40- Kur'ân Dinlemenin, Onu Dinlemek İçin Bir Hafızdan Okumasını İstemenin ve Kur'ân Okunurken Ağlayıp Tadebbür Etmenin Fazileti Bâbı 1903- Bize Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb hep birden Hafs'dan rivâyet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Hafsu'bnü Giyâs, A'meş'den, o da İbrâhîmden, o da Ubeyde'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: Bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bana Kur'ân oku!» dedi. Ben: — Ya Resûlallah Kur'ân-ı Kerim sana indirildiği hâlde, onu sana ben mi okuyayım? dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ben, onu başkasından dinlemek istiyorum.» buyurdu. Bunun üzerine ben de Nisa' sûresini okumaya başladım. "Acep her ümmetden birer şâhid getirerek onların üzerine de seni şâhid kıldığımız zaman hâl nice olur!" Süre-i Nisa, Âyet; 41. âyet-i kerimesine vardığım zaman başımı kaldırdım yahut birisi yanıbaşımi dürttü de, başımı kaldırdım. Gördüm ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gözyaşları akıyor. 1904- Bize Hennâd b. Seriyy ile Mincâb b. Haris Et-Temîmî hep birden Alîyyü'bnü Müshir'den, o da A'meş'den bu isnâdla rivâyet ettiler. (Yalnız) Hennâd kendi rivâyetinde: «Bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisi minber üzerinde iken (bana oku) buyurdu.» ifâdesini ziyâde eyledi. 1905- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Mis'ar rivâyet etti. Ebû Küreyb: Bana Mis'ar'dan, o da Amr b. Mürra'dan, o da İbrahim'den naklen rivâyet olundu: dedi. İbrahim Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah İbn Mes'ûd'a: «Bana Kur'ân oku!» buyurdular. İbn Mes'ûd: — Kur'ân sana indirildiği hâlde (onu) sana, ben mi okuyayım?» dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) «Gerçekden onu ben, başkasından dinlemek İstiyorum», buyurdular. Bunun üzerine İbn Mes'ûd, kendilerine Nisa' sûresinin evvelinden başlayarak (Acep her ümmetden birer şâhid getirerek onların üzerine de seni şâhid kıldığımız zaman hâl nice olur!) âyet-i kerimesine kadar okudu. Ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağladı. Mis'ar Dedi ki: Bana, Ma'n Ca'fer b. Amr b. Hureys'den, o da babasından, o da İbn Mes'ûd'dan naklen rivâyet etti. İbn Mes'ûd Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Aralarında bulunduğum müddetçe onlar üzerine bir şâhid olarak» yahut: «Onların içinde olduğum müddetçe...» buyurdu. (Burada) râvît Mis'ar şekketmişdir. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tefsîr» ile «Kitâbu Fedâilü’l-Kur’ân» da: Ebû Dâvûd «Kitâbu’l-ÎHm» de: Tirmizî ile Nesâî «Tefsir» de tahrîc etmişlerdir, Buhârî'nin rivâyetinde Hazret-i İbn Mes'ûd: « (Acep her ümmetden birer şâhid...) âyetine vardığım zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: «Dur!» yahut «Kes!» buyurdular, (o zaman) gözlerinin yaşardığını gördüm.» demişdir. Bu hadîsi İbn Ebî Hâtîm, Taberânî ve daha başkaları da rivâyet etmişlerdir. Onların rivâyetlerinde: «İbn Mes'ûd (Acep her ümmetden birer şâhid...) âyet-i kerîmesine gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ağladı. Hattâ sakalına ve yanaklarına vurarak: Yâ Rabb! Aralarında bulunduklarıma şâhid olacağım için sözüm yok. Fakat görmediklerime nasıl şâhid