Geri

   

 

 

 

İleri

 

28 - Teyemmüm Bâbı

842 - Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti, dedi ki, Mâlik'e Abdurrahman b. Kâsım'den dinlediğim, onunda babasından, onunda Âişe'den rivâyet ettiği şu hadisi okudum. Âişe şöyle dedi:

— Seferlerinin birinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte (yola) çıktık. Beydâ' yahut Zatü'l - Ceyş denilen yere vardığımızda gerdanlığım koptu. Onu aramak için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o yerde bekledi, Cemaat da onunla beraber beklediler. Halbuki su başında olmadıkları gibi yanlarında su da yoktu. Bunun üzerine halk Ebû Bekr'e gelerek: Âişe'nin yaptığını görüyormusun? Hem Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, hemde yanındaki insanları yollarından alıkoydu. Bunlar su başında değiller yanlarında su da yok, dediler. Derken Ebû Bekr yanıma geldi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) başını dizime koymuş, uyumuştu. Ebû Bekir (bana):

«Sen hem Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i, hem de yanındaki insanları yollarından alıkoydun. Bunlar su başında değiller, yanlarında su da yok!» dedi. (Hasılı) Ebû Bekr beni (adamakıllı) azarladı ve Allah'ın dilediği kadar söylendi. Eliyle de böğrüme vurmaya başladı. Kıpırdamama ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in dizimde bulunması mâni oluyordu. Böylece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyudu ve susuz olarak sabahladı. Bunun üzerine Allahü teâla teyemmüm âyetini indirdi ve Ashâb teyemmüm ettiler. Nakîblerden biri olan Üseyd b. Hudayr.

— Bu sizin ilk bereketiniz değildir, Ey Ebû Bekr hanedanı! dedi. «Âişe

Dedi ki:

Müteakiben üzerinde bulunduğum deveyi kaldırdık gerdanlığı da altında bulduk.

843 - Bize Ebû Bekr b. Ebû Şeybe rivâyet etti dedi ki, Bize Ebü Usame rivâyet etti, H.

Bize Ebû Küreyb'de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsame ile İbn Bişr, Hişâm'dan o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti ki; Âişe kızkardeşi Esma'dan emaneten bir gerdanlık almış bu gerdanlık kaybolmuş da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bazı zevatı onu aramaya göndermiş. Namaz vakti gelince gerdanlığı arayanlar abdestsiz olarak namaz kılmışlar ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına geldikleri vakit vaziyeti kendisine şikayet etmişler. Bunun üzerine teyemmüm âyeti inmiş, Üseyd b. Hudayr (Hazret-i Âişe'ye: (radıyallahü anha):

«Allah sana hayır ihsan eylesin. Vallahi senin başına birşey gelmemiştir ki Allah sana ondan bir mahlas ve Müslümanlara onda bir bereket halk etmesin.» demiş.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbüt - Teyemmüm» «Kitâbü'n Nikâh» «Fadlu Ebû Bekr» «Kitâbü't - Tefsir» ve «Kitâbü'l - Muharibin» de muhtelif râvilerden tahric ettiği gibi Ebû Dâvûd ve Nesâî'de rivâyet etmişlerdir.

Beydâ': Ebû Ubeyd el-Bekr'in beyânına göre Mekke'ye Zülhüleyfe'den daha yakın bulunan bir yerdir. Yine Ebû Ubeyd bu yerin Zülhüleyfe'nin karşısındaki Şerif olduğunu söylemiştir. Kirmanı Beydâ' ile Zatü'l-Çeyş'in Medine ile Mekke arasında iki yer olduğunu söylemiştir. Hâdisenin Beydâ'da damı yoksa Zatü’l-Ceyş'demi geçtiğinde şüphe eden Âişe (radıyallahü anha)'dır.

Hazret-i Âişe'nin kaybettiği gerdanlık hadisin ikinci rivâyetinde tasrih buyurulduğu vecihle kız kardeşi Esmâ'ya ait olup oniki dirhem kıymetinde ucuz bir şeymiş. Bundan dolayı babası Ebû Bekr-i (radıyallahü anh) Sıddık Hazret-i Âişe'yi muâhaze etmiş hattâ böğrüne dokunmuştur. Âişe (radıyallahü anha)'nin hâdiseyi anlatırken babam demeyip «Ebû Bekr beni azarladı» demesi onu ecnebi menzilesinde tuttuğu içindir. Çünkü Babalık makamı Merhamet ve şefkat iktizâ eder. Ebû Bekr (radıyallahü anh)’in tekdiri ise buna muhaliftir.

