Geri

   

 

 

 

İleri

 

96- Müslümanlardan Bir Çok Taifelerin Hesapsız ve Azapsız Olarak Cennete Gireceklerine Delil Bâbı

542- Bize Abdurrahman b. Sellam b. Ubeydülâh el-Cümehî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Rabî yani İbn Müslim, Muhammed b. Ziyâd'dan, o da Ebû Hüreyre'deh naklen rivâyet etti ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ümmetimden cennete yetmiş bin kişi hesapsız olarak gireceklerdir.» buyurmuşlar. Bunun üzerine bir zat:

— «Ya Resulullâh! Allah'a dua etde beni de onlardan eylesin» demiş. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle.» diye dua buyurmuş. Sonra bir başkası kalkarak:

— «Ya Resulullâh! Allah'a dua etde beni de onlardan eylesin» demiş. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu hususta Ukkaşe seni geçti.» buyurmuşlar.

543- Bize Muhammed b. Bessar da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet etti.

Dedi ki: Muhammed b. Ziyâdı dinledim dedi ki: Ebû Hüreyreyi şöyle derken işittim: Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’i: Şöyle buyururken işittim. Diyerek Rabî'in hadisi gibi rivâyette bulundu.

544- Bana Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi.

Dedi ki: Bana Yunus, İbn Şihâp'tan naklen haber verdi.

Dedi ki: Bana Sa'id b. El' Müseyyeb rivâyet etti, ona da Ebû Hüre yre rivâyet ederek Şöyle dedi: Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'i

«Ümmetimden yetmiş bin kişilik bir zümre yüzleri ayın on dördündeki gecesi gibi pırıl pırıl parlayarak, cennete gireceklerdir.» buyururken işittim.

Ebû Hüreyre

Dedi ki:

«Bunun üzerine Ukkâşetü'bnü Mihsan el-Esedî sırtındaki kaplan postu gibi yollu elbisesini kaldırarak ayağa kalktı ve:

— «Ya Resulâllâh! Allah'a dua et de beni de onlardan eylesin» dedi. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle.» diye dua etti. Sonra Ensar-dan bir zat kalkarak:

— »Ya Resulâllâh! Allah'a dua et de beni de onlardan eylesin» dedi, (Bu sefer) Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem);

«Bu hususta Ukkâşe seni geçti.» buyurdular.

545- Bana yine Harmeletü'bnü Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki):

Bize Abdullah b. Vehb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Hayve haber verdi .

Dedi ki: Bana Ebû Yunus, Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ümmetimden yetmişbin kişi cennete girecek; onlardan bir zümre ay suretinde olacaklar.» buyurmuşlar.

546- Bize Yahya b. Halef El-Bâhili rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Mu'temir, Hişâm b. Hassân'dan, o da Muhammed'den yani İbn Si-rîn'den naklen rivâyet etti:

Dedi ki: Bana îmrân rivâyet etti.

Dedi ki: Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— «Ümmetimden yetmişbin kişi hesaba çekilmeksizîn cennete girecektir.» buyurdu. Ashab:

— «Kim onlar! Ya Resulâllâh?» dediler. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Onlar vücutlerini (kızgın demirle) dağlamayanlar; efsun yapmayanlar ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir.» buyurdu.

Bunun üzerine Ukkâşe ayağa kalkarak: Allah'a duâ et de beni de onlardan eylesin dedi,

Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sen onlardansın.» buyurdular. Arkasından bir zat kalkarak:

— «Ya Nebiyyallah! Allah'a dua et de beni de onlardan eylesin» dedi.

Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu hususta Ukkâşe seni geçti.» buyurdular.

547- Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti.

Dedi ki: Bize Abdüs-samet b. Abdilvaris rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hâcib b. Ömer Ebû Huşeynete's Sekâfi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hakem b. A'raç, Imran b. Husayn'dan naklen rivâyet etti ki Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ümmetimden yetmişbin kişi hesapsız olarak cennete gireceklerdir.» buyurmuşlar. Ashab:

— «Kim onlar! Ya Resulâllâh?» demişler Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Onlar efsun yapmayanlar; teşe'um etmeyenler; vücutlarını (kızgın demirle) dağlamayanlar ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir.» buyurmuşlar.

548- Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdülaziz yani İbn Ebî Hâzim, Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivâyet etti ki Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«ümmetimden yetmişbin kişi yahut yediyüzbin kişi (Ebû Hâzim bunların hangisini söylediğini bilemiyor) mutlaka cennete gireceklerdir. (Bunlar) birbirlerine tutunacak, bazısı bazısının elinden tutacak, sonda kileri girmedikçe öndekileri de girmeyecek, yüzleri Bedir gecesindeki ay suretinde olacaklardır.» buyurmuşlar.

Bu hadisi Buhârî . «Kitabur Rukak» da rivâyet etmiştir. Hadisi Şerif Teâlâ hazretlerinin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetine son derece ikram ve ihsanda bulunduğunu göstermektedir. Görülüyor ki; hadisin bazı rivâyetlerinde hesaba çekilmeksizin cennete gireceklerin sayısı yetmişbin bazılarında yediyüzbin hatta bazı rivâyetlerde Yetmişbinin her neferi ile birlikte yetmişbin kişi daha gireceği bildirilmektedir.

Ukkâşe yahut Ukâşe (radıyallahü anh)'ın ricası kabul edilip öteki zatın kabul edilmemesine gelince bu hususta Kâdî Iyâz şunları söylemektedir:

«İkinci zatın Ukkâşe derecesinde ve cennete soruşuz sualsiz girecek sıfatta olmadığı söyleniyor. Hatta münafık olduğunu bile söyleyenler var. Onun için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine ihtimallî bir cevap vermiş:

«Sen onlardan değilsin.» diye tasrihi doğru bulmamıştır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in güzel ahlâkı buna mânidir. Bazıları Ükkâşe hakkındaki duasının kabul edileceği Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy ile bildirilmiştir. Öteki için vahiy gelmemiştir diyorlar.»

Hâtib-i Bağdadî İkinci zatın Sa'd b. Ubâde (radıyallahü anh) olduğunu rivâyet etmiştir. Bu rivâyet sahih ise o zât hakkında münafık diyenlerin sözü bâtıl olur. Fakat o zâtın Sa'd b. Ubâde olması ihtimalden uzak görülmüş; Sâ'd b. Umara olabileceği ihtimâli üzerinde durulmuştur. Bu takdirde hadisi nakleden, tas-hif yapmış demektir.

Nevevî: «Doğrusu ve muhtar olan da budur» diyor. İbn'l Cevzî: «Bana öyle geliyor ki Ukkâşe ricasını hulûs-u kalb i4e yapmış ve kabul edilmiştir. Ötekinin ise, sözü kesmek için müracaat etmiş olması muhtemeldir. Çünkü Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) ona da evet cevabını verse şüphesiz ki; üçüncü, dördüncü zevat kalkarak aynı şeyi isterler dileklerin sonu gelmezdi. Bittâbî herkes soruşuz sualsiz cennete girmeyi hak edemez» demiştir.

Süheylîde: «Bana öyle geliyor ki; o saat bir icabet saati imiş. İkinci zat Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'in duasını o saat geçtikten sonra istemiş olacak» diyor.

Nemıre: Beyaz, siyah ve kırmızı çizgili elbisedir. Renk itibariyle kaplan derisine benzediği için ona bu isim verilmiştir.

Zümre: Biribiri arkasına dn^ılmış cemaat demektir. 371 numarada geçen İmran hadisinde soruşuz sualsiz cennete gireceklerin kim olduğu sorulduğu zaman Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Onlar vücutlarını (kızgın demirle) dağ la mayanlar; efsun yapmayanlar ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir.» buyurduğu rivâyet edilmektedir. Bu hadisin mânası hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Ebû Abdillâh Mâzirî şöyle demektedir:

