44- Süre-i Kehf İle Âyetü'l-Kürsi'nin Faziletleri Bâbı 1919- Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muâz b. Hişâm rivâyet etti. (Dedi ki) Bana babam, Katâde'den, o da Salim b. Ebî’l-Ca'd El-Gatafânî'den, o da Ma'dân b. Ebî Tâlhate’l-Ya'merî'den, o da Ebû'd-Derdâ'dan naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her kim sûre-i Kehf'in başından on âyet ezberlerse, Deccal'dan masun olur.» buyurmuşlar. 1920- Bize Muhammedü'hnü'l-Müsennâ ile İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet etti. H. Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Abdurrahman b. Mehdi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Hemmâm rivâyet etti. Bu râvîler hep birden Katâde'den bu isnâdla rivâyette bulunmuşlardır. (Yalnız) Şu'be: «Kehf sûresinin sonundan.» Hemmâm ise Hişm’ın dediği gibi: «Kehf'in başından...» demişlerdir. Sûre-i Kehf'in fazileti hakkında Buhârî Hazret-i Berâ'b. Âzib'den şu hadisi rivâyet etmişdir: Berâ' (radıyallahü anh) Dedi ki: Bir zât sûre-i Kehf'i okuyormuş, yanı başında da iki iple bağlı bir at bulunuyormuş. Derken o zâtı bir bulut kaplamış. Ve yavaş yavaş üzerine doğru yaklaşmaya başlamış. At da bundan ürküyormuş. Sabah olunca o zât Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e giderek hâdiseyi, ona anlatmış. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bu (gördüğün) sekînetdir; Kur'ân için inmişdir.» buyurmuşlar. Sekînetden muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bunu az yukarıda görmüşdük. Bazıları: «Sekînet, Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm)’in içersine levhalarla Tevrâtı ve asasını koyduğu altın kapdır.» demişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîslerde sekînet lâfzı tekerrür etmişdir. Kelimenin bir çok mânâlara ihtimâli olduğu için bu kelimeye yerine göre zikredilen mânâlardan lâyık olanı verilir. Sûre-i Kehf'in evvelinden, başka bir rivâyetde sonundan on âyet okumanın: Deccâl’ın şerrinden koruması, mezkûr sûrenin ilk âyetleri bir çok acâip ve garaibi ihtiva ettiğindendir. Bu âyetlerin mânâlarını düşünenler, Deccâl'in fitnesine kapılmazlar. Ayni sûrenin son âyetleri dahi son derece ibret âmizdirler, İbn Seyyid'e göre buradaki Deccal'dan murâd: hak ile bâtılı biribirine karıştırandır. Bazıları: «Bundan murâd: kıyâmetin büyük alâmetlerinden olmak üzere âhir zamanda çıkacak olan Deccâldır.» demişlerdir. 1921- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdül a'lâ, b. Abdil a'lâ, Cüreyrî'den, o da Ebû's - Selil'den o da Abdullah Rabah El - Ensârî'den o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivâyet etti. Übeyy Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yâ Ebe'l-Münzir! Allah'ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyet daha büyükdür? bilirmisin?» dedi. Ben: — Allah ve Resûlü bilir...» cevâbını verdim. Efendimiz (tekrar): «Yâ Ebe'l-Münzir! Allah'ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyet daha büyükdür? bilirmisin?» diye sordu. (Bu sefer ben): — Âyetü'l-Kürsî'dir. dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) göğsüme vurdu ve: «Vallahi itim sana afiyet olsun Ey Ebe'l-Münzir!» buyurdular. Bu husûsda Buhârî «Kitâbü'l-Vekâle» de Hazret-i Ebû Hüreyre'den şu hadîsi tahrîc etmişdir: Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Dedi ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni Ramazan zekâtını muhafazaya vekil etmişdi. Derken bana bir adam gelerek zahireden avuç avuç almağa taşladı; ben derhâl kendisini yakaladım. Ve: — Vallahi seni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna götüreceğim; dedim. Adam: — Ben muhtacım; çoluğum çocuğum ve pek ziyâde ihtiyacım var; dedi. Bunun üzerine bende, onu serbest bıraktım. Sabaha çıkınca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yâ Ebâ Hüreyre! Dün gece esîri ne yaptın?» dedi. Ben: — Yâ Resûlallah pek ziyâde muhtâc ve çoluk çocuk sahibi