32- Beş Vakit Namazın Vakitleri Bâbı 1410- Bize Kuteyfaetü'bnü Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivâyet etti. H. Bize İbn Rumh dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys, İbn Şihâb’dan naken haber verdi ki: Ömer b. Abdilâziz ikindiyi bir parça geciktirmiş. Bunun üzerine Urve, ona: Dikkat et ki Cibrîl indi de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e İmâm olarak namaz kıldı; demiş. Ömer ona: — Söylediğini iyi bil Yâ Urve! demiş. Bu sefer Urve: — Ben Beşîr b. Ebî Mes'ûd'dan dinledim. Şöyle diyordu, demiş: Ebû Mes'ûd'dan işitdim, şöyle diyordu: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işitdim: «Cibrîl inerek bana, İmâm oldu: 1) Ben de onunla namaz kıldım. 2) Sonra (yine) onunla namaz kıldım. 3) Sonra (yine) onunla namaz kıldım. 4) Sonra (yine) onunla namaz kıldım. 5) Sonra (yine) onunla namaz kıldım.» buyuruyor, parmakları İle beş namazı sayıyordu. 1411- Bize Yahya b. Yahya Et-Temimi haber verdi. Dedi ki: Mâtik'e, İbn Şihâb'dan duyduğum şu hadîsi okudum: Ömer b. AbdilâcSs bir gün namazı geç kılmış. Derken yanına Urvetü'bnü Zübeyr girerek ona şunu haber vermiş. Mugîratü'bnü Şu'be Kûfe'de iken bir gün namazı geç kılmış; bunun üzerine Ebû Mes'ûd-u Ensârî onun yanına girerek: — Bu (yaptığın) nedir Yâ Mugira? Bilmiyormusun ki: 1- Cibrîl inerek (nasıl) namaz kılmışdı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de (ona uyarak), namaz kılmışdı. 2- Sonra o kılmış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de (ona uyarak) namaz kılmışdı. 3- Sonra o kılmış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de (ona uyarak) namaz kılmışdı. 4- Sonra o kılmış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’de (ona uyarak) namaz kılmışdı. 5- Sonra o kılmış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de (ona uyarak) namaz kıluuşdı. Sonra Cibrîl (aleyhisselâm) «Sen işte bununla em rolündün» buyurmuşdu; demiş. Ömer, Urve'yc: — Ne söylediğini düşün yâ Urve! Acaba namaz vaktini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ta'ym eden Cibrîl (aleyhisselâm) mıdır?» demiş. Urve: — Beşir b. Ebî Mes'ûd, babasından böyle rivâyet ediyordu... cevâbını vermiş. 1412- Urve Dedi ki: Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ikindiyi, güneş Âişe'nin odasında iken, henüz oradan çıkmadan kılardığını bana zevcesi Âişe rivâyet etti. 1413- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrii'n-Nâkıd rivâyet ettiler. Amr dedi ki: Bize Süfyân, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe Dedi ki: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindiyi güneş benim hücremde görünmekde iken henüz gölge dönmeden kılardı.» Ebû Bekir: «Henüz gölge yayılmadan.» dedi. 1414- Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. Dedi ki: Bana Urvetü'bnü Zübeyr haber verdi. Ona da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe haber vermiş ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindiyi güneş henüz Âişe'nin hücresinde iken; gölge odasına yayılmadan küarmış. 1415- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbn Nümeyr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî' Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den' naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: 'Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindiyi güneş benim odama vurmakda iken kılardı.» Ebû Mes'ûd hadîsini Buhârî «Bed'ü’l-Halk» ve -Mevâ-kîtü's - Salât» bahislerinde; Âişe hadîsini de mezkûr hadîsin sonunda rivâyet ettiği gibi Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce dahi «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Ebû