83 - (Kıyâmet Gününde Rabbi) Görmenin Yolunu Bilme Bâbı 469- Bana Zuheyr b. Harp rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Yakup b. İbrahim rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam İbn Şihap'tan, o da Ata' b. Yezid el-Leysi’den naklen rivâyet etti, önada Ebû Hüreyre haber vermiş ki; bir takım insanlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: «Ya Resûlüllah: Biz kıyâmet gününde Rabbimizi görecek miyiz? demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar; «Bedr-i Tâm halindeki gecede siz ayı görme hususunda itişip kakışarak birbirinize zahmet verir misiniz?» Ashap: — «Hayır ya Resûlüllah!» demişler. — «Yo siz güneşin uğrunda hiç bir bulut yokken onu görme hususunda birbirinize zahmet verir misiniz?» — «Hayır Ya Resûlüllah!» — «O halde siz onu, işte böyle'göreceksiniz. Kıyâmet gününde Allah insanları toplayarak: Her kim (dünyada) neye İbadet ediyordu ise; onun ardına düşsün diyecek, bunun üzerine (dünyada iken) güneşe tapan güneşin, aya tapan ayın ardına takılacak, putlara tapanlar da onların peşine takılacaklar, (ortada) İçlerinde münafıkları da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak, derken Allah Tebareke ve Teâlâ onlara evvelce tanıdıklarından başka bir suretle tecelli edecek ve: — Ben sizin Rabbinizim, diyecek. Onlar (Allah'ı tanıyamadıkları için): «Biz senden Allah'a sığınırız! Rabbimiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır. Rabbimiz geldiği zaman biz onu tanırız» diyecekler. Bunun üzerine Allah teâlâ hazretleri (karşılarında) onların tanıdıkları sureti ile tecelli edecek ve: «Ben sizin Rabbinizim» buyuracak. Onlar da: «Evet, bizim Rabbimiz sensin» diyerek ona tabi olacaklar. Cehennemin üzerine sırat (köprüsü) kurulacak; ondan ilk geçen ben ve ümmetim olacak. O gün peygamberlerden başka konuşan bulunmayacak. O gün pey gamberlerin duası da «Allah'ım, selâmet ver!., selâmet» demek olacak. Cehennemde sa'dan dikeni gibi mahmuzlar olacak, siz sa'dan dikenini hiç gördünüz mü?» buyurmuş. Ashab; — «Evet ya Resûlüllah!» demişler. — «İşte o mahmuzlar sa'dan dikenleri gibi olacak. Şu kadar var ki; onların büyüklüğünün miktarını Allah'tan başka bilen olmayacak. Bu mahmuzlar (kötü) amellerinden dolayı insanları kapacaklar. İnsanların kimi mü'min olduğu için amelî sayesinde (kurtulup) kalacak, kimi de kurtarı-lıncaya kadar ceza görecek, ia ki Allah kulları arasında (vereceği) hükmü bitirip rahmetinden dolayı cehennemliklerden dilediğini oradan çıkarmak murad edince; meleklere (dünyada) Allah'a şirk koşmayan cehennemlikleri, Allah'ın kendilerine rahmet buyurmak dilediklerini Allah'tan başka Allah yoktur diyenleri çıkarmalarını emredecek; Melekler, bunları cehennemde tanıyacaklar, onları secde eserinden bilecekler (çünkü) ateş âdem-oğlunu yiyip bitirecek, (yenmedik) yalnız secde yeri kalacak, secde yerini yemeyi Allah cehenneme haram kılmıştır. Bu suretle (mezkûr kimseler cayır cayır yanmış bir vaziyette cehennemden çıkarılarak üzerlerine hayat suyu dökülecek ve selin getirdiği milli toprakta yabani ot tohumu nasıl bİ-terse, onlar da öyle bitecekler. Sonra Teâlâ hazretleri kulları arasında vereceği hükmü bitirecek, ortada yüzünü cehenneme doğru dönmüş (yalnız) bir kişi kalacak, bu zat ehli cennetin cennete en son gireceği olacak ve: — «Yarab! Benim yüzümü cehennemden çevir, çünkü onu,n kokusu beni zehirleyip berbat ediyor, alevi de beni yakıp kavuruyor, diye Allah'ın dilediği kadar dua edecek, sonra Allah Tebareke ve Teâlâ (ona): — Bunu yaparsam acaba başkasını da ister misin?» diyecek, o da: — «Hayır, senden bundan başka bir şey istemem» cevabını verecek ve Rabbine Allah'ın dilediği kadar ahd-u peymanlar verecek bunun üzerine Allah onun yüzünü cehennemden çevirecek. Bu zat cennete doğru dönüp de onu görünce, Allah'ın dilediği kadar susacak. Sonra: — «Ey Rabbını! Beni cennetin kapısına bari götür diyecek. Teâlâ hazretleri ona: — «Sana verdiğimden başka bir şey istemiyeceğine ahd-ü peyman vermemiş miydin? Yazık sana âdemoğlu, ne de gaddarmışsın» diyecek. O zat yine: «Aman Yarabbi!» diye Allah'a dua edecek. Nihayet Teâlâ hazretleri ona: — «Acaba bunu verirsem, başkasını