26- Gece Namazında ve Kıyamında Dua Bâbı 1824- Bana Abdullah b. Hâşim b. Hayyân El-Abdî rivâyet etti. (Dedi ki) ; Bize, Abdurrahmân yani İbn Mehdî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Süfyân, Selemetü'bnü Küheyl'den, o da Küreyb'den, o da İbnİ Abbâs'dan naklen rivâyet etti. İbn Abbâs şöyle dedi «Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin kalkarak hacetine gitti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı. Sonra uyudu, sonra kalkarak su tulumuna gitti. Ve onun ağız ipini çözdü; sonra iki abdest arası (yani haddinden fazla, lüzumundan az dökmemek şartı ile) bir abdest aldı. Suyu çok dökmedi fakat her yere ulaştırdı. Sonra kalkarak namaz kıldı. Ben de kalktım ve onun için uyanırdığımı zannetmesin diye şöyle bir gerindim ve abdest aldım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldı. Ben de sol tarafına durdum. O, elimden tutarak beni sağ tarafına çevirdi. Bu şekilde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in tam onüç rek'ât namazı tamam oldu. Sonra uzanıp yattı ve uyudu, hattâ horladi. Zâten uyuduğu vakit horlardı. Müteakiben Bilâl gelerek kendisine sabah namazını haber "verdi. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) hemen kalktı ve namaz kıldı; ama abdest almadı. Duasında şu cümleler vardı: «Allah'ım! Benim kalbınıe nur, gözüme nûr, kulağıma nur, sağıma nur, soluma nûr, üstüme nûr, altıma nûr. Önüme nûr ve arkama nûr ver! benim nurumu büyült!» Küreyb; «Tâfcûtda yedi kelime daha vardı, (onları unuttum.) dedi. Sonra Abbâs oğullarından birine rastladım da onları bana söyledi ve: sinirimi, etimi, kanımı, saçımı ve tenimi diye anlattı. İki haslet daha söyledi.» Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'd-Deavât» da; Ebû Dâvûd «Kitâbü’l-Edeb» de; Tirmizî «Kitâbû'ş - Şemail» de; Nesâî «Namaz» bahsinde; İbn Mâce de «Kitâbü't-Tahâre» de muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Tâbut'dan murâd: insanın bedenidir. Çünkü rûh'a nisbetle beden tâbut gibidir. Tâbutun hakikati: üzerinde cenaze taşman tahtadan yapma âletdir. Dimyâtî'ye göre tâbûtdan murâd; göğüsdür. Çünkü göğüs kalbin tâbutu mesabesindedir. İbn Battal dahi ayni şey'i söylemiş ve şunları ilâve etmişdir: «Netekim ilmi ezberlemiyen kimse için:-Onun ilmi tâbuta tevdî' edilmişdir; derlet.» Bazıları: «Tâbût'dan mur'âd: kaburga kemikleri ile onların ihtiva ettiği kalp ve şâir âzadır. Bunlara tâbut denilmesi içersinde eşya muhafaza edilen sandığa benzediğin dendir.» demişlerdir. İbn’l-Cevzî'ye göre tâbûtdan murâd, sandıkdır. Küreyb'in yedi şey'i hatırlayamamasi, o anda hatırında olmayıp evdeki sandığında yazılı bulunduğundandır. Sonra Abbâs oğullarından birine tesadüf ettiğini soyliyen zât Seleme tü'bnü Küheyl'dir. Tesadüf ettiği zâtın ismi de Alîyyü'bnü Abdillâh b. Abbâs'dır. Bazıları: «tâbûtdaki yedi şeyden murâd, yedî nurdur. Bunlar Benî İsrâîl'in Tâbut'unda yazılı bulunan nurlardı.» demişlerdir. Son iki hasletden murâd: Kirmânî'ye göre vücûdun iç yağları ile kemiklerdir. Bazıları:. «Bundan murâd kemikler ile kabirdir.» demişlerdir. İbn Battal: «Ben, bu hadîsi Alî b. Abdillâh b. Abbâs'in babasından rivâyet ettiğini gördüm...» diyerek hadîsi uzun uzadıya rivâyette bulunmuşdur. O rivâyetde: «Yâ Rabbî! Benim kemiklerime nûr ve kalbınıe nûr ver!» ifâdesi vardır. Bir takımları iki hasletden, dil ile nefsin kasdedildiğini söylerler. Bu hadîsdeki nurdan murâd, hakkı beyân ve bütün hâllerde muvâf-fakiyyete mazhar olmakdır. Tıybî diyor ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem),'in teker teker her âzâ için Allah'dan nûr istemesi marifet ve tâat nurları ile süslenmesi içindir. Çünkü şeytanlar insanı altı cihetden vesvese ile kuşatırlar. Onlardan kurtulmak, bu altı ciheti nurlarla tıkamak sayesinde mümkin olur.» 1825- Bize, Yahya b. Yahya rivâyet etti. Dedi ki: Mâlike, Mahrametü'bnü Süleyman'dan dinlediğim, onun da İbn Abbâs'ın âzâdlısı Küreyb'den naklettiği, Küreyb'e de İbn Abbâs’ın haber verdiği şu hadîsi okudum: İbn Abbâs bir gece teyzesi Ümmü’l-Mü'minîn Meymûne'nin yanında kalmış. İbnİ Abbâs diyor ki: Ben, yastığa aykırı uzandım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile zevcesi ise uzunluğuna yattılar. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyudu. Gece yarısı yahut ondan az önce veya az sonra uyandı. Ve yüzünden eliyle uykuyu silmeye başladı. Sonra Âli Imrân sûresinin sonlarındaki on âyeti okudu. Ve asılı duran bir tuluma davrandı. Ondan abdest aldı. Abdestini de güzel aldı. Sonra kalkarak namaz kıldı. İbn Abbâs diyor ki: Ben de kalkarak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yaptığı gibi yaptım. Sonra (onun yanına) giderek yanıbaşına durdum. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımdan tutarak onu büktü. Müteakiben iki rek'ât namaz kıldı. Sonra iki rek'ât daha, sonra iki rek'âf daha, sonra iki rek'ât daha' sonra iki rek'ât daha, sonra İki rek'ât daha kıldı. Sonra vitr yaptı, onra uzanıp yattı. Nihayet müezzin gelince kalkarak hafif iki rek'ât dahi kıldı. Sonra (mescide) çıkarak sabah namazını kıldı. 