. İmâm Şafiî (rahimehüllah), «Hattâbîye» den mâada dalâlet fırkalarının şehâdetlerini kabul ederim.» demiştir. Hattâbiye, Râfıziler'in bir koludur. Bunlar kendi mezheplerinden olan bir kimsenin mücerred iddiası ile şahadette bulunurlar. Şehâdetlerinin kabul edilmemesi bid'atlarından değil, bu mes'eleden dolayıdır. 2499- Bize Hemmâd b. Seriyy rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'l - Ahvas, Saîd b. Mesrûk'dan, o da Abdurrahmân b. Ebî Nu'm’ dan, o da Ebû Said-î Hudriden naklen rivâyet etti. Ebû Saîd Şöyle dedi: Alî (radıyallahü anh) Yemen'de İken Reslüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) toprağı üzerinde bir altın külçesi gönderdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu dört kişi (yani): Akra1 b. Habis El - Fanzalî, Uyeynetü'bnü Bedr El - Fezâri, Âlkametü'bnu Ulâsete'l -Âmiri —ki sonradan Benî Kilâb'dan olmuştur.— ve sonra Benî Neb-hândan olan Zeydü'l - Hayr Et - Tâî arasında taksim etti. Bunun üzerine Kureyşliler kızdılar ve: — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi bırakıp da Necid'in büyüklerine mi veriyor? dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — «Ben, bunu ancak onların kalplerini yatıştırmak için yaptım.» buyurdu. Derken gür sakallı, elmacıkları çıkık gözleri çukur, alnı yüksek ve başı tıraşlı bir adam gelerek: — «Allah'dan kork, yâ Muhammed!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-- — «Ben, isyan edersem, Allah'a kim itaat eder? Bana siz emniyet etmezseniz hiç o bana yer yüzünde yaşayan insanlar için emniyet eder mi?» buyurdu. Sonra o adam dönüp gitti. Cemaattan biri —ki Hâlidü'bnu Velîd olduğu zannedilir.— onu öldürmek için izin istedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'- — «Bu adamın sülâlesinden öyle birtakım insanlar gelecek ki, Kur'ân-ı okuyacaklar fakat gırtlaklarını geçmiyecek, Müslümanları öldürecekler ve putlara tapanları bırakacaklar, İslâm'dan ok'un avı delip geçtiği gibi çıkacaklar. Ben, bunlara yetişmiş olsam kendilerini mutlaka Âd kavminin tepelendiği gibi' tepelerdim.» buyurdular. 2500- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvâhid, Umâratü'bnü Ka'kaa'dan rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân b. Ebİ Nu'm rivâyet etti. (Dedi ki): Ebû Saîdi Hudri'yi şunu söylerken dinledim: Alîyyü'bnü Ebî Tâlib, Yemen'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tabaklanmış bir meşin torba içinde henüz toprağından tasfiye edilmemiş altın külçesi gönderdi. O da, bunu dört kişi (yani) Uyeynetü'bnu Hısn, Akra' b. Habis, Zeydü'l - Hayl —dördüncüsü de ya Âlkametü'bnu Ulâse yahut Âmiru'bnü Tufeyl olacak— arasında taksim etti. Bunun üzerine Ashabından biri: — «Biz, bu altına bunlardan daha lâyık idik.» dedi. Bu söz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'üı kulağına vardı da: — «Ben, semâdakiler nezdinde emîn olduğum akşam sabah bana semâdan haber geldiği hâlde sîz bana emniyet etmiyor musunuz?» buyurdu. Derken çukur gözlü, çıkık şakaklı, geniş alınlı, gür sakallı, başı tıraşlı ve gömleği yukarıya çekik bir adam kalkarak: — «Ya Resûlallah! Allah'tan kork.» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' «Yazık sana. Ben yeryüzündeki insanların Allah'tan korkmaya en lâyık olan değil iniyim?» buyurdu. Sonra adam dönüp gitti. Arkasından Ha-Udü'bnu Velîd: «Ya Resûlallah! Şunun boynunu vuruvereyim mi?- dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) — «Hayır, belki ileride namaz kılan bir kimse olur. buyurdu. Hâlid: — «Nice namaz kılan var ki: Kalbinde olmayanı dili ile söylüyor.» