79 - Allah azze ve celle'nin: «Yemin Olsun ki, Onu Bir Başka İnişte de Gördü» Âyet-i Kerimesinin Manası ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in İsra Gecesi Rabbini Görüp Görmediği Bâbı 453- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ali b. Müshir, Abdulmelik' ten, o da Âtâ'dan, o da Ebû Hüreyre'den rivâyet etti. Ebû Hüreyre: «Yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyet-i kerimesi hakkında «O Cibrîl-i gördü» demiştir. 454- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hafs' Abdulmelik'ten, o da Âtâ'dan, o da İbn Abbâs'tan naklen rivâyet ettiki İbn Abbâs: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu kalbi ile gördü» demiş. 455- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Sa'id el-Eşecc hep birden Veki'den rivâyet ettiler. Eşecc dedi ki: Bize Vekî' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Ziyad b. Husayn Ebû Cehme'den, o da Ebû'l-Âli-ye'den, o da İbn Abbâs'tan naklen rivâyet etti ki İbn Abbâs: «Onun gördüğünü gönül yalanlamadı, yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyetleri hakkında onu kalbi ile iki defa gördü demiştir. 456- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hafs b. Gıyâs A'meş'ten rivâyet etti. A'meş: Bize Ebû Cebine bu isnadla rivâyet etti demiş. 457- Bana Zuheyr b. Harb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim Dâvûd'tan, o da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan naklen rivâyet etti. Mesruk Şöyle dedi: Hazret-i Âişe'nin yanında dayanmış oturuyordum. Bana dedi ki: — Ya Ebâ Âişe: Üç şey vardır, ki her kim onlardan birini söylerse Allah'ın Resûlüne büyük iftira atmış olur. Ben: — Nedir onlar? dedim. 1 - «Herkim Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in rabbini gördüğünü söylerse Allah'ın Resûlüne büyük iftira atmış olur» dedi. Ben dayanmış vizayette idim. Hemen oturarak; — Ya Ümmel mü'minin! Bana müsade buyur acele etme Allah azze ve celle: «Yemin olsun ki, peygamber onu apaçık ufukta gördü.» «Yemin olsun ki, onu başka bir İnişte de gördü.» buyurmadı mı? dedim. Âişe (radıyallahu anhâ): — Bu ümmetten bu meseleyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ilk soran benim. Resûlü Ekrem — «O ancak Cibrîl'dir. Ben onu şu iki defadan başka halk edildiği şekilde görmedim. Onu semadan inerken vücudunun büyüklüğü yer ile gök arasını kaplamış olarak gördüm.» Âişe (radıyallahü anha) (sözüne devamla): — Hem sen Allah'ın (kendisi hakkında): «Onu gözler idrak edemez ama o gözleri idrak eder. O lâtiftir, ha-birdir.» buyurduğunu işitmedinmi (yine) Teâlâ Hazretlerinin: «Hiç bir insan için imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahiy ile ye perde arkasından, yahut kendisine bir Resul göndererek onun izniyle, onun dilediğini vahiy buyurması şekillerinden başka bir suretle konuşmuş olsun. Çünkü Allah en yüksek ve en hakimdir.» buyurduğunu duymadın mı? 2 - «Her kim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın kitabından bir şey gizledi derse Allah'ın Resûlüne büyük iftira atmış olur. Halbuki Allah: «Ey Resul! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah'ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın.» buyurmaktadır. 