da istemiyecek misin?» diye soracak. O da: — «Hayır! İzzetine yemin ederim (ki) istemem» diyecek ve Rabbine Allah'ın dilediği kadar ahd-u misâklar verecek. Bunun üzerine Rabbi de onu cennetin kapısına götürecek. Cennet kapısına dikildiği zaman cennet ona açılarak içindeki hayır ve (badi-i) surûr şeyleri görecek ve (yine) Allah'ın dilediği miktar sükût edecek. Sonra: — «Allah'ım, beni cennete koy!» diyecek. Allah Tebareke ve Teâlâ ona: — «Hani sana verilenden başkasını İstemiyeceğine ahd-u misaklar vermemiş miydin? Yazık sana âdemoğlu, ne gaddar şeymişsin! diyecek. O zat: — «Aman Allah'ım! mahlûkatının en şakisi ben olmayayım?» diye (niyaz edecek). Allah'a dua ede ede nihayet Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri ona güle(r yüz muamelesi ede)cek. Allah ona gülü(mser muamelesi edi)nce (Bu sefer haydi) cennete gir diyecek. Cennete girdiği zaman ona: «Dile (benden ne dilersen) diyecek. Artık Rabbinden isteyebildiği kadar isteyecek ve dileyecek. Hatta Allah kendisine şunu da iste, şunu da diye (İstenecek şeyleri) hatırlatacak. Nihayet dilekler(in arkası) kesilince Allahü teâlâ «Bütün bunlar ve daha bir o kadarı da senindir» buyuracak.» Ata' b. Yezid Dedi ki: « Ebû Hüreyre bu hadisi rivâyet ederken Ebû Sa'id Hudri'de yanında oturuyor onun söylediklerinden hiç bir şeyi reddetmiyordu. Nihayet Ebû Hüreyre «Allahü teâlâ bu zata bunların bir mislide senindir buyuracak» deyince Ebû Sa'id: «Bunlarla birlikte on mislinide, ya Eba Hüreyre» dedi. Ebû Hüreyre: «Ben ancak "bütün bunlar ve bir o kadarıda senindir" buyurduğunu belledim» dedi. Ebû Sa'id: «Şehadet ederimki ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in; «Bütün bunlar ve bunların on misli de senin.» buyurduğunu belledim dedi. Ebû Hüreyre: «İşte bu zat cennetliklerin cennete en son girenidir.» demiştir. 470- Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû'l-Yemân haber verdi. (Dedi ki): Bize Şuayb, Zührî'den naklen haber verdi Dedi ki; bana Sa'id b. el-Müseyyeb ile Âtâ' b. Yezid el-Leysî haber verdiler onlarada Ebû Hüreyre haber vermiş ki insanlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: — «Ya Resulallâh! Biz kıyâmet gününde rabbimizi görecekmiyiz...» demişler. Ve hadisi (Yakub'un babası) İbrahim b. Sa'd hadisi mânasında rivâyet etmiştir. 471- Bize Muhammed b. Rafi'de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezak rivâyet etti. (Dedi ki): bize Ma'mer, Henİmâm b. Münebbih'den naklen haver verdi. Hemmam: Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'âcn bize rivâyet ettiği budur. Diyerek bir takını hadisler nakletmiş ezcümle şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Şüphesiz ki sizden birinizin cennette en aşağı makamı ona Allah'ın dile (ne dilersen) demesidir. O da dilediğini dileyecek. Sonra kendisine: Diledin mi? diyecek. Evet, cevabını verecek. Bunun üzerine ona: Dilediklerinin hepsi bir misli de (fazla olmak üzere) senindir. Diyecektir.» buyurmuşlar. Bu hadisi Buhari «Kitabu’l-Ezân», «Kitabu't-Tevhid» ve «Kitabu'r-Rukaak» da biraz lâfız değişikliği ile rivâyet etmiştir. «…...» kelimesindeki (r) harfi şeddeli ve şeddesiz rivâyet edilmiştir. Başındaki muzâreat (t) si ise iki surette de mazmum okunmuştur. (r) harfi şeddeli okunduğuna göre kelimenin mânası: «Ayı göreyim diye başkalarına zarar verir misiniz?» demektir. Şeddesiz okunursa: «Size onu görmek için bir dayr yani zarar arız olur mu?» Mânasına gelir. Ayni kelime bazı rivâyetlerde şeklinde zaptedilmiş-tir. Bu kelimenin mim'ide şeddeli ve şeddesiz okunmuştur. Mim'i şeddeli okuyan kelimenin başındaki muzara'at (t) sini meftuh yani (tedaammû-ne) şeklinde okumuş mim'i şeddesiz rivâyet eden ise kelimeyi muzaraat harfinin zammesi ile (tudaamûne) şeklinde telaffuz etmiştir. Mim şeddeli okunursa kelime: «Ayı görebilmek için birbirinizle itişip kakışır mısınız?»; şeddesiz okunursa: «Onu görebilmek için size bir Daym yani meşakkat arız olur mu?» mânasına gelir. Bu iki kelimeyi daha başka şekillerde okuyanlarda olmuştur. Bu mânaların hepsi sahih ve aşağı yukarı bir birinin aynıdır. Hadis-i Şerifte seksiz şüphesiz bir surette' Allahü teâlâ'nın görüleceği dünyada ayın