Geri

   

 

 

 

İleri

 

31- Sadakayı Gizli Vermenin Fazileti Bâbı

2427- Bana Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnü'l - Müsennâ hep birden Yahye'l – Kattan’dan rivâyet ettiler. Züheyr

(Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Ubeydullah'dan rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Hubeyd b. Abdirrahmân, Hafs b. Asımdan, o da Ebû Hüreyre’den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen haber verdi; şöyle buyurmuşları

Yedi sınıf İnsan vardır ki Allah onları kendi (arş'ının) gölgesinden başka hiç bir gölge bulunmayan (kıyâmet) gün (ün)de (arş'ının) gölgesinde gölgelendirecektir. (Bunlar): Âdil hükümdar, Allah'a ibâdet ede ede yetişen genç, kalbi mescidlere bağlı olan kimse, Allah için sevişen, onun için bir yere gelen; onun için biribirinden ayrılan iki kimse, kendisini mevkii sahibi, güzel bir kadın (fenâtiğa) davet ettiği hâlde:

— Ben Allah'dan korkarım; diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kimse ve tenha bir yerde Allah'ı zikrederek gözleri boşanan kimselerdir.»

2428- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Mâlik'e Hubeyd b. Abdirrahmân'dan dinlediğim, onun da Hafs b. Asım'dan, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den yahut Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet ettiği su hadîsi okudum: Ebû Saîd yahut Ebû Hüreyre şunları söylemiş: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)— buyurdu.»

Râvi, Ubeydullah'ın hadisi gibi rivâyette bulunmuş ve «Mescid' den çıktığı vakit tekrar ona dönünceye kadar (kalbi) mescide bağlı olan adam...» demiştir.

Bu hadîsi Buhârî «Ezan?» ve «Zekat» bahislerinde, Tirmizî «Zühd»'de, Nesâî «Kaza» ve «Rukaak» bahislerinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Hadisteki (Yedi) tâbirine «Yedi sınıf insan...» diye mânâ verilmesi, kadınlara da şâmil olsun diyedir. Zîrâ usûl-ü fıkıh ulemâsı şeriatın ahkamının bütün mükelleflere şâmil olduğunu söylemişlerdir. Tahsise delil olmadıkça bir kişiye verilen hüküm bütün mükelleflere verilmiş sayılır.

Bu hadîste betahsîs yedi sınıf insan zikredümişse de usûl-ü fıkıh ilmine göre bir şey'i adetle bildirmek, hükmün o adetten mâadasına şâmil olmadığına delâlet etmez, Nitekim Müslim'in rivâyet ettiği bir hadiste:

«Her kira borçlu bir fakire mühlet verir yahut alacağını bağışlarsa Allah o kimseyi arş'ının gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyâmet gününde arş'ınnı gölgesinde gölgelendirir.» buyurulmuştur.

Mezkûr hadiste beyân buyurulan iki haslet Bâbımız hadîslerin-deki hasletlerden başkadır. Bu da gösterir ki bir şey'i adetle bildirmek hükmün o adetten başkasına şumûlü yok mânâsına gelmez.

Kâdı îyâz'ın beyânına göre zillin Allah'a izafesi, mil-kin izafesi kabilindendir. Her zül, Allah'ın milkidir. Fakat Ayni' ye göre buradaki izafet teşrif kabilindendir. Zîrâ başkalarından te-mayyûz ancak bu suretle hâsıl olur. Nitekim yeryüzündeki bütün mescidler Allah'ın nülki olduğu hâlde, teşrif için Kabe' ye: «Beytullah» yani Allah'ın evi, denilmiştir. Bundan maksat: Onun şerefini beyândır.

Allahü teâlâ hakkında gölgenin hakikatim murâd etmek muhaldir. Çünkü gölge cisimlerin hâssalarındandır. Teâlâ Hazretleri ise bu gibi şeylerden münezzehtir. Allah'ın zillinden murâd: Arş'ın gölge-sidir. Nitekim bir rivâyette:

Allah, onları arş'ının gölgesinde gölgelendirecektir.» buyurularak bu cihet tasrih olunmuştur.

Bazıları: «Allah'ın gölgelendirmesinden murâd: «Onları rahmeti ile örtmesidir.» demişlerdir. Ki, arş'ın gölgesinde gölgelendirmek te bunu istilzam eder.

Bir takımları: «Buradaki gölgeden murâd: Tûbâ ağacının yahut cennet'in gölgesidir.» demişlerse de, hadîsimizdeki «Allah'ın arş'ı gölgesinden başka gölge bulunmayan...» ifâdesi bu kavli reddetmektedir. Zira gölge bulunmayan günden murâd: Kıyâmet günüdür.