Bahsedilen seferin hangi sefer olduğu ihtilaflıdır. İbn Abdilber (368-463) «Et - Temlıîd» nâm eserinde bunun Benî Mustalik gazası olduğunu nakletmiş «El - İstizkâr» adlı eserinde de seferin bu olduğunu kati bir lisânla anlatmıştır. Ondan önce İbn Sa'd ile İbn Hibban dahi aynı şeyi söylemişlerdir. Beni Mustalik gazasına Gazve-i Müreysî' adı da verilir. Meşhur ifk kıssası bu gazada geçmiştir. Müreysi' gazası İbn Sa'd'ın rivâyetine göre Hicretin beşinci yılında vuku' bulmuştur. «El-îklil' sahibi Ebû Abdill ah dahi bunu tercih eder. Buhârî'nin İbn İshâk'dan rivâyetine göre ise Hicretin altıncı senesinde vaki' olmuştur. Hatta Mûsâ b. Ukbe'nin rivâyetine göre Hicretin dördüncü yılındadır. İbnül-Cevzi, İbn Habib'in: «Âişe (radıyallahü anha)'nin gerdanlığı hicretin dördüncü yılında Zatü'r-Rika' gazasında düşmüştür. İfk hadisesi ise Beni Mustalik gazasında vuku bulmuştur.» dediğini söylerse de, bu rivâyet Taberanî'nin rivâyetine muhalif düşer. Taberânî'nin rivâyetine göre ifk hâdisesi teyemmümün meşru kılınmasından öncedir. Onun rivâyetinde şöyle denilmektedir. «Âişe dedi ki:»

«Benim gerdanlığım hadisesi geçtikten ve iftiracılar sözlerini söyledikten sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte başka bir gazaya çıktım ve yine gerdanlığım düştü de onu aramak için ordunun beklemesine sebep oldu, Fecr doğdu, ben de Allah'ın dilediği kadar Ebû Bekr'den tekdir yedim. Bana;

«Kızcağızım her seferde âlemin başına belâ ve çile kesilirsin insanların yanında su yok dedi,

«Bunun üzerine Allah teyemmüm hakkındaki ruhsatını indirdi, Ebû Bekr'de bana; Senin ne mübarek olduğunu ben anlayamamışım, dedi.»

Bu hadisin isnadı güzeldir ,bazıları Taberânî'nin bu rivâyetine bakarak vak'anın ayrı ayrı seferlerde geçtiğini iddia etmişlerdir. Hattâ Muhammed b. Habîb-i Ensârî buna cezmen kail olmuş ve «Âişe'nin gerdanlığı hem Zatûr -' Rika, hem de Benî Müstalik gazasında düşmüştür,» demiştir. Sonra gelen ulemâdan bir takımları gerdanlığın Müreysi gazasında düşmesini ihtimalden uzak görmüşler ve Müreysi denilen yerin Mekke tarafında olduğunu Vak'anın ise Hayber taraflarında geçtiğini söylemişlerdir.. Onlar bunu Hazret-i Âişe'nin Beyda'a yahut, Zatül-Ceyş'e vardığımız zaman...» Sözünden almışlardır. Bu yerlerin Medine ile Hayber arasında bulunduğunu söylerler. Nitekim Nevevî de buna cezmetmiştir, fakat doğru değildir. Beyda, Zülhüleyfe'dir. Ebû Ubeyd'in beyânına göre Zatü’l-Ceyş, Medine'ye bir konak mesafede bulunan bir yerdir. Ve Medine ile Mekke arasına düşer. Humeydî'nin rivâyetinde gerdanlığın Ebva gecesi düştüğü bildirilmektedir ki bu da Vak'anın Mekke ile Medine arasında cereyan ettiğini gösterir. Çünkü Ebvâ, Mekke ile Medine arasındadır. Hadisin Ali b. Müshir rivâyetinde gerdanlığın düştüğü yerin ismi «Salsal» diye zikredilmektedir. Bunun Zülhüleyfe'de bir dağ olduğunu Bekrî söylemiştir. «el-Ubâb» sahibi; « (Salsal) Medine yolu üzerinde bir yerdir. Aslen Salsal, Yemâme yakınlarında Benî Aclan kabilesine ait kızıl bir tepenin içinden kaynayan bir sudur» demiştir.