görülmesine benzetilmiştir. Tevagıt: Kelimesi Tâgut'un cem'idir. Lügat ulemâsının cumhûruna göre tâgut Allah'tan başka tapılan şeylere denilir. İbn Abbâs (radıyallahü anh), Mukâtil, Kelbi ve diğer ulemâya göre tâgut şeytan demektir. Bazıları: «Tâguttan murâd putlardır» demişlerdir. Vahidi'nin beyanına göre; bu kelime hem müfred hem cem'i için kullanılır. Fülk kelimesi de böyledir. Tâgut (Tâğa) fiilinden müştakdır. Aslı va-vi olup vavı elife kalbedilmiştir. Ashabın: «Kıyâmet gününde» kaydı ile sormalarından anlaşılıyorki, dünyada iken Allahı görüp göremiyeceklerini sormamışlardır. Müslimin Ebû Ümâme'den tahriç ettiği bir hadiste: «Siz ölünceye kadar Rabbinizi göremeyeceksiniz.» buyurulmusdur. Âhiretde ise; Ehl-i Sünnete ve Cumhûra göre; görülecektir. Hâricilerle Mu'tezile ve Mûrcie taifesinden bazıları görülmeyeceğine kail olmuşlardır. Bunlar bir şeyin görülmesi için görenin karşısında olması, ziya bulunması uzaklık ve perde gibi bir mâni bulunmaması gibi aklî ve mesnedsiz bir takım şartlar koşarlar Halbuki, Ehl-i Sünnete göre görülecek şeyin vücudundan başka hiç bir şart yoktur. Görmek Allahın yarattığı bir idrâktir. «İçlerinde münafıkları da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak.» cümlesi hakkında ulemâ şunları söylemişlerdir: «Münafıkların mü'minlerle kalması dünyada iken onların arasına karışarak gizlendikleri içindir. Âhirettede aynı şekilde haşır neşir edilecekler mü'minlerin arasına karışarak onların nuru içinde yürüyeceklerdir. Nihayet araya bir duvar çekilerek duvarın iç tarafı rahmet dış tarafı azap olacak münafıklar azap tarafında kalacak ve mü'minlerden aldıkları nur kendilerinden uçacaktır. Bazıları bunların Havz-ı kevserden kovulanlar olduğunu söylemişlerdir. Havz hadisinde beyân buyurulduğuna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kıyâmette herkesten önce hav-zının başına geçecek ve gelenlere Havz-ı kevserden su takdim edecektir. Ümmeti cemaatlar halinde gelecekler fakat bazıları tam yaklaştıkları sırada Önlerine mâni konularak gelemiyeceklerdir. Resûlüllah «Ya Rabbi! Bunlar benim ümmetimdendir. Ne olur onlar da gelsin!» diye niyaz edecek kendisine cevaben: «Sen onların senden sonra ne bidatlar çıkardıklarını bilmezsin.» denilecek o zaman Fahri Kainat (sallallahü aleyhi ve sellem)'de: «Benden sonra benim yolumu değiştiren uzak olsun! Uzak olsun!» diyecektir. Hadis-i Şerifte Allahü teâlâ'nın mü'minlere evvelâ tanımadıkları bir surette tecelli edeceği onun için de mü'minler biz senden Allah'a sığınırız diyecekleri; sonra kendilerine mü'minlerin tanıdığı sıfatiyle tecelli edeceği onlarında: «Evet Rabbimiz sensin» diyerek Allah'a tabi' olacakları bildiriliyor. Teâlâ Hazretlerinin sıfatları hususundaki âyet ve hadisler hakkında ulemânın iki kavli vardır. Birinci kavle göre; bu sıfatlar hakkında söz edilemez. Onlara iman edip geçmek icap eder. Yani Allah Zülcelâl'in azamet ve celâline lâyık olan sıfatlara ve onun şeriki nazîri ve misali olmadığına, mahlûkatınm sıfatları olan cisim, mekân ve intikal gibi şeylerden münezzeh bulunduğuna kafi surette itikad etmek gerekir. Selef-i Salihin ile Kelâm ulemâsından bir cemaatm mezhebi budur. Muhakkıkın-i ulemâdan bir çoklanda bunu ihtiyar etmişlerdir. Zaten en salim yol da budur. İkinci kavle göre: Allah'in sıfatları yerine göre lâyık olduğu şekilde te'vil olunur. Ancak bu te'vili gelişi güzel herkes değil Arap lisanını, o lisanın usul ve füruunu bilen mütehassıs ulemâ yapar. Kelâm-ulemâsından büyük bir kısmının mezhebi budur. Bu mezhebe göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Allah onlara gelecek.» buyurması onlara görünecek tecelli edecek demektir. Çünkü âdete göre yanında olmayan bir kimseyi görmek ya onun gelmesi ya ona gitmek suretleri ile olur. Binaenaleyh burada da gelmek tabiri mecazen görünmek mânasında kullanılmıştır. Bazıları: «İtyan yani gelmek, Allah'in fiillerinden biridir» demişler bir takınılanda: « Allah'in mü'minlere gelmesinden murâd bazı meleklerinin gelmesidir.» Mütalâasında bulunmuşlardır. Kâdî İyâz: «Bence bu te'vil daha güzeldir...» demiştir. Ona göre Allah-ı Zülcelâl'in melek suretinde yani kendi sıfatlarına benzeyen