Tûbâ ağacı ile cennetin gölgeleri ise cennetlikler cennete girip yerlerini aldıktan sonra görülecektir. Sonra cennetteki gölgeler oraya giren bütün insanlara âmm ve şâmildir. Hâlbuki Bâbımız hadîsi zikri geçen yedi sınıf insanın sair insanlardan ayrı muamele göreceklerine delâlet etmektedir ki, bu ancak kıyâmette insanlar Rabbü'l-Âlemîn Hazretlerinin huzûr-u mânevisine durdukları, güneşin tepelerine inerek kendilerini kasıp kavurduğu o müthiş günde vukûbula-caktır.'

Adil hükümdar hakkında ulemâ birkaç vecıhie beyanâtta bulunmuşlardır. Şöyle ki:

1- Âdili Adaletle hükmeden, mânâsına gelen ism-i fail bir kelimedir. Ebû Ömer İbn Abdilberr'in beyânına göre «El - Muvatta'» râvîlerinin ekserisi bu kelimeyi «Âdil» şeklinde ism-i fail olarak rivâyet etmişlerdir.

«Adi» şeklinde rivâyet edenler de vardır.

Lügat ulemâsı bu şekli ihtiyar etmişlerdir. «Adi» kelimesi mastardır. Onunla erkek, kadın, müfred ve cemi' sıfatlanabilir.

İbn Esîr bu bâbda şunlan söylemiştir: «Adi» aslında mastardır. Sonradan (Adil) mânâsına kullanılmıştır ve âdilden daha beliğdir. Çünkü âdil bir kimseye (adi) demek o kimseyi adaletin kendisi yapmaktır.

2- Âdil'in asıl mânâsı: Her şey'i yerli yerince koyan, demektir. Bazıları: «Akaaid'de olsun, amel veya ahlâkta olsun ifrâdla tehrîd arasında bulanandır.» demişlerdir.

Bir takımları: «Âdil. İnsan kemâlâtmın üç esâsını yani hikmet, şecaat ve iffeti kendinde toplayan kimsedir.» derler.

Hikmet: Akıl kuvvetinin, şecaat yani cesurluk: gadab kuvvetinin, iffet de şehvet kuvvetinin orta dereceleridir.

Adili: «Allah'ın hükümlerine itaat eden kimsedir.» diye tarif edenler bulunduğu gibi, «Teb'anın haklarına riâyet gösterendir.» şeklinde tarif edenler de vardır.

Hâsılı âdil: Müslümanları" umurundan birine nezâret eden vali ve hâkim gibi kimselerin umûmuna şâmil bir kelimedir.

3- İmâm: Hükümdar, vali gibi Müslümanların başında bulunup, onları idare eden kimsedir. Hadîs-i şerîfde âdil İmâmın yedi sınıfın başında zikredilmesi, gördüğü işler pek çok ve faydası umûmi olduğu içindir. Adil İmâm vasıtasıyla Teâlâ Hazretleri pek büyük işleri yoluna koyar. Onun içindir ki: «Peygamberlerden sonra derece itibarı ile Allah'a adil İmâmdan daha yakın kimse yoktur.» derler.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) «Bir kavim haksız yere hükmetmeye başlarsa Allah onların üzerine zâlim bir İmâm musallat kılar.» demiştir.

Hadîs-i şerîfde beyân buyurulan yedi sınıftan ikincisi Allah'a ibâdet ederek yetişen gençlerdir. Burada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in «adam» demiyerek: genci zikretmesi, gençlikte ibâdet insana daha zor geldiği içindir. Çünkü gençlikte insana şehvetler galebe çalar, hevâ ve hevese tabî kılacak sebepler çoktur.

Yedi sınıftan üçüncüsü: kalbleri mescidlere bağlı, namaz hiç bir zaman akıllarından çıkmayan kimselerdir. Kalbin mescide bağlanması, namaz vakitlerini beklemekten kinayedir. Namaza müdavim olan kimseler camiden çıkar çıkmaz ondan sonraki namazın vaktini beklerler. Bu da onların namazı cemaatla kılmalarını istilzam eder.

Dördüncü sınıf: Birbirlerini Allah için sevenlerdir.

Hadis-i şerîfde «birbirlerini seven iki adam» denildiğine göre bahsedilen sınıfların yedi değil, sekiz olduğu hatıra belebilirse de, ha-kîkatta sınıflar yine yedidir. Çünkü bu cümlenin mânâsı: «Başkasını Allah için seven adam» demektir. Sevgi nisbî bir şey olduğundan onu nisbet etmek için en az iki kişi lâzımdır. «iki adam» denilmesi bundandır.