olduğundan şikâyet etti de, kendisini serbest bıraktım; dedim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ama o, sana muhakkak yalan söyledi. O yine gelecek» buyurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «O yine gelecek» demesinden anladım ki, herif tekrar gelecek. Binâenaleyh onu gözetledim. Az sonra geldi. Ve zahireden avuç avuç almaya başladı. Derhâl kendisini yakaladım ve: — Seni mutlaka Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna çıkaracağım! dedim. Herif: — Berii bırak! Çünkü muhtacım. Çoluk çocuğum var. Bir daha yapmam; dedi. Ben de kendisine acıyarak onu serbest bıraktım. Sabaha çıkınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: «Yâ Ebâ Hüreyre esîrİ ne yaptın?» diye sordu. — Yâ Resûlallah! Pek ziyâde muhtaç ve çoluk çocuk sahibi olduğundan şikâyet etti de, kendisine acıyarak serbest bıraktım; dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Amma o, sana muhakkak yalan söyledi; o tekrar gelecek!» buyurdu. Bunun üzerine ben, onu gözetledim. Derken gelerek zahireyi avuçîamaya taşladı. Ben, derhâl kendisini yakalıyarak: — Seni mutlaka Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna çıkaracağım. Bununla üç oldu ki, bir daha yapmam diyorsun; sonra tekrar yapıyorsun; dedim. Hırsız: — Beni bırak! sana bir kaç kelime öğreteceğim, onlarla Allah sana menfaat te'mîn edecek; dedi. — Ne onlar? dedim. — Döşeğine uzandığın vakît Âyetü'l-Kürsî'yi (yani) (Hayy ve Kayûm olan Allah'dan başka hiç bir ilâh yokdur.) âyet-i kerimesini sonuna kadar oku! Böyle yaparsan üzerinde faehemahâl Allah tarafından bir muhafız bulunur ve tâ sabaha kadar şeytan, senin semetine yaklaşamaz; dedi. Ben de kendisini serbest bıraktım. Sabaha çıkınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana (tekrar): «Dün gece esîri ne yaptın?» diye sordu. — Yâ Resûlallah! Bana bir kaç kelime öğreteceğindi, bunlarla Allah'ın bana fâide ihsan buyuracağını söyledi; ten de kendisini serbest bıraktım; dedim. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem): «Neymiş onlar?» dedi. Ben: — Efendim, döşeğine uzandığın vakit Âyetü'l-Kürsî'yi başından sonuna kadar oku! (Bunu okursan) üzerinden Allah tarafından bir muhafız eksik olmaz. Ve tâ sabaha kadar kat'îyyen şeytan sana yaklaşamaz; dedi.. cevâbını verdim. (Râvî diyor ki: Zâten ashâb hayır işlemeğe pek harîs idiler.) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): « (Bak hele!) o yalancı olduğu hâlde (bu defa) sana doğruyu söylemiş. Uç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun? Yâ Ebâ Hüreyre?» dedi. Ben: — Hayır! cevâbını verdim. «O bir şeytandı.» buyurdular. Buna benzer başka hadîsler de vardır. Ulemâ, Âyetü'l-Kürsi'nin büyüklükle temayüz etmesini şöyle izaha çalışırlar: Bu âyetde Allahü teâlâ’nın bütün isim ve sıfatlarının esâsları yani vahdâniyyet, hayât, ilim, mülk, kudret ve irâde zikredilmişdir. En büyük yahut en faziletli âyet olmasının hikmeti budur. Kâdi İyâz: «Bu hadîsde: Kur'ân âyetlerinin bâzılarını, diğerlerine tercih ve tafdîl caizdir; Kur'ân-ı Kerim dahi şâir semavî kitaplara tafdîl edilebilir., deyenlere hüccet vardır. Yalnız mes'ele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ebû'l-Hasen Eş'arî ile Ebû Bekr-i Bâkıllânî ve ulemâdan fukahâdan bir cemâat, âyetleri biribirine tafdîlden menetmişlerdir. Çünkü bir âyetin başkasından daha fazîletli olduğunu söylemek, öteki âyetin ondan noksan bulunmasını iktizâ eder. Kelâmıllah da ise noksanlık yokdur. Bu zevat bâzı âyetler hakkında vârid olan «En büyük», «En faziletli... »gibi tâbirleri «Büyük» ve «Faziletli» mânâlarına te'vîl etmişlerdir. İshâk b. Râhuye ile diğer ulemâ âyetler arasında tafdili, caiz görmüş ve: Bu üstünlük, okuyanın sevabının büyüklüğüne râci' olur, demişlerdir. Muhtar olan kavle göre sevabı çok mânâsına olmak üzere âyetler ve sûreler hakkında (Daha büyük) ve' (Daha faziletli) tâbirlerinin caiz olmasıdır.» diyor. |