mahlûkâtı şeklinde tecelli ederek mü'minleri imtihan etmesi de muhtemeldir. Bu imtihan mü'minlerin geçireceği son imtihandır. Burada Kirmanı acaip bir sual sormuş ayni suale yine kendisi acaip bir cevap vermiştir. Kirmani'nin sözü şudur. «Melek masum olduğu halde nasıl olurda mü'minlere ben sizin Rab-binizim der? Halbuki bu yalandır dersen bende derim ki melekin böyle küçük bir günahtan masum olduğunu biz teslim edemeyiz.» Aynî, bu sual ve cevaba karşı şunları söylemiştir. Bende derim, ki: O takdirde «sizin en büyük Allah'iniz benim» diyen firavunda ancak küçük bir günah işlemiş olurr Kirmanı şerhini böyle safsatalardan nezih bulundursa çok daha iyi ederdi. Suretten murâd sıfattır: «Allah onlara tanıdıkları sureti ile gelecek.» cümlesinin mânası mü'minlerin tanıdıkları sıfatı ile tecelli edecek demektir. Zira mü'minler onu sıfatı ile bilirler. Bundan dolayıdır ki; ilk defa tecelli ettiğinde bildikleri sıfatlarda olmadığı için onun Allah olduğunu inkâr edecek ikinci defa göründüğünde bildikleri sıfatla tecelli ettiği için: «Bizim Rabbimiz sensin» diyeceklerdir. Sıfata suret denilmesi ona benzediği içindir. Bir de suret kelimesi hadiste daha evvel zikredil'diği için tekrardan kaçınılmıştır. Mü'minlerin: «Biz senden Allah'a sığınırız» sözünü Hattabi hasse-ten münafıklara hamletmişsede Kâdî İyâz bunu kabul etmemiş ve: «Bu sözün münafıklar tarafından söylenmiş olması doğru değildir. Sözünü münafıklara hamletmekle cümlenin mânası doğru çıkmıyor» demiştir ki Nevevî: «Doğrusuda budur! Hadisin lâfzı mü'minler hakkında zahirdir. Mü'minlerin Allah'a sığınması gördükleri sıfatın mahlûkat sıfatı olmasındandır.» diyor. Mü'minlerin Allah'ı tanıdıktan sonra ona tabi' olmalarından murâd cennete girmeleri için verdiği emri dinlemeleridir. Yahut kendilerini cennete götüren meleklere tâbi' olurlar. Hadis-i Şerifte: «Cehennemin üzerine sırat köprüsü kurulacak» buyurulmakla sırat köprüsü ispat edilmiştir. Ehl-i Hakkın mezhebide budur. Selef-i salihin sıratın kurulacağına icma' etmişlerdir. "Cehennemin üzerine kurulacak olan bu köprünün üzerinden bütün insanlar geçecektir. Ancak mü'minler derecelerine göre geçmeye muvaffak olacak kâfirler, âsiler geçemiyerek cehenneme düşeceklerdir. Kelâm ulemâsının beyanına göre; sırat kıldan ince kılıçtan keskin bir köprüdür. Nitekim Ebû Sa'id-i Hudri (radıyallahü anh)’in rivâyetinde böyle olduğu tasrih buyurulmuştur. Sıratın üzerinde melekler bulunacak ve oradan geçenlere yedi yerde sualler soracaklardır. Birinci sual imana, ikincisi namaza, üçüncüsü zekata, dördüncüsü ramazan, beşincisi hac ve ömreye, altıncısı abdeste, yedincisi cünüblükten temizlenmeye aid olacaktır. Kıyâmet gününde peygamberlerden başka kimsenin konuşmaması o günün şiddet ve dehşetindendir. Hatta bazı rivâyetlere göre; birden bire peygamberan-ı izam (salavatullahi aleyhim ecma'in) hazeratının bile dilleri tutulacak sonra konuşacaklardır. Maamafih Nevevî'nin beyanına göre burada konuşmamaktan murâd sırattan geçiş halidir. Yoksa kıyâmet gününde bazı yerlerde insanlar konuşacak herkes kendini müdafaya çalışacak birbirlerine sualler tevcih ederek herkes suçunu hasınına yüklemeğe çalışacak tâbi' olanlar metbu'larından hak dâva edeceklerdir. O günün dehşetini gören peygamberler ümmetlerine karşı besledikleri şefkat ve merhametten dolayı: «Yarab! Selâmet ihsan eyle, selâmet!» diye niyaz edecektir. Orada yapılacak dua ve niyazlar yerine göre olacaktır. Kelâlîb: Kellûb'un cem'idir. Kellûb, yerine üzerine et asılan çengel demektir. Bazıları bunun odundan olduğunu ucunda kıvrılmış sivri bir demir bulunduğunu söylerler. Her tarafı demirdendir diyenlerde vardır. Sa'dan: Develerin otladığı her tarafı pıtırcık gibi dikenlerle bezenmiş bir nebattır. İşte Sa'dan dikeni gibi insanların ayaklarına batacak olan bu çengeller amellerinden dolayı yahut amelleri miktarınca insanlara batarak onları kapacaklardır. O zaman mü'min olanlar amelleri sayesinde bu çengellerden kurtulacak kâfirlerle âsiler çengellere dolaşacaktır. Kâdî İyâz’ın beyanına göre cumlesi üç vecihle rivâyet olunmuştur: Bunlardan birincisi: Burada olduğu gibidir. İkincisi: dir. Bunun mânası: Kıyâmet