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) — «Ben, ne İnsanların kalplerini açmaya me'mûrum ne de karınlarını yarmaya!» buyurdu. Sonra gitmekte olan o adama bakarak: — «Muhakkak bu adamın sülâlesinden öyle bir kavim zuhur edecek ki, Allah'ın kitabını kolaycacık okuyacaklar, (fakat) okudukları gırtlaklarını gecmiyecek; dinden ok'un avı delip geçtiği gibi çıkacaklar.» buyurdular. Râvî: «Zannederim: Ben, onlara yetişsem kendilerini mutlaka Semûd kavminin tepelendiği gibi tepelerdim; buyurdu.» demiş. 2501- Bize Osman b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Umaratü'bnü Ka'kaa'dan bu isnâdi rivâyette bulundu. (Yalnız o): «Alkametü'bnü Ulâse de...» dedi, Amini'bnü Tufeyl'i zikretmedi. Bir de: «Alnı çıkık.» dedi «Nâsiz» kelimesini söylemedi. -Şunu da ziyâde etti: «Bunun üzerine Ömeru'bnü'l - Hattâb (radıyallahü anh), o adama kalkarak: — «Ya Resûlallah Şunun boynunu vuruvereyim mi?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'. — «Hayır!» cevâbını verdi. Sonra Ömer gitti, adamı vurmak üzere Allah'ın kılıcı Hâlid ayağa kalktı ve: — «Ya Resûlallah şunun boynunu vuruvereyim mi?» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (ona da): — «Hayır cevâbını verdi.» Ve sözlerine şunu ilâve etti: — «Bu odamın sülâlesinden öyle bir kavim çıkacak ki, o kavim Allah'ın kitabını kolaycacık okuyacakları Râvî Dedi ki: Umara: — «Zannederim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): —Ben, onlara yetişmiş olsam, kendilerini mutlaka Semud'un tepelendikleri gibi tepelerdim; buyurdu.» dedi. 2502- Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Fudayl, Umâratü'bnü Ka'kaa'dan bu isnâdla rivâyet etti ve: «Dört kişi (yani) Zeydü'l - Hayr, Akra b. Habis, Uyeynetü'bnu Hısn ve Âlkametü'bnü Ulâse yahut Amiru'bnü Tufeyl arasında taksim etti.» dedi, o da Abdülvâhid'in rivâyeti gibi «yüksek alınlı.» dedi. Birde: «Bu adamın sülâlesinden bir kavim çıkacak.» dedi; «Ben, onlara yetişsem kendilerini mutlaka Semûd kavminin tepelendiği gibi tepelerdim.» cümlesini zikretmedi. 2503- Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvahhâb rivâyet etti. (Dedi ki): Yahya b. Said'i şöyle dreken dinledim: Bana, Muhammed b. İbrahim, Ebû Seleme ile Ata’ b. Yesâr'dan naklen haber verdi ki, bu iki zât Ebû Saıd-i Hudrî'ye gelerek Harüriler hakkında suâl sormuşlar: — «Sen, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların lâfını ederken işittin mi?» demişler. Ebû Saîd: — «Ben, Harûrilerin kim olduklarını bilmiyorum. Lâkin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'iî — Bu ümmetin İçinde —bu ümmetten dememiş— öyle bir kavim türeyecek ki, onların namazlarına bakarak siz kendi namazınızı küçümseyeceksiniz. Kur'ân'ı okuyacaklar fakat boğazlarını —yahut gırtlaklarını— geçmiyecek. Dinden ok'un avı delip geçtiği gibi çıkacaklar. (Hani) avcı, ok'una ok'un demirine, giriş yerine bakar da acaba ok'a kandan bir şey yapıştı mı? diye nasıl şüphe eder, buyururken işittim.» demiş. Bu hadîsi Buhârİ «Kitâbü'l-Enbiyâ», «Kitâbu't-Tefsir», «Kitâbu't - Tevhîd» ve «Kitâbü'l - Megazî»'de; Ebû Dâvûd “Kitâbü's-Sü«ıne»'de: Nesâî «Kitâbu'z-Zekât-tle «Kitâbu’t-Tefsîr» de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendilerine Yemen' den gelen altını taksim ettiği dört zâttan «Zeydü'l - Hayr» bâzı rivâyetlerde «Zeydü'l - Hay!» şeklinde zaptedilmiştir. Bunların ikisi de doğrudur. Câhiliyet devrinde Hazret-i Zeyd'e «Zeydü'l-Hayl» denirmiş, Müslüman olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine -Zeydü'l - Hayr» unvanını vermiş. Çünkü araplar içersinde ondan çok at'ı olan yokmuş. Hazret-i Zeyd şâir, hatîb ve cesur bir zât olup, cömertliği ile de meşhûrmuş. Âlkametü'bnü Ulâse dahi kavminin eşrafından halim selim ve akıllı bir zât imiş. Ancak cömertlikle meşhur değilmiş. Müslim'in rivâyetlerinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu taksimine Kureyş'in canı sıkıldığı bildirilmişse de» Buhârî'nin rivâyetinde Kureyşliler'le birlikte Ensâr’ın da gücendikleri kaydolunmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelen şahsın Zül-huveysira, olduğunu bundan evvelki rivâyetlerde görmüştük. İsminin Nafis yahut Harkûs b. Züheyr olduğu söylenir. Bundan sonraki rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in «Karo bir adam...» diye bahsettiği şahıs budur. Kendisi Habeşliyimiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e nezaketsizlik gösteren bu adamı öldürmek isleyen zâtın Hâlidü'bnu Velid olduğu Müslim ile Buhârî'de şekk ile ifâde edilmişse de diğer sahih rivâyetlerde kafi olarak Hazret-i Halid olduğu bildirilmiştir. Hattâ bir rivâyette Hazret-i Ömer'in, diğer rivâyette Ömer (radıyallahü anh) ile Hazret-i Hâlid'in onu vurmak istedikleri bildirilmiştir. Bu hususta az yukarıda söz geçmişti. Bu rivâyetlerde dinden, ok'un avı delip geçtiği gibi çıkacakları bildirilen kavimden murâd: Hâriciler'in İslâm hükümdarına itaat etmemeleridir. Filhakika Hâricîler Hazret-i Ali' ye karşı çıkmışlar, Hazret-i Ali' nin gönderdiği elçiyi öldürmüşlerdi. Ali (radıyallahü anh) öldürdükleri zâtın diyetini istemek üzere kendilerine adam göndermiş fakat Hâriciler: — «Diyetini nasıl verebiliriz? Onu, biz hep birden öldürdük.» diyerek, diyet vermekten imtina etmişler. Bunun üzerine Hazret-i Ali onlarla mukaatele ederek ekserisini imlıa etmiştir. Hâriciler'in 5.000 kişi olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi 10.000 kişi olduklarını ileri sürenler de vardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müellefe-i kulüb'a taksim ettiği malın nereden geldiği ihtilaflıdır. Bazıları ganimetin beşte birinin beşte biri olduğunu iddia etmiş fakat bu kavil kabul edilmemiştir. Bir takımları doğrudan doğruya ganimetten verildiğini çünkü ganimetin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsûs olduğunu söylemiş ancak bu kavil de reddedilmiştir. Çünkü ganimetin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsûs olduğunu bildiren âyet neshedilmiştir. Ebû Ubeyde'ye göre gazilere dağıtılan mallar: Ganimetin beşte birinden idi. Müslümanların hükümdarı ganimetin beşte birini icâbında Müslümanların yararına olmak şartıyla dilediği kimselere verebilir. Yalnız bu hükme varabilmek için Yemen’ den gönderilen altının Huneyn ve Hayber ganimetlerinden , olmadığım hatırlamak gerekir. Çünkü oralardan alınan ganimetlerin hepsi daha o zaman taksim edilmiş bitmişti. Harûriler' den murâd: Hâriciler' dir. Harûrâ denilen mevkîye yerleştikleri için kendilerine bu isim verilmiştir. Harûrâ: Irâk'da Kûfe'ye yakın bir köydür. Hâriciler Ehl-i adalet Müslümanlarla harbetmeye bu köyde karar vermişlerdir. Hadisin bir rivâyetinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hâriciler için: «Ben, onlara yetişmiş olsam, kendilerini Âd kavminin tepelendiği gibi..» Diğer rivâyette: Semûd kavminin tepelendiği gibi tepelerdim.» buyurmuştur. Bundan murâd: Onlardan hiç bir kimse bırakmamak şartıyla cinslerini söndürmektir. Çünkü Ad ve Semûd kavimlerinin tepelenmesi böyle olmuştur. Hadis-i şerif, Haricîler' le muharebeye teşviki ve onlarla cenk eden Hazret-i Alî' nin faziletini tezammün etmektedir. Bâbımız hadîsinin Kuteybe rivâyetinde «Dördüncüsü yâ Alkametü'bnü Ulâse yahut Âmiru'bnü Tufeyi » denilmişse de ulemâ burada zikredilen Âmir lâfzının açık bir hatâ olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Âmir bu hadiseden senelerce evvel vefat etmiştir. Doğrusu şüphe ile değil, cezm sîgasıyla «Dördüncüsü Alkametü'bnü Ulâse» dir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Ben, ne İnsanların kalplerini açmaya me'mûrum ne de karınlarını yarmaya!» cümlesiyle «Biz, zahire göre hükmederiz, bâtını ancak Allah bilir.» kaaidesine işaret etmiştir. 