Geri

   

 

 

 

İleri

 

50- Kıraatlara Müteallik Bab

1951- Bize Ahmed b. Abdillâh b. Yûnus rivâyet etti.

(Dedi ki):

Bize Züheyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû İshâk rivâyet etti.

Dedi ki: Esved b. Yezîd mescidde Kur'ân Öğretirken, ona bir adamm suâl sorduğunu gördüm:

— Şu âyetini nasıl okuyorsun? Dal mı, zel mi? dedi. Esved:

— Dal ile okuyorum. (Çünkü) ben Abdullah b. Mes'ûd'dan işittim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i (muddekir) diye dal'la okurken İşittim; diyordu., cevâbını verdi.

1952- Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. İbnHİ'l-Müsennâ dedi ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan, o da Esved'den, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, bu cümleyi diye dal'la okurmuş.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü't-Tefsîr- ve «Kitâbu Ehâdîsi’l-Enbiyâ» da tahrîc etmişdir.

Muddekir: İbret alan, mânâsına gelir. Kelimeni naslı «müztekir»dir. Yânî zikirden alınarak, iftiâl Bâbına nakledilmiş; sonra «te» «dal»a kalb edilmiş; «zel» dahi dal'a çevirilerek idgam yapılmış, «muddekir» olmuşdur.

Hadîs-i şerif, ashâb-ı kirâmın Kur'ân-ı Kerîm'e son derece dikkat ve ehemmiyet atfettiklerine delildir.

1953- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Bekir'indir. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den naklen rivâyet etti. Alkame

Dedi ki: Şam'a geldik. Müteakiben yanımıza Ebû'd-Derdâ' gelerek:

— İçinizde Abdullah'ın kırâeti üzre okuyan kimse var mı? diye sordu. Ben:

— Evet, ben (okurum) dedim. Ebû'd-Derdâ':

— Peki Abdullah'ın şu (......) âyet-i kerimesini nasıl okuduğunu işittin?- dedi. Ben:

— Onu diye okurken işittim; cevâbını verdim. Ebû'd - Derdâ':

— Vallahi ben de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, onu bu şekilde okuduğunu işittim. Lâkin bu Şam'lılar benim, onu şeklinde okumamı istiyorlar ama ben, onlara tâbi olmuyorum., dedi.

1954- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerîr, Mugîra'dan, o da İbrahim'den naklen rivâyet etti. İbrahim Şöyle dedi: Alkame Şam'a geldi. Ve bir mescide girerek; orada namaz kıldı. Sonra bir halkaya gitti ve oraya oturdu. Derken bir adam geldi. Bu adam hakkında cemâatin çekingen davrandıklarını ve vaziyetlerini anladım. Gelen zât yanıbaşıma oturdu. Sonra:

— Abdullah'ın okuduğu şekilde Kur'ân ezberindemidir?» diye sordu... Râvi hadîsi yukarki hadîs gibi rivâyet etmiştir.

1955- Bize Alîyyü'bnü Hücr Es-Sa'dı rivâjyet etti.

(Dedi ki):

Bize İsmâîl b. İbrâhîm, Dâvud b. Ebî Hind'den, o da Şa'bî'den, o da Alkame'den naklen rivâyet etti. Alkame şöyle dedi:

— Ebû'd-Derdâ'ya tesadüf ettim. Bana:

— Sen kimlerdensin? dedi,

— Iraklılardanım! cevâbını verdim, Ebû'd-Derdâ':

— Hangilerinden? dedi.

— Kûfelilerdenim! cevâbını verdim.

— Abdullah b. Mes'ûd kırâeti üzre okuyabiliyormusun? diye sordu:

— Evet! dedim.

— Öyle ise Leyl sûresini oku! dedi. Ben de sûreyi diye okumaya başladım. Bunun üzerine Ebû'd -Derdâ' güldü. Sonra:

— Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in de böyle okuduğunu işittim... dedi.

1956- Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Abdüla'lâ rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Dâvûd, Âmir'den, o da Alkame'den naklen rivâyet etti. Âlkame:

«Ben, Şam'a gelerek Ebû'd-Derdâ'ya tesadüf ettim...» diyerek İbni Uleyye hadîsi gibi rivâyetde bulunmuş.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tefsîr»de tahrîc etmişdir.

Görülüyor ki muhavere Alkame ile Hazret-i Ebû'd-Derdâ' arasında geçmiş; Ebû'd-Derdâ'in İbn Mes'ûd kırâeti üzere okuyan bulunup bulunmadığını sorması üzerine Alkame: «Onun kırâeti üzere Kur'ân okuyan ben varım.» demiş. Bunun üzerine Ebû'd-Derdâ' (radıyallahü anh) ondan İbn Mes'ûd kırâeti üzerine Leyl sûresini okumasını istemiş; o da mezkûr sûrenin başını (kapladığa vakit geceye, erkek ve dişiye yemin ederim!) diye okumuş. Ebud Dâvudâ' yemîn ederek kendisinin de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bunu böyle okurken işittiğini Lâkin Şamlılar'a bir türlü söz geçiremediğini; Şamlılar’ın bu âyeti (karanlığı kapladığı zaman geceye ve erkekle dişiyi yaratan Allah'a yemîn ederim...) şeklinde okunmasını istediklerini fakat kendisinin, onlara tabî olmadığını söylemişdir.

Mâzîrî (453-536) diyor ki: «Bu gibi haberler dinsizlerin Kur'ân-ı Kerîm'in tevatür yolu ile nakline dil uzatmasını mucip olurV

Binâenaleyh vaktiyle Kur'ân olarak nâzil olduklarını, sonra neshedildiklerini fakat bâzı kimselerin neshi duymadıkları için ilk nâzil oldukları şekilde okumaya devam ettiklerini söyliyerek te'vîlde bulunmak îcâb eder. İhtimâl ki bu hadîse bâzı zevatın müttefekun aleyh olan Hazret-i Osman mushafını duymasından önce vuku' bulmuşdur. Onu duydukdan sonra hiç birinin muhâlefetde bulunacağı zannolunamaz. Hazret-i Osman Mushaf'ından bütün mensûh âyetler çıkarılmışdır.

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan nakil ulemâsınca sabit görülmeyen birçok rivâyetler naklolunmuşdur. İcmâ'a muhâlîf olarak nakledilen sabit rivâyet bulunursa, bunları mushafma kendi kanaati olarak yazdığına hamlolunur. Çünkü Hazret-i İbn Mes'ûd Kur'ân'dan olmadığına îtikaad ettiği bâzı tefsir ve ahkâmı mushafma yazar; bunda bir beis görmezdi. Hâlbuki Hazret-i Osman'la şâir ashâb-ı kirâm bunların zamanla Kur'ândan zannolunması endîşesi ile mushafa Kur'ân'dan başka bir şey yazılmasına cevaz vermezlerdi. Neticede hilaf fıkhî bir mes'eleye müncer oldu. Bu mes'ele mushafa bâzı tefsirlerin yazılıp yazılamaması mes'elesidir.

Bir de İbn Mes'ûd'un mushaf'ından Muavvizeteyn sûrelerinin çıkarılması, onun bütün Kur'ân'ı mushafa yazmak lüzumuna kaaîl olmamasından ileri gelebilir. Bu sebeple Muavvizeteyn'den maâdâ bütün sûreleri mushafma yazmış; Muavîzeteyn'i ise pek meşhur oldukları için yazmaya lüzum görmemiş olabilir.»

Tehavvüş: Çekimser davranmak, demektir. Zekâ ve anlayış manasına da gelebilir. Burada; etrafına toplanmak, mânâsına gelmesi dahi muhtemeldir.