Geri

   

 

 

 

İleri

 

48- Kur'ân'ın Yedi Harf Üzerine Olmasını ve Bunun Manasını Beyan Bâbı

1936- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

Dedi ki: Mâlik'e, İbn ŞibaVdan duyduğum, onun da Urvetü'bnü Zübeyr'den, onun da Abdurrahmân b. Abdilkaarî'den naklen rivâyet ettiği şu hadîsi okudum: Abdurrahman

Dedi ki: Ömerü'bnü'l-Hattâb'ı şöyle derken işittim: Ben, Hişâm b. Hakim b. Hizam'ı sûre-i Fürkaan'ı benim okumadığım bir şekilde okurken işittim. Bu sûreyi bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) okutmuşdu. Az kaldı acele edecekdim. Sonra (kırâeti bitirinceye kadar) mühlet verdim. Bilâhare cübbesinin yakasından tutarak, onu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e getirdim. Ve:

— Yâ Resûlallah! Ben; bunu sûre-i Fürkaan'ı senin bana okuttuğundan başka şekilde okurken işittim; dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bırak onu! dedi. Ve Hişâm'a da «oku!» emrini verdi. Hişâm benim kendisinden duyduğum şekilde okudu. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem).:

«Bu sûre böyle nâzil oldu.» dedi. Sonra bana:

«Oku!» dedi. Ben de okudum. (Bana da):

«Bu sûre böyle indirildi. Bu sûre yedi harf üzerine inmiştir. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, onu okuyun!» buyurdular.

1937- Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnjus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi. Ona da Misver b.. Mahrama ile Abdurrahmân b. Abdilkaarî haber vermişler. Onlar da Ömeru'bnü'l-Hattâb'ı şöyle derken işitmişler: Ben Hişâşn b. Hakîm'i, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hayâtında sûre-i Fürkaan'ı okurken işittim... Ve râvî hadîsi yukarkî hadîs gibi rivâyet etmiş. (Yalnız):

«Az kaldı namazda üzerine atılacaktım. Neyse) selâm verinceye kadar güç hâlle sabrettim...» ibaresini ziyâde etmişdir.

1938- Bize İshâk b. İbrâhîm ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Abdurrazzâk haber verdi.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den Yûnus'un isnadı ile; onun rivâyeti gibi haber verdi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Husûmât», «Fedâilü'l-Kur'ân», -Ki-tâbu't-Tevhîd- ve -istitâbetü'l-Mürteddîn» de; Ebû Dâvûd “Kitâbü's-Salât» da; Tirraizî «Kıraat» da; Nesâî «Kitâbu's-Salât» ile Fedâilü'l-Kur'ân» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

«Az kaldı acele edecekdim...» cümlesinden murâd: Hişâm'a inkâr hussûunda acele ederek ona hücumda bulunacakdım; demekdir.

Hazret-i Ömer ile Hişâm (radıyallahü anh)’in okuyuşları biribiri-ne ne şekilde muhalif olduğunu ulemâdan hiç biri beyân etmemişdir.

Hadîs-i şerîfde dahi yalnız Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in her ikisinin kıraatini tasdik ile: «Bu sûre böyle indirildi...» buyurduğu ve neticede Kur'ân'ın yedi harf üzerine indirildi...» buyurduğu ve neticede Kur'ân'ın yedi harf üzerine indirildiğini beyân ile:

«Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, onu okuyun!» emrini verdiği bildiriliyor.

Ulemâ, yedi harfden ne murâd edildiğini beyân hususunda ihtilâf etmişler; neticede ortaya on kavil çıkmışdır. Şöyle ki:

1- İmâm Halil'e göre «yedi harf» den murâd; yedi kirâatdir. Burada şöyle bir suâl vârid olabilir: İndirilen bir âyet için nasîl olur da aded itlaak edilerek yedi harf üzerine nâzil oldu; denilebilir? Bir âyet ancak bir defa nâzil olur. Meğer ki tekrar kaldırılıp da, başka harfle indirilmiş ola?

