Geri

   

 

 

 

İleri

 

76 - Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellemin Geceleyin Semalara Yürütülmesi ve Namazların Farz Kılınması Bâbı

429- Bize Şeyban b. Ferruh rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hâmmad b. Seleme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Sabit El'Bunanî, Enes b.

Malik'ten rivâyet etti ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Bana Burak'ı getirdiler —bu merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya koyardı — ben buna binerek Beyt-i Makdis'e geldim ve Burak'ı benden önceki peygamberlerin hayvan bağladıkları halkaya bağladım. Sonra mescide girerek orda İki rekat namaz kıldım. Sonra çıktım, derken bana Cibrîl (aleyhisselâm) bir kap dolusu şarap, bir kap dolusu da süt getirdi. Ben sütü ihtiyar ettim. Bunun üzerine Cibrîl (sallallahü aleyhi ve sellem) (bana): Fıtratı seçtin, dedi. Sonra benî semaya çıkardı Cibrîl, gök kapısını çaldı.

— Sen kimsin? dediler.

Cibrîl'im cevabını verdi.

— Yanında kim var?

— Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)

— O gönderildi mi?

— Evet, gönderildi.

Bunun üzerine bize kapıyı açtılar. Bir de ne göreyim Hazret-i Âdem ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş ederek hayır duasında bulundu. Sonra Cibrîl beni ikinci semaya çıkardı. Cİbril yine kapıyı çaldı.

— Sen kimsin? dediler.

Cibrîl'im dedi.

— Yanında kim var?

— Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)

— O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?

— Evet, gönderildi.

Müteakiben bize kapıyı açtılar. Bir de baktım karşımda Halazadeler!

Meryem'in oğlu İsâ ve Zekeriyyâ oğlu Yahya! (Selevâtullahi Aleyhima) onlar da hoş beş ettiler ve bana hayır duada bulundular. Sonra beni üçüncü semaya çıkardı. Cibrîl onun da kapısını çaldı.

— Sen kimsin? dediler.

Cibrîl'im dedi.

— Yanında kim var?

— Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)

— O gönderildi mi?

— Evet, gönderildi.

Bize (yine) kapıyı açtılar ne göreyim karşımda Yûsuf (aleyhisselâm) kendisine güzelliğin yarısı verilmişti. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı. Cibrîl (Aley hisselâm) (yine) kapıyı çaldı:

— Kim o? dediler. ;

Cibrîl'im dedi.

— Yanında kim var?

— Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)

— O gönderildi mî?:

— Evet, gönderildi.

Bunun üzerine bize kapıyı açtılar. Bir de baktım Idris (aleyhisselâm) ile karşı karşıyayım. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Teâlâ hazretleri (onun hakkında):

"Biz onu yüksek bir yere kaldırdık" Meryem sûresi, ûyet: 57. buyurmuştur. Sonra beni beşinci semaya çıkardı. Cibrîl (tekrar) kapıyı çaldı.

— Kim o? dediler.

Cibrîl'im dedi.

— Yanında kim var?

— Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)

— O gönderildi mi?

— Evet, gönderildi.

Müteakiben bize kapıyı açtılar. Bir de baktım Hârun (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşı karşıyayım hoş beş etti ve bana hayır duada bulundu. Sonra beni altıncı semaya çıkardı. Cibrîl (aleyhisselâm) (yine) kapıyı çaldı.

— Kim o? dediler.

Cibrîl'im dedi.

— Yanında kim var?

— Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)

— O gönderildi mi?

— Evet, gönderildi.

Bunun üzerine bize kapıyı açtılar, bir de baktım Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem) rle karşı karşıyayım. Bana hoş beş etti ve hayır duada bulundu. Sonra yedinci semaya çıkardı. Cibrîl (tekrar) kapıyı çaldı.

— Kim o? dediler.

Cibrîl'im dedi.

— Yanında kim var?

— Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)

— O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?

— Evet, gönderildi.

Arkasından bize kapıyı açtılar, baktım ki İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşı karşıyayım. Sırtını Beyt-i Mağmur'a dayamış duruyor. Derken ne göreyim Beyt-i Mamur'a her gün 70.000 melek giriyor. (Girenler bir daha) geri dönmüyor. Sonra beni Sidretül-Münteha'ya götürdü. Bir de baktım yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar (bir ağaç)! Bu ağacı Allah'ın celâl ve azameti kaplayabildiğine kapladığı için hali değişmiş (daha güzel olmuş) o kadar güzel (olmuş) ki Allah'ın mahlûkatından hiç biri onun güzelliğini tavsif edemez. Derken Allah bana neler vahyettiyse etti. Bana her günle gecede elli (vakit) namaz farz kıldı. Sonra Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına İndim. (Bana):

— Rabbin ümmetine neler farz kıldı? dedi.

— «Elli (vakit) namaz» dedim. Mûsa (aleyhisselâm)

— Rabbin (le münacaat ettiğin yer)’e dön de ondan (bu mikdarı) hafifletmesini dile. Çünkü senin ümmetin buna dayanamazlar. Ben Benî İsrail'i denedim; imtihan ettim, dedi.

— Bunun üzerine Rabbim (le münacaat ettiğim yer)’e dönerek Ya-rabbi! Ümmetime (farz kıldığın) elli (vakit) namazı (biraz) hafiflet diye niyazda bulundum. Benden elli (vakit) namazın beşini indirdi. Ben Mûsa'ya dönerek (Rabbını) benden namazların beşini indirdi, dedim. Mûsa (aleyhisselâm) Senin ümmetin buna takat getiremezler. Hemen rabbine müracat ile ondan tahfif dile, dedi. (Bu minval üzere) Rabbını Tebareke ve Teâlâ hazretleri ile Mûsa (aleyhisselâm) arasında bir hayli gidip geldim. Nihayet Rabbını! «Ya Muhammed! (Sana farz kıldığım) bu namazlar her gün ve gecede (kılınacak) beş vakit namazdır. (Ama) Her namaz için on sevap vereceğim için netice (yine) elli maz olur. Her kim bir hayır işlemek İster de, onu yapamazsa, o kimseye bir sevap yazılır. Yaparsa on sevap yazılır. Ve her kim bir kötülük yapmak ister de yapmazsa (ona) hiç bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa bir tek günah yazılır.» buyurdu.

Bunu müteakip (o yerden) indim ve Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vararak (olup bitenleri) kendisine haber verdim. Mûsa (yine) Rabbine dön de tahfif dile dedi.» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular:

«Ben Rabbime (çok) müracaatta bulundum artık ondan utanır oldum dedim.»

430- Bana Abdullah b. Haşim El-Abdi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Behz b. Esed rivâyet etti.

(Dedi ki):Bize Süleyman b. El-Mugira rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Sabit, Enes b. Malik'ten naklen rivâyet etti. Enes şöyle dedi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bana geldiler ve (beni alıp) zemzeme götürdüler. Göğsümü yardılar: Sonra zemzem suyu İle yıkadılar. Sonra beni (yerime) indirdiler...» buyurdu.

431- Bize Şeyban b. Ferruh rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hammad b. Seleme rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Sabit el-Bunanî, Enes b. Malik'ten rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (küçüklüğünde) çocuklarla oynarken Cebrail (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek onu tutmuş ve yere yatırarak kalbini yarmış; kalbini çıkararak ondan bir kan pıhtısı almış ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hitaben:

— Şeytanın senden nasibi işte budur, demiş. Sonra kalbini altın bir tasın içinde zemzem suyu ile yıkamış ve kapamış sonrada yerine iade etmiş.