gününde insanların bazısı ameli sayesinde korunacak ve salim kalacak demektir. Üçüncüsü: dir. Buna göre mâna: Bazısı amelinden dolayı helâk olacaktır. Kâdî İyâz bu rivâyetin esah olduğunu söylemiştir. Kâdî İyâz mücâzâ kelimesinin dahi «muhardel» ve «mücerdel» şekillerinde rivâyet edildiğini söylüyor. Muhardel kesilmiş mücerdel düşmek üzere olan mânalarına gelir. Nevevî: «Bizim memleketteki esas nüshaların ekserisinde bu hadis buradaki metinde görüldüğü gibidir» demektedir. Hadis-i şerifteki hayat suyundan murâd; obedî hayata sebep olan su demektir. Bu sudan içen yahut onunla yıkanan bir daha ebediyyen ölmeyecektir. Cehennemden çıkanlar onunla yıkandıktan sonra sel önünde biten otlar gibi birdenbire fişkırip süreceklerdir. Buradaki teşbih sel önünde biten otun beyaz ve çabucak sürmesi itibarı ile yapılmıştır. ….. cümlesinde geçen «dıhk» kelimesinin asıl mânası gülmeksede gülmek Allahü teâlâ hakkında muhal olduğu için ulemâ bu kelimeyi Allah’ın rızası ve kuluna nimetini izhar buyurması mânasına almışlardır. Zaten gülmek rızanın lâzımıdır. Kul istiyeceği kadar istiyecek fakat cennette onun bilmediği daha nice nimetler bulunacağı için Teâlâ Hazretleri kendisine filân seyide iste, filân cinstende iste diye delâlette bulunacaktır. Bu Teâlâ Hazretlerinin rahmetinin büyüklüğündendir. Ebû Hüreyre hadisinde kullara her istedikleri, bir mislide ziyade edilmek sureti ile verileceği beyan ediliyor. Ebû Sa'id hadisinde ise; bir misli değil von misli verileceği bildiriliyor. Ulemâ bu iki rivâyetin arasını şöyle bulmuşlardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelâ Ebû Hüreyre hadisindeki katlamayı bildirmiş sonra Teâlâ Hazretleri lûtf-u ihsanda bulunarak bu miktarı on misline çıkarmıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Sa'id hadisinde de bu hakikati beyân etmiştir. 472- Bana Süveyd b. Sa'id de rivâyet etti. Dedi ki: Bana Hafs b. Meysera, Zeyd b. Eşlemden, o da Âtâ' b. Yesar'dan, o da Ebû Sa'id-i Hudri'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir takım insanlar: — «Ya Resûlüllah: Biz kıyâmet gününde Rabbimizi görecek miyiz?» demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — «Evet, siz güneş öğle zamanında açık, uğrunda hiç bir bulut yokken ofiu görme hususunda birbirinize zahmet verir misiniz? Ve (yine siz) ay bedr gecesinde açık ve üzerinde hiç bir bulut yokken onu görme hususunda birbirinize zahmet verir misiniz?» buyurdular ashap: — «Hayır Ya Resûlüllah» demişler. — «İşte bunlardan birini görme hususunda nasıl birbirinize zahmet vermezseniz, kıyâmet gününde de Allah Tebareke ve Teâlâ hazretlerini görme hususunda da öylece birbirinize zahmet vermiveceksiniz. Kıyâmet koptuğu zaman bir dellâl: Her ümmet dünyada neye tapar idiyse; onun arkasına takılsın, diye ilân edecek. Bunun üzerine Allahü teâlâ'dan başka şeylere, putlara ve heykellere tapmış olanlardan hiç bîri kalmayacak, hepsi cehenneme düşecekler. Nihayet yalnız Allah'a tapan iyi ve kötülerle ehl-i kitabın bakiyyeleri kalacak ve (evvelâ) Yahûdiler çağırılarak kendilerine: — «Siz (dünyada) niye ibâdet ederdiniz?» diye sorulacak. — «Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapardık» diyecekler. Kendilerine: — «Yalan söylediniz. Allah'ın hiç bir zevcesi ve çocuğu yoktur; şimdi siz ne istiyorsunuz?» denilecek. Yahûdiler. — «Susadık Yarabbi! Bize su ver.» diyecekler. Bunun üzerine kendi- — «Suya buyurmaz mısınız?» denilecek ve Yahûdiler cehenneme, o serap gibi (alev dalgaları) birbirini tar-u mar eden ateşe haşrolunarak oraya düşecekler. Sonra Hıristiyanlar çağrılarak kendilerine: — «Sİz (dünyada) neye ibâdet ederdiniz?» diye sorulacak. — «Bİz Allah'ın oğlu Mesih'e tapardık» diyecekler. Onlara da: — «Yalan söylediniz. Allah hiç bir zevce ve çocuk edinmemiştir. Şimdi siz ne istiyorsunuz?» denilecek. Hıristiyanlar da: — «Susadık Yarabbi! Bize su ver.» diyecekler. Bunun üzerine kendilerine işaretle: — «Suya buyurmaz mısınız?» denilecek ve Hıristiyanlar cehenneme, o serap gibi (alev dalgaları) birbirini tar-u mar eden ateşe haşM-';r;:^s'ak oraya düşecekler. Bu suretle (ortada) yalnız Allahü teâlâ'ya ibâdet eden İyi ve kötülerden başka kimse