Hasılı İfk vak'ası ile bu hadiste beyan edilen gerdanlık düşürme hâdisesi ayrı ayrı iki seferde vuk'u bulmuştur.

«Bu sizin ilk bereketiniz değildir ey Ebû Bekr hanedanı!» diyen zat ikinci Akabe bey’âtında nâkib seçilen zevattan biri olan Üseyd b. Hudayr (radıyallahü anh) hazretleridir. Hicretin yirminci yılında vefat etmiş, cenazesini bizzat Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) kıldırarak Medine'nin «el-Bakî» namındaki kabristanına defnedilmiştir.

Hadisin İbn Nümeyr rivâyetinde «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam gönderdi o da gerdanlığı buldu» denilmekte Mâlik'in rivâyetinde ise «Deveyi kaldırdık ve gerdanlığı bulduk» buyurulmaktadır. Zahiren bu iki rivâyet birbirine zıt gibi görünürse de El-Mühelleb'in beyânına göre aralarında tearuz yoktur. Çünkü ihtimal gerdanlığı aramaya Üseyd b. Hüdayr hazretleri gönderilmiş fakat gittiği yerde bulamayıp döndükten sonra bulmuştur. Gönderilen zevat dönüp geldikten sonra gerdanlığı bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in deveyi kaldırırken bulmuş olması da muhtemeldir. Binâenaleyh iki rivâyetinde arasında tenâ'kuz yoktur. Maamafih yukarıda da işaret ettiğimiz gibi vak'a iki defa cereyan ettiği için El-Mühelleb'in te'viline hacet dahi yoktur. Rivâyetin biri vak'anın birine diğeri de ötekine aittir, demekle ortada tearuz kalmaz. «Hanedan» diye tercüme ettiğimiz «Âl» den murad bizzat Ebû Bekr (radıyallahü anh) dır. Ebû Bekr (radıyallahü anh) ile birlikte ailesi efradı ve ona tabi olanlar da kastedilmiş olabilir. Bu kelime eşraf hakkında kulanılır. Gerçi Kur'ân-i Kerîm'de «Âl-i Firavn» buyurulmuşsa da bu, ya fir'avn tesavvuruna göre böyle zikredilmiş yahut tehekküm ve istihza içindir.

Zatü'r-Rika' ile Beni Müstalik gazalarının hangisinin evvel vuk'u bulduğu Siyer ulemâsı arasında ihtilaflıdır. İbn Ebi Şeybe'nin Hazret-i Ebû Hüreyre'den rivâyet ettiği bir hadise göre Zatü'r - Rika gazası Beni Müstalik seferinden sonradır. Buhârî'ye göre de Zatü'r - Rika' Ebû Muse'l-Eş'ari (radıyallahü anh) Hazretlerinin gelişinden sonra vuk'u bulmuştur ki bu da o seferin Beni Müstalik gazasından sonra olduğuna delâlet eder.

Teyemmüm ayetine gelince: Bu bâbda İbn-l Arabî şunları söylemiştir:

«Bu mesele müşkildir. Ben bunun derdine bir çare bulamadım. Çünkü Âişe (radıyallahü anha)'nın iki teyemmüm âyetinden hangisini kasdettiğini bilmiyoruz» İbn Battal (... — 444) Acaba bu âyet Sûre-i Nisa ayetimidir, yoksa Mâide süresindeki ayetimidir, diyerek tereddüdünü ifade etmiş; Kurtubi ise Sure-i Nisa'daki teyemmüm âyeti olacağını söylemiştir. Çünkü Maide Süresindeki ayete abdest âyeti derler. Sûre-i Nisa'daki ayette ise abdest zikredilmemiştir. Vahidi «Esbab’ün-Nüzul» de bu hadisi Nisa Süresindeki âyetin yanında zikretmiştir. Bu bâbda daha birçok sözler söylenmiştir.

Hadisdeki kelimesinin fi'li mazi ve emr-i hâzır olması ihtimali vardır Fi'li mazi olduğuna göre «Teyemmüm âyeti indikten sonra ashab teyemmüm ettiler» mânâsına gelir. Emir olduğuna göre Kur'ân'ın nazmini beyan yahut âyeteki lâfızdan bedel olur. Yani; Allahü teâlâ «Teyemmüm edin» ayetini indirdi demek olur.