1826- Bana, Muhammed b. Selemete'l-Mûrâdî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Abdullah b. Vehb, Iyâz b. Abdillâh El-Fihıî'den, o da Mahrametü'hnü Süleyman'dan bu isnâdla rivâyet etti. Şunu da ziyâde eyledi: «Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) su kabına giderek misvak tutundu ve abdest aldı. Abdesti yerli yerince aldı. Suyu pek az döktü. Sonra beni dürttü, ben de kalktım...» Hadîsin geri kalan kısmı Mâlik'in hadîsi gibidir. Bu rivâyetdeki «Ard» kelimesini Dâvûdî «Urd» şeklinde zab-tetmişdir. Ard: Genişlik; Urd: kenar demekdir. Doğru olan rivâyet Nevevî'nin de beyân ettiği gibi «Ayn» iri fethi ile «Ard» rivâyetidir. Visâde: Yastık demekdir. Kâdi İyâz bâzı ulemâdan onun burada döşek mânâsına geldiğini rivâyet etmişdir. Çünkü Hazret-i İbn Abbâs: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ile zevcesi uzunluğuna yattılar.» demişdir. Fakat Nevevî bu kavlin zayif yahut bâtıl olduğunu söylemektedir. Filhakîka Ebû Zür'a'nın «El-ilel» adlı eserinde tahrîc ettiği bir rivâyette İbn Abbâs (radıyallahü anh) şunları söylemiştir: «Teyzem Meymune'ye gelerek: ben bu gece sizde yatmak istiyorum, dedi. O: bizde nasıl yatacaksın, yalnız bir döşeğimiz var! dedi. Benim sizin döşeğinize ihtiyacım yok! elbisemin yarısını altıma döşerim. Yastığa gelince: Ben de başımı sizin başınızla birlikte arkadan yastığa koyarım, dedim. Az sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Meymune ona benim söylediklerimi anlatınca: «Bu, Kureyşin şeyhidir.» buyurdular. Hadîs-i Şerifden de anlaşılacağı vecihle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Me'ymûne (radıyallahü ahha) İbn Abbâs’ın teyzesidir. Hadîs cima' olmadığı takdirde bir kimsenin zevcesi ile onun yakın akrabasından bir sabinin —velev mümeyyiz olsun— yanında yatabileceğine delildir. Kâdi İyâz diyor ki: «Bu hadîsin bir rivâyetinde İbn Abbâs: Ben, teyzemin hayızlı bulunduğu bir gecede onun evinde kaldım; demişdir. Bu kelime her ne kadar rivâyet itibârı ile sahîh değilse de mânâ itibârı ile pek güzeldir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ailesine ihtiyâcı olduğu bir gecede ne- İbn Abbâs teyzesinin yanında kalmak ister, ne buna babası müsâde eder...» 1- Yüzünden uykuyu silmek, mecazdır. Bundan murâd uykunun eserini silmekdir. Hadîs-i şerîf uykudan uyanan bir kimsenin yüzünden uyku eserini silmesinin müstehab olduğuna delâlet etmektedir. 2- Yine bu hadîs abdestsiz Kur'ân okumanın caiz olduğuna delildir. Bu husûsda bütün müslümanlar müttefikdir. Kur'ân okumak yalnız cünüp ve hayızlı kimselere haramdır. 3- Uykudan uyanan bir kimsenin Âli Imrân sûresinin sonundaki on âyeti okuması müstehabdır. 4- Sûre-i Âli Imrân, Sûre-i Bakara, Sûre-i Nisa gibi isimleri söylemek caizdir. Selef ulemâsından Bazıları bunu kerih görmüş; bu tâbirlerin yerine meselâ: «İçinde Âli Imrân zikredilen sûre.» denilmesini tensîb etmişdir. Hâlbuki sûreleri malûm olan isimleri ile zikretmek caizdir. Selef ve Halefin cumhûru buna kaaildir. Bir çok sahih hadîsler de caiz olduğunu bildirmektedir. 5- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İbn Abbâs'ın kulağını çekmesi, bâzılarına göre namaza ve namazda nereye duracağına dikkat etsin diyedir. Bazıları uykusunu gidermek için kulağım büktüğünü söylemişlerdir. Bu vecih daha makbul görülmüşdür. 6- Hadîs-i şerif gece namazlarında ikişer rek'âtda selâm vermenin efdal olduğuna delildir. 7- Müezzinin namaz kıldırmak için İmâmı mescide davet etmesi caizdir. 8- Sabah namazının sünnetini hafif kılmak müstehabdır. 1827- Bana, Harun b. Saîd El-Eylî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, İbn Vehb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Amr, Abdurabbih b. Saîd’den, o da Mahrametü'bnü Süleyman'dan, o da İbn Abbâs'ın âzâdlısı Küreyb'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki, Şöyle dedi: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Meymûne'nin yanında geceledim. O gece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun yanında idi. Derken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest aldı. Sonra kalkarak namaz kıldı. Ben de kalkarak sol tarafına durdum. Ama Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) , beni (utarak sağına durdurdu. Müteakiben o gece önüç rek'ât namaz kıldı, onra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyudu, hattâ harladı. Uyuduğu zaman horlardı. Sonra (namaza davet etmek için) ona müezzin geldi, o da (mescide) çıkarak namaz kıldı. Faka tabdost almadı.» Amr Dedi ki: «Ben, bu hadîsi Bükeyru'bnü'l-Eşecc'e söyledim; o da: Bana, Küreyb onu rivâyet etti; dedi.» 1828- Bize, Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, İbn Ebî Füdeyk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Dahhâk, Mahrametü'bnü Süleyman'dan, o da İbn Abbâs'ın âzâdlısı Küreyb'den, o da İbn Abbâs’dan naklen haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi: «Bir gece teyzem Meymûne binü'l-Hâris'in yanında kaldım. Ona: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktığı vakit beni uyandırıver; dedim. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı. Ben de kalkarak sol tarafına durdum: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) elimden tutarak beni sağ tarafına durdurdu. Bundan sonra artık ben uyukladım mı kulağımın yumuşağını tutardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onbir rek'âî namaz kıldı. Sonra elleriyle dizlerini dolaylayarak oturdu; hattâ oturduğu yerde uyurken ben nefesini işitiyordum. Sabah olduğunu anlayınca hafif iki rek'âî namaz kıldı.» 