Mes'ûd hadîsinde namazın yalnız sayısı bildirilmiş; vakitlerden bahsedilmemiş ise de namazın günde beş defa kılınması, onun ayrı ayrı beş vakitde kılınmış olmasını istilzam eder. Muhâtaplarca vakitler ma'lûm olduğu için Hazret-i Ebû Mes'ûd yalnız namazın sayısını bildirmekle iktifa etmişdir. Hazret-i Mugîratü'bnü Şu'be hakkında: «Bir gün namazı geç kıldı...» denilmesi, bu işi âdet hâline getirmeyip bazen yaptığına işaret içindir. Benî Ümeyme hükümdarları bilhassa ikindiyi çok geç kılarlarmış. Velîd b. Utbe namazları Hazret-i Osman (radıyallahü anh) zamanında vakit çıkdıkdan sonra kılarmış. Bu sebeple Hazret-i İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) kendisine inkâr ve ihtarda bu-lunurmuş. Hattâ Atâ'nın rivâyetine göre Velîd bir defa Cum'â namazını akşam üzeri kıldırmış. Haccâc’ın âdeti de buymuş. Ömer b. Abdilâzîz'e gelince: O, namazı ancak müstehâb olan vaktinden sonraya bırakmış; namazın vaktini geçirmemişdir. Hazret-i Ömer b. Abdilâzîz pek büyük bir zât olduğu için onun hakkında böyle bir îtikatda bulunmak doğru değildir. Hazret-i Urve'nin, ona ihtarda bulunması Cibrîl (aleyhisselâm)'ın kıldırdığı faziletli vakitde kılmayıp biraz geciktiği içindir. İbn Abdilber: «Maksad onun müstehâb vakit çıkıncaya kadar namazı geciktirdiğini anlatmakdır; yoksa güneş kavuşuncaya kadar geciktirmiş değildir.» demişdir. Buhârî'nin rivâyetinde Hazret-i Mugîra'nın Irak'da vali bulunduğu sıralarda namazı geciktirdiği bildirilmektedir. Müslimin rivâyetinde Irak yerine Küfe zikredilmişdir. Mamafih iki rivâyet arasında münâfât yokdur. Çünkü Küfe, Irak şehirlerinden biridir. Anlaşılıyor ki Hazret-i Ömer b. Abdilâzîz bir defa,ikindiyi geciktirmiş; kendisine Urve (radıyallahü anh) ihtarda bulunmuş; bir de Mugîra İbn Şu'be namaz vaktini biraz geciktirmiş; onu da Ebû Mes'ûd-u Ensârî (radıyallahü anh) muâha-ze etmişdir. Delilleri Cibrîl hadîsidir. Ömer ile Mü'gîra (radıyallahü anhûma)'nın namazı geciktirmeleri hususunda Nevievîi Bunlar yâ bu hadîsi duymamış yahut vakit çıkmamak şartı ile namazı bir parça geç kılmayı caiz görmüşlerdir. Nitekim bizim mezhebimiz ile cumhûr-u ulemânın mezhebi de budur...» diyor. Hazret-i Mugîra'nın Ebû Mes'ûd'a ne cevap verdiği belli değildir. Zahire bakılırsa onun dediğine dönmüştür. İbn İshâk'ın beyânına göre Cebrail (aleyhisselâm)’in namaz kılmak için gelişi Isrâ gecesinin ertesi günüdür. Ebû Dâvûd ile Tirmizî'nin ve diğer bâzı hadîs ulemâsının rivâyet ettikleri İbn Abbâs hadîsi ile Cibrîl (aleyhisselâm)’in İmâm olduğunu gösteren daha başka hadîsler Hazret-i Cibrîl'in arka arkaya iki gün geldiğini; birinci gün namazları vakitlerinin evvellerinde, ikinci gün ise sonlarında kıldırdığını ifâde etmektedirler. Kâdi İyâz, Cibrîl (aleyhisselâm)’in İmâm olduğunu kabule pek meyyal görünmemekde ve: «Anlaşılan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl (aleyhisselâm)'dan sonra kılmışdir.» demekde ise de Bâbımızın birinci hadîsinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Cibrîl inerek bana İmâm oldu...» buyurmuş olması Kâdı'nın mezkûr te'vîlini reddetmektedir. Hadîsdeki: «Sonra o kılmış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de (ona uyarak) namaz kılmışdı.» ifâdesi: «Cibrîl (aleyhisselâm) namazın hangi cüz'ünü kılarsa, arkasından Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona tâbi oluyor; o da ayni şey'i yapıyordu.» ma'nâsına hamlolunur. Nevevî diyor ki: «Sonra o kılmış, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de (ona uyarak) namaz kılmışdı.» cümlesi bu şekilde beş def'â tekrârlanmışdır. Bunun ma'nâsı: Cibrîl (aleyhisselâm) namazın hangi cüz'ünü kılarsa Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'de onu kılardı. Her ikisinin namazı bu suretle tamam oldu; demekdir.» Hazret-i Âişe hadîsinin bir rivâyetinde: «Güneş Âişe'nin odasında iken, oradan çıkmadan.», diğer bir rivâyetinde: «Güneş benim hücremde görünmekde iken», üçüncü bir rivâyetde: «Güneş henüz Âişe'nin odasında iken; gölge yayılmadan.», diğer bir rivâyetde de: «Güneş benim odama vurmakda iken kılardı.» denilmektedir. Bu ta'-bîrlerin hepsinden murâd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ikindiyi vaktinin evvelinde kıldığını beyândır. cümlesinin ma'nâsı güneş çıkmadan önde demektir. Yani buradaki zuhurdan murâd yukarıya çıkmakdır. Hazret-i Âişe’nin odası dar ve alçak idi. Onun için güneş çabucak çekilir; görünmez olurdu. Gölgenin zuhurundan murâd: Odanın içine yayılmasıdır. Zuhur kelimesinin güneşe nisbetle odadan çıkmak, gölgeye nisbetle ise odanın içine yayılmak mânâsına gelmesi mânâ i'tibârı ile birbirine zıt değildir. Çünkü gölgenin yayılması ancak güneş çıkdıkdan sonra mümkün olur. 1416- Bize Ebû Gassân El-Mismaî İle Muhammed b. El-Müsennâ rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muâz (yani İbn Hişâm) rivâyet etti. (Dedi ki): Bana babam, Katâde'den, o da Ebû Eyyûb’dan , o da Abdullah b. Amr'dan naklen rivâyet etti ki Nebîyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sabah namazını kıldığınız vakit (yok mu) o vakit tâ güneşin ilk ışığı doğuncaya kadar devam eder, sonra öğleyi kıldığınız vakit (yok mu) o vakit tâ ikindi oluncaya kadar devam eder. İkindiyi kıldığınız vakit (yok mu) o vakit tâ güneş sararın caya kadardır. Akşam namazını kıldınız mı, onun vakti de tâ şafak kayboluncaya kadar devam eder. Yatsıyı kıldığınız vakit (yok mu) o vakit de gecenin yansına kadar devam eder.» buyurmuşlar. Bu hadîs namaz vakitlerini beyân etmekte ise de Müslim sarihlerinden Übbî’nin beyânı vecihle hiç bir namazın ilk vaktini ta'yîn etmemekde yalnız vakitlerin nerede nihayet bulduğunu bildirmektedir. Görülüyor ki sabah namazının vakti güneş doğmakla sona ermektedir. Güneş doğdukdan sonra kılınan sabah namazı kaza olur. Yalnız usûl-ü fıkıh ilminde beyân edildiğine göre edâ ve kaza lâfızları birbirinin yerinde kullanılabilirler. Yani kaza edilen bir namaza edâ lâfzı ile, edâ edilen bir namaza da kaza lâfzı ile niyetlenmek caizdir. Cumhûr-u ulemânın kavli budur. Onlara göre güneş doğmakla sabah namazının vakti sona erer. Delilleri bu hadîsdir. Şâfiîler'den Ebû Saîd-i îstahrî: «Ortalık iyice aydınladıktan sonra kılınan sabah namazı kaza olur. Çünkü Cibrîl (aleyhisselâm) ikinci gün sabah namazını bu zamanda kılmış ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e — dünkü vakitle o günkü vakte işaret ederek — «Şu iki vaktin arası bu namazın vaktidir;» buyurmuşdur, diyor. Fakat Hadîs-i şerif onun lehine değil aleyhine delildir. Cumhûr-u ulemâ, Cibrîl hadîsini sabah namazının ihtiyarî vaktini yâna hamletmişlerdir. Yalnız yukarıda da görüldüğü vecîhle Hanefîlere göre namaz kılarken güneş doğarsa o namaz bozulur. Sabah namazının ilk vakti Fecr-i sâdık yahut Fecr-i sânl denilen hakikî aydınlıkla başlar. Bu aydınlıkdan önce ufukda şark'dan, garb'a doğru yükselen bir aydınlık görünür, buna «Fecr-i kâzip» yani yalancı İecr derler. Ondan sonra cenûb'dan, gimâl'e doğru yayılan bir aydınlık daha zuhur eder ki buna «Fecr-i sâdık» yani hakîki fecir denilir. İşte sabah namazının ilk vakti bununla başlar. Bu hadîsde öğlenin evvel vakti bildirilmediği gibi vaktinin sonu dahi sarahaten beyân edilmemiş; yalnız ikindi vaktinin girraesîle