kalmayınca; Rabbû-l âlemin sübhanehu ve Teâlâ bunlara dünyada gördüklerine en yakın bir sıfatla tecelli edecek ve: — «Yâ siz ne bekliyorsunuz? (Baksanıza) her millet dünyada tapdığının arkasına düşmüş» diyecek mü'minler: — «Yarabbi! Biz dünyada bunlara en ziyade muhtaç olduğumuz halde onlardan ayrı yaşadık; onlarla beraber olmadık» diyecekler. Bunun üzerine (Allah-u Azimüşşan): — «Sizin Rabbiniz benim.» buyuracak (fakat onlar buna karşı): — «Biz senden Allah'a sığınırız; biz Allah’a hiç bir şey'i şerik koşmayız» diyecekler. Bunu iki veya üç defa tekrarlayacaklar. Hatta bazıları hemen hemen dönmeye yaklaşacaklar. Teâlâ hazretleri: — "Allah'la aranızda onu tanıyacağınız bir alâmet var mı?" diye soracak. Mü'minler: — «Evet» cevabını verecekler Bunun üzerine yelkenler inecek ve dosyada kendiliğinden Allah'a secde edenlerden hiç biri İstisna edilmesn^N sureti ile Allah mü'minlere secde İçin izin verecek. İster takvasından, ister riya için olsun (dünyada) secde edenlerden hiç biri istisna edilmemek şartiyle Allah her birinin sırtını tek bir tabaka haline getirecek. Her secde etmek isteyen kafası üzerine düşecek, sonra başlarını kaldıracaktan1; bir de bakacaklar ki; Allah'ü Zülcelâl dünyada ilk defa gördükleri sırtına dönmüş; onlara: — «Sizin Rabbiniz benim,» diyecek. Onlar da: — «Evet, bizim Rabbimiz sensin.» mukabelesinde bulunacaklar. Sonra cehennemin üzerine köprü kurulacak; şefaata izin verilecek. — «Aman Allah'ım selâmet ver, selâmet ver!» diyecekler. «Ya Rasûlüllah bu köprü nedir?- denilmiş: — «Kaypıncak ve kaygan bir şeydir; onda kancalar, çengeller ve Necit'te sa'dan denilen bir diken olur. Onun gibî bıhrak dikenleri vardır. Mü'minler (sırattan) kimi göz kırpacak kadar az bir zamanda, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr, kimi kuş gibi, kimi de iyi cins yürük at ve deve gibi hızla geçecekler. Bazısı bakarsın sapasağlam kurtulmuş, diğeri tırmalanmış da salmıvermiş, kimi de cehennem ateşine yığılmış kalmış... Mü'mınler cehennemden kurtulunca: Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki; sizden hiç biriniz hakkı tamamiyle kurtarmak hususunda kıyâmet günü mü'minlerin cehennemdeki kardeşleri İçin Allah'a niyaz etmelerinden daha fazla niyazda bulunamaz. Onlar: — «Ya Rabbena! (Bu cehennemde kalan kardeşlerimiz) bizimle birlikte oruç tutar, namaz kılar ve hacc ederlerdi» diye niyazda bulunacaklar. Bunun üzerine kendilerine: (Haydİ tanıdıklarınızı akarın; bundan böyle onların suretleri cehenneme haram olur.) denilecek; onlar da kimi bacaklarının yarısına kadar, kimi dizlerine kadar ateşe dalmış pek çok kimseleri cehennemden çıkaracaklar. Sonra: — «Ya Rabbena! Senin bize çıkarmayı emir buyurduklarından cehennemde hiç kimse kalmamıştır» diyecekler. Fakat Teâlâ hazretleri: — «Dönün, kalbinde dinar ağırlığında hayır olan her kimi bulursanız onu da çıkarın» buyuracak. Bunun üzerine yine pek çok kimseleri çıkaracaklar. Sonra (tekrar): — «Yarabbi! Senin emir buyurduklarından tek bir kimse bırakmadık.» diyecekler (Teâlâ hazretleri): — «Geri dönün! Kalbinde yarım dinar miktarı hayır olan her kimi julursanız onu da çıkarın.» buyuracak; yine pek çok kimseleri çıkaracak-ar. Sonra: — «Yarabbi! Senin emir buyurduklarından cehennemde tek bir kim-e bırakmadık» diyecekler. (Teâlâ hazretleri yine): — «Gerİ dönün! Kalbinde zerre mikdarı hayır olan kimi bulursanız onu da çıkarın,» buyuracak. Yine birçok kimseleri çıkaracaklar. Sonra: — «Yarabbi! Cehennemde hiç bir hayır (sahibi) bırakmadık,» diye-ekler. Ebû Sa'id-i Hudri şöyle diyormuş. Eğer bu hadis hususunda beni tasdik etmiyorsanız Teâlâ Hazretlerinin: — «Şüphesiz ki, Allah zerre kadar zulmetmez, eğer (yapılan) bir hasene olursa kat kat artırır. Ve kendi tarafından pek büyük bir mükâfat ısan eder.» (Nİsa: 40) âyetini okuyuverin. Mü'minlerin, cehennemde hiç bir hayır (sahibi bırakmadık) demeleri üzerine Allah azze ve celle Hazretleri: «Melekler şefaat etti! Peygamberler şefaat etti! Mü'minler de şefaat tti, (o halde) Erhamurrahiminden başka şefaat edecek kalmadı,» buyurarak cehennemden bir kabza alacak. (Bununla) cehennemden hiç hayır işlememiş; âdeta kömüre dönmüş bir takım