1829- Bize, İbn Ebî Ömer ile Muhammed b. Hatim, İbn Uyeyne'den rivâyet ettiler. İbn Ebî Ömer dedi ki: Bize, Süfyân, Amr b. Dînâr'dan. o da İbn Abbâs'ın âzâdlısı Küreyb'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki, İbn Abbâs teyzesi Meymûne'nin yanında gecelemiş. «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin kalkarak asılı duran su tulumundan hafif bi rabdest almış. (Râvî Dedi ki. İbn Abbâs, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in abdest alışını tavsif etti. Ve onu hafif tutuyor; (suyu az döküyordu.) İbn Abbâs Dedi ki: Bunun üzerine ben de kalkarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yaptığı gibi yaptım. Sonra gelip sol tarafına durdum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Beni arkasından geçirerek sağ tarafına durdurdu. Ve namazını kıldı. Sonra yana yaslandı ve uyudu. Hattâ horladı. Sonra ona Bilâl gelerek namaz vaktini haber verdi. Bunun üzerine mescide çıkarak sabah namazını kıldı. Fakat abdest almadı.» Süfyân: «Bu hâl Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsûsdur. Çünkü biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gözleri uyur, kalbi uyumazdığım duyduk.» demiş. 1830- Bize, Muhammed b. Beşşâr rivâyet, etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed (yani İbn Ca'fer) rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Şu'be, Seleme'den, o da Küreyb'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. İbn Abbâs şöyle dedi: Teyzem Meymûne'nin evinde geceledim de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in nasıl namaz kıldığını gözetledim. Derken kalktı bev! etti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı. Sonra uyudu. Bilâhare kalkarak su tulumuna gitti. Ve onun ipini çözdü. Sonra tasa yahut çanağa su döktü. Tulumun (ağzınt) da eliyle kabın üzerine eğdi. Sonra israfla taktır arası güzel bir abdest aldı. Sonra kalkarak namaz kıldı. Ben de kalktım, yanına geldim. Ve soluna durdum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni tutarak sağ tarafına durdurdu. Böylece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in namazı onüç rek'âtda tamam oldu. Sonra uyudu; hattâ horla-dı. Biz, onun uyuduğunu horlamasından ânlardık. Sonra namaza çıktı; ve (sabah) namaz (ını) kıldı Namazında yahut sücûdunda: «Yâ Rabbî! Benim kalbınıe nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, sağıma nur, soluma nûr, önüme nûr, arkama nûr, üstüme nûr, altıma nûr ve bana nûr ver; yahut beni nûr eyle!» derdi. 1831- Bana, İshâk b. Mansûr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Nadr b. Şü-meyl rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Şube haber verdi. (Dedi ki): Bize, Se-lemetü'bnü Küheyl, Bükeyr'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. Seleme Dedi ki: «Müteakiben Küreyb'e rastladım da, şunları söyledi: İbn Abbâs: Ben, teyzem Meymûne'nin yanındaydım. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi... dedi. Sonra Gunderin hadîsi gibi rivâyetde bulundu. (Hadîsin sonunda, o) şekketmedi. Ve: (Benî nûr eyle) dedi.» 1832- Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Hennâd b. Serîy rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Ebû'l - Ahvas, Saîd b. Mesrûk'dan, o da Selemetü'bnü Küheyl'den, o da İbn Abbâs’ın âzâdlısı Ebû Rişdîn'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. İbn Abbâs şöyle dedi: «Teyzem Meymûne'nin yanında geceledim...» Râvî hadisi anlattı yalnız yüzle ellerin yıkandığını söylemedi. Ancak: «Sonra tuluma gelerek, ipini çözdü ve israfla taktır arasında orta bir abdest aldı. Sonra yatağına gelerek uyudu. Bilâhare bir daha kalktı ve yine tuluma gelerek ipini çözdü ve öyie bir abdest aldı ki, abdest ona derler!... dedi. Ve: «Bana pek büyük bir nûr İhsan eyle!» ifadesini söyledi: «Beni nûr eyle!...» cümlesini söylemedi. 1833- Bana, Ebû't-Tâhîr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, İbn Vehb, Abdurrahmân b. Selmân El - Hacri'den, o da Ukayl b. Hâlid'den naklen rivâyet etti. Ukayl'e de Seleme'tübnü Küheyl, Ona da Küreyb rivâyet etmiş ki, İbn Abbâs bir gece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında kalmış. İbnİ Abbâs Dedi ki: «Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkarak tuluma gitti. Ve ondan su döktü de abdesf aldı. Fakat abdestte suyu ne çok döktü, ne de az... Râvî hadîsi böylece rivâyet etmişdir. Bu hadîsde: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), o gece ondokuz kelimelik bir duâcla bulundu.» ifâdesi de vardır. Seleme Dedi ki: «Onları, bana, Küreyb söyledi. Ben, onların onikisini belledim; geri kalanını unuttum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Yâ Rabbî! Benim kalbınıe nûr, dilime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, üstüme nûr, altıma nûr, sağıma Nûr, soluma nur, önüme nûr, arkama nûr, nefsime nûr ver! Bana büyük bir nûr ihsan eyle) buyurdular.» 1834- Bana, Ebû Bekr b. İshâk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, İbn Ebî Meryem haber verdi. (Dedi ki): Bize, Muhammed b. Ca'fer haber verdi. (Dedi ki): Bana, Şerîkü'bnü Ebî Nemir, Küreyb'den, o da İbn Abbâs'dan naklen haber verdi ki, İbn Abbâs şöyle dedi: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in geceleyin nasıl namaz kıldığını göreyim diye nevbefînin Meymûne'de olduğu bir gece onun evinde yattım Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesi ile bir müddet konuşdukdan sonra uyudu...... Ve Râvî hadîsi (bu minval üzere) hikâye etmiştir. Bu hadîsde: «Sonra kalkarak abdest aldı ve misvaktandı.» ibaresi de vardır. 