 (Oradaki) çocuklar koşarak Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in annesine yani sütannesine gelmişler ve: Muhammed'i öldürdüler demişler. Sonra onu rengi uçmuş bir halde karşılamışlar. Enes: Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in göğsünde iğnenin eserini görürdüm demiş.

432- Bize Harun b. Saîd el Eyli rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize, İbn Vehb rivâyet etti dedi ki: Bana Süleyman —ki İbn Bilâl'dır— haber verdi dedi ki: Bana şerik b. Abdillâh b. Ebû Nemir (735) rivâyet etti dedî ki: Enes b. Mâlik Resulüllâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Kabe mescidinden alınarak yürütüldüğü geceyi bize şöyle anlatırken dinledim: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vahiy gelmezden önce (bir gece) kendileri Mescidiİ-Haramda uyurken üç nefer gelmiş...»

Şerik hadisi Sabit el Bunani'nin hadisi tarzında bütün kıssası ile hikâye etmiş yalnız hadiste bazı takdim ve te'hirler, ziyade ve noksanlar yapmış.

ile Müslim'e itirazlarda bulunulmu büradakl rivâyetlerden dolay.

433- Bana Harmeletu'bnü Yahya et-Tücîbî de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi dedi ki: Bana Yunus, İbn Şihaptan, o da Enes b. Malik'ten naklen haber verdi. Enes şöyle dedi: Ebû Zerr rivâyet ediyordu ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Mekke'de bulunduğum bir sırada evimin tavanı aralanarak Cibrîl (aleyhisselâm) iniverdi, benim göğsümü yardı, sonra onu zemzem suyu ile yıkadı, sonra hikmet ve imanla dolu altından bir tas getirerek onu benim göğsüme boşalttı. Sonra göğsümü kapadı. Daha sonra elimden tutarak beni semaya çıkardı. Birinci semaya geldiğimiz zaman Cibrîl (aleyhisselâm) onun bekçisine (kapıyı) aç dedi, bekçi.

— Kim o? diye sordu. Cibrîl:

— Bu Cibrîl'dir diye cevap verdi.

— Yanında kimse var mı?

— Evet, yanımda Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) var.

— O gönderildi mi?

— Evet.

Bunun üzerine bekçi kapıyı açtı. Birinci semaya yükseldiğimiz zaman baktım ki orada bir zat duruyor. Sağında bir takım karaltılar solunda da bir takım karaltılar var. Sağ tarafına baktı mı gülüyor, sol tarafına baktığı zaman ağlıyor. Bu zat: (Bana) «Hoş geldin Salih peygamber ve Salih evlât» dedi. Ben:

«Ya Cibrîl bu zat kim?» dedim Cibrîl:

«Bu Âdem (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Sağında ve solundaki şu karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağdakiler cennetlikler sol tarafındakiler de cehennemliklerdir. (Bu sebeple) Sağ tarafına bakınca gülüyor sol tarafına baktı mı ağlıyor.» dedi. Sonra Cibrîl beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet ikinci semaya geldi, onun bekçisine de (kapıyı) aç, dedi. İkinci semanın bekçisi ona birinci semanın bekçisinin söylediğini söyledi ve kapıyı açtı.

Enes b. Malik demişki: (Böylece) Ebû Zerr Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göklerde Âdem, İdris, Îsâ, Mûsa ve İbrahim (salevâtullahi aleyhim ecmaîn) hazeratım bulduğunu anlattı ama onların yerlerinin nasıl olduğunu tesbît etmedi. Yalnız Âdem (aleyhisselâm)'ı birinci semada İbrahim'i altıncı semada bulduğunu söyledi.

Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Cibrîl, İdris (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına uğradıkları vakit İdris:

«Salih peygamber ve Salih kardeş hoş geldin» dedi. Sonra geçip gitti. Ben (Cibrîl'e) Bu kim dedim, Cibrîl:

— «Bu Idris'tir» cevabını verdi. Sonra Mûsa (aleyhisselâm)'a uğradım, o da: «Salih peygamber, Salih kardeş hoş geldin» dedi. Cibrîl'e:

— «Bu kim» dedim?

— «Bu Mûsa'dır» cevabını verdi. Sonra Isâ (aleyhisselâm)'a uğradım. O da «Salih peygamber Salih kardeş hoş geldin» dedi. Ben (Cibrîl'e):

— «Bu kim?» dedîm.

— «Bu Meryem'in oğlu isa'dır, dedi. Sonra İbrahim (aleyhisselâm)'a uğradım (bana) o da: «Salih peygamber, Salih evlât hoş geldin» dedi. (Cibrîl) e:

— «Bu kim?» dedim.

— «Bü İbrahim'dir» cevabını verdi.»

İbn Şihap demiş: Bana İbn Hazm haber verdi ki. İbn Abbâs ile Ebû Habbete'l-Ensârî şöyle derlermiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sonra Cibrîl beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.»

İbn Hazm ile Enes b. Malik Şöyle dediler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdularki:

« (O zaman) Allah ümmetime elli (vakit) namaz farz kıldı. Ben bunu alarak döndüm ve Mûsa'nın yanına uğradım. Mûsa (aleyhisselâm):

«Rabbin ümmetine neleri farz kıldı?» dedi.

«Onlara elli (vakit) namaz farz kıldı» dedim. Mûsa (aleyhisselâm) bana:

«Öyleyse Rabbine müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Bunun üzerine Rabbime müracaat ettim. O da bu namazların bir kısmını indirdi. Ben yine Mûsa (aleyhisselâm)'a dönerek keyfiyeti kendisine haber verdim. Mûsa:

«Rabbine müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Ben yine Rabbime müracaat ettim. Rabbim

«Bu namazlar beştir. (Ama) Onlar (sevap itibari ile) ellidir. Bende söz (bir olur) değişmez» buyurdu. Bunun üzerine tekrar Mûsa'ya döndüm. Mûsa (aleyhisselâm) (yine):

«Rabbine dön, dediyse de: «Ben artık Rabbimden utanır oldum» dedim. Sonra Cebrail beni (daha ileriye götürdü) ta Sidretü'l Münteha'ya vardık. Onu öyle bir renkler kaplamıştı ki, bunların ne olduklarını bilmiyorum. Sonra beni cennete koydular. Ne göreyim cennette inciden kubbeler var. Toprağı da misk.»

434- Bize Muhammed b. el Müsennâ rivâyet etti. (Dedi ki-: Bize İbnİ Ebi' Adiy Said'den ., o da Katade'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivâyet etti. Galiba Enes kendi kavminden bir zat olan Malik b. Sa'sa'a dan rivâyet ettiğini söylemiş. Malik

Dedi ki: Nebiyyullab (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular.