sona ereceğine işaret buyurulmuşdur. Öğle'nin vakti güneşin zevalinden başlar. Übbî'nin nakline göre üç türlü zeval vardır. Birinci zevali yalnız Allahü teâlâ bilir. İkinciyi «Mukarrebûn» denilen melekler; üçüncü zevali de insanlar bilirler. Bundan murâd, güneşin gök yüzünde en yüksek irtifâa çıkdıkdan sonra batıya doğru inmeye başlamasıdır. Bu zeval gölgenin en kısa olmasıyla bilinir. Zevali bilmek için yere bir sopa dikilir ve batı tarafta bulunan gölgesine bakılır. Gölge sabahleyin son derece uzun olur, güneş yükseldikçe kısalır, güneş gökyüzünde en yüksek dereceye varınca gölge artık durur. Kısa bir zaman için ne artar ne eksilir. İşte o an günün ortasıdır. Ona istiva derler. Sonra güneş yavaş yavaş batıya doğru inmeye başlar. İşte bu inişin ilk derecesine zeval denilir ki öğle namaznun vakti bununla girer. Gölge kısala kısala zeval zamanındaki uzunluğu hesaba katılmamak şartı ile sopanın uzunluğu kadar kaldığı zaman cumhûr-u ulemâya göre öğlenin son vaktidir. İmâm A'zam'a göre Öğle vaktinin her şey'in gölgesi iki misli olduğu zaman çıktığını az yukarıda gönnüşdük. Mâlikîlere göre vakit; İhtiyarî ve zarurî olmak üzere ikiye ayrılır. İçinde namazın edası, mükellefin ihtiyarına bırakılan vakte ihtiyarî vakitdan sonra gelene de zarurî vakit derler. Bu vakit hayız, baygınlık ve delilik gibi zaruretler erbâbına mahsûs olduğu için ona zarurî demişlerdir. Zârûret sahiplerinden birisi namazı zarurî vaktinde kılmakla günahkâr olmaz. Fakat onlardan başkaları zarurî vakitde kılarlarsa günahkâr olurlar. Mâlîkiler'e göre her şey'in gölgesi bir misli olduğu zaman öğlenin ihtiyarî vakti çıkar; zarurî vakti girer. Zarurî vakti ikindinin ihtiyarî vaktinden başlayarak güneşin kavuşmasına yalnız ikindi namazı sığacak vakit kalıncaya kadardır. İkindinin vakti İmâm A'zam'a göre her şey'in gölgesi iki misli, cumhûr-u ulemâya göre bir misli olduktan sonra başlar. Zeval zamanındaki gölge burada dahi hesaba katılmaz. Ve güneşin batmasıyla sona erer. Mâl ikiler'e göre ikindinin zarurî vakti yere ve duvarlara vuran güneşin sarı bir renk olmasıyla başlar ve güneş kavuşuncaya kadar devam eder. Bundan evvelki vakit ikindinin ihtiyarî vaktidir. Hanbelîler dahi, Mâlikîler gibi ikindinin ihtiyarî ve zarurî vakitleri olduğuna kaaildirler. Mâlikîler'in meşhur olan kavline göre öğle ile ikindi arasında hazarda dört, seferde iki rek'ât namaz sığacak kadar müşterek bir vakit vardır. Acaba bu ortak mikdâr öğle'nin sonu olup, ikindi, öğlenin son vaktine girmiş mi olur yoksa ikindinin ilk vakti olup da öğle, ikindinin ilk vaktine dâhil olmuş mu sayılır. Bu husûsda dahi Mâlikîler'den iki meşhur kavil rivâyet olunur. Binâenaleyh bir kimse ikindiyi, Öğlenin son vaktinde kılsa da namazını her şey'in gölgesi bir misli olduğu anda bitirmiş olsa, birinci kavle göre bu namaz sahih; ikinci kavle göre bâtıldır. Yine bir kimse öğleyi, ikindi vaktinin evvelinde kılsa, birinci kavle göre ihtiyarî vakitden sonraya bıraktığı için günahkâr olur. İkinci kavle göre günahkâr olmaz. Çünkü bu namazı öğle ile ikindi arasındaki müşterek zamanda kılmışdır. Ulemâdan bir taife ile İmâm Mâlik'den başka müşterek vakte kaail olan yokdur. Öğlenin vakti çıktığı gibi ikindinin vakti girer. İmâm Mâlik ile ona tabî olanların delili: Cibrîl (aleyhisselâm) hadîsinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «ikinci gün Cebrail, bana öğleyi her şey'in gölgesi bir misli olduğu va-kît kıldırdı; birinci gün de ikindiyi her şey'in gölgesi bir misli olduğu vakit kıldırdı.» buyurmuş olmasıdır. Bu hadîsin zahirine bakılırsa öğle ile ikindi vakitleri dört rek'ât