78 - Sidretü'l-Münteha Hakkında Bir Bap 449- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsârae rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Malik b. Migvel rivâyet etti. H. Bize İbırî Nümeyr ile Züheyr b. Harb da hep birden Abdullah b. NÜ-meyr'den rivâyet ettiler lâfızları birbirine yakındır. İbn Nümeyr dedi ki: Bize babam rivâyet etti (Dedi ki): Bize Malik b. Miğvel, Zübeyr b. Adiy’den, o da Talha'dan, o da Mürra'dan, o da Abdullah'tan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) göklere çıkarıldığı gece Sidretü’l-Müntehaya götürüldü. Sidre altıncı semâdadır. Yer yüzüaden semâya çıkarılan onda nihayet bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda karar kılar sonra ondan alınır. (Abdullah burada) o dem ki: «Sidreyi Allah'ın azamet ve celâli (toplayabildiğine kaplıyordu.» Âyetini okumuş ve onu altından pervaneler diye tefsir etmiştir. Sonra (rivâyetine devamla): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e (orada) üç şey verilmiştir. 1) Beş vakit namaz verilmiştir. 2) Bakara sûresinin son âyetleri verilmiştir. 3) Ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların büyük günahları mağfiret olunmuştur.» demiş. 450- Bana Ebur-Râbî' Ez-Zehranî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abbad — ki İbn'l-Avvam, dır — rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Şeybanî rivâyet etti dedi ki: Zirr b. Hubeyş'e Allah Azze ve Cel-le'nin: «İki yay arası kadar veya daha yakın oldu.» Âyet-i kerimesinin mânasını sordum (cevaben) «Bana İbn Mes'ut Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Cibrîl'i gördüğünü onun altı yüz kanadı bulunduğunu haber verdi» dedi. 451- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b.. Gıyâs, Şeybani'den, o da Zirr'dan, o da Abdullah'tan naklen rivâyet etti. Abdullah Dedi ki: «Onun gördüğünü kalp yalanlamadı.» âyetinin mânâsı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl (aleyhisselâm)'ı görmüştür. Cibrîl'in altıyüz kanadı vardır, demektir. 452- Bize Ubeydullah b. Mu'az el Amberi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti dedi ki: Bize Şube, Süleyman eş-Şeybani'den rivâyet etti, o da Zirr b. Hubeyş'den, o da Abdullah'tan dinlemiş. Abdullah: «Yemin olsun ki, o Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını görmüştür.» âyet-i kerimesi hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîli altı yüz kanadı olduğu halde kendi suretinde görmüştür demiş. Bu hadisin bütün asıl nüshalarında Sidre-i Münteha'nın altıncı semâda olduğu rivâyet edilmektedir. Halbuki İsrâ hadisinin Enes rivâyetlerinde onun yedinci katta olduğunu görmüştük. Kâdî îyâz o rivâyetin esah olduğunu söyledikten sonra: «Ekseri ulemânın kavli de budur. Münteha ismi verilmeside bunu iktiza eder» diyor. Nevevî: Bu rivâyetlerin arasını cem etmeye çalışmış ve: «Sidreniri kökü altıncı katta büyük bir kısmı da yedinci katta olabilir. Çünkü onun son derece büyük olduğu malûmdur. Hali (rahimehüllah) «Bu ağaç yedinci kattadır. Bütün semâvatı ve cenneti gölgelendirir, demiştir.» şeklinde müteâlââ yürütmüştür. Sidre-i Münteha hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır «Hak dini Kur'ân dili» tefsirinde aşağıdaki malûmatı vermektedir. Münteha: İsmi mekân ve masdar-ı mimi olabileceğine göre nihayet sidresi veya son haddin sidresi mefumunu ifâde eder bir isim olmuştur. Sidre, yukarılarda da geçtiği üzre bir