Bu hadisin şerhinde safiîlerden Nevevî (631-676) şu izahatta bulunmuştur:

«Teyemmüm lügatte kasdetmek mânâsına gelir. İmâm Ebû Mansur el-Ezherî Arap lisânında teyemmüm kast mânasına gelir» demiştir.

«Teyemmüm Kitab, sünnet ve icma'i ümmetle sabittir, O Allahü teâlâ'nın bu ümmete tahsis buyurduğu bir imtiyazdır. Ümmetin ulemâsı gerek küçük gerekse büyük abdestden dolayı teyemmümün yalnız yüzle ellere yapılacağına ittifak etmişlerdir. Yalnız nasıl yapılacağı ihtilaflıdır. Bizim mezhebimizle ekseri ulemânın mezheplerine göre elleri iki defa toprağa vurmak ve biri ile yüze diğeriyle de dirseklere kadar kollara mesh etmek vâcibtir. Ashâb-ı kirâmdan Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Ömer, Hasan-ı Basri, Şa'bi, Salim b. Abdillah b. Ömer, Süfyan-ı Sevri, İmâm Malik, Ebû Hanife ve eshab-ı rey (radıyallahü anhûm) hazerâtı ile diğer birçoklarının mezhebleri budur.

Ulemâdan bir cemaate göre teyemmüm için eller yalnız bir defa toprağa vurulur. Ve onunla hem yüze hem kollara mesh edilir. Ulemâdan Atâ, Mekhul, Evzâi, Ahmed b. Hanbel, İshak ve İbn Münzir ile bilumum hadis İmâmları buna kaildirler. Zührî'nin «Kolları koltuklara kadar mesh etmek vacibtir» dediği rivâyet olunur. Ulemamızın ondan rivâyetleri budur. İmâm. Ebû Süleyman Hattâbi ise: «Dirseklerin arkasını mesh etmek lâzım gelmiyeceği hususunda ulemanın hiçbir ihtilâfı yoktur» demiştir. Ulemâmız İbn Sîrîn'in «Teyemmüm için elleri üçden daha az toprağa vurmak kâfi değildir. Eller bir defa toprağa vurularak yüze mesh edilir, ikinci vuruşla ellere, üçüncü vuruşlada kollara mesh edilir.» dediğini rivâyet ederler.

Ulema küçük Abdest için teyemmüm etmenin caiz olduğuna ittifak ettikleri gibi cünüp, hayz ve nifash olanlar için dahi teyemmümün cevazına bütün şehirler uleması ile onlardan önce geçenler ittifak eylemişlerdir. Halef ve selefden bu babda muhalefet eden bulunmamıştır. Yalnız Ömerü'bnü'l Hattab ile Abdullah b. Mes'ud (radıyallahü anhüma)'nın bu meselede muhalefetleri rivâyet olunmuştur. Aynı kavil tabiinden İmâmı İbrahim Nehai'ye dahi nisbet edilir. Maamafih Ömer'le İbn Mes'ud hazeratının muhalefetten rücu' ettikleri söylenmektedir. Teyemmümün cünüp için de caiz olduğunu gösteren birçok sahih ve meşhur hadisler vardır.

Cünüp olan bir kimse teyemmümle namazını kıldıktan sonra yıkanması bilittifak vacib olur. Bu hususta muhalefet eden yalnız tabiinden Ebû Selemetü'bnu Abdirrahman'dir. Ona göre yıkanmak lâzım gelmez, ise de bu mezheb ondan evvelki ve sonraki ulemanın icma'ı ve bu bâbdaki sahih ve meşhur hadislerle terkedilmiştir, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) suyu bulduğu zaman cünüp kimsenin yıkanmasını emretmiştir.

Abdestsiz olan kimsenin bazı uzuvlarında nesacet bulunsa ve ondan dolayı teyemmüm etmek istese bizim mezhebimizle Cumhûr-u ulemanın mezheblerine göre bu teyemmüm caiz değildir. İmâm Ahmed b. Hanbel (rahimehüllah) «Pislik bedene bulaşmışsa teyemmüm caizdir. Elbisede ise caiz değildir.» demiştir. Böyle bir kimseye namazını tek-' rar kılmak icab etmediği hususunda Hanbeliyye uleması ihtilâf etmişlerdir. İbn Münzir diyorki «Sevri, Evzai ve Ebû Sevr, necaset yerini toprakla silerek namazını kılar derlerdi.