namaz kılacak mikdârda müşterekdirler. Cumhûr'un delili Bâbımızın hadîsidir. Onlara göre, Cibrîl hadîsinin ma'nâsı: «Öğle namazını her şey'in gölgesi bir misli olduğu vakit bitirdi; birinci gün de ikindiyi, kılmaya her şey'in gölgesi bir misli olduğu zaman başlamışdı.» demekdir. Binaenaleyh aralarında müşterek vakit yoktur. Rivâyetlerin arasını böyle cemetmek zarurîdir. Zîrâ müşterek vakit bulunduğuna kaail ohnakla öğle vaktinin sonu meçhul kalır. Şâfiîler'e göre ikindinin beş türlü vakti vardır. Bunlar: Fazilet vakti, İhtiyar vakti, Kerâhetsiz cevaz vakti, Kerahetle cevaz vakti ve Özür vakti nâmları ile anılırlar. Fazilet vakti, ihtiyarî vakit ile birlikde başlar ve her şey'in gölgesi bir misli oluncaya kadar devam eder. Cevaz vakti, bundan başlayarak güneşin sararması zamanına kadar devam eder. Kerahet ile ceyâz vakti, güneşin sararmasından başlayarak kavuşmasına kadar devam eder. Özür vakti ise yolculuk veya yağmur gibi bir özürden dolayı ikindiyi, öğle zamanında, öğle ile birlikde kılmakdır. Bu beş nevî namaz hep edâ olup güneş batıncaya kadar kılınmazlarsa kazaya kalırlar. Ebû Saîdi İstahrî'ye göre her şey'in gölgesi iki misli olduğu vakit kılınan ikindi kazâ sayılır. Bu hadîs onun aleyhine delildir. Akşam namazının vakti güneş battıkdan sonra başlar, şafak kaybolmakla sona erer. Hanefîler'e göre güneş kavuştukdan sonra ufukta birbiri ardına üç hâl meydana gelir. Birinci hâlde ufuk kızarır, ikincide beyazlaşır, üçüncüde de kararır. İmâm A'zam'a göre şafak ufkun beyazlığıdır. Onun kaybolması da ufkun kararmasıdır. İşte akşam namazının vakti ufuktaki beyazlık sönerek karanlık çöktüğü zaman sona erer. Hanefîler'den İmâm Ebû Yûsuf'la İmâm Muhammed şafak mes'elesinde diğer mezhep İmâmları ile beraberdirler. Onlara göre şafakdan murâd ufuktaki kızıllıkdır. Her namaz için biri ihtiyarî, diğeri zarurî olmak üzere iki vakit isbât eden Mâlikîler akşam namazında ihtiyarî vakit olmadığına kaaîldirler. Çünkü akşam namazının devamlı vakti yokdur. Onun ancak namazın şartlarını tamamlayarak ezan ve ikaametle kılınacak kadar zamanı vardır. Namaz için hazırlığı bulunmayanlara yalnız abdest, taharet vb. gibi hazırlıklarını ikmâl edecek kadarcık gecikme caizdir. Fakat akşam namazının zarurî vakti vardır. Bu vakit güneşin kavuşmasından başlayarak, tan yeri ağarmasına dört rek'ât namaz sığacak vakit kalıncaya kadar devam eder. Şâfiîler'in zayıf bir kavline göre akşam namazının vakti, şafağın kaybolmasına kadar devam eder. Sahîh olan kavle göre ise akşam namazının vakti abdest ve taharet gibi hazırlıkları tamamlayarak ezan ve ikaametle namazı kılacak kadardır. Namazı bundan sonraya bırakmak kaza olur. Fakat Nevevî'nin beyânına göre Şâfiîyye ulemâsının muhakkıkları akşam namazını şafağın kaybolmasına yakın bir âna kadar geciktirmeyi caiz görmüşlerdir. Vaktin evvelinde kılmayıp da, o ânda kılan kimse günahkâr olmaz. Nevevî: «Sahîh olan yahut ondan başkası caiz olmayan doğru şekil budur.» diyor. Gerçi Cibrîl hadîsinde akşam namazının her iki günde ayni zamanda yani güneş kavuştukdan sonra kılındığı bildiriliyor. Binâenaleyh onun vaktinin şafak kavuşuncaya kadar devam etmemesi gerekirse de yine Nevevî bu hadîse üç vecîhle cevap verildiğim bildiriyor. Şöyle ki: a) Hazret-i Cibrîl akşam namazı için yalnız ihtiyarî vakti beyân etmiş, cevaz vaktini ibâdetle doldurmamışdır. b) Cibrîl hadîsi islâm'ın ilk devirlerine âiddir. Akşam namazının şafak kayboluncaya kadar kılınabileceğini gösteren bu hadîslerse Medine'de son zamanlarda vârîd olmuşlardır. Binaenaleyh onlara îtimâd etmek gerekir. c) Buradaki hadîsler sened itibârı ile