Geri

   

 

 

 

İleri

 

15- Nafaka Île Sadakayı Akrabaya, Zevce, Evlat ve Müşrik Bile Olsalar Ebeveyne Vermenin Fazileti Bâbı

2362- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Mâlik'e, Ishâk b. Abdüllâh b. Ebi Tâlha'dan duyduğum şu hadisi okudum: İshâk, Enes b. Mâlik'i şunları söylerken İşitmiş: Ebû Tâlha Medine'de malı en çok olan bir Ensâri idi. Kendince mallannın en sevgilisi Beyrahâ bahçesi idi. Bu yer mescidin karsısında bulunuyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) oraya girer ve içindeki iyi sudan içerdi.

Enes

Dedi ki: Şu âyet (yani):

"Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe asla cennete nail olamazsınız "Sûre-i Ali îmran, âyet 92.; kavl-i kerîmi nâzil olunca Ebû Tâlha Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek::

— «Allah, kitabında (Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe cennete nail olamazsınız.) buyuruyor. Şüphesiz ki benim en sevgili malım Beyrahâ'dır. Bu mal'ım Allah için sadakadır. Ben, Allah ındinde onun sevabını ve zühr-u âhiret olmasını dilerim. Şimdi onu istediğin yere sarfeyle ya Resûlallah!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Afferin, İşte kazançlı mal budur; işte kazanlı mal budur. Onun hakkında söylediklerini işittim, ben, onu akrabağna vakfetmeni muvafık görüyorum.» buyurdular.

Bunun üzerine Ebû Tâlha o bahçeyi yakınları ve amıcası oğulları arasında taksim etti.

2363- Bana Muhammed b. Hatim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Behz rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammâd b. Seleme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Sabit, Enes'den rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Şu (yani) (Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe asla cennete nail olamazsınız.) âyet-i kerimesi nâzil olunca Ebû Tâlha gâlibâ Rabbimiz bizden mallarımızın bir kısmını İstiyor. Öyle ise ya Resûlallah- Sen şâhid ol ben Berihâ denilen yerimi Allah'a verdim; dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sen, onu akrabana ver.» buyurdular.

Ebû Tâlha da onu Hassan b. Sabit ile Übeyyu'bnu Kâ'b'a verdi.

Bu hadîsi Buhârî «Zekât», «Vasâyâ», «Eşribe» ve «Tefsir» bahislerinde; Nesâî «Tefsir» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir.

«Beyrahâ» kelimesi muhtelif şekillerde rivâyet olunmuştur. İbn Esir onları «En - Nihâye» adlı eserinde toplamış ve: «Bu kelime Beyrahâ, birâhâ, biruhâ şekillerinde med ve kasırla (yani sonunu uzun ve kısa okuyarak) rivâyet olunmuştur.» demiştir.

Hammâd b. Seleme' nin rivâyetinde: Berihâ, Ebû Dâvûd'un «sünen»'inde: Bârîhâ diye zaptolun-muştur.

Bacî: «Bunların içinde en fasihi Beyrahâ' dır.» demiş, İmâm Sağanı dahi kat'iyyetle buna kaail olmuş ve «Kelime Berah'dan alınıp, (fey'alâ) veznine nakledilmiştir. Onu Medîne'nin kuyularından bir su kuyusu zannederek: (Biruhâ) okuyan hadisde tasnif yapmıştır.» demiştir.

Kâdi Iyâz dahi mezkûr kelimenin «Beyrahâ» ve «Bî-ruhâ» şekillerinde rivâyet olunduğunu söylüyor

Bu bâbda daha başka sözler de vardır.

Hattâ «bir» ile «hâ» yi ayırarak: Hâ: «Bir kadının ismidir.» diyenler bulunduğu gibi Hâ'nın bir yer ismi olduğunu ileri sürenler bile olmuştur.

Hazret-i Ebû Tâlhâ' nin Beyrahâ nâmındaki bahçesi hadîs-i şerîfde «Mescidin karşısında idi.» diye tarif olunmuştur. îmam

Nevevî: «Bu yer (Kasr-ı Benî Cedîle) nâmı ile mâruftur. Mescidin kıblesine düşer.» demiş «Et - Telvîh» nâm eserde ise mezkûr yerin mescide yakm olup, (Kasr-ı Benî Hadîle) ismini taşıdığı kaydedilmiştir. Ayni doğrusunun Kasr-ı Benî Cedile olduğunu söylüyor.