1835- Bize, Vâsıl b. Abdilalâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b. Fudayl, Husayn b. Abdirrahmân'dan, o da Habîb b. Ebî Sâbit’den, o da Muhammed b. Alîy b. Abdillâh b. Abbâs'dan, o da babasından, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki, Abdullah b. Abbâs, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında uyumuş. Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanarak misvaklanmış ve abdest almış. (Abdest alırken) şu âyetleri okuyormuş: "Hiç şüphe yok ki göklerle yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün biribirinİ tâkîb edişinde akıl sahipleri için ibretler vardır." Al-i Imrân sûresi, âyet: 190. (İbn Abbâs Dedi ki) İşte bu âyetleri tâ sûrenin sonuna kadar okudu. Sonra kalkarak iki rek'ât namaz kıldı. Ama bu ilri rek'âtda kıyamı, rükû'u ve sücûdu uzattı. Sonra oradan ayrılarak uyudu. Hattâ horladı. Bunu üç defa yaptı, (yani) altı rek'ât namaz kıldı. Hepsinde misvaklamyor; abdest alıyor ve bu âyetleri okuyordu. Sonra üç rek'âtla vitr yaptı. Derken müezzin ezan okudu; o da namaza çıktı. Şu duayı okuyordu: «Allah'ım! benim kalbınıe nûr, dilime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, arkama nûr, Önüme nûr, üstüme nûr, altıma nûr kalk eyle! Yâ Rabbî! Bana nûr ver!...» 1836- Bana, Muhammed b. Hatim rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bekr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, İbn Cüreyc haber verdi (Dedi ki): Bana Atâ', İbn Abbâs'dan naklen haber verdi. Dedi ki: «Bir gece teyzem Meymûne'nîn yanında kaldım, derken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin nafile namaz kılmağa kalktı. Ve sı tulumuna giderek abdest aldı ve namaza durdu. Onun böyle yaptığını gö rünce, ben de kalktım ve tulumdan abdest aldım. Sonra onun sol tarafım durdum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasından, benim elimder tutarak benî öylece arkasından sağ tarafına döndürdü.» (Râvî diyor ki): Ben: «Bu nafile namazdamı oldu?» dedim: — Evet; cevâbını verdi. 1837- Bana, Hârûn b. Abdillâh ile Muhammed b. Bâfî' rivâye: ettiler. Dediler ki: Bize, Vehb b. Cerîr rivâyet etti. (Dedi ki): Bana, ba banı haber verdi. Dedi ki: Kays b. Sa'd'i, Atâ'dan, o da İbn Abbâs'dai naklen rivâyet ederken dinledim. İbn Abbâs şöyle dedi: «Abbâs, bem Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gönderdi. « Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), teyzem Meymûne'nin evinde İdi. O gece oranla beraber kaldım. Geceleyin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza kalktı, ben de (kalkarak) sol tarafına durdum. O, beni arkasından yakalayarak sağ tarafına durdurdu.» 1838- Bize, İbn Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, babam rivâyet etti, (Dedi ki): Bize, Abdülmelik, Atâ'dan, o da. İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti. İbn Abbâs, İbn Cüreyc ve Ka'b. Sa'd rivâyetlerinde olduğu gibi: «Ben, teyzem Meymûne'nin yanında geceledim...» demiş. Görülüyor ki İbn Abbâs (radıyallahü anhûma)'dan muhtelif yollarla rivâyet edilen bu hadîs, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gece namazını ve bu namazı kaç rekat kıldığını, namaz esnasında okuduğu duaları bildirmektedir. Yalnız Müslim'in Vâsi' b. Abdil'a'lâ tarîki ile rivâyet ettiği (191 numaralı) hadîs, diğer rivâyetlere muhalif düşmüşdür. Çünkü bu rivâyette hem rek'ât adedi altı olarak gösterilmiş hem de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı ikişer rek'ât namaz kıldıkça uyuduğu bildirilmişdir. Hâlbuki diğe rivâyetlerde namaz arasında uykudan bahsedilmediği gibi; gece namazının rek'ât sayısı da onüç olarak tesbit edilmişdir. Kâdi İyâz diyor ki: «Husayn b. Abdirrahmân'in, Habib b. Ebî Sabit'den rivâyeti, Dârakutnî'nin Müslim'e karşı itiraz ve istidrâk yaptığı husûsâtdan biridir. Çünkü bu rivâyet muzrarib, râvileri de muhtelifdir. Dârakutnî hadîsin Habîb’den yedi şekilde rivâyet edildiğini, Habîb'in bu hadîsde Cumhûr'a muhâlefe ettiğini söylemişdir.» Fakat Nevevî bu itirazın İmâm Müslim'e karşı vârid olamayacağını çünkü Müslim'in mezkûr rivâyeti müstakillen değil mutâbaat için zikrettiğini, mutataatda ise asıl hadîslerde caiz görülmeyen bâzı husûsâtın kabul edildiğini söylemişdir. Yine Kâdî İyâz: «İhtimâl ki İbn Abbâs (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gece namazına başlarken kıldığı hafif iki rek'ât namazı saymamışdır. Onun için de uzun iki rek'ât namaz kıldığından bahsetmişdir. Bu gösteriyor ki evvelâ iki rek'ât hafif namazı kılmış, sonra iki rek'ât uzun. sonra da hadîsde zikri geçen altı rek'âtı kılmış; en sonunda da üç rek'âtla vitir yapmışdır. Bu suretle kılınan namazların mecmû'u, sair rivâyetlerde olduğu gibi yine onüç rek'ât eder.» demişdir. Aliyyı cöre İbn Abbâs (radıyallahü anh) bilmediği için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sol tarafına durmuştur. Çünkü yaşı küçüktü. Kendisi hicretten üç sene evvel doğmuştu. Mâmâfîh sağ tarafına darmanın hılâf-ı edep olduğunu zannetmiş olması da mümkündir. 