Cevap: Cibrîl (Aleyhisselârn) her ramazanda Kur'ân-ı Kerîm'i Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e arz eder; baştan sona okurdu. İşte her ramazanda Kur'ân-ı Kerîm'i ayrı bir harf üzere okumuş; yedi kıraat bundan hâsıl olmuşdur.

Bu hakikati anlatırken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz:

«Cibrîl (aleyhisselâm) her defasında Kur'ân'ı bana bir harf özerine okuttu. Ben kendisine müracaat ettim ve daha fazla harf üzerine okumasını isteye isteye nihayet yedi harfde karar kıldı.» buyurmuşdur.

Bu gün Kur'ân-ı Kerîm'in yedi harf üzerine okunup okunamıyacağı hususunda usûl-i fıkıh ulemâsı ihtilâf etmişlerdir.

Taberî (224-310) ile diğer bir takım ulemâya göre, bu gün Kur'ân-ı Kerîm yalnız Hazret-i Zeyd'in okuduğu harf üzere kıraat olunur.

Kâdı Ebû Bekr-i Bâkıllânî dahi bu kavli beğenmişdir.

İmâm Ebû'l-Hasen El-Eş'arî (260-324) ise: «Müslüman'lar, Allahü teâlâ’nın indirdiği ve okunmasına müsaade buyurduğu kıra-etleri menetmenin caiz olmadığına ittifak eylemişlerdir. Allahü teâlâ’nın itlaak ettiğine manî olmak, ümmetin elinde değildir. Bu yedi harf, bizim kırâatlarımızda mevcûddur. Yalnız Kur'ân-ı Kerîm'in içinde dağınık bir hâlde olup; nerede oldukları aynen malûm değildir. Buna göre ehl-i tevâtür'ün naklettiği yerlerde bir harfi, diğerinden ayırmaksızın Kur'ân-ı vücûh üzere okumak caizdir. Meselâ Nâfi'in harfi, Kisâî ile Hamza'nın harfleri ile birlikde ezberlenebilir. Bunda bir güçlük de yokdur. Çünkü Allahü teâlâ kullarına kolaylık olmak üzere Kur'ân'ı yedi harf üzere indirmişdir.» demiştir.

Hattâbî diyor ki: «Bu husûsda en akla yakın söz şudur: Kur’ân-ı Kerîm, okuyanın kolayına geldiği şekilde yedi harf üzere okuması için ruhsat verilerek indirilmişdir. Ancak bu, mânânın birbirini tuttuğu yahut biribirine yakın olduğu yerlerde caizdir. Bu mes'ele ashâb-ı kirâm’ın icmâ'ından önce böyle idi şimdi ashabın icmâ'ı hilâfına okumak caiz değildir.»

Hattâbî bu son sözü ile, ashâb-ı kirâmın bir kırâet üzerine icmâ' ettiklerini anlatmak istemişdir.

2- Ebû Hatim Es-Sicistânî'ye göre Kur'ân ; Kureyş, Hüzeyl, Teymer-Rebâb, Ezd. Rabîa, Hevazin ve Sa'd b. Bekr'ler ile inmiştir. Fakat İbn Kuteybe bunu kabul etmemiştir. Ona göre yedi harften murâd: Ku-reysin batınlarıdır.

3- Yedi harfden murâd, yalnız Mudar lehçesidir. Bu lehçeye âid olan yedi harf, Kur'ân-ı Kerîm'in muhtelif yerlerinde dağınık bir şekilde bulunmaktadır.

4- Bir kelimede dahi yedi harf üzre kıraat caizdir.

5- Yedi harf, idgam ve saire gibi tilâvet şekillerine âiddir.

6- Yedi harfden murâd: yedi husûsdur. Bunlar: Emir, nehiy, helâl, haram, muhkem, müteşâbîh ve emsâl'dir.

7- Yedi harfden murâd, i'râbdır. Çünkü i'râb, kelimenin sonunda olur. Zâten «harf»: Son ve kenar, demekdir. İmâm Mâlik'den bir rivâyete göre yedi harfden murâd, âyetlerin sonlarını değiştirerek okumakdır; yerine okumak gibi. Yalnız (Azâb) âyetini (Rahmet) âyetine yahut (Rahmet) âyetini (Azâb) âyetine tebdil caiz değildir.