Âyet-i kerimedeki (birr)'den murâd: İbn Abbâs (radıyallahü anh)'da,n bir rivâyete göre Cennetteki sevaptır. Bu kelime bütün hayır ve tâat nev'ilerine şâmildir.

Dahhâk bundan muradın: «Cennet» olduğunu söylemiştir. Âyet-i kerimenin mânâsı: «Siz devdiğiniz malların zekâtını gönül rızâsı İle vermedikçe asla cennete giremezsiniz.» demektir.

İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan diğer bir rivâyete göre bu âyet zekât âyeti ile neshedilmiştir.

Rivâyete nazaran Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh) güzel bir câriye satın almış. Cariyeyi çok seviyormuş. Fakat bir kaç gün sonra onu azâd ederek, biri ile evlendirmiş. Câriye kocasından bir çocuk doğurmuş. Hazret-i İbn Ömer bu çocuğu alır, ona sarmaşarak:

«Ben, sende annenin kokusunu duyuyorum!» dermiş. Kendisine::

—«Onun annesi pek âlâ Allah sana helâlinden nasip etmişti, hem de onu seviyordun: N'için bıraktın?» diyen olmuş; İbn Ömer:

— «Sen, Allahü teâlâ'nın:

 (Siz, sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe asla cennete giremezsiniz.) buyurduğunu duymadın mı?» cevâbını vermiş.

Halife Ömerü'bnü Abdil' aziz dahi çuvallarla şeker alır tesadduk edermiş. Kendisine:

— «Sen, bunun yerine parasını tasadduk etsen olmaz mı?» denildikte:

— «Ben şekeri çok severim. Binâenaleyh sevdiğim şey'i infâk etmek istedim.» mukaabelesinde bulunmuştur.

«Zuhr-u âhiret»'den murâd: Âhiret için biriktirilen sevaplardır.

Bah: Medih, rızâ ve takdir bildiren bir kelimedir. Mubağlağa için bazen «Bah bah» şeklinde mükerrer kullanılır. Şedde ve tenvînle (bah-hin bahhin) şeklinde kullanıldığı da vardır.

Bazıları onun (Bah, bahi, bahh ve bahhi) şekillerinde okunacağını söylemişlerdir.

Maamâfih mânâca aralarında pek fark yoktur.

Râbih: Sahibine âhirette kazanç getiren mal, demektir. İbn Karakol' un beyânına göre mezkûr kelime râyıh şeklinde de rivâyet olunmuştur. Râyıh hakikatte öğleden sonra dönüp gelen, mânâsına ise de, dinleyenlerce malûm olduğu için burada «giden» mânâsına kullanılmıştır. Yani «işte bu mal sevabının âhirete gittiği maldır.» manasınadır.

Bazılarınca cümlenin mânâsı: «Mal dediğin gelip geçici bir şeydir. Hayır hususunda elden gitmesi evlâdır.» demektir.

2364- Bana Hârûn b. Said El-Eylî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Amr, Bükeyr'den, o da Küreyb'den, o da Meymûne binti'l - Hâris'den naklen haber verdi, ki Meymûne Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında, bir câriye âzâd etmiş, de bunu Resûlûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e anmış. Resûlûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-.

«Onu dayılarına verseydin sevabın İçin daha büyük bir şey olurdu.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî «Hibe» bahsinde, Nesâî Kitabû'l -Itk»'da tahric etmişlerdir.

Velîde: Câriye, demektir.

Nesâînin rivâyetinde: « Hazret-i Meymûne' nin kara bir cariyesi vardı.» denilmiştir.

Bâzı rivâyetlerde Resûlûllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hazret-i Meymûne'ye: «Onu kız kardeşlerine verseydin...» dediği bildirilmiştir.

Kâdi İyâz: «İhtimâl bu rivâyet (Dayılarına verseydin.) rivâyetinden daha sahihtir. İmâm Mâlik'in (El-Muvattadaki rivâyeti de bunu göstermektedir. Mezkûr rivâyette (Onu iki kız kardeşine verseydin...) buyurulmuştur.» diyor.

İmâm Nevevî (631 - 676) «Rivâyetlerin hepsi sahihtir, aralarında münâfaat yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların hepsini söylemişdir.» demiştir.

İbn Battâd (? - 444) Bu hadisle istidlal ederek, akrabaya yapılan hibenin köle azâd etmekten daha faziletli olduğunu söylemiştir.