1839- Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Gunder, Şu'be'den rivâyet etti. H. Bize İbn'l - Müsennâ ile İbn Beşşâr da rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Şu’be, Ebû Cem-re'den rivâyet etti. Dedi ki: Ben, İbn Abbâs'ı: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin onüç rek'ât namaz kılardı.» ilerken işittim. 1840- Bize, Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, o da Abdullah b. Ebî Bekr'den, o da babasından, o da Abdullah b. Kays b. Mahn rame'den naklen rivâyet etti. Abdullah da Zeydü'bnü Hâlid-i Cühenî'den naklen haber vermiş İd, Zeyd Şöyle dedi: «Bu gece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in namazını mutlaka ta'kîp edeceğim! dedim. Bunu müteakib Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) haf ifiki rek'ât namaz kıldı. Sonra iki rek'ât uzun, uzun (ama çok) uzun iki rek'ât namaz kıldı. Sonra iki rek'ât daha kıldı. Bunlar önceki rek'âtlardan daha kısaydılar. Sonra iki rek'ât daha kıldı; bunlar da öncekilerden kısaydılar. Sonra iki rek'ât daha kıldı; bunlar da öncekilerden kısaydılar. Sonra iki rek'ât daha kıldı; bunlar dahi kendilerinden öncekilerden kısa idiler. Sonra vitr yaptı. İşte bu namazlar (in mecmuu) onüç rek'âtdır.» 1841- Bana, Haccâc b. Şâir rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Muhammed b. Ca'fer El-Medâinî Ebü Ca'fer rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Verkaa', Mu hammed b. Münkedir'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Bir seferde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber idim, giderken bir su yoluna vardık, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Hayvanını sulamiyacakmısın Yâ Câbir?» dedi. Ben: Hay hay! cevâbını verdim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) indi. Ben de deveyi suya sürdüm. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kazâ-i hacete gitti. Ben, kendisine abdesf suyu koydum. Az sonra geldi ve abdest aldı. Sonra kalktı ve bir elbisenin iki tarafını omuzlarına atarak namaza durdu. Ben de arkasına durdum. Fakat o, benim kulağımdan tutarak beni sağ tarafına geçirdi. 1842- Bize, Yahya b. Yahya ile Ebû B©kr b. Ebî Şeybe hep birden Hüşeym'den rivâyet ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize, Hüşeym rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Ebû Hurre, Hasen'den, o da Sa'd b. Hişâm'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, Âişe şöyle dedi: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin namaz kılmak için kalktımı evvelâ namazına hafif iki rek'âtla başlardı.» 1843- Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Ebû Üsâme, Hişâm'dan, o da Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den, 6 da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, şöyle buyurmuşlar: «Biriniz geceleyin kalktığı zaman namazına hafif iki rekrâtla başlayıversin!» Bu hadîsler dahi Resûlülah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in gece namazlarım onüç rek'ât olarak kıldığım, gece namazına hafif iki rek'âtla başladığını bildirmektedirler. Zeydü'bnü Hâlid-i Cühenî'nin: «Bu akşam mutlaka Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in namazını gözetleyip takip edeceğim..» demesi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kalktığını anladıktan sonraya hamiedilmişdir. Çünkü uykudan kalkmazdan önce onun hâlini tecessüs etmesi memnudur. Fakat namaza kalkmasını beklemek ve ondan sonraki hâlini İzlemek memnu değil; makbuldür. Meşra'a: Ve keza şeriat: Suya götüren yoldur. Resûlüllah'ın suâli: «Deveni sulamıyacakmısm?» yahut: su içmiyecekmisin?» mânâlarına gelir. Hazret-i Âişe'nin: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) , geceleyin namaz kılmağa kalktırın, namazına hafif iki rek'âtla başlardı.» sözü ile ondan sonra gelen Ebû Hüreyre hadîsindeki hafif iki rek'ât namaz kılma emri, bu namazın müstehab olduğuna delildirler. Çünkü vvelâ hafifçe kılman bu iki rek'ât, ondan sonraki uzun rek'âtlara neşât açar. 1844- Bize, Kutebetü'bnü Saîd, Mâlik b. Ens'den, o da Ebû'z -Zühyer'den, o da Tâvûs'dan, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gece yarısı namaza kalktımı. «Allah'ım! Hamd sana mahsûsdur. Göklerle yerin nûr'u sensin, Hamd da sana mahsûsdur. Göklerle yerin ve onlardakilerin Rabbî sensin, hak sensin, senin va'din hak'dır. SÖzün hak'dır. Sana kavuşmak hakdır. Cennet hakdır. Cehennem hakdır. Kıyâmet hakdır. Yâ Rabbî! Ben ancak sana teslim oldum; ancak sana îmân ettim; ancak sana tevekkül eyledim ve yalnız sana rücû' ettim. Ben hasınıma karşı ancak senin (burhanın) ile muhasama ettim ve düşmanınla aramızda ancak senin hakemliğine müracaat ettim Binâenaleyh benim gerek evvelce gerekse sonradan işlediğim günahlarımla gizli ve aşikâr yaptıklarımı hep bana bağışla! Benim ilâhım sensin, senden başka hiç bir ilâh yokdur!» diye duâ ederdi. 1845- Bize, Amru'n - Nâkıd ile İbn Nümeyr ve İbn Ebî Ömer rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Süfyân rivâyet etti. H. Bize, Muhammed b. Râfi' dahi rivâyet etti. Dedi ki: Bize, Abdürrazzâk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, İbn Cüreyc haber verdi. Bunların ikisi de Süleymân-ı Ahvel'den, o da Tâvûs'dan, o da İbn Abbâs'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet ettiler. İbn Cüreyc hadîsinin lâfzı Mâlik hadîsi ile birdir. Yalnız iki kelimede ihtilâf etmişlerdir. İbn Cüreyc «Kayyâm» yerine «Kayyım» demiş. Bir de «Esrartü» cümlesini «Mâ Esrartü» şeklinde rivâyet etmişdir. İbn Uyeyne hadîsine gelince: onda bâzı ziyâdeler vardır. Hem o bir kaç kelimede Mâlik ile İbn Cüreyc hadîslerine muhâlifdir. 