2504- Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. (Dedi ki): Bana Ebû Selemete'bnu Abdirrahmân, Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen haber verdi. H. 2505- Bana Harmeletü'bnü Yahya ile Ahmed b. Abdirrahmân El - Fihrî rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. (Dedi ki): Bana Ebû Selemete'bnu Abdirrahmân ile Dahhâki Hemdâni haber verdiler ki, Ebû Saîd-i Hudri şunları söylemiş: — «Bir defa biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında bulunuyorduk. Kendisi bir mal taksim ediyordu. (Derken) Beni Temîm'den biri olan Zülhuveysıra geldi ve: — -Ya Resûlallah ! Adalet göster; dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) — Yazık sana! Ben, adalet göstermezsem kim gösterir? Adalet göstermezsem ben haybet ve hüsrana uğramışım demektir; buyurdular. Bunun üzerine Ömeru'bnü'l-Hattata (radıyallahü anh) — Ya Resûlallah ! Bunun için bana müsâade buyur da boynunu vurayım! dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) — Bırak Sen onu. Çünkü onun öyle birtakım arkadaşları var ki, kıldıkları namazın yanında sizden biriniz kendi namazını küçümser, oruçlarının yanında kendi orucunu küçümser. Bu adamlar Kur'ân-t okurlar fakat (okudukları Kur'ân) köprücük kemiklerini geçmez. İslâm'dan, ok'un avı delip geçtiği gibi çıkarlar. (Hani) böyle bir ok'un demirinde nasıl (kan nâmına) bir şey bulunmaz, sonra giriş yerme bakılır yine bir şey bulunmaz, sonra ağaç kısmına bakılır, orada da bir şey bulunmaz: tüy kısmına bakılır, orada da bir şey bulunmaz. (Hâlbuki) ok avın işkembesini ve koni delip geçmiştir. Onların alâmeti kara bir adamdır. Bu adamın pazılarından biri kadın memesi yahut sallanan et parçası gibidir. Bunlar insanların tefrikaya düştükleri zaman çıkar; buyurdular. Ebû Said Dedi ki: «Ben, bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiğime şahadet ederim. Ve yine şahadet ederim ki Alîyyu'bnu Ebi Talib (radıyallahü anh) ben de beraberinde olduğum hâlde (Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in haber verdiği) bu adamlarla harbetti. Bu kara adamın aranmasını emretti. Adam aranıp bulundu ve getirildi. Ona baktım tıpkı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in tavsîf buyurduğu sıfatta idi.» Bu rivâyeti Buhârî -Kitâbu’l -Menâkib»'de tahric etmiştir. Sa'lebi'nin (?-427) «tefsir»'inde bu rivâyet hakkında şu malûmat verilmektedir: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hevâzih kabilesinden alınan ganimetleri taksim ederken yanına Hâriciler' in. reisi Zülhuveysıra geldi. Ve ona: (Adâlet göster.) dedi. Ama bu Zülhuveysıra mescide bevleden Zülhuveysıra seğijdir. Mescide bevteden Zülhuveysırati'l - Yemânî'dir. Gelen Zülhuveysıra ise Temim kabilesine mensûbdur.» İbn Esîr dahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e. — «Adalet göster.» diyen Zülhuveysıra'nın Benî Temim'den Sahâbi bir zât olduğunu söyler. Vâkıdi, onun bir çok meşhur harplere iştirak ederek yararlıklar gösterdiğini, sonradan Hâricîler'e katıldığını, Hazret-i Alî'nin öldürdüğü Zülhuveysıra bu olmadığını kaydetmiştir. «Bunlar, insanların tefrikaya düştükleri zaman çıkarlar.» cümlesinden murâd; Hazret-i Ali ile Muâviye (radıyallahü anhüma) arasındaki tefrikadır. Bu rivâyetlerde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mucizeleri dikkati çekmektedir. Zira istikbâle ait bir takım haberler vermiş, bunların hepsi gün gibi meydana çıkmıştır. Mezkûr haberler ümmetinin kendinden sonra payidar olacağını, kuvvet ve şevket kazanacağını; iki fırkaya ayrılacaklarını, bir taifenin haksız yere dinde şiddet göstereceklerini, namaz kılmakda, Kur'ân okumakda mübalâğa yapsalar da İslâmın hukukunu ifâ etmiyeceklerini ehl-i hak Müslümanlarla harbedeceklerini, Müslümanların kendilerini öldüreceklerini, içlerinde siyah renkli bir adam bulunacağını tezammun etmektedir. 