Cibrîl hadîsinden daha sahîhdirler. Yatsı namazının vakti şafağın kaybolmasından başlayarak, tan yeri ağarıncaya kadar devam eder. Mâlikîler'le, Hanbelîler'e göre yatsının ihtiyarî vakti kırmızı şafak kayboldukdan sonra başlayarak, gecenin üçte birinin sonuna kadar devam eder. Zarurî vakti ise Mâlikîler'e göre gecenin üçte biri bittikden sonra başlar, tan yeri ağarmasına tam bir rek'ât sığacak vakit kalıncaya kadar devam eder. Yatsıyı özürlülerden mâda hiç kimse zarurî vaktinde kılamaz. Kılarsa günahkâr olur. Hanbelîler'e göre yatsının zarurî vakti gecenin üçte biri geçtikden sonra başlar, tan yeri ağarıncaya kadar devam eder. Onlara göre sabah, öğle ve akşam namazlarının zarurî vakitleri yoktur. Şâfiîler'den îstahrî'ye göre, gece yarısından sonra kılınan yatsı kaza olur. 1417- Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize baham rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Katâde'den, o da Ebû Eyyûb'dan (Ebû Eyyûb'un ismi Yahya b. Mâlik El-Ezdî'dir. Merâğî deyenler de vardır. Merâğ: Ezd kabilesinin bir koludur), o da Abdullah b. Amr'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti İd. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Öğlenin vakti, ikindi vakti girmediği müddetçedir. İkindinin vakti güneş sararmadıkça berdevamdır. Akşamın vakti şafağın yaygınlığı düşmedikçe devam eder, yatsının vakti gecenin yarısına kadardır. Sabah namazının vakti de güneş doğuncaya kadardır.» buyurmuşlardır. 1418- Bize Züheyr b. Harb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Amir El-Akadî rivâyet etti. H. Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Ebt Bükeyr rivâyet etti. (Ebû Âmir ile Yahya'nın) ikisi de bu hadîsi Şu'be'den bu isnâdla rivâyet etmişlerdir. Her ikisinin rivâyetinde: «Şu'be dedi ki: Katâde bunu bir defa ref etti; iki defa ref etmedi.» ifâdesi de vardır. 1419- Bana Ahmed b. İbrahim Ed-Devrakî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdüssamed rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Katâde, Ebû Eyyûb'dan, o da Abdullah b. Amadan naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Oğle'nin vakti güneş zevâl'e vardığı zamandan başlayarak, bir kimsenin gölgesi uzunluğu kadar oluncaya kadar (yani) ikindinin vakti girmediği müddetçedir, ikindinin vakti güneş sararmadığı müddetçedir, akşam vakti şafak kaybolmadığı müddetçedir. Yatsı namazının vakti mutedil uzunlukdaki gecenin yarısına kadardır; sabah namazının vakti tan yeri ağardıktan, güneş doğmasına az kalıncaya kadar devam eder. Güneş doğdu mu bir daha namazı kes! Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar.» buyurmuşlar. 1420- Bana Afamed b. Yûsuf El-Ezdi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ömer b. Abdillâh b. Rezin rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim (yani İbn Tahmân) Haccâc'dan —ki İbn Haccâc'dır— o da Katâde'den, o da Ebû Eyyûb'dan, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen ri-râyet etti ki Abdullah Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e namaz vakitleri sorulduda, şöyle buyurdular: «Sabah namazının vakti güneşin ilk ışığı doğmazdan önceki zamandır. Öğle namazının vakti güneş semânın ortasından meyil, ettiği zamandır. (Ve) ikindinin vakti girinceye kadar devam eder. İkindi namazının vakti güneş sararıncaya ve ilk ışığı düşünceye kadardır. Akşam, namazının vakti, güneş battıktan, şafak kaybolunca ya kadardır. Yatsı namazının vakti gecenin yansına kadardır.» 