1846- Bize, Şeybân b. Ferrûh rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Mehdî (yani İbn Meymûn) rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Imrânü'l-Kasîr, Kays b. Sa'd'dan, o da Tâvûs'dan, o da İbn Abbâs'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu hadîsi rivâyet etti. Lâfzı yukarkilerin lâfızlarına yakındır. Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü't - Teheccüd», «Kitâbü'd-Deavât» ve «Kitâbü't-Tevhîd» de; Nesâî «Kitâbü's-Salât» ve «Kitâbü'n-Nüûd» da; İbn Mâce dahi «Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Hadîsin zahirinden anlaşıldığına göre Fahr-i Âlem (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz, bu duayı namaza kalktığı vakit okurmuş. «Göklerle yerin nûr'u sensin!...» cümlesinin mânâsı: «Onları nûrlandıran yani göklerle yerin nûr'unu halk eden sensin.» demekdir. Ebû Ubeyd'e göre mânâ: Yer ve gök ehli senin nûr'unla hidâyet bulur; demekdir. Hattâbî (319-388), Teâlâ Hazretlerinin nur ismini tefsir ederken: «Bu kelimenin mânâsı: Görmeyen, onun nûr'u ile görür; yolunu sapıtan, onun hidâyeti ile yol bulur; demekdir. Allah, semâvâtm nûr'udur: Tâbiri de bundan alınmadır. Yani göklerle yerin nûr'u da Allah'dandir; demekdir. Bu kelimenin nûr sahibi mânâsına gelmesi de muhtemeldir. Yalnız nûr Allah'ın zâtına sıfat olamaz. O, fiil sıfatıdır.» demişdir. Bir takım ulemâya göre «Göklerle yerin nuru...» cümlesinden mu-râd: onların güneşini, ay'mı ve yıldızlarını tedbîr edendir. Kayyim, kayyâm ve kayyûm kelimeleri, bir mânâya kullanılırlar. Bundan murâd mahlûkaatmı daimî sûretde tedbîr eyleyen, onlara kıvamını bulduran şey'i veren yahut kendi kendine kâim olup başkasını da ikaame eden, daha doğrusu varlığı kendinden olup, başkasını vâr edendir. Bazıları: «Kayyâm, mubaleğalı ism-i faildir; mahlûkaatm muhtaç olduğu her şey'i hazırlayan mânâsına gelir.» demişlerdir. Bir takımları da kayyim'in yaradan ve tutan, mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bunlara göre göklerle yerin kayyimi, onların yaradanı demekdir. Ulemânın beyânına göre Rabb’ın lûgatda üç mânâsı vardır. a) İtaat edilen ulu; b) Islah eden; c) Sahip ve Mâlik. Bazıları: «Eğer Rabb kelimesi itaat edilen büyük mânâsına gelirse, merbûbun yani o Rabb'a itaat edenin akıllılardan olması şarttır.» derler. Hattâbî: «Seyyidü'l- Cibâl denilemez.» sözü ile buna işaret etmişdir. Fakat Kâdi İyâz buna itiraz etmiş ve: «Bu şart, fâsiddir. Bilâkis her şey Allahü teâlâ'ya mutî'dir...» demişdir. Yine ulemânın beyânına göre Allahü teâlâ’nın isimlerinden biri olan Hakk'ın mânâsı, mevcudiyeti muhakkak; demekdir. Vücûdu tehakkuk eden her şey Hak'dır. «Hakka» kelimesi dahi Hak'dan alınmışdır. Ve: hiç şüphesiz olacak; mânâsına gelir. Bu fadîsdeki Hak'ların hepsi bu mânâyadır. Yani: «Senin va'din, sözün, sana kavuşmak, cennet, cehennem ve kıyâmet mutlaka tehakkuk edecekdir; bunların olacağında asla şüphe yokdur» demekdir. Bazıları bunu: «Senin haberin hak ve doğrudur.» mânâsına almış, bir takımları: «Hak'dan murâd, hak sahibi demekdir.» mutâleasında bulunmuşlardır. Hak'dan murâd, onu yerine getirendir.» diyenler de vardır. «Sana kavuşmak hakdır.» cümlesinden murâd, öldükden sonra diril-mekdir. «Yâ Rabb! Sana teslim oldum...» cümlesinden murâd, emir ve nehiylerine râm oldum; ne buyurursan onu yapmağa hazırım; demekdir. Yalnız sana rücû ettim»: Sana itaat ettim, senin ibâdetine yöneldim; demekdir. Bazıları bundan murâd, Her tedbirimde sana rücû ettim yani umurumu sana havale ettim; demekdir... derler. «Seninle muhâsama ettim» bana verdiğin kuvvet ve delillerle, sana küfür edenlere karşı muhâsama ettim ve onları hüccetle, kılınçla mağlûp ettim; demekdir. «Düşmanınla aramızdaki muhâsamada senin hakemliğine müracaat ettim»: Yani hakkı inkâr edenlere karşı yalnız senî hakem tanıdım; Küffâr'ın yaptıkları gibi putları, kâhinleri, ateşi, şeytanı vb. yi değil, ben ancak senin hükmüne razı olurum; senden başka hiç bir kimsenin hükmüne i'timâd edemem; demekdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin bütün mütesavver günahları affedilmiş olduğu hâlde bu hadîsin sonunda yine: «Allah'ım benim gelmiş geçmiş bütün günahlarımı affet...» demesi, iki vecihden dolayıdır. Bunlardan biri tevazu göstermek ve Allahü teâlâ'ya ta'zîmde bulunmak içindir. Diğeri duâ hususunda kendisine tabî olmaları için ümmetine tâ'lİmdir. Müfessirlerin beyânına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında gufran, geçmiş ve gelecek bütün fiillerine şâmildir. «Gizli ve aşikâr bütün yaptıklarımı affet.» cümlesinden murâd, gönülden geçen ve dilin söylediği şeyler olabilir. Kirmanı: «Bu hadîs cevâmiû'l-Kelim'dendir.» demişdir. (Cevâmiû'l - Kelim: Az sözle çok mânâ ifâde eden hadîslerdir. Bir hadîsde beyân edildiği vecihle bu şekilde ifâde yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize verilen hasâistandır.) 