Teyemmümle kılman namazın iadesine gelince: Bizim mezhebimize göre hastalık veya yara gibi birşeyden dolayı teyemmüm eden kimseye namazını iade lâzım değildir. Ama su bulamadığından dolayı teyemmüm etmiş ise bakılır. Yolculuk gibi ekseriyette su bulunmayan bir yerde ise namazı iade etmesi vacib değildir. Fakat suyun nadiren bulunmadığı bir yerde teyemmüm etmişse sahih olan mezhebe göre namazın iadesi vacib olur.

Kendileri ile teyemmüm caiz olacak şeylerin cinsi hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İbn Münzir, Dâvûd-u Zahirî, ve ekseri fukahaya göre teyemmüm ancak azaya yapışacak tozu bulunan temiz toprağa yapılır. Ebû Hanife ile Mâlik yer cinsinden olan herşeye hatta yıkanmış taşa bile teyemmümün caiz olduğunu söylemişlerdir. Malikiler'den bazıları daha ileriye giderek yere bitişen ağaç vesaire gibi şeylere de teyemmüm etmenin caiz olduğunu beyan etmişlerdir. Kar üzerine teyemmüm hususunda İmâm Malik’in iki rivâyeti vardır. Evzai ile Süfyan-ı Sevrî'ye göre gerek kar gerekse yer üzerinde bulunan herşeyle teyemmüm caizdir.

Teyemmümün hükmü: Bizim mezhebimizle ekseri ulemanın mezhebine göre teyemmüm hadesi gidermez. Yalnız namazı mubah kılar. Onunla farz namazları ve dilediği kadar nafile kılmak mubahtır. Yalnız bir teyemmümle iki farz kılınmaz. Bir kimse farz namaz kılmak için teyemmüme niyet etse onunla farz ve nafile kılabilir. Fakat yalnız nafile namaz için niyet ederse o teyemmümle nafile kılar, farz kılamaz. Bir teyemmümle birkaç cenaze namazı kümak caiz'dir. Keza bir teyemmümle bir farz namazı birkaç cenaze namazı kılabilir: Namaz vakti girmeden teyemmüm edilemez. Su bulamadığı için teyemmümle namaz kılan bir kimse namazda iken suyu görse namazı bozulmaz onu tamamlaması icab eder. Ancak üzerine iade lâzım gelenlerden ise böylesinin namazı suyu görmekle bozulur. Allahu A'lem. Nevevî'nin izahatı burada sona erdi.

Hanefîlere göre suyu bulamayan veya kullanmaya kudreti olmayan kimse temiz olmak şartıyle toprak ve yer cinsinden olan kum, kireç, taş, vesaire gibi şeyler üzerine teyemmüm edebilir. Ancak İmâm Ebû Yusuf toprakla kumdan başka birşey üzerine teyemmümü caiz görmemiştir. Abdestsiz, cünüp, hayz, ve nifaslı kimselerin teyemmümle namaz kılmaları caizdir. Teyemmümde niyet farzdır. Yalnız taharete yahut namaz kılmak için teyemmüme niyet etmek kâfidir. Abdestsizliği ve cünüplüğü gidermek için niyetlenmek şart değildir. Teyemmüm eden kimse onunla istediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Abdest aldığı takdirde yetişemiyeceğini tahmin eden bir kimse cenaze ve bayram namazları için teyemmüm edebilir. Fakat cuma namazı için teyemmüm edemez. Çünkü Cumanın halefi vardır. Ona yetişemiyenler öğleyi kılarlar, vaktin daralması dahi teyemmümü mubah kılamaz. Zira namazın kazası vardır.

Abdesti bozan herşey teyemmümü de bozar. Ayrıca suyu kullanmaya kudreti olan kimsenin suyu görmeside teyemmümünü bozar. Tafsilât fıkh kitaplarındadır.

844 - Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve İbn Nümeyr toptan Ebû Muâviye'den rivâyet ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize Ebû Muâviye A'meşden, o da Şakîkdan naklen rivâyet etti. Dedi ki; Ben Abdullah ve Ebû Mûsa ile birlikte oturuyordum. Ebû Mûsa'ya:

«Yâ Ebâ Abdirrahman bir adam cünüp olsada bir ay su bulamasa ne buyurursun.