Tirmizî ile Nesâî ve İmâm Ahmed'in, Selmân b. Âmir' den merfû olarak rivâyet ettikleri bir hadîs de bu kavli te'yîd etmektedir. Mezkûr hadîsde:

«Yoksula verilen sadaka yalnız sadakadır; akraboğya verilen ise hem sadaka hem şiledir.» buyurulmuştur.

Ayni hadisi İbn Huzeyme ile İbn Hibbân dahi rivâyet etmiş ve sahih olduğunu söylemişlerdir. Yalnız Buhâri şârihi Aynî buradaki faziletin mutlak değil, fakir olmak şartıyla mukayyed olduğunu söylüyor. Yani akrabaya yapılan hibe, köle azadından efdal olmak için, hibe edilen kimsenin fakir olması şarttır. Aksi takdirde köle azadı daha faziletli olur. Çünkü köle azadının fazileti hakkında hadîs-i şerif vârid olmuş;

«Azâd edilen kölenin her uzvuna mukaabil, azâd edenin bir uzvu cehennemden kurtulur...» buyurulmuştur. Maamâfih İmâm Mâlik'den bir rivâyete göre akrabaya verilen sadaka köle azadından efdaldır. Hak olan şudur ki: Bu mes'ele hâle göre değişir.

2365- Bize Hasan b. Rabî' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû'l-Ahvas, A'meş'den, o da Ebû Vail'den, o da Amr b. Hâris'den, o da Abdullah'ın zevcesi Zeyneb'den naklen rivâyet etti. Zeyneb Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ey kadınlar cemâati! Zînetlerinizden olsun sadaka verin.» buyurdular. Bunun üzerine ben, Abdullah'ın yanına dönerek:

— «Sen, fakir bir adamsın, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize sadaka vermemizi emir buyurdu. Binâenaleyh ona git de sor. Şayet sadakamı sana vermem kâfi gelyiorsa ne âlâ. Aksi takdirde onu sizden başkalarına veririm.» dedim. Abdullah, bana:

— «Hayır! Ona, sen git...» dedi. Ben de gittim. Bir de baktım Ensârdan bir kadın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kapısında bekliyor. Onun haceti de benimki gibi imiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i mehabet kaplamıştı. Derken yanımıza Bilal çıktı. Biz ona:

— «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e git de, kapıda iki kadın sana sadakalarının kocaları ile terbiyeleri altında bulunan yetimlere verilmesi kâfi gelip gelmiyeceğini soruyorlar, diye haber ver. Ama bizim kim olduğumuzu ona söyleme.» dedik.

Bunun üzerine Bilâl Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına girerek mes'eleyi ona sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Bilâl'e:

— «Kim onlar?» dedi. Bilâl:

— «Ensâr'dan bir kadın ile Zeyneb.» cevâbını verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'.

— «Zeyneb'lerin hangisi?» dedi. Bilâl:

— «Abdullah'ın karısı.» cevâbını verdi. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Onların ikisine de ikişer ecir vardır; Akrabalık ecri ve sadaka ecri.» -buyurdular.

2366- Baha Ahmed b. Yûsuf El - Ezdî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ömerü'bnü Hafs b. Gıyâs rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize A'meş rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana şaMk, Amrü'bnü Haris’den, o da Abdullah'ın zevcesi Zeyneb'den naklen rivâyet etti.

Râvî A'meş

Dedi ki: Ben, bunu İbrahim'e anlattım; o da:

Bana, Ebû Ubeyde'den, o da Amrü'bnü Hâris'den, o da Abdullah' in zevcesi Zeyneb'den tamâmiyle bu hadîsin mislini rivâyet etti. Zeyneb Şöyle dedi:

— Mescidde idim. (Bir ara) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni gördü de:

«Sadaka verin. Velev ki zînetlerinizden olsun.» buyurdular.

Râvi hadîsi Ebû'l - Ahvas hadîsi tarzında rivâyet etmiştir.

Bu hadîsi Buhârî, Tirmizî ve İbn Mâce «Zekât- bahsinde, Nesâî Işratü'n - Nisa»'da muhtelif ravîlerden tahrîc etmişlerdir.

Tayâlisi'nin rivâyetinden: «Bir de baktım kapıda Ensârdan Zeyneb isminde bir kadın duruyor.» denilmiştir.

Mezkûr rivâyeti Nesâî dahi tahrîc etmiştir.

Abdullah' in zevcesinden murâd: Hazret-i Abdullah b. Mes'ûd'un karışıdır.