«Bir defa ben beytin yanında uyur uyanık bir halde iken birdenbire bir ses işittim. Bu ses «üçten birisi iki kişinin arasında...» diyordu. Derken bana geldiler ve alıp götürdüler. Bana içinde zemzem suyu bulunan altın bir tas getirdiler. Göğsümü şuradan şuraya kadar yardılar — Kafada

Dedi ki: Ben yanımdakine bundan neyi kasdediyor diye sordum: «Karnının altına kadar demek İstiyor» cevabını verdi— kalbınıi çıkardılar ve. zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra yerine iade ettiler. Sonra kalbime iman' ve hikmet doldurdular. Sonra bana Burak denilen merkepten büyük, katırdan küçük, ayağını gözünün gördüğü son noktaya basan beyaz bir hayvan getirerek beni ona bindirdiler. Sonra yürüdük ve birinci semaya geldik. Cibrîl (sallallahü aleyhi ve sellem) kapıyı çaldı (içeriden):

— Kim o? dediler.

Cibrîl (im) cevabını verdi.

— Yanında kim var?

— Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)

— O (göklere çıkmağa) gönderildi mi?

— Evet.

Bunun üzerine kapıyı açtılar (ordaki zat): «Hoş gelmiş, sefa gelmiş» dedi, bunu müteakip Âdem (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına geldik...» Malik hadisi kıssası ile anlattı ve şunu söyledi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ikinci semada îsa ve Yahya (Aleyhimesselâm) üçüncü semada Yusuf, dördüncüde İdris, beşincide Harun (sallallahü aleyhi ve sellem) ile görüştüğünü ve şöyle buyurduğunu anlatmış:

«Sonra yürüdük ve ta altıncı semaya vardık. Ben Mûsa (aleyhisselâm)'ın yanına giderek ona selâm verdim. (Bana) Salih kardeş ve Salih Peygamber hoş geldin, dedi. Ve yanından ayrılırken ağladı. Kendisine: Neye ağlıyorsun? diye nida edildi. Mûsa (aleyhisselâm): Yarabb! Bu genç benden sonra peygamber gönderdiğin bir zattır. (Fakat) onun ümmetinden cennete girenler benim ümmetimden cennete girenlerden daha çoktur... dedi. Sonra yürüdük nihayet yedinci semaya vardık. Ve beni ibrahim'in yanına götürdüler...»

Bu hadisi rivâyet ederken Malik şunları da söyledi: Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dört nehir gördüğünü bunların asıllarından iki zahir ikide bâtın nehir çıktığını anlattı. Ve buyurdu ki:

Ben: «Ya Cibrîl bu nehirler nedir?» dedim. Cibrîl (aleyhisselâm): «Bu batını nehirler cennette bulunan iki nehirdir. Dıştaki nehirlerse

Nil ile Fırat'dır» dedi. Sonra bana Beyt-i Ma'mur arzolundu. Ben gene:

Ya Cibrîl! Bu ne? dedim.

— Bu Beyt-i Ma'mur'dur. Ona her gün yetmişbin melek girer. Bir defa oradan çıktılar mı bir daha dönmezler. (Bu onların İlk ve) son girişidir, dedi. Sonra bana biri şarap, diğeri süt dolu iki kap getirdiler. Bunları bana sundular. Ben südü ihtiyar ettim. Bunun üzerine bana:

«İsabet ettin! Allah seni fıtrat ve hayıra isabet ettirdi ümmetin fıtrat üzere olacak» dediler. Bundan sonra bana her gün elli (vakit) namaz farz kılındı...»

Malik bundan sonra kıssayı hadisin sonuna kadar hikâye etmiş.

435- Bana Muhammed b. el Müssenna rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muâz b. Hişâtn rivâyet etti dedi ki: Bana babam, Katade'den rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Enes b. Malik, Malik b. Sa'sa'a'dan rivâyet efti ki; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular...

Müteakiben Malik hadisi yukarıdaki gibi rivâyet etmiş şunları ziyade eylemiş:

«Bana içi hikmet ve iman dolu altından bir tas getirdiler. (Göğsümü) boğazımdan karın altına kadar yardılar ve zemzem suyu ile yıkadılar. Sonra (İçine) hikmet ve iman doldurdular.»

436- Bana Muhammed b. el-Müsenna ile İbn Beşşar rivâyet ettiler. İbn Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Şu'be Katade'den rivâyet etti

Dedi ki: Ebûl Âliye'yi şöyle derken işittim: Bana Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in amcası oğlu yani İbn Abbâs rivâyet etti dedi ki:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsra hadisesini anlattı da şöyle buyurdu.

— «Mûsa buğday benizli ve uzun boyludur. Yemen'in Şenûe kabilesi erkeklerinden biri gibidir. Isâ derli toplu vücutlu ve orta boyludur.» buyurdu.

Bu hadiste Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cehennemin bekçisi Malik ile Deccalı'da zikretti.

437- Bize Abd b. Hümeyd de rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Yunus b. Muhammed haber verdi .

(Dedi ki): Bize Şeyban b. Abdirrahman, Katade'den, o da Ebûl Âliye'den naklen rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in amcasıoğlu İbn Abbâs rivâyet etti dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:

«Bana İsra' hâdisesi vakî’ olduğu gece Mûsa b. Imran (aleyhisselâm)'a uğradım. Uzun, buğday benizli, derli toplu bir zat! zannedersin Şenûe kabilesi erkeklerinden birisidir. Meryem oğlu İsa'yı da orta yapılı, kırmızı beyaz benizli, salınmış düz saçlı gördüm.»

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Allah-u Zülcelâl'in gösterdiği bir çok âyetler içinde cehennemin bekçisi Malik ile Deccal de gösterilmiştir:

"Binaenaleyh sen Allah'a mülâki olacağından hiç şüphe etme." Sûre-i Secde, âyet: 23

Ravi diyor ki Katade bu âyeti Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mûsa (aleyhisselâm) ile görüşmüştür diye tefsir ederdi.

438- Bize Ahmed b. Hambel ile Süreye b. Yunus rivâyet ettiler dediler ki: Bize Hüşeym rivâyet etti

(Dedi ki): Bize Dâvûd b. Ebû Hind Ebul Âliyye'den, o da İbn Abbâs'tan naklen haber verdi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ezrak vadisine uğramış ve:

«Bu vadi hangi vadidir?» diye sormuş Ashab:

— Ezrak vadisidir cevabını vermişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben Mûsa (aleyhisselâm)'ı gür sesi ile Allah'ı telbiye ederek tepeden aşağıya inerken görüyor gibiyim» buyurmuş.

Sonra Herşâ tepesine gelerek:

«Bu tepe hangi tepedir?» diye sormuş.

Ashab: Herşâ tepesidir cevabını vermişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben Yunus b. Metta (aleyhisselâm)'ı derli toplu, kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş, devesinin çılbırı liften olduğu halde telbiye ederken görüyor gibiyim,» buyurmuşlar.

Ahmed İbn Hanbel hadîsi rivâyet ederken: Hüşeym'in (hulme)’den murâd liftir dediğini söylemiştir.

439- Bana Muhammed b. el Müsenna da rivâyet etti

(Dedi ki): Bize İbn Ebi Adiy, Dâvûd'dan, o da Ebul Âliye'den, o da İbn Abbâs'tan naklen rivâyet etti: İbn Abbâs şöyle dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte. Mekke ile Medine arasında yolculuk ettik.