ağaçtır. Kamus tercümesinde: «Sidr» sinin kesri ve daim sükûnu ile şecere-i nebk ismi dir ki Arabistan kirazı tabir olunur. Trabzon hurması o nevidendir. Müfredi Şiiredir. Cem'i siderât ve sidirât ve sider ve südür gelir ve şecere-i mezbur iki gûnâ olur. Biri Büstânî'dir ki yemişi hoş olup yaprağı ile de gaslolunur. Birisi berridir, ki yemişi kekre olur. Ve ikisininde gölgesi begayet koyu ve. lâtif ve hafif olur,» denilmiştir. Bu maddede bir hayret mânası da vardır. Seder ve sederât göz kamaşmak ve hayran olmak demektir. Bundan bina-i nev'i olduğu zamanda bir nevi tahayyur ifade eder müfessirin Sidre-i müntehâyı her iki mânaya işaret ederek tefsir etmişlerdir. 1 - Sidre-i Münteha arşın sağından yedinci semâda bir hadiste de altıncı semâda bir nebk ağacıdır ki; müttekilere mev'ûd olan cennetteki nehirler (Sure-i Muhammed) onun altından kaynar. Hazret-i Peygamber'den bunun vasfında meyveleri Kılâl-i Hecer ve yaprakları âzan-i fiyele gibi: «bir şecere ki rakip gölgesinde yetmiş sene gitse kat edemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter», «bir şecereki Râkib gölgesinde yüz sene gider katedemez ve bir yaprağı bir ümmet bü-rür» gibi haberler nakledilmiştir. Bunda bütün âlern-i halkın ecrâm ve eb'âdı ile Müntehâyı teşekkülâtı, âlem-i Emir hududuna çükilmiş bir ağaç, bir şecere-i kevn olarak gösterilmiş görünür İbn Mes'ud'den de «Sidre-i Münteha cennetin uçlorındandır. Üzerinde Sündüs ve Isteb-rak'in etekleri vardır.» diye rivâyet edilmiş olmakla Keşşefta: «Galiba bu ağaç cennetin ucunda ve sonunda olacaktır denilmiştir.» İbn Abbâs ve Kâ'b'dan nakledildiğine göre; Sidre-i Münteha arşın altında bir sidredir ki; gerek melek ve gerek Nebiy ve gerek sair mahlûkattan her âlimin ilmi nihayet ona müntehi olur. Ondan ötesi gaybdır. Allah'tan başkası bilmez. Yahut Dahhak'tan rivâyet olduğu üzere emri ilâhiden her şey ona müntehi olur. Ondan ileri geçemez. Hep bu kaviller Münteha denilmesinin vechini beyan gibidir. 2 - Fahr-i Râzi'nin birinciden sonra kaydettiği bir kavle göre de; sidre «Râkib» den rikbe gibi binâ-i merre olarak Sidre-i münteha hayret-i kusvâ son derece hayret demektir. Yani akılların hayrette kaldığı, daha fevkinde hayret tasavvur edilemiyecek vecihle son derecede hayrette kaldığı makamda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hayrette kalmadı, şaşmadı, kaybetmedi, gördüğünü gördü. Maamafih yine Râzî' derki: Sahih olan evvelki vecihtir...» «Ebû Bekr hadisinde geçen «Altından pervaneler» yerine bazı rivâyetlerde « «Altından çekirgeler» denilmiştir. Burada her iki rivâyetten maksad Sidre-i Müntehâyı kaplayan tecelliyatın sayılmayacak derecedeki güzelliği ve çokluğudur. Ayni rivâyette geçen «Mukhimat» in mânası inşam helâk eden ve cehenneme sürükleyen büyük günahtır. Hadisin bu cümlesinden murâd o ümmetten olup şirk koşmadan ölenlerin büyük günahlarının affedilmesidir. Nevevî'nin beyanına göre affetmek hiç azap etmemek değildir. Çünkü şer'i delillerle ve icma'ı ümmetle sabit olmuştur ki; bazı âsi mü'minler azap göreceklerdir. Maamafih bu cümleden husus kasdedilmiş olmak ta muhtemeldir. Yani bu ümmetin bazı fertlerine azap yüzü göstermeden büyük günahları affolunacaktır. Allah-u Alem Ebur-Rabî' rivâyetinde Hazret-i Abdullah b. Mes'ud (......) âyet-i kerimesini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) , Cibrîl'i altı yüz kanadı ile yani kendi şekli ile