insanlar çıkaracak ve onları cennet yolları üzerinde olup, hayat nehri adı verilen bir nehre atacak, o nehirden onlar sel uğrunda biten ot gibi çıkacaklar. Görmüyor musunuz sel uğrundaki ot, taş altında da, ağaç altında da biter, güneşe bakan tarafı bir parça sarımtırak, yeşilimtırak olur. Gölgede kalan tarafı İse bembeyaz kalır.» buyurmuşlar. Ashab: — «Ya Resûlüllah galiba sen çölde çobanlık etmişsin» demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (sözlerine devamla): — «Artık hayat nehrinden boyunlarında inciden gerdanlıklar olduğu halde çıkarılacaklar; cennetlikler onları (bu alâmetle) tanıyacaklar. İşte İşlenmiş bir amelleri ve takdim ettikleri bir hayırları olmaksızın Allah'ın cennete koyduğu, Allah'ın azadlıları bunlardır, diyecekler. Sonra Teâlâ hazretleri: «Cennete buyurun, (orada) gördüğünüz her şey sizindir.» diyecek. Onlar da: «Yarebbena! Şu âlemde hiç bir kimseye vermediğin ihsanı bize verdin,» diye mukabele-i şükranda bulunacaklar, onun üzerine Teâlâ hazretleri: "Sİze bundan daha üstün bir atiyyem var," buyuracak. Cennetlikler: «Ya Rabbena! Bundan daha üstün ne olabilir?» diyecekler. Teâlâ hazretleri: "Benim rızam!.. Bundan böyle ebediyyen size gadab etmiyeceğim buyuracak." 473- Müslim diyor ki: «Ben şefaat hakkındaki bu hadisi Îsâ b. Hammâd Zuğbete’l - Misri'ye okudum ve ona bu hadisi ben senden, sende Leys b. Sa'd'den işitmiş olmak üzere rivâyet edeyim mi » dedim İsâ: «Evet cevabını verdi» İsâ b. Hâmmâd'a dedim ki: — «Bize Leys b. Sa'd, Halid b. Yezid'den, o da Sa'id b. Ebi Hilâl'dan, o da Zeyd b. Eslem'den, o da Âta' b. Yesar'den, o da Ebû Sa'id-i Hudri’den naklen şöyle dediğini haber vermiştir, (değil mi): «Ya Resûlüllah! Biz Rabbimizi görecek miyiz?» dedik. Resûlüllah «Siz açık bir günde güneşi görme hususunda birbirinize zahmet veriyor musunuz?» buyurdular. Biz: «Hayır» dedik... Böylece hadisi sonuna kadar rivâyet ettim. Bu hadis Hafs b. Meyser'e hadisi gibidir. Yalnız o: «İşlenmiş bir amelleri ve takdim ettikleri bir hayırları olmaksızın» cümlesinden sonra: «Onlara: Gördüğünüz her şey sizin, bir misli de beraber denilecek» sözlerini ziyade etmiştir. Ebû Sa'id (radıyallahu anh): «Duydum ki bu köprü kıldan ince kılıçtan keskinmiş» demiş. (Okuduğum) Bu hadisi Isâ b. Hammad rivâyet etti. 474- Bize bu hadisi Ebû Bekir b. Ebi Şeybe de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cafer b. Avn rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Sad rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Zeyd b. Esjem Hafs ve Sa'id'in isnadlan ile Hafs b. Meysere hadisi tarzında sonuna kadar rivâyet etti. Yalnız bazı şeyleri ziyade ve noksan eyledi. «O, serap gibi (alev dalgalan) birbirini tar-u mar eden...» cümlesinde geçen serap kelimesi sıcak-günde çölde görülen su hayâlidir. Uzaktan su gibi görülür. Yanına vardıktan sonra bir şey kalmaz. îşte küffânn Hâlide böyledir. Su var zanniyle ona koşacaklar fakat su değil ateşle karşılaşarak içine düşeceklerdir. Mü'minlerin: «Yarabbi! Biz dünyada bunlara en ziyade muhtaç olduğumuz halde onlardan ayrı yaşadık, onlarla beraber olmadık...» sözlerinin mânası: başlarına gelen şiddet ve korkunun giderilmesi Bâbında Allah'a niyazdır. Çünkü Mü'minler Allah'a ibâdet uğrunda dünya ma'işeti hususunda yakınlarına muhtaç oldukları halde onlara yaklaşmamış onlarla teşrik-i mesa-i etmemişlerdir. Bu hal gerek Eshâb-i kirâmın gerekse onlardan sonra gelen bir çok müslümanların her zaman başına gelmiştir. Fakat müslümanlar Allah ve Resûlü'ne isyan ederek küfr-ü inadında daim olanlarla — babaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsa — derhal alakayı kesmiş, onlara hiç bir zaman arz-ı ihtiyaç etmemişlerdir. Hadisin zahir olan mânası budur. Vakıa Kâdî îyâz: Müslim'in bu rivâyetine itirazla rivâyette değişiklikler olduğunu iddia etmişsede Nevevî: Bunun doğru olmadığını Müslim'in rivâyetinin sahih olduğunu söylemiştir. «Hatta bazıları hemen hemen dönmeye yaklaşacaklar.» cümlesinin mânası geçirdikleri şiddetli imtihan sebebiyle bazıları doğruyu söylemekten dönmeye ramak kalacak demektir, Cümlesi esas itibarı ile bacak açılacak demektir. Burada ondan murâd lisan ulemâsının