3 - «Her kim kendinin yarın olacak şeyleri haber verdiğini söylerse muhakkak Allah'a en büyük iftirada bulunmuştur. Halbuki Allah: «De ki, göklerde ve yerlerde olanlar gaibi bilmezler. Ancak Allah bilir.» buyuruyor dedi. 458- Bize Muhammed b. el-Müsenna da rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdulvehhab rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Dâvûd bu isnadla İbn' Uleyye hadisi gibi rivâyette bulundu, o sunuda ziyade eyledi; Âişe dedi ki: — Eğer Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine indirilen den bir şey gizliyecek olsaydı şu âyeti gizlerdi: "Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de lutf-u ihsanda bulunduğun zata! Sen zevceni nikâhında tut, Allah'tan da kork diyordun da Allah'ın meydana çıkaracağı şeyi içinde gizliyor. Allah kendisinden korkmana daha lâyık olduğu halde insanlardan korkuyordun..." Sûre-i Ahzâb, âyet: 37. 459- Bize İbn Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivâyet etti. Dedi ki: Bize İsmail, Şâbi'den, o da Mesruk'tan naklen rivâyet etti. Mesruk Şöyle dedi: Âişe (radıyallahü anha)'ya: — Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü? diye sordum. — Sübhanallah! Vallahi bu söylediğinden tüylerim ürperdi dedi... râvî hadîsi olduğu gibi anlattı. Ama Dâvûd'un hadisi daha tamam ve daha uzundur. 460- Bize yine İbn Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsarne rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Zekeriyya İbn Eşva'dan, o da Âmir'den, o da Mesruk'tan naklen rivâyet etti. Mesruk Şöyle dedi: Âişe'ye: O halde. «Sonra yaklaştı da: "Sarktı iki yay kadar yahut daha yakın oldu ve Allah kuluna vahyettiğini etti" âyetleri ne hakkındadır? diye sordum. — Bu ancak Cibrîl (sallallahü aleyhi ve sellem)’dir. Cibrîl ona erkekliler suretinde gelirdi. Bu defasında ise asıl kendi sureti olan şekilde gelmiş ve semânın ufkunu kaplamıştır» dedi. Mesruktan rivâyet edilen Hazret-i Âişe hadisini Buhârî “Kitabu't-Tefsir» ile «Kitabu't Tevhid» de Tirmizî ile Nesâî de «Kitâbu't-Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Görülüyor ki; bu Bâbın ilk rivâyetini teşkil eden (283) numaralı hadiste Ebû Hûreyre (radıyallahü anh) «Yemin olsun ki, onu diğer bir inişte de gördü.» âyet-i kerimesini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl'i gördü şeklinde tefsir etmektedir. Ekseri ulemânın kavlide budur. Vahidi'nin beyanına göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Cibrîl (aleyhisselâm)'ı kendi şekil ve sureti ile görmüştür. İbn Abbâs (radıyallahü anh) ise Âyet-i kerimeyi: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü» diye tefsir eylemiştir. Bu takdirde âyetteki diğer inişten murâd Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in inişidir. Filvaki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o gece namazların adedini indirmek niyazı ile Teâlâ Hazretleri ile konuştuğu yere bir kaç defa çıkmıştı. Oradan dönerek Mûsa (aleyhisselâm)'a gelmesine iniş denilir. 285 numaralı hadiste İbn Abbâs: «Yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyetini Peygamber kalbi ile gördü diye tefsir etmiştir. Ulemâ bu âyetin mânasında ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ı kalbi ile görmüş diğerlerine göre ise gözü ile görmüştür. Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ) hadisine gelince Âişe (radıyallahu anhâ) rü'yet meselesini kabul etmemektedir. Biz ulemânın bu baptaki kavillerini nakletmezden önce kelâm ilminin rü'yetullah meselesi hakkında beyanatını arz etmek isteriz. Kelâm ilmine göre mü'minler cennette Allah'ı görecekler; Onlar için cennette en büyük nimet ve lezzette bu olacaktır. Dünyada Allah’ın görülüp görülemiyeceği meselesi de ihtilaflıdır. Allah'ı görmek aklen caiz, naklen sabittir. Aklen caiz olmasından murâd görülmesinin imkânsız olduğuna delil bulunmamasıdır. Çünkü rü'yetullahı inkâr edenler onun imkânsız olduğuna şimdiye kadar bir delil getirememişlerdir. Bu da bu bâbta vârid olan şer-i delilleri zahiri mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Bir delil ancak aklen muhal olduğu zaman tevil edilir. Aklen müstehil olmadığı zaman o delili zahiri mânası üzere bırakmak vacib olur. Burada Allah'ı görmenin imkânsız olduğuna bir delil bulunmaması şer'i delilleri zârihî mânaları üzere bırakmaya kâfidir. Nitekim Allah'ın işitmesi görmesi gibi sıfatları ile haşir - neşir, cennet, cehennem, sırat ve mizan gibi nakli delillerle sabit olan itikadı meselelerin mümkün oldukları başka bir akli delille ispata hacet kalmaksızın sırf imkânsız olduğuna delâlet edecek bir delil bulunmadığı için o bâbtaki şer'i delilleri hiç tevil edilmeden zahiri mânaları ile ispat edilmişlerdir. Bu deliller. «O gün bir takım yüzler pırtı pmı parlayacak, Kablenne bakacaklardır.» Âyet-i kerimesi ile «Bedir halinde ayı nasıl görüyorsanız Robbinizi de öyle göreceksiniz...» Hadis-i Şerifi ve icmâ'i ümmettir. Mezkûr hadis eshab-ı kirâmın büyüklerinden yirmi zat tarafından rivâyet edilmiş bir hadistir. Âhirette Allah'in görüleceğine dair sahabe ve tabiînin icma'ları ise tevatüren sabittir. Bu bâbta ihtilâf ancak dalâlet fırkalarından olan Şiîlerle mu'-tezilenin zuhurundan sonra olmuştur. Bunlar bir şeyin görünmesi için onun cisim olmasını bir yerde bulunmasını ve engel bulunmaksızın görenin karşısına gelmesini şart koşarlar. Ve: «Bütün bu şartlar Allahü teâlâ hakkında muhaldir» derlerse de kendilerine cevap verilmiş ve: «Âhirette bakî gözlerle Allahü teâlâ'yi görmek için bu söylenenler! şart değildir. Çünkü oradaki görmenin hakikati buradaki fânî gözlerle görmekten farklıdır. Binaenaleyh bu dünyada görmek için şart olan şeyler orada şart değildir.» denilmiştir. Kelâm ulemâsının «Allah Teâlâ'yı keyfiyetsiz olarak görmek caizdir.» sözlerinin mânası da budur. Muhaliflerin en kuvvetli nakli delilleri "Onu gözler ihata edemez ama o gözleri ihata eder." Sûre-i En'am, âyet: 103 Âyet-i kerimesidir. Fakat onların bu istidlallerine de şu suretle cevap verilmiştir: (1) Âyetteki lâm harfinin ahd için olması muhtemeldir. Bu takdirde bazı gözlerin görmeyeceğini ifade eder ki onlar da kâfirlerdir. (2) Âyetteki nefyin istiğrak için olması muhtemeldir. Bu takdirde umum-u selb değil selb-i umûm ifade eder Yani Allah'ı hiç bir kimse germeyecek değildir. Şu halde bazı kimselerin göreceği kendiliğinden anlaşılır. (3) Âyet-i kerimede Allahü teâlâ'nın hiç bir zaman ve hiç bir halde görülmeyeceğine delâlet yoktur. Binaenaleyh. Cennet'te görülebilir. (4) Âyetteki idraktan murâd ihata sureti ile görmektir. İhatalı surette görmenin caiz olmaması mutlak surette görmemeyi istilzam etmez.» Muhalifler bir de Teâlâ Hazretlerinin Mûsa (Aleyhisselâm)'a «Sen beni göremezsin.» buyurması ile istidlal ederler. Buna da: «Âyetteki (len) edatı nefy-i müebbed için değil nefy-i müekked içindir. Binaenaleyh âhirette mü'minlerin Allah'ı görmeyeceğini ifâde etmez» diye cevap verilmiştir. Teâlâ Hazretlerini dünyada uyanıkken