Bir vadiden geçerken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu vadi hangi vadidir?» diye sordu Ashab:

Ezrak vadisidir dediler. Bunun üzerine Resûlüllah Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sanki ben Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)'i iki parmağını kulaklarına koymuş o gür sesiyle Allah'a telbiye ederek bu vadiden geçtiğini görüyor gibiyim» buyurdular.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Mûsa'nın rengine ve saçına dair bir şeyler söylemişsede Ravi Dâvûd bunu belleyememiş. İbn Abbâs

Dedi ki: «Bundan sonra yola revan olarak bir dağa geldik.» Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu dağ hangi dağdır?» diye sordu.

Ashab: Herşa yahut Lifet dağıdır, dediler. Fahri Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) (tekrar):

«Sanki ben Yunus'u (aleyhisselâm)'ı kırmızı dişi bir deve üstünde, yünden bir cübbe giymiş, devesinin çılbırı hulbe lifinden olduğu halde telbiye ederek bu vadiden geçerken görüyor gibiyim» buyurdular.

440- Bana Muhammed b. el-Müsenna rivâyet etti

(Dedi ki): Bize İbn Ebî Adiyy İbn Avn'dan, o da Mücahit'ten naklen rivâyet etti

Dedi ki: İbn Abbâs'ın yanındaydik yanındakiler Deccal'ın lâfım ettiler (içlerinden biri): Onun iki gözünün arasında kâfirdir (ibaresi) yazılı olacaktır, dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in. böyle dediğini duymadım. Lâkin şöyle buyurdular:

«ibrahim'e gelince, arkadaşınıza yani bana bakıverin: Mûsa ise yağız tenli, derli toplu vücutlu bir zattır. Ben onu yuları liften kırmızı bir deve üzerinde telbiye ederek şu vadiye inerken görüyor gibiyim» dedi.

441- Bize Kuteybetu'bnü Sa'id rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys rivâyet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den naklen rivâyet etti ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Bana bütün peygamberler arz olundu. Bir de ne göreyim Mûsa. Uzun boylu erkeklerden bir zat! Şenûe (kabilesi) erkeklerinden birisi sanırsın! Isâ b. Meryem (aleyhisselâm)’ı da gördüm. Gördüklerimden ona en ziyade benzeyen Urvetu'bnu Mes'ut'dur. İbrahim (Salavatullahi Aleyh)'i dahi gördüm. Baktım ki gördüklerimin içinde ona en ziyade benzeyen sahibinizdir (yani benim). Cibrîl (aleyhisselâm)'ı da gördüm. Gördüklerim içinde ona en ziyade benzeyen Dihye (el-Kelbi)’dir.»

İbn RunüVin rivâyetinde «Dihyetu'bnu Halife» denilmiştir.

442- Bana Muhammed b. Râfi ile Abd b. Humeyd dahi rivâyet ettiler. Her ikisinin lâfızları bir birine yakındır. İbn Râfi' Haddesena tabirini kullandı. Abd ise Ahbarana Abdurrezak dedi: Abdurrezak Şöyle dedi: (Bize) Ma'mer. Zuhri'den naklen haber verdi.

Dedi ki: Bana Sa'id b. El-Müseyyep, Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Şöyle dedi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bana Isrâ vaki olduğu zaman Mûsa (aleyhisselâm) ile görüştüm.»

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu tavsif buyurmuş —zannederim— şöyle dedi:

— «Bir de ne göreyim uzunca boylu, başı düz saçlı bir zat. Şenûe (kabilesi) erkeklerinden sanırsın. Isa ile de görüştüm.»

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onuda tavsif buyurdu:

— «O da orta yapılı sanki Diymas'tan yani —hamamdan— çıkmış gibi kırmızı benizli idi. İbrahim (Salavatullahi Aleyh)'i de gördüm, zürriyeti içersinde ona en ziyade benzeyen benim. Bana iki kap getirdiler. Bi-rînde süt, diğerinde şarap vardı. Bunların hangisini istersen onu al, dediler. Ben sütü alarak içtim. (Getiren zat bana): Fıtrata hidayet olundun yahut fıtrata isabet ettin. Şayet şarabı olsaydın ümmetin azardı, dedi.» buyurdular.

Bu hadis muhtelif lâfızlarla bütün sahih kitaplarında rivâyet edilmiştir. Buhârî onu kesik kesik olmak üzere «Kitabu Bed'i’l-Halk», «Kitab-u Halk-ı Âdem» ve «Kitabul Menâkıp» da, Tirmizî «Kitabuf Tefsir» de, Nesâî «Kitabu's Salât» da rivâyet etmiştir. Hadisi şerif ümmetin dillerinde destan olan meşhur hadiselerden olup Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in İsrâ ve Mi'racmı anlatmaktadır.

îsra geceleyin yürütmek manasınadır. Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem)’in büyük mucizelerinden bin olmak üzere gecenin bir cüzünde Mekke'deki Mescid-i Haram'dan, Kudüs'deki Mescidi Aksa'ya yürütüldüğünü

«O Sübhanı (Allah'ı) tenzih ederim ki kulunu geceleyin Mescid-i Hara m'dan (alıp) kendisine âyetlerimizden bazılarını gösterelim diye havalisini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür.» âyet-i kerimesi beyan etmektedir. Oradan göklere çıkarıldığını ve göklerde gördüğü acaip ve garaibin tafsilatını bu hadis-i şerif, ispat eder. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göklere çıkarılma hadisesine de Mi'raç denilmiştir. Bu hadisenin bir kısmı Kur'ân-ı Kerîm'de şu âyetlerle beyan buyrulmuştur:

«Yemîn ederim ki. Peygamber o Cibrîl'i Sidre-i Münteha'nın yanında bir daha inişinde de gördü. O Sidrenin yanında Cennetu'l-Me'va vardır. Sidreyİ Allah'ın cefâlet ve azameti kaplayabildiğine kaplıyordu. Göz ne şaştı, ne de haddini aştı. Vallahi Peygamber Rabbi'nin âyetlerinden en büyüğünü gördü.»

Binaenaleyh İsrâ ve Mi'raç hadisesinin başı ve sonu âyetle, tafsilatı da meşhur hadisle sabit olduğundan bu cihetleri inkâr, küfür, tafsilatını inkâr dalâlettir. Bu muazzam hadiseyi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vukuunun ertesi günü haber verdiği zaman Mekke müşrikleri kıyâmetleri koparmış birbirlerine haber verdikten sonra Hazret-i Ebû Bekr (radıyallahü anh)'a koşarak:

«Bak sahibi ne diyor. Güya bu akşam göklere çıkmış orada pek çok acaip ve garaip temaşa etmiş cennet ve cehennemi görmüş; Rabbi ile konuşmuş. Nasıl bunuda tastık eder misin?» demişlerdi Ebû Bekr

«O bunları söylediyse ben kabul ederim. Ben onu bundan daha garibi hususunda tasdik ediyorum» cevabını verdi. Ebû Bekr (radıyallahü anh)'a, Sıddik, unvanı o zaman verilmiştir.

Müşrikler akıllarınca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i iskât ve ilzam için ona çeşitli sualler sormaya başladılar. Ezcümle Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya tarif etmesini istediler. O anda Mescid-i Aksa olduğu gibi kendisine tecelli ederek onu müşriklere tavsif buyurdu. Müşrikler buna hiç bir şey deyememişlerdi. Çünki söyledikleri doğru idi. Bu sefer yollardaki kervanlarını sordular onları da yerlerini tayin etmek sureti ile bittafsil haber verdi. Hatta karayağız bir devenin kervanın en önünde bulunduğunu sabahleyin güneş doğarken Mekke'ye geleceğini söyledi. Müşrikler buna sevinmişlerdi. Çünkü — Haşa — Bununla Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yalanını tutacaklarını umuyorlardı.