Nesânin rivâyetinde: «Abdullah yani İbn Mes'ûd'un zevcesi ile Ebû Mes'ûd yani Ukbet ü'bnü Amr El-Ensârî' nin zevcesi gittiler...» denilerek Bâbımız hadîsinde ismi zikredilmeyen kadının Ebû Mes'ûd'un zevcesi olduğu bildirilmiştir.

Bazıları: «İbn Sa'd, Ebû Mes'ûd'un ensârdan Hüzeyle binti Sabit nâmındaki karısından maada zevcesi olduğundan bahsetmemiştir.» demişlerdir.

Bunlar mezkûr kadının ya iki tane ismi bulunduğuna yahut ona Zeyneb ismini veren râvî'nin vehmettiğine ihtimâl vermektedirler. Yani râvî İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)’ın zevcesinin Zeyneb olduğuna bakarak bunun da Zeyneb olacağına intikâl etmiştir.

Fakat Ayni’nin de beyân ettiği vecîhle İbn Sad’ın bahsetmemesi: Ebû Mes'ûd Hazretlerinin başka bir karısı olmamasını gerektirmez.

Tayâlisi'nin rivâyetinde Hazret-i Zeyneb'in bıraktığı yetimlerin kardeşi ile kız kardeşinin oğulları oldukları bildirilmiştir.

Hadisde geçen «Hafifü’l-Yed» tâbiri fakirlikten kinayedir.

Kadınlar Hazret-i Bilale kendilerinin kim olduklarını söylememesini tembih ettikleri hâlde Bilâl (radıyallahü anh)'ın verdiği söze muhalefet ederek bu sırrı ifşa etmesine gelince: Bilâl (radıyallahü anh), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in suâli ile karşılaşmıştır. Gerçi söylememesi, riâyeti gereken bir maslahat ise de, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e cevap vermesi daha büyük bir maslahattır. Çünkü ona cevap vermek, te'hîri caiz olmayan bir vâcipdir. iki maslahat tearuz ettiklerinde, hangisi daha mühimse o icra edilir. Burada şöyle bir suâl de hatıra gelebilir: «Hazret-i Peygamber'in suâline mutabık olan cevap: Zeyneb ile filân kadın ya Resûlallah, demekti. Acep niçin Bilâl (radıyallahü anh) böyle cevap vermedi?»

Bu suâlin cevâbı şudur: İkinci kadının ismi zikredilmemistir. Onun ismi de Zeyneb'dir. Bu sebeple yaşça büyük olanın ismini zikretmekle iktifa olunmuştur.

İki ecirden biri karabet yani akrabağya yardım, diğeri de sadakadan mütevellit sevaptır.

Hazret-i Ebû Saîd'in rivâyetinde Zeyneb (radıyallahü anha)’ın suâlini Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bizzat sorduğu bildirilmiştir. Bâbımız hadisinde ise Bilâl (radıyallahü anh) vasıtasıyla sorduğu anlaşılıyor.

Bazıları, bu iki rivâyetin arasını bularak, Hazret-i Zeyneb'in müracaatını mecaza hamletmiş, hakikatte suâlini Hazret-i Bilâl vasıtasıyla sorduğunu ileri sürmüşlerse de, Aynî bu bâbda vâ-rid olan hadîslerin mecmû'una bakarak bu mütâlâanın söz götürdüğünü beyân etmiş ve: «Bu hadîslerde zikri geçen kıssanın ayrı ayrı iki defa vukûbulmuş olması muhtemeldir.» demiştir.

Nevevî diyor ki: «Bu hadîsde bahsedilen nafakadan murâd; Sevabına verilen sadakadır. Hadislerin siyakı bunu göstermektedir. Bundan sonra gelecek Ümmü Seleme hadîsindeki infâk dahi ayni mânâyadır.»

Bâbımız hadîsi Ülü'l-Emrin ahâlîsine sadaka vermek, hayrat yaptırmak, fitneden emin olmak şartıyla kadınlara vaaz etmek gibi husûsâtı emredebileceğine delildir.

2367- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hişâm, babasından, o da Zeyneb binti Ebî Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den naklen rivâyet etti; Şöyle dedi:

— «Ya Resûlallah! Ben, Ebû Seleme'nin oğullarına nafaka veriyorum. (Tabii) onları şöyle ve şöyle bırakacak değilim, ya... Onlar, benim oğullarım demektir. Acaba bu çocuklar için bana bir ecir var mıdır?» diye sordum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-

— «Evet. Sana, onlara verdiğin nafakanın ecri vardır.» buyurdular.