olurum? buyurdu.» denilmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in görmediği kimselere şehâdet etmesi mes'elesi hakikaten müşkil ise de, İbn’l-Mubârek'in Saîdü'bnü’l-Müseyyeb'den rivâyet ettiği mürsel bir hadîs bu işkâli gidermektedir. Çünkü o hadîsde Saîdü'bnül-Müseyyeb: «Hiç bir gün yokdur ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, ümmeti sabah ve akşam arz olunup da, onları simalarından ve amellerinden tanımasın. Bu sebepledir ki bunların aleyhine şehâdette buluna-cakdır.» demişdir. Buhârî'nin rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i İbn Mes'ûd'a «yeter» demesi, bu âyetdeki ibret ve nasîhatlara tembih içindir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gözyaşı ile ağlaması da bundandır. Çünkü İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) mezkûr âyeti okuyunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmetin şiddet ve dehşetini tesavvur etmiş; o gün ümmetinin kendisine îmân ettiğini tasdik için şehâdete davet edileceğini, ümmeti için şefâatda bulunarak kendilerini o günün şiddet ve dehşetinden kurtarmağa çalışacağını düşünmüşdür. Bunlar insana kanlı gözyaşları döktürecek kadar hazîn ve tesavvuru bile tüyler ürperten hakikatlerdir. Zemahşerî (467-538) diyor ki: « (Acep her ümmetden birer şâhid getirerek, onların üzerine de seni şahit kıldığımız zaman hâl nice olur!) âyet-i kerimesinden murâd; acaba Yahûdilerle sâîr küffâr her ümmete aleyhlerine şehâdet edecek bir şâhid yani Peygamberini getirdiğimiz zaman ne yapacaklar; demekdir.» Ulemâ «seni de bu yalancılar üzerine şâhid getirdiğimiz zaman...» âyet-i kerîmesindeki yalancılardan muradın kimler olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Zemahşerîye göre bunlar, her Peygamberi yalanlayanlardır. Mukaatîl: «Bunlar Ümmet-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kâfirleridir.» demişdir, İbn Nakîb'in tefsirinde ise bunlardan murâd: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in müslüman olan ümmetidir» deniliyor. Bu takdirde âyet-i kerîmedeki şehâdet iki türlü tefsir edilebilir: a) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinin aleyhine şehâdet eder. b) Ümmetinin lehine şehâdet eder. Bazıları «buradaki işaret, Yahûdilerle hıristiyanlaradir» demiş. Bir takımları da bununla yalnız Kureyş kâfirlerine işaret edildiğini söylemişlerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in neye şehâdet edeceği hususunda ulemâdan dört kavil rivâyet olunmuşdur: 1- İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) ile İbn Cüreyc, Süddî ve Mukaatil'e göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine Allah'ın emir ve nehiylerini tebliğ ettiğine şehâdette buluna-cakdır. 2- Ebû'l -Âliyye'ye göre, ümmetinin îmân ettiğine şehâdette bulunacakdır. 3- Mücâhid ile Katâde'ye göre, ümmetinin amellerine şehâdet edecekdir. 4- Zeccâc'a göre, ümmetinin hem lehinde; hem de aleyhinde şehâdetde bulunacakdır. 1906- Bize Osman b. Ebi Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: «Hıms'daydım; halkdan biri bana (hitaben): Bize Kur'ân oku! dedi; ben de onlara Sûre-i Yûsuf'u okudum. Halkdan biri (bana i'tîrâz ederek): Vallahi bu sûre böyle indirilmemişdir; dedi. Ben: — Yazık sana! Vallahi ben, bunu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e okudum da: «Güzel okudun.» diye tahsîn buyuidular; dedim. Böylece ben, o şahısla konuşurken birden bire ondan şarap kokusu geldiğini duydum ve: — Sen hem şarap içiyor; hem de Allah'ın kitabını tekzip mi ediyorsun? Sana hadd vurmadikça, buradan ayrılamazsın.» dedim ve kendisine hadd vurdum.» 