8- Yedi harfden murâd, kelimeyi teşkil eden harflerden müteşekkil isim, fiil ve edatlardır. Meselâ «Merta'» ve «Nel'afc» gibi kelimeler yedi vecihle okunabilirler.

9- Yedi harfden murâd, biribirinin ayni veya biribirine yakın mânâlardır. «Akhil», «Teâle» ve «Helümme» gibi. Ki «beri gel» mânâsmadır-lar. Bu kelimeler, ayni mânâya geldikleri için İmâm Mâlik, Hazret-i Ömer'den naklen onların biribirlerinin yerine okunmalarını tecviz et-mişdir. «Hangisi kolayınıza gelirse onu okuyun» emri de bu mânâyı takviye etmektedir.

Bazıları Hazret-i Ömer'in, bunun'yalnız minberde caiz gördüğünü söylerler.

10- Yedi harfden murâd: İmâle, medd, terkîk, tefhim, hemz, teshîl, idgam ve izhâr'dır. Müteehhirîn ulemâdan biri şöyle diyor: «Kırâatlardaki ihtilâf vecihlerini araşatırdım; bunların yedi olduğunu buldum. Şöyle ki:

a) Bâzı kırâatlarda mânâ değişiyor; i'râb elden gidiyor; fakat suret değişmiyor. gibi.

b) Bâzılarında: hareke değişiyor; mânâ ve suret olduğu gibi kalıyor gibi.

c) Diğer bâzılarında: Harflerle mânâ değişiyor; i'râbla değişmiyor. Suret ise olduğu gibi kalıyor. misâlinde olduğu gibi.

d) Bir takımının: Sureti değişiyor; mânâsı değişmiyor âyetini Said b. Cübeyrin şeklinde okuması gibi.

e) Bir takım âyetlerin hem sureti; hem mânâsı değişir. âyet-i kerimesini Hazret-i Alinin. şeklinde okuması gibi.

f) Bir kısmında takdim ve te'hîr yapılmışdır. Meselâ âyet-i kerimesini Hazret-i Ebû Bekir ile Talha şeklinde okumuşlardır.

g) Bâzılarında da ziyâde ve noksan yapılmışdır. Meselâ İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) kırâatında âyet şeklinde okunmuşdur.

Kurtubî, İbn Hıbbân'dan naklen yedi harfin mânâsı hususundaki ihtilâfın otuz beş kavle bâlig olduğunu söylemiş fakat bunlardan yalnız beşini zikretmiştir. Münzirî bunlardan çoğunun makbul olmadığını söylemiştir.

Kâdi İyâz'ın beyânına göre «yedi harf» ifâdesindeki yedi sayısı hasr için değil; kolaylık olmak üzre zikredilmişdir. Fakat ekseri ulemâ buradaki «yedi» adedinden, o sayıya hasr ve kasr kastedildiğini söylemişlerdir. Meselâ Tilâvet suretinde yedi harf: îdgam, izhar, tefhim, ter-kîk, medd, hemz ve imâle gibi nutka âid şeylerdir. Tâ ki her kabile kendi lehçesine ve diline kolay geleni okusun. Yânî Kureyş kabilesinden olan bir kimseye hemz teklîf edilmediği gibi; Yemen'liye de hemz terk ettirilmez. Benî Esed kabilesine muzâraat harfini üstün okuması teklif olunmaz.

Kâdı Ebû Bekr-i Bâkıllânî Şöyle deditir: «Sahih olan kavil şudur ki: Bu yedi harf Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında meydana çıkmış ve şöhret bulmuşdur. Ümmet bunları Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den telâkki ederek bellemiş; Hazret-i Osman ile mushafları yazan cemâat da onları mushaflara geçirmiş ve sa-hîh olduklarını haber vermişler; Yalnız tevâtüren sabit olmıyanlarım mushaflara almamışlardır. Bu harflerin bazen mânâları; bazen de lâfızları değişirse de, hadd-i zâtında birbirlerine zıd ve muarız değildirler.»