görme meselesine gelince: Ulemânın bazıları bunun mümkün olduğuna bazıları da mümkün olmadığına kail olmuşlardır. Mümkündür diyenler Mi'raç gecesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Allah'ı gördüğüne delâlet eden hadislerle istidlal ettikleri gibi imkânsız görenler de yine aynı gece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbinİ görmediğine delâlet eden hadislerle ihticac ederler. Allahü teâlâ'yı rü'yada görmek caizdir. Nitekim selef-i Salih-inden bir çoklarının gördüğü nakledilmiştir. Bundan dolayıdır ki; ehli sünnetin büyük ulemâsından biri olan Âmidî «El Ahkâm» nâm eserinde: «Hak ve hakikat şudur ki rü'yada Allah'ı görmek caizdir buna hiç bir mâni yoktur...» demiştir. Acaba Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) göklere çıktığı gece Rabbi'ni görmüş ve onunla konuşmuş mudur? Şimdi de ulemânın bu bâbtaki sözlerini görelim: Kâdî İyâz şöyle diyor: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İsrâ gecesi Rabbini görüp görmediği hususunda selef ve halef ulemâsı ihtilâf etmişlerdir. Bu hadiste görüldüğü vecihle Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ) bunu inkâr etmiştir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) ile bir cemaatında inkâr ettikleri rivâyet edildiği gibi meşhur kavle göre İbn Mes'ut (radıyallahü anh)'ın mezhebi de budur. Hadis ve kelâm ulemâsından bir cemaat da buna kail olmuşlardır. İbn Abbâs (radıyallahu anhüma)’dan rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gözü ile görmüştür. Ayni kavil Ebû Zerr ve Kâ'b (radiyallahu anhüma) ile Hasan-ı Basri (rahimehüllah)’den de rivâyet olunur. Hatta Hasani Basri bunun üzerine yemin edermiş. İbni Mes'ut ve Ebû Hüreyre (radiyallahu anhüma) ile Ahmet b. Hanbel'in dahi buna kail oldukları rivâyet edilir Ebû’l-Hasen El-Eşari ile onun eshabından bir cemaat dahi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbini gördüğüne kaildirler. Üstadlarımızdan bazıları bu hususta tevakkuf etmiş ve: «Gördüğüne dair açık delil yoksada görülmesi caizdir» demişlerdir. Dünyada Allahü teâlâ'yı görmek caizdir. Mûsa (aleyhisselâm)'ın Allah'ı görmek istemesi onun görülebileceğine delildir. Çünkü bir Peygamber Rabbi hakkında caiz yahut imkânsız olan şeyleri bilmez olamaz ulemâ Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbini görüp gör-. mediği hususunda ve keza âyetin muktazasında ihtilâf etmişlerdir. Kâdı Ebû Bekr'in cevabı, görmüş olmasını iktiza eder. Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İsrâ gecesi Rab-biyle vasıtasız konuşup konuşmadığı hususunda dahi ihtilâf etmişlerdir. İmâm Ebû'l Hasen El-Eşarî ile kelâm ulemâsından bir cemaata göre konumuştur. Bazıları bu kavli Ca'fer b. Muhammed ile İbn Mes'ut ve İbn Abbâs (radiyallahu anhüma)'ya nisbet ederler. Keza Teâlâ Hazretlerinin: «Sonra yaklaştı da sarktı.» âyet-i kerimesi hakkında ihtilâf olunmuştur. Ekseriyete göre; bu yaklaşma ve sarkma Cibrîl ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) arasında müştereken olmuştur. Yahut yalnız biri diğerine ve Sidre-i Müntehaya yaklaşmıştır. İbn Abbâs (radiyallahu anhüma) ile Hasan-ı Basri, Muhammed b. Kâ'b, Ca'fer b. Muhammed ve başkaları yaklaş, manın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den Rabbine yahut Rabbinden ona vaki olduğunu söylemişlerdir. Bu kavle göre yaklaşma ve sarkma mutat şekilde değil te'vil