1907- Bize İshâk b. İbrahim ile Alîyyü'bnü Haşrem rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsâ b. Yûnus haber verdi. H. Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye rivâyet etti. Bunlar topdan A'meş'den bu isnâdla rivâyet etmişlerdir. (Yalnız) Ebû Muâviye'nin hadîsinde: «Bana (güzel okudun) dedi.» ifâdesi yokdur. Bu hadisi Buhârî «Kitâbu Fedâilü'l-Kur'ân- da tahrîc etmişdir. Hıms: Şam civarında meşhur bir beldedir. Hadîsin zahirine bakılırsa, üzerinde şarap kokusu bulunan adama hadd-i şer'îyi bizzat İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) vurmuşdur. Nevevî (631-676) şöyle demektedir: «İbn Mes'ûd'un hadd vurması, bu husûsda hükümdarın umûmî veya husûsî naibi olduğuna; bir de, o adamın Özürsüz şarap içtiğini i'tirâf ettiğine hamlolunur. Aksi takdirde sırf şarap kokusunu duymakla hadd vurulmaz. O adamın tekzibi dahi bilmeyerek Kur'ân'dan olan bir şey'i inkâr ettiğine'hamlolunur. Aksi takdirde sırf şarap koksunu duymakla hadd vurulmaz. O adamın tekzibi dahi bilmeyerek Kur'ân'dan olan bir şey'i inkâr ettiğine hamlolunur. Çünkü hakîkaten inkâr ederse kâfir olur. Ulemâ Kur'ân'dan olduğu müttefekun aleyh bulunan bir harfi inkâr eden kimsenin küfrüne icmâ' etmişlerdir. Ona mürted hükmü verilir.» Fakat Nevevî'nin: «Aksi takdirde mü-cerred şarap kokusu duyulmakla hadd vurulmaz.» İddiaâsı, söz götürür. Çünkü İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunduğuna göre onun mezhebi mücerred kokuyu duymakla hadd vurmanın vâcib olması imiş. Bazıları: «İhtimâl ki İbn Mes'ûd'un (ona hadd vurdum.) sözünden muradı, devlet reisine haber vermesidir. Bu suretle ona hadd vurulmasına sebep olduğu için mecazen had vurmayı kendisine isnâd et-mişdir.» derler. Kurtubî dahi: «İbn Mes'ûd'un, o adama hadd vurması, kendisini bu husûsda salahiyetli saydığı içindir. Yahut hükümdar nâmına bir vacibi ikaame ettiğine kaani olmuşdur. Bunu Kûfe'de vâlî bulunduğu sıralarda yapmış olması da mümkindir. Çünkü kendisi Hazret-i Ömer zamanı ile Hazret-i Osmân’ın hilâfeti başlarında Kûfe'de vâlî bulunmuş-dur.» diyor. Ancak Kûfe'de vâlî bulunduğu sıralarda yapmışdır; iddiasını Aynî reddetmekde; vak'anın Hım s'da geçtiğini hatırlatarak Kurtubî'nin zühulüne işarete etmektedir. Yine Kurtubî: «Bu hadîsde, şarap kokusu ile hadd vurmanın vücûbuna kaail olmayanlara delîl vardır. Netekim Hanefî'lerin mezhebi budur; İmâm Mâlik ile şâir Mâlikîy'ye ulemâsı ve Hicaz'. hlardan bir cemâat dahi buna kaaildirler.» demişse de, hadîs-i şerîfde Hanefîlerle, Mâlikî'ler aleyhine delîl yokdur. Çünkü İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) o adama ancak i'tirâfı sebebi ile hadd vurmuşdur. Bir de sırf koku, şarap içtiğine kat'î delîl olamaz. Şarap kokusuna benzer başka bir şey yemiş veya içmiş olabilir. Meselâ ayva yiyen insanın ağzı, şarap kokusuna çaldırır bir şekilde kokar. Şüpheyle ise hadd vurulamaz. Hadd vurmak için ya şâhid yahut içenin i'tirâfı şarttır. |