Tahâvi'nin beyânına göre, yedi harf üzerine kırâet, zarûretden dolayı hassaten islâmiyetin ilk devirlerinde caizdi. Çünkü arapların lehçeleri muhtelif idi. Bütün kabilelerin lehçelerini öğrenmek ise güçdü. Müslümanların ve yazı yazanların adedi çoğalıp; zaruret ortadan kalkınca kırâetler birleştirildi.

Bu husûsda Dâvûdî dahi şunları söylemişdir: «Bu gün halkın okudukları yedi kırâetin her biri, Resûlüllah zamanındaki yedi kırâetin biri değildir. Bü'akis birinin içinde, diğerleri de dağınık hâlde bulunur.»

Ebû Übeydillâh b. Ebî Sufra: «Bu günkü yedi kırâet, hadîsde zikri geçen yedi kırâetin birinden türemişdir; o da Hazret-i Osman'in mushafını toplarken tercih ettiği harfdir.» demişdir.

Mâzîrî'ye göre «yedi harf'den murâd: Yedi muhtelif mânâdır, ilâh...» iddiası hatâdır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi harfin her biri ile kıraati tecviz ecmişdir. Bu cümleden olmak üzere bir harfi, başka bir harfle değiştirmek caizdir. Lâkin ahkâm hususunda ib-dâl caiz değildir. Meselâ emsale âid bir âyeti ahkâm âyeti ile değiştirmenin haram olduğuna icmâ-ı ümmet tekarrur etmişdir. Ona göre âyetlerin sonunu değiştirmek dahi ayni sebepden dolayı fâsiddir.

1939- Bana Harmeleti İbn Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana yunus İbn Şihab'dan naklen haber verdi.

(Dedi ki) ; Bana Ubeydullah b. Abdîllâh b. Utbe rivâyet etti. Ona da İbn Abbâs rivâyet etmiş ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Cibrîl Aleyhisselâm, bana Kur'ân'ı bir harf üzere okuttu. Sonra ben kendisine müracaat ettim. Ben ziyâde etmesini istemekde; o da bana ziyâde etmekde devam ede ede nihayet yedi harfde karar kıldı.» buyurmuşlar.

İbn Şihâb: «Duydum ki bu yedi harf yalnız bir olan şey'e mahsûs olup; helâl ve haram hususunda değişmezmiş.» demiş.

1940- Bize bu hadîsi Abd b. Humeyd dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdurrazzâk haber verdi.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla haber verdi.

Bu hadîsi Buhârî «Kİtâbü Bed'i’l-Halk» ve «Fedâilü'l -Kur'ân»da tahrîc etmişdir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Hazret-i Cibrîl'den Kur'ân-ı Kerîm'i daha fazla vecihlerle okumasını istemesi, ümmetine tahfif ve kolaylık içindir. Filvaki yedi defaya kadar onun isteğini Cibrîl (aleyhisselâm) Allahü teâlâ'ya arz etmiş. Ve isteği kabul olunmuşdur.

Bundan önceki hadisde de görüldüğü vecihle yedi harfden muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır Ulemânın bu bâbdaki izahatından anlaşılıyor ki, yedi harfin mânâsı, her harf veya kelime yedi çeşit okunacak demek değildir. Gerçi Kur'ân-ı Kerîm'de yedi hattâ on vecihle okunan kelimeler vardır. Fakat bunlar pek azdır.

Bu hadîslerden maksad: Zikri geçen yedi vechin Kur'ân-ı Kerîm'in içersinde dağınık bir şekilde bulunmasıdır. Meselâ yedi harf'den murâd, yedi lehçedir; diyenlere göre Kur'ân-ı Kerîm'in bâzı yerleri Kureyş lehçesi ile; Bazıları Hüzeyl, Hevâzin ve Yemen lehçeleri ile nâzil olmuş, demekdir.