gördü diye tefsir etmiştir. Bu bâbta yine Elmalılı merhum şu malûmatı vermektedir. «Kavs malûm ki; yay demektir Kaâb da yayın kabzası ile giriş mahallinden iki köşe aralığına denir ki; bir yayda iki Kaâb bulunur. Bu mâna ile bazıları kalb tariki ile bir kavsin iki kaâbı demek olabileceğini söylemişlerdir. Yani kabzası ile kirişi arasına da kaâb denilebildiği söylenmiştir. Mızrak: Rumh, değnek: savt, arşın: zira', kol, boy, kulaç: Bâ, adım' Hat ve, karış: Sibr, şerre, Fitr, parmak: isb'i uzunluk ölçüsü olarak kullanılmış olduğu gibi kavs te öyle bir uzunluk mikyası olarak kullanılmıştır. Hicaz lügatinde kavs arşın mânasına geldiği ve İbn Abbâs'dan burada bu mânaya olduğu da söylenmiştir. Buna göre «iki kavsin kaâbı» iki arşın kadar demek gibi olmuş oluyor. Lâkin burada, daha güzel bir mâna nakledilmiştir. Şöyleki: Araplar cahiliyetinde bir ittifak için andlaşacakları zaman iki yay çıkarır birini diğerinin üzerine koyarak ikisinin kaâbını birleştirir sonra ikisini beraber çekip onlarla bir ok atarlar: Bu onların her birinin rızası diğerinin rızası, gadabı diğerinin gadabı olup hilafı mümkün olmayacak vecihle ahidleştiklerini işaret olurdu. Bu mânada kaâb mikdar mânasına değil iki kavsin birlik manzarasını gösteren kabza ile kiriş arası oluyor. Görülüyor ki bu mâna hem o birinden daha ziyade bir yakınlık tasvir ediyor hemde manevi bir kurbe işaret ediyor...» Binaenaleyh İbn Mes'ut (radıyallahü anh) 'ın tefsirine göre âyet-i kerimenin toplu mânası şöyle oluyor: «Cibrîl (aleyhisselâm) o yüksek ufuktan Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’e doğru öyle yaklaştı ve sarktı ki aralarında ancak üst üste konmuş iki yayın biribirlerine olan mesafesi kadar yahut daha yakın bir mesafe hasıl oldu.» Bittabi bu âyet-i kerimeyle manevi yaklaşmaya işaret buyrulmuştur. Bu âyet-i kerimeye daha başka türlü mâna verenlerde vardır. Müslim'in Ebû Bekr rivâyetinde (281 ci hadis) Abdullah b. Mes'ut: «Gönül gördüğünü tekzip etmedi.» âyetini: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl'i görmüştür» şeklinde tefsir etmiştir ki; bu onun mezhebidir. Cumhûru müfessirine göre ise âyetten murâd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in rabbini görmesidir. Allah'ı gördü diyenlerden bazıları kalbi ile gördüğüne diğerleri gözü ile gördüğüne kaildirler. Enes (radıyallahü anh) ile îktime Hasen ve Rebi'in mezhebi budur. Ubeydullah b. Muâz rivâyetinde İbn Mes'ut Hazretlerinin: «Yemin olsun ki, o Rabbinin en büyük âyetlerinden bazılarını görmüştür.» âyet-i kerimesini yine: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl'i kendi sureti ile altı yüz kanatlı olarak görmüştür,» diye tefsir etmiştir. Büyük âyetlerden birinin Cibrîl (aleyhisselâm) olduğunda şüphe yoksada tamamının ne olduğunu bilmeye bizim için imkân yoktur. İbn Mes'ud'un bu kavli ekseri Selefin mezhebidir. Dahhak'a göre bu büyük âyetlerden murâd Sidretu'l-Münteha'dir. Bazıları Refref olduğunu söylemişlerdir. Bakare sûresinin Son âyetlerinden murad: O âyetlerin mânâ Ve medlulleridir. Yoksa Bakare Suresi Medinede inmiş, Mi'rac ise Mekke'de vâki olmuşdur. Maamafih Mi'râc gecesi vasıtasız, bilâhare Cibrîl vasıtasıyle inmiş olması da mümkündür. Bakara Suresi'nin son âyetleri. Allahın bu Ümmete olan rahmetini, onlara hafif emirler teklif buyurduğunu günahlarını afv ve kendilerini kâfirleri karşı muzaffer kıldığını beyan etmektedir. |