«— Bu adam namazı ne yapacak.» dedi Abdullah:

— «Bir ay suyu bulamasa da teyemmüm edemez» cevabını verdi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ:

— «Ya Maide süresindeki şu:

"Eğer su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm ediverin" âyetine ne dersin?.» dedi Abdullah:

— Eğer bu ayette bu adamlara ruhsat verilmiş olsa nerdeyse suyu soğuk buldukları zaman toprakla teyemmüme kalkışırlar.» dedi. Bu sefer Ebû Mûsa Abdullah'a şunu söyledi.:

— «Sen Ammarın: Beni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hacet peşinde gönderdi. Ben cünüp oldumda su bulamadım ve toprakda hayvan yuvarlanır gibi yuvarlandım. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek bu vak'ayı kendisine anlattım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ellerinle şöyle yapman sana yeterdi.» buyurdular dediğini işittin mi? Sonra elerini bir defa yere vurarak sol eliyle sağ eline, avuçlarının dışına ve yüzüne mesh etti. Abdullah'da:

— «Ya sen Ömer'in Ammarın sözüne kanaat getirmediğini görmedin mi?» Cevabını verdi.

845 - Bize Ebû Kâmil el-Cahderî dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): bize Abdülvâhid rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize A'meş Şakîk'ten rivâyet etti. Şakîk; Ebû Mûsa, Abdullah'a şöyle dedi diyerek. Hadîsi bütün kıssası ile Ebû Muâviye hadisi gibi rivâyet etmiş şu kadar varki o Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Şöyle yapman sana yeterdi.» buyurdu, demiş. Ve ellerini yere vurmuş. Sonra ellerini silkerek yüzüne ve kollarına mesh etmiş.

846 - Bana Abdullah b. Hâşim el-Abdî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya yani İbn Saîd el-Kâttan, Şu'be'den rivâyet etti. Dedi ki bana Hakem Zerr'den o da Said b. Abdirrahman b. Ebzâ dan, o da babasından naklen rivâyet etti ki, bir adam Ömer'e gelerek:

— Ben cünüb oldum da su bulamadım, demiş. Ömer:

— Namaz kılma, cevabını vermiş. Bunun üzerine Ammar:

— Hatirlarmisın ya Emirel - Müminin! Hani senle ben bir seriyyedeydik ve ikimizde cünüb olmuş fakat su bulamamıştık, sen namaz kıl-mamıştın ama ben toprakda yuvarlanarak namazımı kılmıştım da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sana sadece ellerini yere vurman, sonra üfürerek onlarla yüzüne ve kollarına mesh etmen yeterdi.» buyurmuştu, demiş. Bunun Üzerine Ömer:

— Allahtan kork ya Ammâr» demiş Ammâr:

— İstersen bunu hiç söylemiyeyim mukabelesinde bulunmuş. Hakem diyor ki: Bu hadîsi bana İbn Abdirrahman b. Ebza da babasından Zerr'in hadisi gibi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Seleme de Zerr'den naklen Hakem'in zikrettiği bu isnadla rivâyet etti. Ömer: (Ammâr'a):

«Üzerine aldığın mesuliyeti sana bırakıyoruz» demiş.

847 - Bana Ishak b. Mansûr'da rivâyet etti".

(Dedi ki): Bize Nadr b. Şümeyl rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be Hakem'den naklen haber verdi

Dedi ki: Zerr'i İbn Abdurrahman b. Ebzâ'dan naklen rivâyet ederken dinledim. Şunları söyledi: Hakem dedi ki: «Ben bu hadîsi İbn Abdurrahman b. Ebzâ'dan, o da babasından naklen rivâyet ederken dinledim ki: Bir adam Ömer'e gelerek:

— Ben cünüb oldum da su bulamadım; demiş, İbn Abdirrahman hardisi rivâyet etti ve ona şunu ziyade eyledi. Ammar:

— Ya Emîre'l Mü'min'in istersen Allah'ın üzerime farz kıldığı (İtâât) hakkın için ben bunu kimseye söylemiyeyim, demiş. Fakat «Bana Seleme Zerr'den rivâyet etti.» cümlesini söylemedi.

Bu Hadisi Buhârî «Kitâbü't - Teyemmüm» ve «Kitâbü't - Tahare»de; Ebû Dâvûd, Tirmîzi, Nesâî ve İbn Mâce «Kitabü't-Tahâre» de tahric etmişlerdir.