1847- Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsenna ile Muhammed b. Hatim, Abd b. Humeyd ve Ebî Ma'ni'r-Rakaaşî rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize, Ömer b. Yûnus rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, îkrimetü'bnü Ammâr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Ebî Kesîr rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Ebû Selemete'bnü Abrîirrahmân İbn Avf rivâyet etti. Dedi ki: Ümmü’l-Mü'minîn Âişe'ye sordum: — Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin kalktığı vakit namazına ne ile başlardı? dedim. Âişe: — Geceleyin kalktığı vakit namazına: «Allah'ım! Ey Cebrail, Mîkâîl ve İsrafil'in Rabbi! Gökler'le yerin yaradam; hâzırı ve gâîbi bilen Allah'ım! Kullarının ihtilâf ettikleri şeylerde, onların aralarında ancak sen hükmedersin. İhtilâf edilen hakka izninle beni hidâyet eyle! Çünkü dilediğini doğru yola ancak sen hidâyet eylersin!» duası ile başlardı... dedi. Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerekse Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sünnetinde tekarrur etmişdir ki, Allahü teâlâ hazretleri mah-lûkaatmın şân ve mertebesine izafe edilerek anılır. Küçük ve hakir olanlara izafe edilmez. Meselâ göklerle yerin Rabbi, Arş-ı Âlâ'nın Rabbi, Me-lâike ile rûh'un Rabbi, maşrikle mağrib'in Rabbi, insanların Rabbi, insanların Mâlik'i, insanların ilâhı, âlemlerin Rabbi, Peygamberlerin Rabbi, göklerle yerin hâliki, göklerle yerin fâtırı ilâh... denilir. Bütün bunlar Allah Zülcelâl'i azamet, kudret ve mülk delilleri ile tevsîf demekdir. Onun için küçük ve hakîr olan şeylerde kullanılmamışdır. Meselâ: Haşerâtın Rabbi, maymun ve hınzır'ların hâlik'i denilmez. Bunlar şâir mahlûkatın umûmunda dâhil olmak üzere ifâde edilirler. Meselâ bütün mahlûkatın Rabbi, Her şey'in hâlik'ı denilir. İşte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in duasında: (Cebrail, Mîkâîl ve İsrafil'in Rabbi! Göklerle yerin yaradanı olan Allah'ım.) diyerek bütün mahlûkaat arasından yalnız bunları zikretmesinin vechi budur. 1848- Bize, Muhammed b. Ebî Bekr El-Mukaddemi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Yûsufu'l-Mâcişûn rivâyet etti. (Dedi ki): Bana, babam, Abdurrahmân El-A'rac'dan o da Ubeydullah b. Ebî Râfi'den, o da Alîyü'bnü Ebî Tâlib'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, namaza kalktığı vakit: «Yüzümü hak dîne meylederek, göklerle yeri yaradana çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Şüphesiz ki benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve memâtım âlemlerin rabbi olan Allaha âiddir. Onun hiç bir şeriki yoktur. Ben, bununla emrolundum; ve ben müslümanlardanım. Allah'ım melik ancak sensin! senden başka hiç bir ilâh yokdur. Sen, benim Rabbimsin. Ben de senin kulun!... Nefsime zulmettim. Günâhımı da îtirâf eyledim. Binâenaleyh bütün günahlarımı bana bağışla! Çünkü günahları senden başka affedecek yokdur. Beni ahlâkın en güzeline hidâyet buyur! Onun en güzeline senden başka hidâyet eyleyecek yokdur. Kötü ahlâkı benden def eyle! Onu senden başka benden def edecek yokdur. Senin emrine tekrar tekrar icabet eder; dînine tekrar tekrar tâbi' olurum! Bütün hayırlar senin yed-i kudretindedir. Şerr sana âid değildir. Varlığım seninledir; sonu da sana müntehidir. Mübareksin, yücesin senden mağfiret diler; sana tevbe eylerim!» duasını okur, rüku'a vardığında: «Allah'ım ancak sana rükû’ ettim; sana îmân eyledim; ve ancak sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, iliğim, kemiğim ve sinirim hep sana itaat etmektedir.» der, başını rükû'dan kaldırdıkda: «Allah’ım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yer dolusu, göklerle yer arası dolusun, onlardan maâdâ dilediğin her şey dolusu hamd ancak sana mah-sûsdur.» duasını okur. Secde ettiği zaman: «Allahım ancak sana secde ettim ve yalnız sana îmân eyledim; sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratıp şekillendiren, gözünü ve kulağını yaradan Allahına secde etti. Halikların en güzeli olan Allah pek yücedir.» dermiş. Sonra teşehhüdle selâm arasında en son sözü şu olurmuş: «Allahım! Evvel ve âhir, gîzli ve aşikâr işlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün israflarımı ve senin benden daha iyi bildiğin kusurlarımı bana bağışla! İlerleten ancak sen! gerileten de ancak sensin! Senden başka hiç bir ilâh yokdur!» 1849- Bize, bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahmân b. Mehdi rivâyet etti. H. Bize, İshâk b. İbrahim dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Ebû'n-Nadr haber verdi. Bu râvîlerin ikisi de demişler ki: Bize, Abdülâzîz b. Abdillâh b. Ebî Seleme, amcası Mâcişûn b. Ebî Seleme'den, o da A'rac'dan bu isrâdla rivâyet etti. Ve şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza başlarken tekbir alır; sonra: «Yüzümü çevirdim.» ve: «Ben, müslümanların birincisiyim.» derdi. Başını rükû'dan kaldırdımı: «Allah, hamd edenin hamd'ını kabûf eder. Ey Rabbimiz! Hamd de sana mahsûsdur!» derdi. (Secde hâlinde): «Yüz'e şekil vererek onu güzel bir sûretde yaradan.» der; selâm verirken de: «Allahıml Önceden yaptığım günahları bana bağışla!...» derdi, diyerek hadisi sonuna kadar rivâyet etti. Yalnız: «Teşehhüdle selâm arasında.» tâbirini söylemedi. «Yüzümü hak dîne meylederek göklerle yeri yaradana çevirdim...» cümlesinden murâd: «Yaptığım ibâdet ile göklerle yeri yokdan var eden Allahi kasdettim...» demekdir. Hanîf: Ekseri ulemâya göre hak dîne yani islâm'a meyleden, demekdir. Zâten hanf veya hanef meyletmek, bükülmek mânâsına gelir. Ve karineye göre