2506- Bana Muhammedü'bnü'l - Müsennâ rivâyet etti (Dedi ki): Bize İbn Ebî Adiyy, Süleyman'dan, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd'den naklen rivâyet etti ki. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti içinden zuhur edip, insanların tefrikaya düştükleri zamanda çıkacak Ve alâmetleri başlarını traş etmek olacak bir kavim zikretmiş; (onlar hakkında) şöyle, buyurmuştur: «Bunlar halkın en kötüleridir. —Yahut en kötü mahfüknattöndsr..—-Ontcn iki taifenin hakka en yakın olanı öldürecektir.» Ebû Saîd Dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar için misâl getirdi: —Yahut şu sözü söyledi:— «Bir adam nasıl avı vurur, —yahut hedefe atar— da ok'un demirine bakar, kan izi göremez, ağaç kısmına bakar kan izi göremez, yay'a giriş yerine bakar yine bir kan İzi göremezse (bunlar da öyledir.)» Ebû Saîd: «Onları sizler öldürmüşsünüzdür ey Iraklılar!» demiş. 2507- Bize Şeybân b. Ferruh rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Kâsım yani İbn’l-Fadl El-Huddânî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Nadra, Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti. Ebû Saîd Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)- «Müslümanların arasına tefrika girdiği vakit dînden çıkan bir taife zuhur edecek. Onları iki taifeden hakka en yakın olanı öldürecektir.» buyurdular. 2508- Bize Ebû'r - Rabî' Ez - Zehrânî İle Kuteybetü'bnu Saîd rivâyet ettiler; Kuteybe Dedi ki: Bize Ebû Avâne, Katâde'den, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivâyet etti. Şöyle dedii Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'. «Ümmetim İçinde iki fırka meydana gelecek, bunların arasından biri dinden çıkacak. Bunların katlini hakka en yakın olan fırka üzerine alacaktın buyurdular. 2509- Bize, Muhammedü'bnu'l - Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdil’a’lâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Dâvûd, Ebû Nadra1’dan, o da Ebû Saîd-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «İnsanlar tefrikaya düştüğü zaman dinden çıkan bir tâif türeyecek, bunların katlini iki taifeden hakka en yakın olanı üzerine alacaktır.» buyurmuşlar. 2510- Bana Ubeydullah El - Kavârîri rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Abdillâh b. Zübeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Habîb b. Ebî Sâbit'den, o da Dahhâki Mişrakî'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ettiği bir hadîsde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ümmetin muhtelif fırkalara ayrıldığı bir zamanda bir kavim ortaya çıkacağını, bunların iki taifeden hakka en yakın olanı öldüreceğini beyân etmiştir.» Nevevî diyor ki: «Bu rivâyetler, Hazret-i Ali' nin haklı, Hazret-i Muâviye taraftarlarının haksız ve müteevvil olduklarını sarahaten göstermektedir. Yine bu rivâyetlerden her iki taifenin de mü'min olduklarına, birbirleriyle harp etmekle dinden çıkmadıklarına, fâsik dahi olmadıklarına sarahaten delil vardır. Bizim mezhebimizle bu bâbda bize muvafakat eden ulemânın mezhepleri budur.» Kelâm ilminde beyân olunduğu vecîhle Alî Muâviye (radıyallahü anh) hazerâtınm muharebeleri hakkında ileri geri söz söylememek, kendini hakem mevkiine çıkararak birini haklı diğerini haksız görmemek, her iki sahâbî müctehid oldukları için bu bâbdaki hatâyı ictihâdda hatâ sayarak, her ikisi hakkında da (radıyallahü anh) demek ehl-i sünnetin şiarıdır. İmâm Gazâlî (450 - 505)'nin rivâyetine göre büyüklerden bir zât rüyasında kıyâmetin koptuğunu görmüş, Alî ile Muâviye hazerâtını getirmişler, dâvaları görüldükten sonra Hazret-i Alî: «Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki dâva lehime hükmolundu.» diyerek gitmiş; ondan sonra Hazret-i Muâviye görünmüş, o da: «Kabe' nin Rabbine yemin ederim ki Rabbim beni affetti.- diyormuş. |