49- Kur'ân'ı Tertille Okumak Hezz Yani İfrat Derecede Sür'atli Okumakdan Kaçınmak ve Bir Rek'atda İki Yahut Daha Fazla Süre Okumanın Mubah Oluşu Bâbı 1945- Bize Ebû Bekîr b. Ebi Şeybe ile İbn Nümeyr topdan Vekî'dein rivâyet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Vekî', A'meş'den, o da Ebû Vâil’den naklen rivâyet etti. Ebû Vâil Şöyle dedi: Nehîkü'bnü Sinan denilen bir adam, Abdullah'a gelerek: — Yâ Ebâ Abdirrahmân! Şu harfi nasıl okursun? Elif mi y mı? Yani mi yoksa mi? dedi. Abdullah: — Sen, bundan maâdâ bütün Kur'ân'ı araştırdın mı? (Başka yok mu?) diye cevap verdi. Nehîk: — Ben hakikaten bir rek'atta mufassal sûreyi okunan., cevâbını verdi. Bunun üzerine Abdullah: — Şiir geveler gibi gevelemek mi dedin? Bir takım insanlar Kur’ân'ı okurlar ama Kur'ân köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Lâkin Kur'âr kalbe varır da; oraya yer ederse faydalı olur. Namazın en faziletlisi rükû ve sücûddur. Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir arada okuduğu nazâîrî pek iyi bilirim. Her rek'âtda iki sûre (okurdu); dedi. Sonra Abdullah kalkarak dışarı çıktı; onun arkacığından Alkame içeri girdi Sonra o da çıktı ve: — Abdullah bunu bana da haber verdi; dedi. İbn Nümeyr kendi rivâyetinde: «Abdullah'a Benî Becîle kabilesin den bir adam geldi.» demiş «Nehîkü'bmi Sinan» dememiştir. 1946- Bize Ebû Küreyb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâ viye, A'meş'den, o da Ebû Vâil'den naklen rivâyet etti. Ebû Vâi!: Abdal lah'a Nehîkü'bnü Sinan denilen bir adam geldi... diyerek Veki'in hadîs gibi rivâyetde bulunmuş; Yalnız: «Derken Alkame onun Yanına girene için geldi. Biz, Alkâme'ye: — Şuna sor bakalım Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir rek' âtda okuduğu biribirine denk sûreler nelermiş? dedik. Bunun üzerine Alkame, onun yanına girerek sordu.. Sonra bizim yanımıza çıktı: ve Abdullah’ın te'lîfine göre mufassal sûrelerden yirmi tanesi (imiş), dedi. 1947- Bize, bu hadîsi İshâk b. İbrahim de rivâyet etti. (Dedi ki) Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize A'meş bu isnâdda, yukarkilerin hadîsleri gibi rivâyetde bulundu; ve dedi ki: «Ben, Resûlülah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in iki rânesini bir rek’âtda okuduğu denk sûreleri pek âlâ bilirim. On rek'âtda yirmi sûre (okurdu.) 1948- Bize Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mehdî b. Meymûn rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vâsıl El-Ahdeb, Ebû Vâil'den naklen rivâyet etki. Dedi ki: Bir gün sabah namazını kıldikdan sonra erkenden Âbdullah b. Mes'ûd'a gittik. Kapıya vardığımızda selâm verdik. Bizi, içeriye buyur etti. Biz bir an kapida durduk. Derken kız dışarıya çıkarak: — Neye girmiyorsunuz? dedi. Müteakiben içeriye girdik. Bir de baktık Abdullah oturduğu yerden nafile namaz kılıyor! — Size izin verildiği hâlde içeri girmenize mâni' neydi? dedi. Biz: — Bir şey yok! Yalnız evdekilerin bâzısı uyuyor zannettik, dedik. Abdullah: — Ya, siz İbn Ümmi Abd oğullarını gafletde mı sandınız? dedi. Sonra yine namazına yöneldi. Tâ güneşin doğduğunu zannedinceye kadar nafile kılmağa devam etti. Sonra: — Kız! Bak güneş doğmuş mu? dedi. Kız, güneşe