«Bazı kimseler tedavinin mekruh olduğuna bu hadisle istidlal etmişlerdir. Fakat ekseri ulemânın kavli bunun hilâfınadırv Onlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir çok hadislerde ilâç ve yemeklerin faydasından bahsettiğini ileri sürerek bu hadisle ihticac ederler. Bir de Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat ilâç kullanmıştır. Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ)'nın rivâyet ettiği ve Resûlü İlâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir çok defalar ilâç kullandığını gösteren haberlerde onlara delildir. Keza okumak sureti ile istiş-fası malûmdur, ulemâ sahabeden bazılarının hasta okumak için ücret aldıklarını bildiren hadisle de istidlal etmişlerdir. Bu cihet sabit olunca; buradaki hadisi ilâçların tabiatı icabı fayda verdiğine inanıp şifa meselesini Allah'a havale etmeyenler mânasına hamletmek gerekir...» Kâdî İyâz'da şunları söylemiştir:

«Bu hadis üzerinde söz edenlerden bir çokları bu te'vile zâhib olmuşlardır. Fakat bu te'vil doğru değildir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sualsiz cennete girenleri onlara has bir meziyyet ve fazilet olmak üzere haber vermiş yüzlerinin bedir gecesindeki ay gibi parlayacağını beyan buyurmuştur. Mesele, bu zevatın te'vil ettiği gibi olsaydı soruşuz cennete girenler bu hususiyeti haiz olamazlardı. Çünkü şifayı Allah'tan beklemek bütün mü'minlerin itikad ettikleri bir şeydir. Aksine inanmak küfürdür. Ulemâ ve Maâni sahipleri bu mesele üzerinde söz etmiş Ebû Süleyman Hattabî ile başkaları hadisten murad ilâç kullanmayı Allah'a tevekkül ederek, kaza ve belâsına nza göstererek terkedenlerdir.» demişlerdir. Hattabî: «Bu derece, hakikî iman sahiplerinin en yüksek derecesidir. Ulemâdan bir cemaatin mezhebi de budur.» demiş ve isimlerini saymıştır. Hadisin zahirî ve muktezasına göre zikri geçen dağlamak, okumak vb. tedavi nevileri arasında bir fark yoktur. Davûdî: «Bu hadisten murad sağlamken ilâç kullanandır. Çünkü hastalığı olmayana bu mekruhtur. Fakat hastalığı olan hakkında caizdir» diyor. Bazıları bir mânadan dolayı hasta okumakla dağlamayı tedavi nevilerinden tahsis etmişlerdir. Onlara göre sair tedavi nevileri tevekküle mâni değildir. Çünkü Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) ile selefin büyükleri tedavi görmüşlerdir. Beslenmek için yemek içmek gibi kat'î olan sebepler bu bâbta kelâm ulemâsına göre tevekküle dokunmazlar. Bundan dolayıdır ki; ilâç kullanma hadis-i şerifte nef-yedilmemiştir ve yine bundan dolayıdır ki; ulemâ bir kimsenin gerek kendisinin gerekse çoluk çocuğunun rızkını kazanmasını tevekküle zararlı saymamışlardır. Çünkü rızık kazanan kimse o rızkı kendinden bilmez onu temamiyle Allahü teâlâya havale eder. Tedavi ile dağlamak arasındaki fark hususunda söz uzundur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların ikisini de mubah kılmış ikisini de övmüştür. Ben ancak bir nüktecik anlatacağım ki; o da kâfidir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hem kendisi ilâç kullanmış hem başkasını tedavi buyurmuştur. Fakat kendisi dağlanmamış başkaları dağlanmıştır. Sahih rivâyete göre Resul-u Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetini dağlamak sureti ile tedaviden nehiy etmiş ve dağlanmayı sevmediğini beyân buyurmuştur.» Kâdî İyâz'ın sözleri burada sona erer.

Nevevî diyor ki: «Bu hadisin zahir olan mânası: Hattabî ile ona muvafakat edenlerin ihtiyar ettikleri kavildir, ki hasılı şudur: Hesaba çekilmeden cennete girecek olanların Allah'a tevekkülleri tamdır. Onun için de Allah'ın takdir ve kazâsîle giriftar oldukları musibetten kurtulma çaresini aramazlar. Bu hâlin bir fazilet olduğunda ve böyle bir hâl sahibinin tercih edileceğinde ise şüphe yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in tedavisine gelince: O bunu bizlere caiz olduğunu beyân için yapmıştır.»