1421- Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivâyet etti. Dedi ki: Bize Abdullah b. Yahya b. Ebî Kesir haber verdi. Dedi ki: Babamı: «Bedeni rahat tutmakla ilim elde edilemez» derken işittim. Bu rivâyetler namaz vakitlerinin başlarını ve sonlarını bildirmektedir. Şeytanın boynuzlarından murâd: Bâzılarına göre onun ümmeti ve ka-bîlesidir. Bir takımları bundan murâd başının üstü olduğunu söylemişlerdir. Nevevî bu ikinci ihtimâli daha zahir ve evlâ bulmaktadır. Bu takdirde hadîsin manâsı: «Güneş doğarken, şeytan başını güneşe yaklaştırır. Bu suretle güneşe tapan kâfirler ona secde eder gibi olurlar. Şeytanların kendilerine tasallutu da kolaylaşır» demek olur. Bundan dolayadır ki güneş doğarken namaz kılmak mekruh olmuşdur. Nevevî diyor ki: «Öteden beri ulemânın âdeti Abdullah b. Yahya'nın babasından naklettiği (Bedeni rahat tutmakla ilim ekte edilemez) sözünü Müslim'in niçin burada zikrettiğini sormakdır; Müslim kitabında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hadîslerinden başka bir şey zikretmezken namaz vakitlerini bildiren hadîslerle hiç bir alâkası olmadığı hâlde Yahya b. Ebî Kesirden rivayet edilen bu sözü buraya nasıl almışdır? Kâdi İyâz, bâzı büyüklerin şöyle dediğini naklediyor: Bunun sebebi, Abdullah b. Amr hadîsi için zikrettiği tarîklerin siyak güzelliği, bunlarm pek çok faydalar ihtiva etmesi maksadlarının hulâsa edilişi ahkâm vb. hususunda şâmil oldukları faydalar hoşuna git-mişdir. — Bu husûsda Müslim'e hiç bir kimsenin ortak olduğunu da bilmiyoruz. — îşte Müslim bunu görünce böyle bilgileri elde etmeye nail kılan rütbeyi tahsil etmek isteyenlere tenbîhde bulunmayı dilemiş ve: Bunun yolu çok çalışmak ve tahsîl-i ilim uğurunda vücûdu yormak olduğunu söylemişdir.» 1422- Bana Züheyr b. Harb ile Ubeydullah b. Saîd, ikisi birden Ezrâk'dan rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize İshâk b. Yûsuf El - Ezrâk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Alkametü'bnü Mersed'den, o da Süleyman b. Büreyde'den, o da babasından, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet etti ki, bir adam kendisine namaz vaktini sormuş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona: «Bizimle beraber şunları (yani İki günün namazını) kıl!»buyurmuşlar. GÜneş zevâl'e varınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bilâl'e emretmiş; o da ezan okumuş. Sonra yine ona emir buyurmuş o da öğle namazı için ikaamet getirmiş. Sonra Bilâl'e emir buyurmuş; o da güneş henüz yüksek ve bembeyaz bir hâlde iken ikindi için ikaamet getirmiş, sonra yine Bilâl'e emir buyurmuş; o da güneş battığı anda akşam namazı için ikaamet getirmiş; sonra yine ona emir buyurmuş, o da Yatsı için şafak kaybolduğu zaman ikaamet getirmiş; sonra yine ona emir buyurmuş, o da sabah namazı için fecir doğduğu zaman ikaamet getirmiş, tkinci gün gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bilâl'a emir buyurmuş ve öğleyi serinlik zamanına bırakmış. Bilâl Öğleyi ortalık iyice serinleyinceye kadar geciktirmiş. İkindiyi güneş yüksekken; dünkü vakitden biraz sonra kılmış; akşam namazım şafak kaybolmazdan Önce kılmış; yatsıyı gecenin üçte biri geçdikten sonra kılmış; sabah namazını da ortalık iyice aydınla -dıkdan sonra kılmış. Sonra: «Namaz vaktini soran zât nerede?» buyurmuş. O zât: — Ben'im yâ Resûlâilâh. demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Namazınızın vakti şu gördüğünüz sınırlar arasıdır.» buyurmuşlar. 