Hadîsin birçok muhtelif rivâyetleri vardır. Kütüb-ü Sitte sahibleri onu kimi uzun kimi muhtasar olarak rivâyet etmişlerdir. Buhârî ile Müslîm'in rivâyetleri dahi muhtasardır. Bâzı rivâyetlerinde çölden bir bedevi gelerek Hazret-i Ömer (radıyallahü anh)'a sual sorduğu, keza bazı rivâyetlerinde teyemmüm için ellerin toprağa bir defa, diğer rivâyetlerinde iki defa vurulacağı zikredilmektedir. Ebû Dâvud bu hadisin tamamını Abdurrahman b. Ebzâ (radıyallahü anh) dan rivâyet etmiştir. O rivâyetde Abdirrahman (radıyallahü anh) Şöyle deditir. «Ömer (radıyallahü anh)'ın yanındaydım. Ona bir adam gelerek; Biz bir yerde bir veya iki ay kalıyoruz, cünüp oluyor su bulamıyoruz, dedi. Ömer: Ben su bulmadıkça namaz kılmam diye cevap verdi. Bunun üzerine Ammar ;

«Ya emire'l - Mü'minin hatırlamazmısın hani seninle ikimiz develerin basındaydık. İkimiz de cünüp olduk. Ben yerde yuvarlandım. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek bunu kendisine anlattım» da:

«Sana sadece şöyle yapman yeterdi.» buyurarak ellerini yere vurmuş sonra onları üfleyerek yüzüne ve yarıya kadar kollarına mesh etmişti, dedi. Ömer:

«Ya Ammar Allah'tan kork.» mukabelesinde bulundu. Ammar:

«Ya emire'l - Mü'minin! İstersen vallahi ben bunu ebediyyen kimseye söylemem» dedi.

Ömer: «Hayır vallahi biz senin üzerine aldığın mesuliyeti sana bırakıyoruz.» dedi.

Hazret-i Ömer, Ammâr (radıyallahü anh)'a «Allahtan kork» ihtarını yapmakla rivâyet ettiğin hadise dikkat et! Belki unutmuşsundur, ihtimal bunu başka bir hadîsle karıştirmışsındir, demek istemiştir. Ammâr (radıyallahü anha) dahi «İstersen bunu kimseye söylemiyeyim» diyerek şayet söylememekde bir maslahat varsa söylemiyeceğini, çünkü Emirü'l-Mü'minine itaatin kendisine borç olduğunu anlatmıştır. Hazret-i Ammâr (radıyallahü anh) âzâdlılardan ve Bedr gazasına iştirak eden Ashâb-ı Kiramdandır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Hazret-i Huzeyfe ile kardeş kılmıştır.

848 - Müslim der ki: Leys b. Sa'd, Cafer b. Rabîa'dan, o da Abdurrahman b. Hürmüz'den, o da İbn Abbâs'ın azadlısı Ümeyr'den naklen rivâyet etti ki, Abdurrahman Umeyr'i şöyle derken işitmiş.:

«Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Meymûne'nin âzâdlısı Abdurrahman b. Yesâr ile ikimiz geldik ve Ebû Cehm b. Haris b. Sımmete'l - Ensârî'nin yanına girdik. Ebû Cehm şunu söyledi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bi'r-i Cemel tarafından geldi, kendisine bir adam rast gelerek selâm verdi ise de; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hemen onun selâmını almadı: (Oradaki) bir duvara varınca yüzüne ve ellerine mesh etti, sonra selâmı aldı.

Bu hadisi Buhârî «Kitabü't-Teyemmüm» de Ebû Dâvûd, ile Nesai'de «Kitabü't - Tahare» de tahric etmişlerdir.

Müslim'in bütün rivâyetlerinde bu hadis burada olduğu gibi Müslim'le Leys'in arası münkatı' olarak rivâyet edilmiştir. Böyle hadislere muallâk denildiğini kitabın mukaddimesinde görmüştük. Müslim'in Sahih'inde ondört yahut oniki münkatı' hadis vardır.