2368- Bana Süveyd b. Saîd b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Alîy-yu'bnu Müshir rivâyet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahi rivâyet ettiler. De-dediler ki-. Bize Abdürrazzâk haber verdi.

(Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi.

Bu râvîler hep birden Hişâm b. Urve'den bu isnâdda, bu hadîsin mislini rivâyet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî «Zekât- ve «Nafakaat» bahislerinde tah-rîc etmiştir.

Hadîs-i şerîfde sahâbiyyenin sahâbiyyeden yani Hazret-i Zeyneb"in, annesi Ümmü Seleme' den rivâyette bulunması ve keza oğulun babadan rivâyeti, nazar-ı dikkati celbeden lâtâ-iftendir. Zeyneb (radıyallahü anha)’nın ilk kocası Ebü Seleme (radıyallahü anh) idi. İnfâkda bulunduğu çocuklar onun oğulları idi. İsimleri: Ömer, Muhammed, Zeyneb ve Dürre'dir.

Hadis-i. şerifin ifâde ettiği hüküm bundan önceki hadîsin şerhinde görülmüştü.

2369- Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Adiyy yani İbn Sabit'den, o da Abdullah b. Yezîd'den, o da Ebû Mes’ûd-u Bedri'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Müslüman, Allah'ın rızasını hesaba katarak ailesi efradına İntakta bulunursa, bu onun için bir sadaka olur.»

2370- Bize, yine bu hadîsi Muhammedü'bnü Beşşâr ile Ebû Bekir b. Nâfi' ikisi birden Muhammed b. Ca'fer'den rivâyet ettiler. H.

Bize, bu hadîsi Ebû Küreyb dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Vekî' rivâyet etti. Bu râvîler hep birden Şu'beden bu isnâdla rivâyette bulunmuşlardır.

Bu hadîsi Buhârî «Nafakaat» ile «îmân» bahislerinde tahrîc etmiştir.

Ehil'den murâd: Bir kimsenin karısı ve çocukları ile nafakası kendisine ait olan diğer aile efradıdır. Nafakasını verdiği kardeş, kız kardeş, amca, amca oğlu veya ecnebi bir çocuk bu mânâda dâhildirler.

Ezherî'ye göre: Bir kimsenin ehli, kendine hâs olan insanlardır.

Bazıları «ehil» kelimesinin zevce ile akrabaya şâmil olduğunu muhtemel görürler. Hattâ bu kelimenin yalnız zevceye mahsûs olması, şâir aile efradının evleviyyet tarikiyle zevce hükmünde olmaları ihtimâlinden de bahsedilmiştir. Zîrâ nafakası vâcib olan zevcesi hakkında bir kimseye sevap verilirse, nafakası vâcib olmayanlara baktığından dolayı sevap yazılması evleviyette kalır.

Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: «Bir kimsenin ailesi efradına nafaka vermesi farz olduğu hâlde buna nasıl sadaka denilebilir?»

Cevap şudur: Allahü teâlâ sadakayı farz ve nafile nevîlerine ayırmıştır. İşte nafaka veren kimse bu hususta maksadına göre mükafaat görecektir. Nafakanın farz olması ile, ona «sadaka» adı verilmesi birbirine münâfii değildir. Ulemâdan bâzılarına göre: Allahü teâla Hazretlerinin farz olan nafakaya «sadaka» nâmını vermesi, kullar ifâ ettikleri farzdan dolayı sevap verilmiyeceğini zannetmesinler divedir.

El-Mühelleb: Aile efradı ile çoluk çocuğa nafaka vermek bil'icmâ' farzdır.» demiştir.

Taberi dahi küçük çocuklara nafaka vermenin, babalarına farz olduğunu söylemiş ve: «Nafakasını verdiklerinden başka...» hadîsi ile istidlal etmiştir. Çünkü çocuk küçük olduğu müddetçe babasının iyâli sayılır.

İbnü'l-Münzir'in beyânına göre ulemâ malı ve kazancı olmayan buluğa ermiş çocuklar hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre: Bir baba kendi oğullarına buluğa erinceye kadar kızlarına kocaya gidinceye kadar nafaka vermekle mükelleftir. Hattâ nikâhlı bir kız zifaftan önce boşanırsa nafakası babasına aittir. Zifaftan sonra boşanır veya kocası ölürse artık babasına nafaka farz değildir.

Dedenin torunlarına nafaka vermesi İmâm Mâlik'e göre farz değildir.