Bu sebeple içlerinden birini güneşin doğduğunu haber vermek için gözcü tayin ettiler. Bir başkasınıda kervanın gelişini gözetmeğe memur ettiler. Neticede bu iki şahıstan biri güneşin doğduğunu haber verirken ötekide kervanın gelmekte olduğunu söylüyor ve sesleri bir birine karışıyordu. Bittabi müşrikler bunada inanmadılar. Hatta onların desiselerine alda-narak bazı zayıf müslümanlar irtidad bile etti.

İşte İsrâ ve Mi'raç hadisesi bu suretle daha o devirde şöhret bularak bir çok dedikodulara ve kargaşalıklara yol açtı.

Bu hadiseyi müslümanlar kabul ile telâkki ederek inanmışlardır. Yalnız ne şekilde vuku bulduğu öteden beri ihtilaflıdır. Bazılarına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında ruhu ile göklere çıkmıştır. Bunların delili

«Biz sana gösterdiğimiz rüyayı ancak insanlara bir fitne olsun diye gösterdik.» âyet-i kerîmesi ile Mâlik b. Sa'sa'a hadisinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in

«Bana Cibrîl, Mescid-i Haram'da uyuduğum bir sırada geldi...» «Bir de uyandım ıriesciddeyim» sözleridir. Ancak âyet-i kerimede beyan buyurulan rü'ya Miraç hakkında değil Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Hudeybiye'de gördükleri rü'-yadır. Filhakika ashâb-ı kirâmdan bazıları bu rü'ya mucebince o sene Mekke-i Mükerreme'ye ve Mescid-i Haram'a gireceklerini zan ve tahmin etmişler o sene girmek müyesser olamayınca mezkur rü'ya onlar hakkında bir fitne ve iptilâ olmuştu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Mi'racı rü'ya halindedir deyenler: Ashâb-ı Kiramdan Ümmül Mü'minin Âişe (radıyallahu anhâ) ile Muâviye (radıyallahü anh), Tabiinden Hasanı Basri ve Muhammed b. İshak'tır. Hazret-i Âişe: «Resûlüllah, (sallallahü aleyhi ve sellem)'in cesedi yer yüzünden kaybolmamıştır. O göklere ruhu ile uruç etmiştir,» demişsede bu sözü o mutlaka başka birisinden işitmiş olacaktır. Çünkü mi'raç zamanında kendileri ya pek küçük yahut henüz doğmamışlardı. Mi'raç bi'setin 12. yılında yani hicretten bir sene evvel vuku bulmuştu.

Selef ve Halef ulemâsının ekserisine göre mi'raç ruh ma'al cesed olmuştur. Yani Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hem ruhi ile hem cesedi ile göklere çıkmıştır. Delilleri zikrettiğimiz İsrâ âyet-i ile sadedinde bulunduğumuz Mi'raç hadisidir. Çünkü Âyet-i kerimede (Abd) ve (îsrâ) kelimeleri zikredilmektedir. Kul mânasına gelen Abd ruhla cesedin mecmu'una itlak olunur. Yalnız cesede Abd denilmediği gibi yalnız ruhada Abd denilemez, İsrâ dahi geceleyin bir cismi yürütmedir. Bu kelime hiç bir zaman yalnız ruhu yürütmek mânasına kullanılmamıştır. Binaenaleyh Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gerek Mekke'den Kudüs'e gerekse Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dan göklere vaki olan seyahatında hem cesedi hem ruhu ile bulunmuştur. Ha-dis-i Şerif te buna delâlet eder. Zaten aklen müstahil olmadıkça şer'i nas-lan zahirleri üzere bırakmak vaciptir. Buradaki âyet ve hadisin zahiri mânaları müstehil değildir. Çünkü güneş, kutru yerin kutrundan bir milyon şu kadar defa büyük olduğu halde görülmedik bir sür'atle mihveri etrafında dönmektedir. Zaten cisimlerin atomları birbirinin mislidir. Bunlar ancak Kâdir-i mutlak hazretlerinin bazılarında yarattığı hassalarla birbirinden ayrılırlar. Binaenaleyh Allahü teâlâ hazretlerinin Resûlü Ekrem inin bedeninde yahut onu taşıyan vasıatada güneşin hareketinden daha büyük bir sür'at halk'etmiş olması mümkündür.

Aklî delilleri de küf farın ve irtidad eden müslümanların bu hadiseyi şiddetle inkâr etmiş olmalarıdır. Eğer mi'raç rüyada vakî olmuş olsaydı onu kimse inkâr etmezdi çünkü rüyada Peygamberler değil alelade insanlar bile uçarlar. Bunu kimse mühim bir hadiseymiş gibi dile dolamaz inkâr etmez. Binaenaleyh Küffarm şiddetli inkârı dahi mi'racın ruh ve cesedle vaki olduğuna delildir.

Bazıları Miracın keyfiyeti hakkındaki hilafı kaldırmak için İsrâ ve Miraç hadisesinin bir kaç defa vuku bulduğunu söylerler. Bazılarına göre, İsrâ ile Miraç ayrı ayrı gecelerde vakî' olmuştur. Diğer bazıları bunların biri uykuda diğeri uyanıkken olmak suretiyle ikişer defa vaki' olduğunu: evvelâ uyku halinde İsrâ ve Miraç ettirilerek bu işe hazırlandığını sonra bunların aynen, uyanıkken tekrar edildiğini söylerler.

Ebû Şâme bu bâbtaki rivâyetlerin arasını bulmuş ve İşrânın üç defa vaki olduğunu söylemiştir. Bunlardan birincisi Mekke'den yalnız Kudüs'teki Beyti Makdis'e kadardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu seyahatini Burak üzerinde yapmıştır. İkincisi yine Burak üzeroinde Mekke'den Semavata; üçüncüsü de Mekke'den Beyt-i Makdis'e oradan da göklere çıkmak sureti ile vuku bulmuştur

Sûfiyyenin kavline göre mi'râc uyanıkken insilâh-ı tâm ile beşeriyetten melekiyete yaklaşmak sureti ile olmuştur.

Insilâh: Lügâtta bir şeyin diğer bir şeyden sıyrılıp soyunması manasınadır. Sûfiyye'nin istilahına göre ise; ruhun ruhaniyeti galebe çalarak bedenden taşması ve genişliyerek iç ve dış alemindeki ahvali anlamasıdır. Bu tarife göre ruh bedenden tamamı ile ayrılmadığı için insilâh ölüm değildir. Nitekim insilâh halindeki şahısta görülen nefes alma ve hareket etme gibi eserler de insilâhm ölüm olmadığını gösterir. Onlara göre, ateşten bulutlara doğru yükselen dumanın bir ucu nasıl daima ateşe bağlı ise insilâh halindeki şahsın bedeninden taşan ruhunun bir ucuda daima bedende kalır. Kezâlik insilâh halinde bulunan bir şahsın idraki kaybolmayıp bedeninin içinde ve dışındaki ahvali anlaması insilâhm uyku mânası-nada gelmediğini gösterir. Çünkü uyuyan bir kimsede şuur kalmaz. İnsilâh peygamberlerde vakî olduğu gibi onların veresesi bulunan evliyaul-lahta hatta makam ve mertebelerine göre sair mü'minlerde bile vakî olur. Yalnız peygamberlerin insilâhları pek mükemmel olduğu için onların ruhları meleklerle görüşür; onlardan bilgi alarak insanlara neşr ederler. Maa-mafih peygamberlerin insilâhlarıda bir birinden farklıdır. Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) Cenab-ı Hak ile perde arkasından konuştuğu halde peygamberimiz Muhammed Mustaf (sallallahü aleyhi ve sellem) Teâlâ Hazretlerini görerek konuşmak şerefine nail olmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in beşeriyetten melekiyyete yaklaşması, insanlıktan melekliğe geçmesiyle olur. Nitekim vahiy hadisinde bunun buram buram ter dökmek ve halktan ayrılmak suretiyle eserinin görüldüğü zikir edilmiştir.