Bu Hadisin senedindeki Abdurrahman b. Yesar hata olarak zikredilmiştir. Doğrusu Abdullah b. Yesâr'dır. Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesai ve diğer hadis İmâmları onu doğru olarak Abdullah b. Yesâr diye rivâyet etmişlerdir. Kâdî Iyâz (476-544) «Sahih-i Müslim'in bizim rivâyet ettiğimiz Semerkandî tarîkında bu isim Abdullah b. Yesâr şeklinde doğru olarak tesbit edilmiştir. Bunlar dört kardeştir. Abdullah, Abdurrahman, Abdülmelik ve Meymûne'nin azadlısı Atâ' » diyor. Yine bu hadîsteki Ebû Cehm ismi hatâdır. Doğrusu Buhârî ile diğer Hadis İmâmlarının tesbit ettikleri vecihle Ebû Cuheym'dir. Ayni ismi Müslim dahi «Esma'ül Rica'l» nâm eserinde Ebû Cüheym şeklinde tesbit etmiştir. Bu zatın ismi Abdullah'tır. Namaz kılanın önünden geçmenin hükmüne dâir hadîs rivâyet etmiştir. Tam ismi Abdullah b. Haris b. Sım'mete'l-Ensârî'dir. «Hamisa» hadîsinde ismi geçen Ebû Cehm başkadır. Bi'r-i Cemel, Medine'ye yakın bir yerin ismidir.

Hadîs-i Şerif Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in o defa su bulamadığı için duvardan teyemmüm ettiğine hamlolunmuştur. Çünkü su bularak onu kullanmaya kaadir olan kimseye teyemmüm caiz değildir. Bu hususta namaz vaktinin daralmasının da bir te'siri yoktur. Vakıa şafiilerden Beğavi (214-310) bazı Şafiîyye ulemâsından naklen vakit daralınca teyemmüm ederek farz namazın kılınacağını sonra abdest alarak o namazın kaza edileceğini söylemişse de bu kavil Şafiîler arasında ma'ruf ve makbul değildir. Onlara göre vaktin daralması sebebiyle bayram ve cenaze namazları için bile teyemmüm edilemez. Hanefîler'e göre cenaze ve bayram namazları için yetişememek endişesiyle su bulunduğu halde dahi teyemmüm caiz olduğunu az yukarıda görmüştük.

849 - Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyan, Dahhâk b. Osman'dan, o da Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti ki; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) küçük abdest bozarken (yanından) bir zat geçmiş de kendilerine selâm vermiş fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun selâmını almamış.:»

Bu hadîsin muhtelif rivâyetleri vardır. Ezcümle Taberânînin «El-Evsât» daki rivâyetinde «Adam yolda görünmez olmak üzere iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ellerini duvara vurarak kollarına meshetti sonra o adamın selâmını aldı ve:

«Senin selâmını almama bir mâni yoktu ama ben abdestsizdim.» buyurdu. Keza Bezzâr'ın sahih bir senedle tahric ettiği rivâyette «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) küçük abdest bozarken yanından bir adam geçti de ona selâm verdi, o da selâmı aldı, adam geçti gittikten sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) arkasından seslendi ve:

«Senin selâmını almama sebep, gider de ben Peygambere selâm verdim ama selâmımı almadı, dersin diye endişelenmemdir. Bir daha beni bu halele görürsen bana selâm verme, çünkü versen de selâmını almam!» buyurdu. denilmektedir. Bu bâbda daha başka rivâyetler de vardır. Bu rivâyette; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisine abdest alırken verilen selâmı almadığı, Abdesti bitirdikten sonra özür dileyerek Allah'ın ismini abdestsiz olarak anmak istemediğini bildirdiği görülmektedir.

Bazıları; bunun islâmiyetin ilk zamanlarına mahsus olduğunu, sonraları abdest alırken verilen selâmı kabul ettiğini söylerler. Tahavî Şerhinde «Selâm almamak meselesi abdest âyeti ile neshedilmiştir. Bazıları Âişe (radıyallahü anha)'dan rivâyet edilen hadisle nesh edildiğini söylemişlerdir: Mezkûr hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in her zaman Allah'ı zikrederdiği beyân ediliyor» denilmektedir. Hattâ Abdullah b. Alkame'nin babasından rivâyet ettiği bir hadisde: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest almak istediği zaman biz kendisiyle konuşmazdık, o da bizimle konuşmazdı ona selâm verirdik, fakat o bize selâm vermezdi, bu hâl ta ruhsat âyeti (yani):

"Ey mü'minler! Namaza kalkmak istediğiniz vakit yüzünüzü yıkayın." kavl-i kerimi ininceye kadar böyle devam etti» denilerek nesh meselesi tasrih edilmiştir. Bazıları neshe gitmeyerek hadisi istihbab manâsına te'vil etmişlerdir. Onlara göre abdestsiz selâm almak caizse de abdest bittikten sonra selâm almak müstahabdır.