Ülema-i Kiram, Tevekkülün hakikati hususunda da ihtilâf etmişlerdir. İmâm Ebû Cafer Taberi ile diğer bazı selef-i sâlihin-den bir cemaattin: «Tevekkül ismi kalbine Allah korkusundan başka yırtıcı hayvan veya düşman korkusu gibi şeyler karışmayan ve Allah'ın tekeffülüne i'timâd ederek rızk peşinde koşmayı terk edenden başkasına lâyık değildir.» dediklerini nakletmişlerdir. Bu zevat, bu hususta vârid olan eserlerle istidlal etmişlerdir. Bir takım ulemâ da: «Tevekkülün ta'-rifi: Allahü teâlâ'ya güvenmek, kâza ve kaderinin nafiz olunduğunu yakı nen inanmak, yiyecek içecek gibi zarurî olan şeyleri tedarik ve düşmandan korunma hususunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sünnetine tabî' olmaktır. Nitekim bütün Peygamberlerin yaptığı da budur.» demişlerdir. Kâdî İyâz, umumiyetle fukahanın mezhebi bu olduğunu, Taberî'nin de bunu ihtiyar ettiğini söylemiş: «Birinci kavil bazı mütesavvifenin mezhebidir; Maamâfih Mutasevvifenin muhak-kıkları da cumhûrla beraberdir. Şu farkla ki; onlara göre esbaba gönül bağlanmaya tevekkül ismi verilmez. Esbab, Allah'ın sünnet ve hikmetleridir. Kul hod behod ne bir faydayı celb, ne de bir zararı def edebilir. Bunların hepsi Allahü teâlâ'dandır.» demiştir.

Kuşeyrî diyor ki tevekkülün yeri kalbdir. İtimadın Allah tarafından geldiğini bildikten sonra zahiri azanın hareketi kalbine tevekkülüne mâni değildir. Bir şeyin yapılması mümkün olmazsa o Allah'ın takdiri ile mümkün olmaz. Yapılması müyesser olan şey de Allah'ın teysiri ile olur.»

Bazıları tevekkülü: «Allah'ın dilediğine rıza göstermektir» diye tarif etmiş diğer bazıları da: «Tevekkül kulun nazarında azla çoğun müsavi olmasıdır» demişlerdir.

Hadisin bazı rivâyetlerinde bir de «tetayyur» zikredilmiştir. Bunun mânası: Kuşlarla teşe'üm etmek yani kuş şıû tarafa uçarsa hayır, bu tarafa uçarsa şer gelir diye inanmaktır. Bazı cahillerin bacanın üzerine baykuş konarsa o haneden ölü çıkar; arabanın önünden tavşan geçerse mutlaka bir uğursuzluk zuhur eder, gibi bir çok bâtıl inançları bu kabildendir. Bunlar cahiliyet devrinden kalma hurafelerdir. İşte hadisi şerifte hesaba çekilmeden cennete girecekleri bildirilen bahtiyarlar bu gibi te-şe'ümlerden de sakınanlardır. Teşe'ümün zıddı tefe'üldüf, ki; bir şeyi ha-yıra yormaktır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tefe'ülü severdi. Bazıları hesap vermeden cennete gireceklerin hadiste beyan Duyurulanlardan daha çok olacağını söyleyerek hadisde bildirilen miktara itirazkâr bir tavır takınmışlarsa da kendilerine cevaben: «Orasını ancak, Allah bilir yetmiş adediyle çokluk murad edilmiş olması muhtemeldir» denilmiştir. Nitekim lisanımızda da: «Bunu sana yüz defa söyledim» denilirse, bundan: «Sana çok defalar söyledim» mânası kasdedilir. Yüz adedinin kendisi murad değildir.