«Onun için bir yere gelen ve onuniçin ayrılan iki kimse...» ifâdesinden murâd: Allah aşkı ile buluşan ve bu sebeple beraberce oturup konuşan ve nihayet o meclisden ayrılıp giden kimselerdir. Fakat bu cümleyi «O meclisten dağıldıktan sonra birbirlerini sevmeleri sona erer.» mânasına almamalıdır. Maksad şudur: Bu gibi kimseler dîni husûsâtta birbirlerini sevmekte devam ederler. Bir yere toplansınlar toplanmasınlar bu sevgiye dünyevî bir arıza sebebiyle nihayet vermezler. Muhabbetleri ölünceye kadar devam eder.

Beşinci sınıf: Mevkii sahibi güzel kadınların zina taleplerine mâruz kalan erkeklerdir. Hadisin zahirinden anlaşılan mânâ budur.

Bâzı rivâvetler de bu mânâyı te'yid ettiği için Kurtubİ kat'iyyetle buna kaail olmuştur. Maamâfih kadınların tekliflerini evlenmek için yapmış olmaları ihtimâlinden bahsedenler de vardır. Bu taktirde kadının teklifim reddeden erkek, onunla meşgul olurken ibâdet yapamayacağından yahut ibâdetle meşgul olurken kadının hakkını ifâ edemeyeceğinden korkmuş olur.

Kadının güzelliği ile beraber mevkii sahibi oluşunun da zikredilmesi: BÖylelerine rağbet daha çok, vuslat daha güç olduğu içindir.

Hâl böyle olduğu hâlde kadının buna talib olması zikre şayandır.

Erkeğin böyle bir teklife «Ben Allah'tan korkarım!» bir rivâyette «Ben, Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.» cevâbını vermesi tâatların en büyüklerinden biridir.

Kâdi İyâz: «İhtimâl erkek bunu, o kadını fuhuştan men etmek için dili ile söyler; ihtimâl kendi nefsini menetmek için kalbi ile söyler.» diyor.

Kurtubi: «Böyle bir cevap ancak Allah'dan pek ziyâde korkmaktan neş'et eder. Allah korkusundan dolayı güzel bir kadına yaklaşmaktan sabretmek mertebelerin en yükseklerinden ve ibâdetlerin en büyüklerinden mâdûttur.» demiştir.

Altıncı sınıf: Sadakalarını son derece gizli veren kimselerdir. Bu cihet «sol elin verdiğini sağ el bilmeyecek kadar gizli tutan» cümlesi ile mübalâalandırılmıştır.

Hadîsin Buhârî ve diğer sahîh kitaplardaki rivâyeti: «Sağ elinin infâk ettiğini sol eli bilmez.» şeklindedir.

Kitabımızın rivâyetinde ise hadîs maklûb olarak: «Sol elinin infâk ettiğini sağ eli bilmez.» şeklinde zaptedilmiştir.

Kâdi İyâz: «Elimize geçen Sahih-i Müslim nüshalarının hepsinde hadis böyle maklûb olarak rivâyet edilmiştir, doğrusu birinci şekildir.» demiştir.

Buhârî: «Buradaki vehim Müslim' den başkasına ait olacağa benziyor.» demiş: Bazıları vehmin Müslim' den veya onun dûnunda bulunan başka bir râvîden değil, Müslim' in şeyhinden yahut şeyhinin şeyhi Yahye'l-Kattân' dan geldiğine kaail olmuşlardır. Kalbin râvîler tarafından değil, hadîsi istinsah eden kâtip tarafından yapılmış olması da mümkündür.

Yedinci sınıf: Kimsenin bulunmadığı tenhâ bir yerde Allah'ı zikredip ağlayan kimselerdir. Çünkü tenhâda ibâdet riyadan uzaktır. Bazıları bu cümleyi: «Halk arasında da olsa Allah'dan başka kimseye iltifat etmeyen» mânâsına almışlardır.

Hadîsin bu cümlesinde boşanmanın gözlere isnâd edilmesi: Mübalağa içindir. Hakikatte boşanan gözler değil, göz yaşlarıdır.

Kurtubi diyor ki: «Gözün boşanması zikrin hâline ve o hâlde zikreden kimseye münkeşif olan olan şeylere göredir. Meselâ celâl vasıfları hâlinde ağlamak Allah korkusundan, cemâl vasıfları hâlinde ise Allah'a iştiyaktan ileri gelir,»