Hanefiiler'e göre ise: Muhtaç ve âciz olmak şaicıyla bir kimsenin kardeşlerine, kız kardeşlerine, amcalarına, halalarına, dayılarına ve teyzelerine nafaka vermesi farzdır.

Amca ve hala oğullarına nafaka vermek cumhûr-u ulemâya göre farz değildir. Bu hususta cumhûr'a muhalefet eden yalnız İbn Ebi Leylâ olmuştur.

2371- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki). Bize Abdullah b. îdrîs, Hîşâm b. Urve'den, o da babasından, o da Es-mâ'dan naklen rivâyet etti. Esma şöyle dedi:

— «Ya Resûlallah! Annem, bana geldi. Benden rağbet bekliyor. —Yahut çekiniyor.— Kendisine yardım edeyim mi?» dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)-

— «Evet» cevâbını verdi.

2372- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme, Hişâm'dan, o da babasından, o da Esma' binti Ebi Bekir'den naklen rivâyet etti; Şöyle dedi:

— «Annem yanıma geldi, kendisi Kureyş devrinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'în onlarla muahede yaptığı zaman henüz müşrike İdi. Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den fetva isteyerek.

— «Ya Resûlallah! Annem bana rağbet göstererek, yanıma geldi. Kendisine yardımda bulunayım mı? dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

— Evet. Annene yardımda bulun... buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «Hîbe», «Cizye» ve «Edeb» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Kitâbu'z-Zekât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsde «Rağibe» mi yoksa «Rahibe» mi denildiğinde râvînin şekkettiği görülüyor.

«Rağibe»: İstekli; «Rahibe: îstemiyerek, mânâlarına gelir.

Gelen kadının neyi isteyip istemediği ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Bazıları, müslüman olmayı istediğini yahut istemediğini söylemiş; bir takımları bu kelimenin: «Benim vereceğim şeylere tama' ederek geldi.» mânâsına kullanıldığını ileri sürmüşlerdir.

Ebû Dâvûd'un bir rivâyetinde.- «Kureyş zamanında annem müşrik olarak ve islâmı kerih görerek yardım ümidi ile benim yanıma geldi.» denilmiştir.

İbn Hacer-i Askalânî (773-852)'nin beyânına göre Kureyş zamanından murâd: Hudeybiye musâlâhası ile Mekke'nin fethi arasında geçen zamandır.

Hadîsin bir rivâyetinde: «Annem oğlu ile birlikde geldi.» denilmiştir. Oğlunun ismi: Haris olduğu söylenir.

Hazret-i Esma'nın annesinin kim olduğu ihtilaflıdır. Bazıları üvey annesi, bir takımları süt annesi olduğunu söylemişlerdir.

Hakikî annesi olduğunu söyliyenler de vardır. Aynî: «Esah olan da budur.» diyor:

İbn Sa'd Ebû Dâvûd-u Tayâlisî ve Hâkim'in rivâyet ettikleri Abdullah b. Zübeyr hadisini buna delîl gösteriyor.

Mezkûr hadîsde: Kuteyle, kızı Esma binti Ebî Bekîr'in yanına Medîne'ye geldi. Kendisini Ebû Bekir câhiliyet devrinde boşamıştı. Kızma kuru üzüm, yağ ve selem ağacı yaprağından hediyeler getirdi. Fakat Esma' onun hediyelerini kabul etmekten yahut onu evine almaktan imtina etti. Ve Âişe'ye haber göndererek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sormasını istedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)--«Onu evine alsın...» buyurdular.

Bu kadının ismi dahi ihtilaflıdır. Bazıları Kuteyle olduğunu söylerler. Bâzılarına göre Katleldir.

Dâvûdî: Ümmü Bekir olduğunu söylemiştir. Lâkin İbn Tîn: «İhtimâl Ümmü Bekir onun künyesi olacaktır.» diyor.

Aynî' nin sahîh olarak kabul ettiği: Kutey le olmasıdır.

Ulemâ Kuteyle'nin müslümanlığı kabul edip etmediğinde dahi ihtilâf etmişlerdir.

Nevevî: «Ekser-i ulemâya göre bu kadın müşrik olarak öl müştür.» diyor.

Müstağfiri ise onu müslümanlığı geç kabul eden sahabe meyânında zikretmiştir. Ancak Ebû Mûse'l-Medini buna itirazla «Hiç bir hadisde müslümanlığı kabul ettiğine dâir ka-yıd yoktur.» demiştir.