Sûfiyyenin kavli bazı kelâm ulemâsı tarafından en cem'iyetli ve mü-tevassıt görülmüştür. Çünkü insilâh bir cihetten rü'yaya benzediği için «Miraç rü'ya halinde olmuştur» diyenlerin kavlini içine aldığı gibi insilâh halinde bulunan şuuru kaybolmaması cihetiyle uyanık kimselere benzediğinden «Miraç uyanıkken vakî olmuştur» diyenlerin kavlinede şamildir. Bu suretle her iki kaville amel edilmiş olur. Ancak az yukarıda işaret ettiğimiz vecihle insilâh yalnız peygamberlerde değil ümmetin bazı efradında da, vakî olduğu için Sûfiyyenin kavline itiraz edilmiştir.

Hadisin Şerik rivâyetinde İsrânın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy gelmezden önce vakî olduğu bildiriliyorsada bu hatadır. Müslim'inde tenbih ettiği gibi Şerik bu rivâyetinde takdim ve tehirler yapmış: ulemânın asla kabul edemiyeceği vehimlere kapılmıştır. İsrâ hakkında en öncelik bildiren kavil Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e peygamberlik geldikten onbeş ay sonra olmasıdır. Daha önce vukuna kail olan yoktur. Zaten Şerik'in makbul bir râvî olup olmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Miraç Bâbında hak olan söz ekser-i selefin kavlidir. Yani Miraç uyanıkken ruh ve cesetle vakî olmuştur. Bu hususta «Şifai Şerif» de yirmi tane sahabe tabiin ve tebe'i tabiîn ismi sayılmıştır. Onlardan sonra gelen Hadis, Fıkıh, Tefsir ve Kelâm ulemâsının ekseriyetle kavileri de budur.

Hadisin bazı rivâyetlerinde İsrâ hâdisesinin Kabe'den başladığı diğer bazılarında evinden, bir takımlarında Ebû Talib'in şi'binden (arazisinden) diğer bazılarında Ümmühânî'nin evinden başladığı kaydedilmektedir. Bu rivâyetler zahiren birbirine muarız gibi görünürse de araları şöyle bulunmuştur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o akşam Ümmühâni'nin evinde yatıyordu. Onun evide Ebû Talib'in Şi'binde idi. İsrâ hadisesi o evden başlamıştır. Evin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e izafe edilmesi orada oturduğu içindir. Melek gelerek kendilerini oradan almış Beytullah'a götürmüş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) orada bir parça oturarak istirahat etmiş uyuklar gibi olmuştur. Sonra melek onu Beytullah'in kapısından çıkarak Buraka bindârmiştir. İşte isranın Kâbe'den başladığı rivâyeti de bundandır. Burak'in nasıl bir hayvan olduğu hadis şerifte beyan buyurulmuştur. Hadis-i şerifin muhtelif rivâyetlerinden anlaşıldığına göre Fahr-ı Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) bu seyahati esnasında beş şeye binmiştir:

1 - Mekke' den, Mescidi Aksa'ya kadar Burak'a,

2 - Oradan birinci semaya kadar Miraç denilen bir merdivene,

3 - Yedinci kat semaya kadar meleklerin kanatlarına binerek gitmiş.

4 - Oradan Sidre-i Münteha'ya kadar Cibrîl (aleyhisselâm)'ın kanadına.

5 - Kaabei Kavseyn'e kadar Refrefe binmiştir.

Bunların mahiyetini bilmeye bizim için imkân yoktur. Binaenaleyh hepsine haber verildikleri şekilde inanır bu bâbtaki ilmi, Allah ve Resülü'ne havale ederiz. Gerçi Kâdir-i mutlak olan Allah'ü Zülcelâl için bunların hiç birine ihtiyaç yoksada Habib-i Ekrem'ini mu'tad olan vasıtalarla yürüterek fazla heyecanlanmasına mâni olmak hikmetine mebni kendilerine hususi binekler tahsis buyurmuştur. İsrânın gece olmasının hikmeti de Allâh'ü a'lem gece halvet ve muhabbet zamanı olduğu yahud bir çok peygamberlere muhtelif mu'ci-zeler geceleyin verildiği içindir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) göklere münacaat için kaldırılmıştır. Onun için de kendisine evvelden vakit tahsis edilmemiştir. Çünkü vakit tayin etmeden bir kimseyi huzura çağırmak o kimse üzerinde daha tesirli olur. Mûsa (aleyhisselâm)'ı Teâlâ Hazretleri evvelden bildirdiği bir vakitte Tur dağına davet eder kendisine emirlerini orada bildirirdi. Cebel-i Tur ile Beyti Ma'mur'un yüceliği arasındaki fark; pek büyük olduğu düşünülürse Hazret-i Mûsa ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in makamları arasındaki fark kendiliğinden anlaşılır. Keza Süleyman (aleyhisselâm)’a rüzgâr müsahhar kılınmış onu bir aylık mesafeye en kısa zamanda ulaştırıyordu. Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bir anda yatağından arşı alaya kaldırılmıştır.

Bu seyahatta Re sullülâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Hazret-i Cibrîl biri, süt, diğeri şarap dolu iki kap takdim ederek:

«Bunların hangisini istersen buyur» demiş; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sütü tercih etmiştir. Bunun üzerine kendilerine:

«Fıtrata isabet ettin; eğer şarabı tercih etseydin ümmetin azardı.» denilmiştir.

Bu rivâyette süt ve şarap takdiminin Beyt-i Mahdis'de geçtiği, başka bir rivâyetde işe Sidre-i Münteha'da yapıldığı bildiriliyor. Kapların sayısında da ihtilâf vardır. Bazı rivâyetlerde peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e dört kap sunulduğu bunların ikisinde sütle şarap, ikisinde de bal ve su bulunduğu beyan ediliyor. Bu rivâyetlerin arası şöyle bulunmuştur; ya ibaredeki (sümme) edatı (vav) manasınadır. Yani tertibe delalet etmez. Yahut süt takdimi hadisesi biri; Kudus'de susadığı zaman, biri de Sidretü-i Münteha'da olmak üzere iki defa vâkî olmuştur.

Ulemâi ıtratı İslâm ve istikâmet diye tefsir etmişlerdir. Görülüyor ki; süt İslâmiyete şarapta sapıklığa alâmet kılınmıştır. Çünkü süt güzel ve temiz bir gıdadır onun akıbeti daima selâmettir. Bu sebeble ekseriya hastalara süt içmeleri tavsiye olunur. Şarap ise; her türlü pisliklerin ve kötü hallerin esasıdır. Onun için şaraba ümmü'l-habais derler.

Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir:

Acaba Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i haram olan şarapla, helâl süt arasında muhayyer bırakmanın hikmeti nedir?. Ulemâ buna şöyle cevap veriyorlar: Bu muhayyerlik ya o zaman henüz şarap haram kı-lınmadığı içindir, yahud gelen şarap cennet şarabı olduğundandır. Cennet şarabı haram değildir. Aliyyü-l Kari'ye göre buradaki hikmet peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in doğruyu seçtiğini göstermek suretiyle onun, faziletini meleklere bildirmektir.

Cibrîl (aleyhisselâm) birinci semanın kapısını çaldığı zaman o semanın bekçisi kendisine kim olduğunu; yanında kimin bulunduğunu sormuş; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu anlayınca:

«O gönderildi mi?» diye sormuştur. Ulemânın beyanına göre bu sualden murâd peygamber olup olmadığını öğrenmek değil: «Göklere çıkmak için gönderildi mi?» demektir. Yoksa o ana kadar Resul üllâh (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber gönderildiğim bilmiyen hiç bir melek tasavvur edilemez. Vakıa Kâdi İyaz bu hususta ihtilâf olunduğuna işaret ile sualin hakikaten peygamber oldumu olmadımı mânasında sorulmuş olduğuna kail olanlar bulunduğunu anlatmak istemişse-de bu kavil doğru.. değildir. Hadis-i şerifte zikri geçen Beytü’l Mâ'mûr, Sidretü'l Münteha ve emsali müsenımaların hakikatini ancak Allah ve Resûlü bilir. Biz bunların ancak isimleri ile bazı vasıflarını biliyoruz. Beyt-i Mâ'mûr hadiste beyan buyurulduğu vecihle içerisine her gün 70.000 melâikenin girdiği bir yerdir. Sahih haberlere göre Kur'ân-ı Kerîm Levh’l-Mahfuzdan buraya bir defada inmiş oradanda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yirmi üç senede inzal buyurulmuştur.

Sidre: Nebk ağacıdır. Keyfiyyetini Allah bilir. İbn Abbas ile diğer müfessirlerin beyanına göre buna Sidretü'l Münteha Tesmiye edilmesinin vechi meleklerin ilmi onda nihayet bulduğu içindir. Onun ötesine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den başka geçen olmamıştır. Bazı rivâyetlerde görülen Şakk-i Sadır hadisesine gelince: Muhtelif rivâyetlerden anlaşıldığına göre bu hadise üç defa vuku bulmuştur.

İlk defa: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) , Beni Sa'd kabilesinde süt annesi Halime'nin nezdinde iken vuku bulmuş.

ikincisi: Mi'raç gecesinde olmuştur. Bazıları Mi'raç gecesinde böyle bir şey olmadığını iddia etmişlersede bu kavil merdûttur. Çünkü Mi'raç gecesinde de vakî olduğu sahih hadisle sabittir. Mucize kabilinden olan bu gibi harikaları inkâra mecal yoktur. Küçüklüğündeki hadise Müslim'in Şeyban b. Ferruh rivâyetinde şöyle izah edilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çocuklarla oynarken kendisine ,Cibrîl-i Emin (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek onu tutmuş yere yatırarak karnını yarmış ve kalbini çıkarmış ondan bir kan pıhtısı aldıktan sonra Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)'e:

«İşte şeytanın senden nasibi budur.» demiş sonra kalbini altın bir tas içinde zemzem suyu ile yıkayarak dikmiş ve yerine koymuş. Bu hadiseyi gören çocuklar telâşla süt annesine koşarak «Muhammed öldürüldü» diye haber vermişler. Sonra onu karşılamaya döndükleri zaman rengini uçmuş görmüşler. Ulemânın beyanına göre bu ameliyenin hikmeti Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şeytandan korumaktır.

İkinci hâdise Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy geldiği zaman olmuştur. Bunun hikmeti onun kalbini kuvvetlendirmektir. Bu suretle kendisine yahiy edilen şeyleri kolaylıkla telâkki etmiş vahyin bütün ağırlıklarına tahammül buyurmuştur.

Üçüncüsü de: Semavata çıkacağı zaman olmuştur. Bunun hikmeti de Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)'i münacat için hazır lamaktır.

Tıybi diyor ki: Gerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göğsünün yarılması gerekse kalbinin çıkarılması meselesinde çıkar yol menkul ile mâkul arasını bulmak iddiasiyle boş yere uğraşmak değil doğrudan doğruya vakıayı teslim ve tasdik etmektir. Hamdolsun biz muhbir-i sadık olan Resûl-ü Zişan'ın verdiği haber hususunda hakikatten mecaze gitmeğe cevaz vermiyoruz. Maamafih ülema-i zahirin pek doğru bulduğumuz bu sözlerine karşı ülema-i Batın bu rivâyetlerdeki lâfızlardan hakikî mânalarının kastolunmadiğını bunların birer temsilden ibaret olduğunu iddia etmişlerdir. Bu zevata göre Şakk-ı Sadır hadisesi berzah alemine ait bir temsildir. Şah Veliyullah (Huccetul-lahi'l-Baliga) adlı eserinde şunları söyler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göğsü yarılarak imanla doldurulmasının misali ona nur doldurmak ve bu nurun, onun ruhuna galebe çalması beşeri tabiat alevlerinin sönmesi ve sema aleminden taşıp gelen tecellilere tâbi olmasıdır. Lâkin Şeyban b. Ferruh rivâyetindeki tafsilata dikkat edilirse anlaşılırki; ehl-i batının bu te'villerine mecal yoktur. Zira hadiseyi gören çocukların Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in süt annesine koşarak «Muhammed Öldürüldü» demeleri sonra onu karşıladıklarında renginin uçtuğunu mülâhaza etmeleri ve nihayet Enes (radıyallahü anh)’ın:

Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göğsünde o iğnenin eserini görürdüm demesi bu bâbta hiç bir te'vile imkân bırakmayacak kadar sarih hakikatlardır. Mucizeye imanı olan bir müslümanın bu bâbta tereddüd göstermesi asla caiz olamaz.

Yalnız Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kalbine bir altın kapla iman ve hikmet doldurulması mecazdır. Bundan murâd tasın içinde kemâl-i imanla hikmete sebep olan bir şey'in bulunmasıdır. O şey imanla hikmete sebep olabileceği için mecazen iman yerinde kullanılmıştır. Yani mecazen imanın sebebine iman denilmiştir.