suretiyledir. Hatta Ca'fer b. Muhammed'in dediği gibi Allahın yaklaşmasının bir haddî yoktur. Kullarınkinin ise haddi hududu vardır. Binaenaleyh Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbi Teâlâ'ya yaklaşmasının mânası Allah indindeki büyük mevkiinin zuhuru ve marifet nurlarının üzerinde parlaması gaibe ve meleküt âleminin sırrına başka hiç bir kimsenin muttali ola-mıyacağı bir surette muttali' olmasıdır. Allah'in Resûlü'ne yaklaşmasından murâd ta bütün bunları ve Resûlü'ne olan fadl-u ihsanını göstermesidir. Bu takdirde: «ilci yay arası kadar veya daha yakın oldu.» âyet-i kerimesinin mânası Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’e nispetle mahallin letafeti ile marifetin izahından ve arz-ı hakikattân; Allah'a nispetle ise gösterilen rağbete icabet ve peygamberin mevkiini göstermekten ibaret olur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbi Teâlâ'dan hikâye ettiği: «Her kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım...» hadisinde yapılan te'vil burada da yapılır.» Kâdı'nin sözü burada bitti, Şafiîlerden Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail «Et-Tahrir» namındaki Müslim şerhinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbini gördüğünü ihtiyar etmiş ve şöyle deditir: Bu meselede deliller çoksada biz ancak en kuvvetlisini alıyoruz. O da İbn Abbâs (radıyallahü anhüma)'nın şu sözüdür. «İbrahim'in Halilullah olmasına, Mûsa'nın Allah ile konuşmasına ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Allah'ı görmesine siz şaşıyor musunuz?» İkrime'den rivâyet ulunur ki İbn Abbâs (radıyallahü anh)'ya: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü?» diye sorulmuşta: evet cevabını vermiş. Zararsız bir isnadla şu'be'nin Katâde'den, onunda Enes (radıyallahü anh)'âan rivâyet ettiği bir hadiste Enes: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini görmüştür» demiş. Hasan-ı Basri: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini görmüştür» diye yemin edermiş. Bu bâbta asıl olan bu ümmetin Âlimi, ve müşkilât Bâbında merci-i İbn Abbâs’ın hadisidir. Kendisine İbn Ömer (radıyallahu anhüm) bu meselede müracaat ederek mektup yazmış ve: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. O da gördüğünü haber vermiştir. Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ) hadisi bu hadise dokunmaz. Çünkü Âişe «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ben Rabbimi görmedim derken işittim» şeklinde haber vermiştir. O bu sözü ancak Teâlâ Hazretlerinin: "Allah'ın hiç bir insan için ya vahiy, ya hicap arkasından, yahut da kendisine bir resul göndererek onun izniyle dilediğini bildirmesi şekillerinden başka konuşmasına imkân yoktur. Çünkü Allah pek yüksek ve pek hakimdir." Şûra sûresi, âyet: 51. Âyet-i kerimesi ile: «Onu gözler ihata edemez ama, o gözleri ihata eder.» âyetini te'vil ederek söylemiştir. Kaide şudurki: Sahabi bir söz söylerde başkaları ona muhalefet ederse o şahabının sözü hüccet olmaz. Madem ki İbn Abbâs'tan rü'ye-tullahi ispat Bâbında gelen rivâyetler sahihtir o halde onları sabit olarak kabul etmek icap eder. Çünkü bu rivâyetler akılla anlaşılan zanla kabul edilen rivâyetlerden değildir. Bunlar ancak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işitmekle alınırlar. İbn Abbâs Hazretlerinin bu meselede zan ve içtihadı ile konuştuğuna hiç bir kimse kani' değildir. Birde Ma'mer