İbn' Şihâb’ın: «Helâl ve haram hususunda değişmezmiş.» sözü «Yedi harf'den murâd, mânâlardır.» diyenlerin kavlini reddeder. Bu söz, yedi harfin lâfız ve harflere âid olduğuna işâretdir.

1941- Bize Muhammed b. Abdillah b. Nüraeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İsmail b. Ebî Hâlid, Abdullah b. Îsâ b. Abdirrahmân b. Ebî Leylâ'dan, o da dedesinden, o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivâyet etti. Übey Şöyle dedi: Mescidde İdim. Birisi içeri girip namaza durdu. Ve tanımadığım bir kıraat okudu. Sonra başka biri girdi. O da arkadaşının okuduğundan başka bir kıraat okudu. Namazı bitirdiğimiz vakit hep birden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına girdik. Ben:

— Bu zât (namazda) benim tanımadığım bir kıraat okudu. Sonra Öteki girdi; o da arkadaşının okuduğundan başka bir kıraat okudu; dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara okumalarım emir buyurdu. Onlar da okudular. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların ikisinin de okuyuşlarım beğendi. Bunun üzerine içime Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i Öyle bir tekzîb etmek geldi ki, böylesi câhiliyet devrinde bile aklıma esmemişdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni kaplayan bu hâli görünce göğsüme vurdu. Bunun üzerine benden bir ter boşandı. Sanki korkudan Allah (azze ve celle) yi görüyor gibi idim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

«Yâ Ubeyy! Bana bir harf üzere oku diye (Cibrîl) gönderildi. Ben, ona: Ümmetime (vazifesini) hafiflet diye mürâcaatda bulundum; o da bana ikincide: Onu iki harf üzere oku! diye cevap verdi. Ben tekrar ümmetime (vazifesini) hafiflet diye müracaat ettim. Üçüncüde bana: Onu yedi harf üzere oku! Hem sana verdiğim her cevapla birlikde benden isteyeceğin bir isteğin de verilecekdir» dedi. Bunun üzerine ben:

— Yâ Rabb! Ümmetimi afvü mağfiret et! Yâ Rabb, Ümmetini mağfiret et! dedim, üçüncü isteğimi de bütün mahlûkaatın hattâ ibrahim (sallallahü aleyhi ve sellem)'in beni dileyecekleri güne bıraktım.» buyurdular.

1942- Bize Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammedii'bnü Bişr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana İsmail b. Etî Hâlid rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Abdullah b. Îsâ, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan naklen rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Übeyyü'bnü Kâ'b haber verdi ki, kendisi mescidde oturuyormuş. Birden içeriye bir adam girmiş de n»maz kılmış ve namazda kırâeti uzun tutmuş... Râvî hadîsi, İbn Nümeyr hadîsi tarzında rivâyet etmişdir.

1943- Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Gunder, Şu'be'den rivâyet etti. H.

Bize, bu hadîsi İbn’l-Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. İb-nü’l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Hakem'den, o da Mücâhid'den, o da İbn Ebî Leylâ'dan, o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Gıfârın gölcüğünün yanında bulunuyordu. Derken Cibrîl (aleyhisselâm) ona gelerek:

«Gerçekden Allah ümmetinin Kur'ân'ı bir harf üzere okumasını sana emrediyor!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben, Allah'dan bunun af ve mağfiret buyurulmasını dilerim. Çünkü benim ümmetim buna taakat getiremez.» dedi. Sonra Cebrâîl, ona ikinci defa gelerek:

«Allah, ümmetinin Kur'ân'ı iki harf üzerine okumasını sana emrediyor!» buyurdu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tekrar:

«Alah'dan bunun afv-u mağfiretini dilerim! Çünkü ümmetim buna taakat getiremez.» dedi. Sonra ona üçüncü defa gelerek yine:

«Allahü teâlâ, ümmetinin Kur'ân'ı üç harf üzere okumasını sana emrediyor!» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allah'dan bunun afv-u mağfiretini dilerim! Çünkü benim ümmetim buna taakat getiremez.» dedi. Sonra ona dördüncü defa gelerek:

«Gerçekden Allah, ümmetinin yedi harf üzere Kur'ân okumasını sana emrediyor. Onu hangi harf üzere okurlarsa, isabet etmiş olacaklardır.» buyurdular.