Cumhûru ile İbn Abbâs (radıyallahü anh)'a, göre; korku ve şiddetin açılmasıdır. Zaten Araplar «sâk» kelimesini baş sıkısı hususunda darb-ı mesel yapmışlardır. Çünki Araplara göre; insan başı dara geldiği zaman kollarını sıvar ve paçalarını çeker. Biz bu makamda yelkenler indi gibi tabir kullanırız. Bu sebeple tercümeyide ona göre yaptık. Bazıları: «Buradaki «sâk» tan murâd büyük bir nurdur» demişlerdir. Bu takdirde mâna: Mü'minler Allahü teâlâ'yı görünce; yeni faydalar ve Eltaf-ı ilâhiyye zuhur edecek demektir. Bir takımları; «Sâk» dan murâd meleklerden bir cemaattır. Hatta Sâk'ın bir mahlûk olduğunu mü'minlerin mutat pazar yerlerinden çıkarak onları başkalarından ayırmak için bir alâmet olmak üzere yaratıldığını da söyleyenler vardır. Hâttâbî diyor ki: «Kıyâmet gününde bu makamda Allah'ı görmek başka; cennette mü'minlerin görmesi gene başkadır. Cennette mü'minlerin Allahü teâlâ'yı görmeleri Allah’ın onlara bir ikramıdır. Burada görünmesi ise sırf bir imtihan içindir.» Allah her birinin sırtını tek bir tabaka haline getirecek, her secde etmek isteyen kafası üzerine düşecek.» cümlesinden murâd; hepsinin sırtı sahife şeklinde dümdüz, bir olacaktır. Bu cümleye bakarak bazıları tek-lif-i mâla yutâkın caiz olduğuna kail olmuşlarsa da bu istidlal bâtıldır. Çünkü âhiret teklif diyarı değildir. Oradakilere verilecek secde emri imtihan içindir. (Teklif-i mâla yutak: Kulun gücü yetmiyeceği işleri ona emretmektir. Teâlâ Hazretlerinin güçleri yetmiyecekleri şeyleri kullarına emredip etmemesi ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Yeri usul-u fıkıh ve usulü dindir.) Bazıları mahşer yerinde münafıkların da mü'minlerle beraber olmalarından onların da mü'minler gibi Allahü teâlâ'yı göreceği mânasını anlamışlardır. Fakat İmâm Nevevî'nin beyanına göre münafıklar Allahü teâlâ'yi göremiyeceklerdir. Bu hususta sözlerine itimad edilir ulemânın icma'i vardır. Zaten hadisi şerifte münafıkların Allah'ı görecekleri tasrih edilmemiş yalnız mü'minlerle münafıkların karışık bulunduğu yerde bir sıfat görecekleri; Teâlâ Hazretlerinin daha sonra tecelli edeceği bildirilmiştir. Bundan münafıkların da Allah'ı göreceği lâzım gelmez. Münafıkların Allah'ı göremiyec eklerine kitap ve sünnetten delil vardır. «Bazdan bakarsın sapasağlam kurtulmuş, diğeri tırmalanmış da salınıvermiş, kimi de cehennem ateşine yığılmış kalmış...» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözleri ile ehl-i mahşeri üç kısma ayırmışlardır. Bunların birincisi; hiç bir azap görmeden kurtulacak olan mü'minlerdir. İkinci kısım; biraz azab görüp serbest bırakılacak olanlardır. Üçüncü kısımda; cehenneme yağılırcasına atılacaklardır. «Nefsim yedinde olan...» cümlesindeki istiksa' kelimesi: İstida, İstida' ve istifa' şekillerinde de rivâyet olunmuştur. Kâdî İyâz bunların bir tashif ve vehimden ibaret olduğunu söylemiş doğrusu: «Burada olduğu gibi istiksa'dır» demişsede Nevevî buna itirazla rivâyetlerin hepsinin doğru olduğunu ve hepsinin güzel bir mâna ifade ettiğini söylemiştir. Ona göre birinci ve ikinci rivâyetlerin mânası: «Dünyada mühim bir mesele karşısında kaldığınız zaman o meselede sizi aydınlığa çıkarması için Allah'a bütün gücünüzle yalvararak niyazda bulunmanız mü'minlerin cehennemdeki din kardeşleri için yaptıkları niyazdan daha üstün olamaz» demektir. Üçüncü ve dördüncü rivâyetlere göre ise; «Dünyada sizin hasınınızdan hak İstemeniz veya hakkım tamamiyle almanız...» manasınadır. Hadiste cehennemlikler hakkında: «Kalbinde bir dinar, yarım dinar hayır olan her kimi bulursanız cehennemden çıkarın.» buyurulmaktadır. Kâdî İyâz buradaki hayırdan muradın. Yakın yani iman olduğunu söylüyor. Fakat Nevevî: «Onun mânası mücerred iman değil imanından fazla bir şey bulunan demektir; Çünkü tasdikten ibaret olan mücerred iman bir bütündür parçalanamaz. Binaenaleyh bir dinar, yarım dinar, zerre kadar tabirleri ile bildirilen parçalı şey mutlaka ya amel-i salih ya zikri hafî yahut fakire acımak Allah'tan korkmak ve iyi niyet sahibi olmak gibi kalp amellerinden bir amel olacaktır» diyor. Teâlâ Hazretlerinin cehennemden bir kabza almasından murâd oradan bir cemaat alıp çıkarmasıdır. |