b. Raşit, Âişe ile İbn Abbâs (radıyallahu anhüm) arasındaki ihtilâf zikredildiği zaman: «Bizce Âişe, İbn Abbâs'tan daha âlim değildir» demiştir. Suda varki İbn Abbâs bir şey'i ispat: başkaları aynı şeyi nefiyetmiştir. Nefiyle ispat bu suretle tearuz edince ispat tarafı tercih olunur.» Hâkim'in: «El Müstedrek» inde İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ben Rabbim azze ve celle'yi gördüm.» buyurmuştur. Bu hadise bakarak bazıları Şöyle dedilerdir: «Sözde asıl olan mecaz değil hakikattir.» Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hâs olmak üzere Teâlâ Hazretleri dünyada kendisine görünmek sureti ile bir ikramda bulunmasına hiç bir mâni yoktur. Nitekim Mûsa (aleyhisselâm)'ada konuşmak sureti ile ikramda bulunmuştu. Bazı Ehl-i tahkika göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah-ı Zülcelâl ile münacaatta bulunduğu halde ona (kelimûllah) denmeyip bu ismin Mûsa (aleyhisselâm)'a verilmesinin sırrı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in konuşmadan başka birde Allah'ı görmüş olmasıdır. Mûsa (aleyhisselâm) yalnız konuşmuştur. Görnıekse yalnız hicap arkasından konuşmaktan daha şereflidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların ikisinede yani kendisine hâss olmak üzere hem konuşmak hem görmek şerefine nail olmuştur. Hasılı; ekseri ulemânın tercihine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsra gecesi Rabbini görmüştür. Âişe (radıyallahu anhâ) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den bir hadis rivâyet ederek onun Rabbini görmediğini ispat etmemiştir. Eğer böyle bir hadis olsaydı onu mutlaka söylerdi. Bu bâbta söyledikleri kendi içtiadından ibarettir. Görülüyor ki Âişe (radıyallahü anhâ) validemiz. Mesruk'a üç şey söylemiş bunların Allah’a karşı büyük iftira olduğuna âyetlerle istidlal etmişlerdir. Şöyleki: 1) İsrâ gecesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Rabbini gördüğünü iddia etmeyi iftira saymış ve buna iki âyetle yani: "Onu (Allah'ı) gözler ihata edemez amma, o gözleri ihata eder." Sûre-i En'am, âyet: 103. ve: "Hiç bir insan için imkân yoktur ki, Allah onunla ya vahîy ile, ya perde arkasından, yahut da kendisine bir Resul göndererek onun izniyle, onun dilediğini vahy buyurması şekillerinden başka bir surette konuşmuş olsun..." Sûre-i Şûra, âyet: 51 âyetleri ile istidlal etmiştir. Fakat ulemâ bu istidlale cevap vermiş ve: «İdrakin mânası bir şey'i ihatalı surette bilmektir. Allahü teâlâ'yi bu şekilde bilmeye imkân yoktur. Âyetin nassı da budur. Bir delilde ihata edemez tabirinin kullanılması onu îhatasiz olaxak görmeye mâni değildir.» demişlerdir. Daha başka cevap verenlerde olmuştur, İkinci âyetle istidlaline ise üç vecihle cevap verilmiştir. a) Görmek konuşmayı icap etmez konuşmadan fa'örmek te caizdir. b) Bu âyet yukarıda geçen delillerle tahsis edilmiştir. c) Vahiyden murâd bazılarına göre vasıtasız konuşmadır. Lâkin Cumhûr-u ulemâya göre buradaki vahiyden murâd ilham ve rüyada görmektir. Bunların ikisinede vahiy denilir. Hicap arkasından murâd; Vahidî ile diğer müfessirlere göre görünmeden konuşmaktır, Teâlâ Hazretleri ile konuşan peygamberler onu görmeden kelâmını işitirler. Yoksa maksat arada bir perde bulunupta bir yeri diğerinden ayırmak değildir. Teâlâ Hazretlerini görmemek hicap arkasından konuşmak gibidir. Bu kavlinde Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ)'ya İbn Abbâs (radıyallahü anh) muhalefet etmiştir. Tirmizî'nin İbn Abbâs'tan tahriç ettiği "bir rivâyette: İbn Abbâs: «Muhammed Rabbirn görmüştür» dedi. Ben kendisine: — Allah (Onu gözler ihata edemez) buyurmuyur mu? dedim, İbn Abbâs: — Yazık sana bu mesele Allah kendi nuru ile tecelli ettiği zaman vâkî olmuştur. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbi-ni iki defa gördü» demiştir. İbn Ebû Hüzeyme'nin kuvvetli bir isnadla Enes (radıyallahü anh)’den rivâyet ettiği bir hadistede Enes: «Muhammed Rabbini görmüştür demiştir.» İbn Abbâs (radıyallahü anh) dan hadis rivâyet eden Kâ'bu'l-Ahbar, Zührî, Mâ'mer ve diğer bir çok zevat ile İmâm-ı Eş'ari'nin ve ona tabi olan bir çok ulemânın kavilleri de budur. Urvetü'bnü'z-Zübeyr (radıyallahü anh)’in yanında Hazret-i Âişe'nin bu meseleyi inkâr ettiği söylendiği zaman gadaba gelirmiş. Âlûsî'nin beyanına göre bazıları Hazret-i Âişe ile İbn Abbâs (radıyallahü anhûma)'nın kavillerini şöyle tevil etmişlerdir. Hazret-i Aişe'nin «görmedi» demesi, gözlerin tahammül edemediği nuru ile görmedi demektir. İbn Abbâs'ın «gördü» demesi ise, Allahi, göz kamaştırmayan nuru ile gördü manasınadır. Bu babta İbn Abbâs (radıyallahü anh) dan iki rivâyet vardır. Bunların birine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gözü ile diğerine göre kalbi ile görmüştür. 2) Herkim Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Kur'ân-ı Kerîm'den bir şey gizlediğine kail olursa Resûlüllaha en büyük iftirayı atmış olur. Âişe (radıyallahu anhâ) buna: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen şeyleri tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Rabbinin risaletini tebliğ etmiş olmazsın." Sûre-i Mâide, âyet: 67 âyet-i kerimesi ile istidlal etmiştir. 3) Her kim yarın ne olacağını bildiğini iddia ederse Allah'a karşı büyük iftirada bulunmuştur bunada: "De ki: göklerde ve yerde bulunanlar gaibi bilmezler, onu ancak Allah bilir," Sûre-i Neml, âyet: 65 âyeti ile istidlal etmiştir. "Yemin olsun ki onu bir başka inişte daha görmüştü." Sûre-i Necm, âyet: 13. âyetini Hazret-i Âişe (radıyallahu anhâ), Peygamber Cibrîl'i gördü, diye tefsir etmişti ki ekser-i ulemânın kavlide budur. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm’de görme hadisesinin sidre-i münteha yanında olduğu beyan Duyurulmuş birde görmenin başka bir iniş esnasında vuku bulduğu haber verilmiştir. Allahü teâlâ'yı mekânla inişle vasfetmeye imkân yoktur. Binaenaleyh Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Cibrîl'i görmüş demek olur. Filvaki Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) biri Ufk-i â'lâda değire de semâda Sidretü'l-Münteha yanında olmak üzere, Cibrîl (Aleyhîsselâm)'ı kendi sureti ile iki defa görmüştür. Âişe (radıyallahu anhâ)’nın ise; ayni hadiseyi ispatı şu suretle hallolunur. Hazret-i Âişe'nin görmedi demesi, gözü ile görmedi mânasına, İbn Abbâs'in gördü demeside kalbi ile gördü mânasına alınır bu suretle iki hadisin arası bulunmuş olur. Nitekim Müslim'in, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe den rivâyet ettiği 284 numaralı hadisde İbn Abbâs «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ı kalbi ile gördü» demiştir. Kurtubî: Bu mesele hakkında bir şey söylemeyip tevakkuf halinde kalmayı tercih etmiş ve bu kavli muhakkıkin-i ülemâdan bir cemaata nispet eylemiştir. Kurtubî; bu bâbta