Ukâşe (radıyallahu anh) ashâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Onun hakkında Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem): «Arabın en hayırlı binicisi bizdendir» buyurmuş kim olduğu sorulunca « Ukâşetü'bnü Mihsan» dır. demiştir. Hazret-i Ukkaşe'nin Bedir gazasındaki yararlıkları meşhurdur. Harb esnasında kılıcı kırılınca Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine bir odun parçası vermiş Ukkaşe (radıyallahü anh) sallayınca odun kılıç olmuş harb kazanılıncaya kadar da onunla çarpışmıştır. «Avn» ismi verilen bu kılıçla Hazret-i Ukâşe Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte iştirak ettiği bütün gazalarda cenk etmiş vefatına kadar onu muhafaza eylemiştir.

549- Bize Sa'id b. Mansur rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hüşeym rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Husayn b. Abdirrahman haber verdi.

Dedi ki: Sa'id b. Cubeyr'in yanındaydım:

— «Dün akşam düşen yıldızı hanginiz gördü?» dedi.

— «Ben (gördüm) dedim».

— «Sonra dedim ki: Namazda filân değildim lâkin beni akrep sokmuştu.»

— «Buna karşı ne yaptın?»

— «Rukye yaptım.»

— «Senİ buna sevke'den nedir?»

— «Şabiinin bize rivâyet ettiği bir hadistir.»

— «Sabi size ne rivâyet etti?»

— «Bize Büreydetü'bnü Husayb el-Eslenıî'den naklen onun: «Nazarla zehirli hayvan sokmasından başka bir şey de Rukye yoktur» dediğini rivâyet etti.

— «İşittiği şeyde karar kılan ne iyi eder. Lâkin bize İbn Abbâs Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen şunu rivâyet etti:

«Bana bütün ümmetler gösterildi. Öyle Peygamber gördüm, yanında küçük bir cemaat var. Peygamber gördüm; yanında bir-iki kişi var! Yİne Peygamber gördüm; yanında hiç kimse yok!.. Birdenbire bana büyük bir kalabalık arz olundu. Ben bunları benim ümmetim zannettim. Fakat bana:

Bunlar Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem) ile onun kavmidir. Lâkin sen şu ufka bak; dediler. Bir de baktım büyük bir kalabalık!..

— «Bir de öteki ufka bak!..» dediler. Baktım (yine) büyük bir kalabalık!..

— «İşte senin ümmetin bunlardır. Kem onlarla birlikte cennete hesapsız, azapsız girecek yetmişbin kişi (daha) var.» dediler.» buyurdu.

Bundan sonra Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) oradan kalkarak evine girdi. Bunun üzerine cemaat bu hesapsız ve azapsız cennete gireceklerin kim oldukları) hakkında söze daldılar. Bazıları:

«Her halde bunlar (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sohbette bulunanlar olacak» diğer bazıları: «İhtimal bunlar İslâmiyet zamanında doğarak Allah'a şirk koşmayanlardır.» dediler ve (daha buna mümasil) birşeyler söylediler. Derken Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem) yanlarına çıkageldi ve:

— «Konuştuğunuz şeyler neydi?» dedi. Ashab da konuştuklarını kendisine haber verdirler. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

— «Onlar rukye yapmayanlar ve yaptırmayanlar; teşe'um etmeyenler; ve ancak Rablerine tevekkül eyleyenlerdir.» buyurdular. Bunun üzerine Ukkaşetü'bnü Mihsan ayağa kalkarak:

— «Allah'a dua et de beni de onlardan eylesin» dedi. Resulullâh

— «Sen onlardansın.» buyurdu sonra başka bir zat kalkarak:

«Allah'a dua et beni de onlardan eylesin» dedi. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu hususta Ukkâşe seni geçti.» buyurdular.

550- Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Fudayl. Husayn'dan, o da Sa'id b. Cübeyr den naklen rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Abbâs rivâyet etti.

(Dedi ki): Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bana bütün ümmetler gösterildi. » buyurdular sonra hadisin geri kalan kısmını Hüşeym hadisi gibi rivâyet etti. Yalnız Hüşeym hadisinin baş tarafını zikretmedi.