1944- Bize bu hadîsi Ubeydullah b. Muâz da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be bu isnâdla bu hadîsin mislini rivâyet etti.

Tıybî'nin beyânına göre Übeyy (radıyallahü anh) ashâb-ı kirâmın en ziyâde vera' ve takva sahiplerinden biri idi. Böyle olmakla beraber o anda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in —hâşâ— yalancı olduğu hatırından geçirecek kadar vesveseye düşmesi, şeytanın tel-vîs'indendir.

Hazret-i Übeyy'in kendi ifâdesinden anlaşılıyor ki, câhiliyyet devrinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hak Peygamber olduğunu kabul hususunda gaflet ve şüphe içinde bulunuyormuş. Fakat bu defa şeytan şüpheyi de geride bırakarak, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i kat'î sûretde yalanlamayı ona vesvese sureti ile emretmiş.

Kâdi İyâz: «Hatırdan geçen bu gibi şeyler, üzerinde durul-madıkça muâhazeyi mucip değildirler.» diyor. Filhakika Mâzirî'nin beyânına göre Hazret-i Übeyy'e şeytan tarafından o dakika ilkaa edilen vesvese, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tenbîhi yani göğüsüne çarpması ile derhâl zail olmuşdur. Zâten Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in dokunması, onun kalbi ne kötü kötü şeyler geldiğini anladığı içindir.

Übeyy (radıyallahü anh) bu tenbîh darbesi ile kendine gelmiş ve yaptığından dolayı son derece utanç ve pişmanlık duyarak ter dökmüşdür.

Hadîsin bu rivâyetinde Hazret-i Cibrîl'in, Kur'ân-ı Kerîm'i evvelâ bir vecih üzere indirdiği; sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ricası'üzerine iki veçhe çıkardığı; sonra tekrar ricası üzerine yedi harf üzerine okuttuğu bildiriliyor. Hâlbuki bundan sonraki rivâyetde üçüncü defada üç; dördüncüde yedi vecihle okuttuğu beyân edilmektedir. Bu suretle iki hadîs arasında zahiren bir münâfât göze çarpıyor. Ulemâ bu iki rivâyetin arasını bulmuşlar ve: «Birinci rivâyetdeki (üçüncü defa) tâbirinden; murâd, sonuncu defadır. Netekim sonraki rivâyetde onun yerine (dördüncü) tâbirini kullanmışdır. Dördüncü defadan murâd, Hazret-i Cibrîl'in son gelişidir.» demişlerdir.

Birinci rivâyetden Cebrail (aleyhisselâm)’in gelişlerinin biri hazfedilmiş de olabilir.

Hazret-i Cibrîl'in bu mes'elede —her gelişinde— Teâlâ Hazretlerinin bir istek vermeyi va'd buyurduğunu söylemesi, isteğin kat'î sûretde verileceğini beyân içindir. Şâir istekler ise kat'î sûretde müstecâb değildirler. İçlerinden kabul edilenleri bulunduğu gibi; kabul edilmeyenler.! de vardır.

Bâbımızın son hadisinde: «Ümmetin, Kur'ân'ı hangi harfle okurlarsa; matlûba isabet etmiş olurlar.» bu vurulmakta dır. Bu cümleden murâd: «Ümmetin bu yedi vecihden biri ile okumakda serbestdir. Fakat yedi vecihden öteye geçemezler. Bunu böylece bilip; kendilerinden sonra gelenlere böylece nakletmeleri gerekir.» demekdir.

Görülüyor ki yedi harf den muradın ne olduğu ulemâ arasında pek ihtilaflı bir mes'eledir. İmâm Süyûtî (849-911) «El-itkaan» nâm eserinde bu bâbdaki kavilleri kırkbire, Keşraîri ise kırkbeşe çıkar-mışdır. Ancak mezkûr kavillerin bir çoğu zayıfdır.