kat'i bir delil bulunmadığını her iki tarafın, te'vîlî kabil bir birine zıt delillerin zahirleri ile istidlal ettiğini söylemekte ve: «Bu mesele amele dair meselelerden değildir ki; zanni delillerle ispat edilebilsin. Mesele itikada dairdir. Binaenaleyh kafi delil ister» demektedir. Hazret-i Âişe (radıyallahü anha), Mesruk'a karşı âyetlerle istidlal ederken «Allah buyuruyor» tabirini kullanmıştır. Bu tabiri Tabiı'-nin meşhurlarından olan Mutarrif b. Abdillâh b. Şihhîr doğru bulmamış ve: «Allah buyuruyor demeyin lâkin Allah buyurdu deyin» tavsiyesinde bulunmuştur. Fakat Sahabe, Tabiîn ve onlardan sonra gelen büyük İmâmlar Mutarrif'in beğenmediği bu tabiri kullana gelmişlerdir. Binaenaleyh sahih ve muhtar olan Allahü teâlâ hakkında; «Buyuruyor, buyurdu» tabirlerinin ikisinin de caiz olmasıdır. Nitekim: «Allah buyuruyor» tabiri Kur'ân-ı Kerîm'de de vardır, Âişe (radıyallahü anha) Sûre-i Şûra âyetinin başındaki (vav)ı terk etmişsede maksadı tilâvet değil istidlal olduğu için bunda beis görülmemiştir. Bir çok hadislerde bunun emsali görülmektedir. Müslim'in İbn Nümeyr'den rivâyet ettiği 289 numaralı hadiste Mesruk, Âişe (radıyallahü anha)'ya: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbini gördü mü?» diye sormuş. Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) buna «Sübhanallah vallahi senin söylediğinden tüylerim ürperdi.» Cevabını vermiştir. Sübhanallah'dan murad; hakikatda Allahü zü-l' Celâli her türlü noksanlıklardan tenzih isede bu kelimeyi Arablar taaccüb — şaşma makamında kullanılar Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) bu suale şaşmış ve «sübhanallah» sözüyle: «Nasıl oluyor da böyle bir meseleyi sen bilmiyorsun» demek isiemiştir. Mezkûr kelime Arapçada bir çok yerlerde taaccüp mânasında kullanılmıştır. Araplar bazen taaccüp makamında «lâilâhe illallah» derler. Müslim'in İbn Nümeyr'den rivâyet ettiği 290 numaralı hadiste Âişe (radıyallahü anha) Necm Sûresinin: «Sonra yaklaştı da sarktı.» âyetini Cibrîl (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yaklaştı diye tefsir etmekte ve Cibrîl'in her zaman insan suretinde gelirken o defasında kendi sureti ile geldiğini söylemektedir. Bu hususta İmâm-ı- Vahidi şunları söylüyor: «Tedellînin mânası yukarıdan aşağı doğru uzanmaktır. Esas itibarı ile kelimenin mânası bu isede; sonra yukarıya doğru yaklaşmak mânasında kullanılmıştır.» Bazıları âyet-i kerimede takdim ve tehir bulunduğunu söylemişlerdir. Asıl mâna sonra sarktıda yaklaştı demektir. Çünkü sarkmak yaklaşmaya sebebtir. İbn'l-Â'rabi: «Tedelli yükseldikten sonra yaklaşmadır» demiştir. Kelbî'ye göre âyetin mânası-«Cibrîl (aleyhisselâm), Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yaklaştı» demektir. Hasan-ı Basri ile Katade: «Cibrîl yerden yüksek ufka çıkarak doğrulduktan sonra yaklaştı ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına indi» demişlerdir. Zeccac diyor ki: «Allahü teâlâ kullarına kendi dilleri ile anlayacakları şekilde hitab etmiştir: «İki yay arası kadar veya daha yakın oldu.» âyetinin mânası sizin takdirinizle iki yay arası kadar yahut daha yakın oldu demektir. Yoksa Teâlâ Hazretleri eşyanın hakikatlerini seksiz şüphesiz bilir. Lâkin bize bizim âdetimize göre hitab etmiştir. Âyetten murâd: «Cibrîl (aleyhisselâm) o muazzam hilkati ile ve bunca cüzleri ile Peygamber'e işte bu derece yaklaştı demektir. |