Bu hadisi Buhârî «Kitabu'l Merdâ'vet-Tıb» ile «Ehadisü'l Enbiya» ve «Kitabur' Rukak» da Tirmizî: «Kitabu'z-Zuhd» de

Nesai'de «Kitabu't-Tib» da tahric etmişlerdir. Husayn b. Abdirrahman’ın «namazda filân değildim. Lâkin beni akrep sokmuştu»

demesi kendisinin ibâdette bulunduğunu zannetmesinler yani yapmadığı bir şey'i yaptı zannederek başkasına o suretle anlatmasınlar diyedir. Nitekim bir kadın İmâm-ı A'zam Ebû Hanife'ye: Gecelerini satşaha kadar namaz kılarak ihya eder diye söylenen Ebû Hanife sen misin?» diye sormuş. Hazret-i İmâm o zaman henüz sabahlara kadar namaz kılmadığı için kadına hiç bir şey diyememiş fakat ondan sonra yaşamış olduğu kırk senelik hayatında bütün gecelerini sabaha kadar namaz kılmakla geçirmiş; bu suretle yapmadığı bir şey'i yaptı diye söylenmekten korunmuştur.

Rukye: Hasta okumaktır. Hadisdeki «ayn» dan murad da nazar olmaktır. Bazı insanların gözlerinin başkalarına dokunduğu dinen hak olduğu gibi bugün tıbben de kabul edilmiştir.

Hume: Akrep ve yılan gibi hayvanların zehiri ve o zehirin tevlid ettiği şiddet ve hararettir.

«Nazarla zehirli hayvan sokmasından başka hiç bir şeyde Rukye yoktur.» cümlesi hakkında Hattabî şunları söylemiştir: «Bu hadisin mânası nazar olana ve zehirli hayvan sokana okumaktan daha şifâ bahş ve daha evlâ hiç bir deva yoktur, demektir. Çünkü bunların zararı pek şiddetlidir. Yoksa hastalara okunmaz demek değildir. Filvaki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hem okumuş hemde okumayı emretmiştir. Hastaya Kur'ân ve esmaullâh okumak mubahtır. Okumanın mekruh olanı arapçadan başka bir dille yapılandır. Çünkü bu ya kü-füre varır yahut içine şirk karışan sözlerden ibaret olur. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kerih gördüğü hasta okuma cahiliyet devrinde Arapların yaptığı muskacılık (nüsha) dır. Onlar bunun hastalıkları gidereceğine inanır ve cinlerin yardımı ile yapıldığını söylerlerdi.»

İbn Esir diyor ki: «Hadislerin bazısında hasta okumanın caiz olduğu diğer bazılarında ise; bundan nehyedildiği görülmektedir; ve her iki hususa aid bir çok hadisler vardır. Bunların araları şöyle bulunur: mekruh olan okuma Arapçadan başka bir lisanla ve Allahü teâlâ'nın isimlerini, sıfatlarını, semadan indirdiği kitaplarındaki kelâmını zikretmek-sizin yapılacak okumanın mutlaka fayda vereceğine i'tikad ve itimad edilendir. Resulullâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Okunan kimse tevekkül etmiş sayılmaz.» buyurmasının mânası da budur. Ama Kur'ân-ı Kerim ve esmâ-ı ilâhiyeyi okumak suretiyle yapılan rukye mekruh değildir...»

«Hem onlarla birlikte cennete hesapsız, azapsız girecek yetmiş bin kişi (daha) var...» ifadesinden murad şüphesiz ki yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ümmetidir. Yalnız cümlenin takdiri hususunda iki ihtimal vardır.

1- Bu yetmişbin kişi ufukta gösterilenlerden başkadır.

2- Yetmişbin kişi ona gösterilenler cümlesindendir. Nitekim Buhârî'nin rivâyeti de bu ihtimali teyid etmektedir. Hadis-i şerif:

Şer'-i bir delilin üzerinde münazara ve münakaşa yapmanın mubah olduğuna; delildir.