hayırda da, serde de kullanılır. Bazıları: «Buradaki hanîf den murâd, doğru; demekdir.» mutâleasın-da bulunmuşlardır. Ezherî ile diğer bir takım ulemânın kavilleri budur. Ebû Ubeyd'e göre ise araplarca hanîf in mânâsı, îbrâhîm (aleyhisselâm) dîninde olan kimse; demekdir. «Ben, müşriklerden değilim.» cümlesi, hanîfin mânâsını beyândır. Putperest, mecûsî, mürted, zındık, yahudî ve hıristiyan bütün kâfirlere müşrik denilir. Nüsük: İbâdet demekdir. Mârûdî'nin rivâyetine göre «Âlemlerin Rabbi.. » terkibindeki «Rabb» kelimesinin dört mânâsı vardır. Bunların üçünü az yukarıda görmüşdük; dördüncüsü, mürebbîdir. Çünkü Teâlâ Hazretleri mahîûkatmı terbiye eder. Bu sıfat Allah'ın fiil sifatlarındandır. Başına harf-i tarif gelir de «Er-Rabb» denilirse, kelime yalnız Allahü teâlâ hâlîfemda kullanılır. Harf-i tarif kaldırılırsa Allah'dan başkası hakkında da kullanılabilir. Meselâ: »Rabbü’l-Mâl, Rabbu'd-Dâr» derler ki, mal sahibi, ev sahibi mânâlarına gelir. Âlemin: Âlemler, demekdir. Âlemin mânâsı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Kelâm ulemâsı ile müfessirlerden bâzılarına göre âlem, bütün mahlûkaat, demekdir. Bazıları: «Âlem'den murâd, melekler, cinler ve insanlardır,.» demişlerdir. Ebû Ubeyde ile Ferrâ' bunlara şeytanları da katmışlardır. Hüseyin b. Fadl ile Ebû Muâz-ı Nahvî'ye göre, âlemden murâd, yalnız insanlardır. Bir takımları, âlemin dünyâ ve dünyâda bulunan şeyler, mânâsına geldiğini ileri sürmüşlerdir. Bu takdire göre «Rabbü'l-Âlemîn» terkibinin mânâsı, dünyâların râbbi, demek olur ki, dünyâmız gibi canlılar besleyen daha bir çok dünyâların mevcudiyetine işaret sayılır. Âlem kelimesinin iştikaakı hususunda da ihtilâf vardır. Bâzılarına göre bu kelime âlâmetden alınmışdır. Çünkü her mahlûk, Allah'ın varlığına bir alâmetdir. Bir takımları ilimden müştak olduğunu söylerler. Bu takdire göre âlem, yalnız akıl sahiplerine mahsûs olur. Melik: Her şey'e kaadir olan, hakîkî Mâlik; demekdir. Cenâb-ı Hak bütün mahlûkaatının hakîkî Mâlikîdir. «Nebınıe zulm ettim...» cümlesinden murâd; kusurunu îtirâfdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) nezâketen evvelâ kusurunu itiraf etmiş; sonra Allah'dan. mağfiret dilemişdir. Netekim vaktiyle Hazret-i Âdem ile Havvâ (aleyhisselâm) da böyle yapmış: «Ey Rabbimiz! Biz, nefislerimize zulm ettik, eğer bizi affetmez ve bize acımazsan biz mutlaka ziyânkârlardan oluruz!» demişlerdi. Lebbeyk: Ben tekrar tekrar senin tââtın üzreyim; «Sa'deyk» dahi senin emrine tekrar tekrar yardım eder; dînine tekrar tekrar tâbi olurum! demekdir. «Bütün hayırlar senin yedi kudretindedir...» cümlesi hakkında Hattâ bî ve başkaları şunları söylemişdir: «Burada Allahü teâlâ'yı, medh-u senada bulunurken edep ve nezâkete irşâd vardır. Allahü teâlâ'ya iyilikler izafe edilmeli, nezâketen kötülükler ona nisbet olunmamalıdır. «Şerr sana âid değildir.» cümlesi te'vîli icâb eden bir sözdür. Çünkü Ehl-i Hakkın mezhebine göre, hayır olsun şerr olsun bütün hâdisâtı Allahü teâlâ halk etmişdir. Hâl böyle olunca «Şerr sana âid değildir.» cümlesini te'vîl vacip olur. Nevevî'nin beyânına göre, bu husûsda beş kavil vardır: 1- Bu cümlenin mânâsı: «Şerr ile sana kulluk edilmez.» demekdir. İmâm Halîl b. Ahmed ile Nadr b. Şümeyl, İshâk b. Râhûye, Yahya b. Maîn, Ebû Bekr b. Huzeyme, Ezherî ve diğer bir takım ulemânın kavilleri budur. 2- Bu cümlenin mânâsı: «Şerr yalnız başına Allah'a izafe edilemez» demekdir; meselâ Ey maymunlarla hınzırların halikı! ve Ey Şerrin Rabbi denilemez. 3- Ma'nâ: «Kötü şeyler sana arz olunamaz; sana ancak iyi sözler ve güzel ameller arz olunur Yâ Rabbî!» demekdir. 4- Bu sözden murâd: «Yâ Rabbî! Şerr sana nisbetle şerr değildir. Çünkü sen, onu büyük bir hikmetle halk ettin. Şerr ancak mahlûklara nisbetle kötüdür.» demekdir. 5- Hattâbî'nin rivâyetine göre bu söz «senden ma'dûd değildir.» manasınadır. «Varlığım seninledir; sonu da sana müntehî'dir.» yani sana iltica ederim; muvaffakiyetim ancak seninledir. «Mübareksin...» cümlesinin mânâsı, senaya lâyıksın; demekdir. Bazıları bunun: «Hayır, senin yanında sabit oldu.» mânâsına geldiğini söylemişlerdir. İbn’l-Enbârî'ye göre: «Kullar seni tevkîd etmekle bereket kazandı.» demekdir. «Göklerle yer dolusu hamd» in ne demek olduğunu evvelce görmüş-dük. «Yüzüm kendisini yaratıp şekillendiren, gözünü ve kulağını yaradan Allah'ına secde etti.» cümlesi, kulakları yüzden sayan Zührî'nin delilidir. Ulemâdan bir cemaata göre kulaklar baş'dan sayılır. Bir takımları kulakların üst kısmını başdan, alt kısmın yüzden saymış, Bazıları da kulakların ön kısmını yüzden, arka kısmını baş'dan addetmişlerdir. Cumhûr'a göre kulaklar ne başdan ne de yüzdendir. Onlar iki müstakil uzuv olup, müstakkillen su ile temizlenirler. Kulakları mesh etmek sünnetdir. «Halikların en güzeli." terkibinden murâd; takdir edenlerin ve şekîl verenlerin en güzeli demekdir. «İlerleten sensin, geriletn sensin!» dilediğini tâatma muvaffak kılarak ilerletir, dilediğini de hikmetin iktizâsı bundan geri bırakırsın. Sen dilediğini aziz; dilediğini de zelîl eylersin; mânâsına gelir. Hadîs-i şerif iftitah duasının müstehab olduğuna, rükû' ve sücûdde ve onlardan doğrulurken, keza selâm vermezden önce dua okumanın müste-hak olduğuna delildir. «Ben. müslümanlarm birincisiyim.» sözünden murâd, bu ümmetin müslümanlarıdır. |