Harmele hadisinde zikri geçen karaltılar Âdem oğullarının ruhları diye tefsir edilmiştir. Vakıa kâfir ruhlarının «siccin» de olacağını mü'min ruhlannınsa cennette sefa süreceğini bildiren sahih haberler varid olmuştur. Binaenaleyh nasıl olurda kâfirlerin ruhları Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)’in yanında bulunabilir? Şeklinde bir sual hatıra gelebilirsede zaman zaman bütün ruhların Âdem (aleyhisselâm)'a arz olunması Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in böyle arz esnasında oradan geçmiş bulunması ihtimal dahilinde olduğu gibi cennetliklerle cehennemliklerin daimi şekilde değilde bazan yerlerine girmeleri sair vakitlerde Hazret-i Âdem'in etrafında bulunmaları da muhtemeldir. Hatta üçüncü bir ihtimal olmak üzere cennetin Âdem (aleyhisselâm)'ın sağında cehennemin de solunda bulunması caizdir. Âdem (aleyhisselâm)'ın sağ tarafına baktığı zaman gülmesi zürriyetinin iyi hallerde olmalarına sevindiği için sol tarafına bakıp ağlaması da yine zürriyetinden bazılarının kötü hallerine acıdığı içindir. Mûsa (aleyhisselâm)'ın ağlaması dahi — Haşa— Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’i çekemediği için değil onun ümmetine nispetle kendi ümmetinin az olmasıdır. Keza Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında (çocuk) tabirini kullanması onu tahkir için değil Peygamberimiz (aleyhisselâtü ve sellem)'a ömrü en kısa olduğu halde Teâlâ Hazretlerinin en büyük minnet ve ihsanda bulunduğunu ve onu bütün peygamberlerden şerefli ümmetinin de bütün ümmetlerden üstün ve çok olduğunu görerek takdir ettiğindendir.

Harmele'nin rivâyetinde:

İbrahim (aleyhisselâm)'ın altıncı semada olduğu bildiriliyor. Buhari'nin Şerik rivâyetinde de Öyledir. Bu iki rivâyetten mâda heryerde Hazret-i ibrahim (aleyhisselâm)’in yedinci katta olduğu zikredilmiştir. Mir'ac müteaddid defalar vâki olmuştur, dersek rivâyetler arasında tearuz yoktur. Aksi takdirde yedinci katta rivâyetini tercih ederiz.

«Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.» buyurmuştur.

Hattabi diyor ki: «Bu ses hükmü ilâhî ile vahyi yazarken ve levh-i mahfuzdan Allah'ın dilediği şeyleri istinsah ederken meleklerin kalemlerinden çıkan sestir.» Kâdî İyâz'da şunları söylüyor: Bu hadis «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy ve mikdarlarm Levh-i Mahfuzdan kalemlerle yazıldığının sahih olduğuna imanın vücubu Bâbında ehl-i sünnetin delilidir. Bunların keyfiyetini ancak Allah bilir. Âyet ve hadislerde nasıl vârid olduysa zahiri üzere inanmak keyfiyyetini Allah'a yahut Allah'ın bildirdiği zevata havale etmek icap eder. Bu gibi âyet ve hadisleri te'vil edenler ancak düşüncesi, imâm zayıf olanlardır. Çünkü şeriatın getirdiği bu delilleri akli deliller de muhal görmez Allah dilediğini yapar dilediğini hükmeder...» Yine aynı rivâyette namazların sayısını indirme hususunda:

«Rabbime müracaat ettim, o da bunların satrını indirdi...» Duyurulmaktadır.

Vakıa şatr kelimesi yarı mânasında kullanılırsa da burada ondan murâd yarı değil bir mikdârdır ki Kâdî İyâz'in beyanına göre bu miktar beşte birdir. Nevevî, Kâdî'nin beşte birle takdirine bile lüzum görmüyor ve: «Burada şatrdan murâd: yine yarı olup bir kaç defa müracaat sonunda Rabbim yarısını indirdi demektir. Çünkü hadis muhtasardır...» diyor. Harmele rivâyetindeki:

«Rabbim... bende söz bir olur; değişmez buyurdu.»

Cümlesi: Karşısında şöyle bir sual hatıra, gelebilir: Namazları elliden beşe indirdi: Bu sözün değişmesi değilimdir?

Cevap: Bu sözün manası teklifler değil verdiğim haberler değişmez; yahud kazay-ı mübrem denilen katı'i hükümler değişmez; Kazay-ı mualr lâk değişebilir demektir. Bu cümle ile «Bundan sonra artık söz değişmez.» manası da kastedilmiş olabilir.

Muhammed b. el Müsenna rivâyetinde bahsedilen dört nehir, Buhârî ve diğer sahih kitaplarda beyan edildiği vecihîe Sidretü'l Müntehâ'nin kökünden çıkmaktadırlar. Bu dört nehrin bâtını olanları Mukatil'in beyanına göre Kevser ile Sel-sebil'dir. Zahiri olanları ise Nil ile Fırat'tir. Ulemâdan bazılarına göre bu isimler cennet ırmaklarını büyüklük ve lezzet yönünden

Nil'le Fırat'a benzeterek İstiare edilmiş de olabilir. İsimlerin tevafukundan yani cennette Nil ve Fırat isminde iki nehir bulunmasından da ileri gelebilir. Maamafih yeryüzündeki Nil ile Fıra t'ın mahiyetini bilmediğimiz Sidret'ül Münteha'nin dibinden kaynamaları da mümkündür. Allahü A'lem.

Abd b. Humeyd rivâyetindeki:

«Allah'a mülâki olacağından hiç şüphe etme.» âyet-i kerimesini şahit gösteren Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) değil râvilerden biridir. Katade'nin tefsirine Mücahid, Kelbi ve Süddî gibi bir çok zevat iştirak etmişlerdir. İbn Abbâs, Mukatil Zeccac ve diğer müfessirlerin kavline göre ise; âyetin mânası: «Sen Mûsa'nın Kitaba kavuşacağına hiç şüphe etme.» demektir. Ma'âni ulemâsı da ayni fikirdedirler.

Yine bu hadisin Ahmet b. Hanbel ve Muhammed b. El-Müsennâ rivâyetlerinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, Mûsa ve Yunus (aleyhisselâm)’ı İsrâ gecesinde telbiye ederken gördüğüne işaret buyurulmaktadır. Bu zevatın dünyada olmadıkları halde nasıl Hac ve Telbiye ettikleri suali hatıra gelebilir. Bu suale ulemâ muhtelif cevaplar vermişlerdir:

1) Mezkûr peygamberler şehitler gibi hatta şehidlerden de efdaldir-ler. Şehidlerin ise; Rab'leri nezdinde diri oldukları Nassı Kur'ân ile sabit-' tir. Binaenaleyh bu Hadis-i şerifte vârid olduğu üzere bu peygamberlerin de Hac edip namaz kılmaları ve bu suretle imkânları nisbetinde Allah'a yaklaşmaları ihtimalden uzak değildir. Çünkü onlar vefat etmiş te olsalar hükmen yine âmel diyarı olan bu dünyada sayılırlar. Dünyanın müddeti bitip de arkasından dâr-i ceza olan âhiret geldiği zaman amel de sona erecektir.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) göklerde diğer peygamberleri de ruh ve cesedleriyle görmüştür. Onu istikbâl ve teşrif için ruhları o gece bedenleri şekline girmiş yahûd hakikaten bedenleri kabirlerinden oraya getirilmişdir.

2) Âhiret ameli zikr ve duadan ibarettir. Onların yaptığı da budur.

3) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu peygamberler hakkındaki rüyasını İsrâ gecesi görmemiştir.

4) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların dünyadaki hallerini görmüştür yani bu zevatın hali hayatta nasıl hac ve telbiye ettikleri ona temsilen gösterilmiştir.

5) Kendilerini görmemiş de olsa; hayatta iken oniann Hac ve Telbiye ettikleri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahiy suretile bildirilmiştir.