1423- Bana İbrahim b. Muhammed b. Ar'arete's - Sâmî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Harami b. Umara rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Alkametü'bnü Mersed'den, o da Süleyman b. Büreyde'den, o da babasından naklen rivâyet etti ki bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek, ona namaz vakitlerini sormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bizimle beraber namazda hazır bulun!» buyurmuş. Derken Bilâl'e emretmiş; o da alaca karanlıkda ezanı okumuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) fecir doğduğu zaman sabah namazını kıldırmış. Sonra güneş semânın ortasından biraz meyil ettiği vakit öğle ezanını okumasını emretmiş; sonra güneş yüksekte İken ikindi ezanmı okumasını emir buyurmuş; sonra' güneş battığı zaman akşam ezanını okumasını emir buyurmuş; sonra şafak kaybolduğu zaman yatsı ezanmı okumasını emir buyurmuş. Ertesi gün Bilâl'e yine emir buyurmuş; o da sabah ezanını; ortalık ay-dınlandıkdan sonra okumuş. Sonra öğle ezanmı okumasını emir buyurmuş; Bilâl öğleyi serinlik zamanında okumuş. Sonra güneş henüz beyaz, tertemiz olup; rengine hiç bir sarılık karışmamış bir hâlde iken ikindi ezl-nmı okumasını emretmiş. Sonra şafak kaybolmadan akşam ezanmı okumasını emir buyurmuş. Sonra gecenin üçte biri yahut bir kısmı (Râvî Haram! burada şekketmişdir.) gittikde yatsı ezanını okumasını emretmiş. Sabah olunca: «Soran zât nerede? Şu gördüğün zamanların arası namaz vakitleridir.» buyurmuşlar. 1424- Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Bedr b. Osman rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Bekir b. Ebî Mûsâ, babasından, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki kendilerine bir zât gelerek namaz vakitlerini sormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona hiç bir cevap vermemiş. Müteakiben fecir doğduğu zaman sabah namazını kıldırmış. (O hâlde ki) insanlar hemen hemen birbirlerini tanıyamazlarmış. Sonra müezzine emir buyurmuş; o da öğle namazına güneşin zevali zamanında ikaanıet getirmiş. O hâlde ki cemâatin hepsinden iyi bilen biri gündüz yarı oldu, dermiş. Sonra güneş yüksekte iken müezzine emir etmiş; o da ikindiye ikaamet getirmiş. Sonra güneş kavuştuğunda emir buyurarak akşam için ikaamet getirtmiş. Sonra şafak kaybolduğu zaman müezzine emir buyurmuş; o da yatsı için ikaamet getirmiş. Ertesi gün sabah namazını o kadar geciktirmiş ki, ondan çıkdıkdan sonra insan güneş doğdu, yahut nerdeyse doğacak dermiş. Sonra öğleyi o kadar geciktirmiş ki dünkü ikindi vaktine yaklaşmış; sonra ikindiyi de o derece geciktirmiş ki, ondan çıktıkdan sonra insan güneş kızarmış, dermiş. Sonra akşam namazını o kadar geciktirmiş ki, nerdeyse şafak kaybolduğu zaman kıkyormuş, sonra yatsıyı gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmiş. Sabaha çıkınca soran zât'ı çağırarak: «Namaz vakitleri, şu iki vakit aralarıdır.» buyurmuşlar. 1425- Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Bedir b. Osman'dan, o da Ebû Bekir b. Ebî Mûsa'dan naklen rivâyet etti. Bedir, Ebû Bekir'i, babasından naklen: «Bir zât Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek, ona namaz vakitlerini sordu...» derken işitmiş. Ve hadîsi İbn Nümeyr hadîsi gibi rivâyet etmiş. Şu kadar var ki, o: «İkinci gün akşam namazını şafak kaybolmadan kıldı.» demiş. Bu rivâyetler dahi, namaz vakitlerinin evvel ve âhirlerini bildirmektedirler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendisine bir şey sorulduğu zaman dâima cevap verdiği malûm iken, burada namaz vakitlerini soran zâta cevap vermemesi, lâfzan değil, filen cevap vermek istediği içindir. Nitekim soran zât'a: «Bizimle birlikte namazda hazır bulun!» buyurmuş; bununla: «Sana namaz vakitlerini bilfiil beyân edeyim de iyi belle!» demek istemişdir. Büreyde hadisi ile, Ebû Mûsâ hadislerinde bahsedilen suâl, cevap hâdisesinin bir hâdise olması ihtimâli vardır. |