baktı. Güneş doğmamıştı. Abdullah namazına devam etti. Nihayet güneşin doğduğunu zannedince tekrar: — Kız! Bak güneş doğmuş mu? dedi. Kız, güneşe baktı. Bu sefer güneş doğmuşdu. Abdullah: — Bizi bu gün de kaldıran Allah'a hamd olsun! dedi. Râvî Mehdî: (zannederim bizi günahlarımız sebebiyle. heTâk dedi.) diyor. O arada cemâatdan biri: — Ben dün akşam bütün mufassal sûreleri okudum; dedi. Bunun üzerine Abdullah: — Şiir geveler gibi gevelemekle değil mİ? Biz yemîn ederiz ki biribirine yakın sûreleri işitmişizdir. Hem ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vaktiyle okuduğu biribirine yakın sûreleri çok iyi bilirim. Mufassal sûrelerden onsekiz, Âl-i Hâ-Mîm'den de iki sûre okurdu.» dedi. 1949- Bize Abd b. Humeyd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Aliy El-Cu'fî, Zâide'den, o da Mansûr'dan, o da Şakîk'den naklen rivâyet etti. Dedi ki: Benî Becîle kabilesinden Nehîkü'bnü Sİnân denilen bir zât Abdullah'a geldi ve: — Ben, bir rek'âtda mufassal sûreleri okurum., dedi. Abdullah: — Şiir geveler gibi geveleyerek mi? Vallahi ben ; «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vaktiyle okuduğu biribirine denk sûreleri pek âlâ bilirim. Her rek'âtda İki sûre okurdu.» dedi. 1950- Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. İbn'l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammedü'bnü Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan naklen rivâyet etti. Oda Ebû Vâil'i rivâyet ederken dinlemiş ki, İbn Mes'ûd'a bir adam gelerek: — Ben, bu akşam bütün mufassal sûreleri bir rek'âfda okudum... demiş. Bunun üzerine Abdullah: — Şiir geveler gibi geveleyerek mi? demiş ve sözüne devamla: — Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bir arada okuduğu biribirine denk sûreleri ben çok iyi bilirim... diyerek; mufassal sûrelerden yirmi tanesini zikretmiş; bunların her rek'âtda ikişer ikişer okunduğunu söylemişdir. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü’l-Ezân» da; Ebû Dâvûd ve Nesâî dahi «Kitâbü's-Salât» da tahrîc etmişlerdir. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) Hazretlerinin kendisine suâl soran Hazret-i Mehîk'e: «Sen bütün Kur' ân'ı kelime kelime elden geçirdin de, anlamadığın yalnız bu mu kaldı?» diye sorması, onun bu suâli sormak-da samimî olmadığını anladığına hamledilir. Çünkü hakikati anlamak için sormuş olsa, buna cevap vermek îcâb ederdi. Hâlbuki İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)’ın söyledikleri, cevap değil; onu baştan savmağa yarayan sözlerdi. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'ın bu sözlerine karşı Hazret-i Nehik'in: «Hakîkatta ben uzun sûreleri bir rek'âtda okurum!» demesi, kendisinin câhilin biri olmadığını; Kur'ân-ı Kerîm'i mükemmel şekilde ezbere bildiğini anlatmak içindir. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) onun bu sözüne de: «Şiir geveler gibi geveleyerek mi?..» diye mukaabele etmişdir. Hezz: Son derece sür'âtle okumak ve kelimeleri sür'atle kesmekdir. Hazret-i İbn Mes'ûd'un bu suâli: îstifhâm-ı inkârîdir. Bundan sonraki sözleriyle dahi: Bâzı insanların Kur'ân okumakdan kazandıkları nasîp, yalnız çenelerinin yorulması olduğunu, zîra okudukları Kur'ân'ın boğazlarından aşağı geçmediğini; hâlbuki Kur'ân okumakdan matlûb bu olmadığını, Kur'ân’ın mutlaka kalplere yer ederek tedebbür suretiyle okunması gerektiğini anlatmak istemişdir. «Mufassal sûreler» den muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bunu yerinde görmüşdük. Nezâir: Nazîra'nın cem'idir. Bundan murâd: uzunlukda kısalıkta biribirine benziyen sûrelerdir. Bazıları: aded itibarıyla biribirine benzeyen sûreler olduğunu söylemişlerdir. Burada maksad: Biribirine yakm uzun-lukdaki sûrelerdir. Meselâ Duhân sûresi altmış, Amme sûresi kırk âyetdir. Bazıları: «Nezâir: Va'z, kıssa ve hikmet gibi mânâ hususunda biribirine benzeyen sûrelerdir. Âyet sayısında denklik aranmaz.» demişlerdir. Fakat bu söz itirazla karşılanmişdır. Zîra bu gibi yerlerde sûrelerin mânâca biribirlerine denk olmalarının hiç bir te'sîri yokdur. Burada murâd: Okunan mikdârda âyet ve sûrelerin biribirine denk olmasıdır. Zâten hadîsin bâzı rivâyetlerinde bu cihet tasrîh olunmuş; ve Rahman ile Necm sûreleri nezâire misâl gösterilmişdir. Bu sûreler mânâca değil; âyet mikdârı itibârı ile birbirlerine yakındır. Çünkü Rahman sûresi yetmiş iki; Necm sûresi de altmış iki âyetden müteşekkildir. Hadîsin muhtelif rivâyetlerinden anlaşılıyor ki, İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) biribirine nazîr yirmi sûre saymışdır. Burada onlardan bahsedilmemişle de; Ebû Dâvûd'un rivâyetinde tafsilâtı ile beyân edilmiş ve: «Lâkin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nezâirden iki sûreyi (yani) Rahman ile Necm sûrelerini bir rek'âtda, «îkterabet» ile «El-Haakkah» sûrelerini bir rek'âtda, «Zâriyât» ile «Tûr» sûrelerini bir rek'âtda, «Vakıa» ile «Nûn»u bir rek'âtda, «Se'ele» ile «Naziât» ı bir rek'âtda, «Mutaffifîn» ile «Abese» yi bir rek'âtda, « Müddessir» ile «Müzzemmil» i bir rek'âtda, Heletâ», ile « Lâıksimuyu bir rek'âtda, «Amme» ile «Mürselât» ı bir rek'âtda ve . «Tekvîr» ile «Duhân» sûrelerini bir rek'âtda okurdu.» denilmişdir. Hazret-i İbn Mes'ûd'un: «Şüphesiz ki namazın en faziletli rüknü: rükû' ile sücûddur.» sözü, kendi mezhebini beyândır. Yerinde de görüldüğü vecihle bu husûsda ulemânın ihtilâfı vardır. Hadîsin bir rivâyetinde İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)’in: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onsekiz sûre murassalardan; iki sûre de Hâ-Mîmlerden okurdu.» dedikden sonra, diğer rivâyetinde: «Mufassal sûrelerden yirmi tanesini okurdu.» demiş olması, birbirine muarız değildir. Çünkü birinci rivâyetde muradı: «Okuduğu yirmi sûrenin ekserisi mufassal sûrelerden idi.» demekdir. Nevevî (631-676) diyor ki: «Ulemâ Kur'ân’ın evveli yedi uzun sûredir. Sonra yüzlükler gelir; demişlerdir. Yüzlüklerden murâd: Sûrenin yüz âyet ihtiva etmesidir. Ondan sonra mesânî, daha sonra mufassalların nereden bağlıyacağı hususundaki hilaf evvelce geçmışdi. Bazıları: bunların «Kıtal» sûresinden; diğer Bazıları: «Hucurât»dan, bir takımları da «Kaaf» dan başladığını söylemişlerdir. ÂI-i Hâ-Mîm'den murâd: «Hâ-Mîm» diye başlayan bir gurup sûrelerdir. Kâdi İyâz'ın beyânına göre bu sözden murâd; Bir tek Hâ-Mîm sûresi de olabilir. Bu takdirde «Al» kelimesi mukham yani ziyâdedir. |