75 - Resûlüllah Sallalahu aleyhi ve Selleme Vahyin Başlaması Bâbı 422- Bana Ebü't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdillâh b. Amr b. Şerh rivâyet etti (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Yunus, İbn Şihâptan naklen haber verdi, Dedi ki: Bana Urvetü'bnûz-Zübeyr, rivâyet etti, onada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevcesi Âişe haber vermiş Dedi ki: — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ilk vahyin başlaması uykuda sadık rüya görmekle olmuştur. Hiçbir rüya görmezdi ki sabahın aydınlığı gibi (apaçık) zuhur etmesin. Sonra kendisine tenhada kalmak sevdirildi. Artık Hirâ mağrasına çekilir orada ailesi nezdine dönmeden birkaç gün tehannüs ederdi. (Tehannüs ibâdet etmek temektir.) Bu maksatla yanına azıkta alırdı. Sonra Hadice'nin yanına döner yine o kadar bir müddet için azık tedarik ederdi. Nihayet Hirâ mağarasında bulunduğu bir sırada ansızın (emr-i) Hak karşısına çıkıverdi. (Şöyle ki): Kendisine melek gelerek: «Oku!» dedi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ben okumak bilmem.» cevabını verdi. Fahr-ı Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyorlar ki: O zaman melek benî alarak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: — «Oku!» dedi. Ben de:— «Okumak bilmem.» dedim. Melek benî yine alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: — «Oku!» dedi. Ben de: — «Okumak bilmem.» dedim. Nihayet beni yine üçüncü defa olarak takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp şu âyetleri okudu: "Yaratan Rabbinin ismiyle oku! O Allah ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Her halde oku! Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerîmler kerîmidir. İnsana bilmediğini öğretmiştir." Sûre-i Alâk, âyet: 1-5. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o sıkıştırma sebebi İle (heyecandan) boyun etleri titreyerek döndü. Ve Hadîce' nin yanına giderek: «Beni örtün, beni Örtün!» dedi. Korkusu gidinceye kadar mübarek vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hadice'ye: «Ey Hadice! Acep bana ne oluyor?» dedi: ve olup bitenleri ona haber verdi. «Kendimden korktum» dedi. Hadice ona şunları söyledi: — Öyle deme sevin! Allah'a yemin ederim ki Allah seni hiç bir vakit utandırmaz vallahi. Çünkü sen akrabana bakarsın, sözün doğrusunu söylersin, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, Fakire verir kimsenin kazandıramayacağını kazandırır, misafiri ağırlarsın,. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (Halka) yardım edersin. Bundan sonra Hadice Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i beraberine alarak Varakatu'bnü, Nevfel b. Esed b. Abdil Uzza'ya götürdü. Bu zat Hadice'nin amcası oğlu yani baltasının kardeşi oğlu idi. Cahili-yet zamanında hıristiyan dinine girmiş bir kimse olup arapça yazı yazmasını bilir; incilden Allah'ın dilediği kadar öteberi bazı şeyleri Arapça yazardı. Varaka gözleri görmez olmuş bir pir-i fâni idi. Hadice kendisine: — Ey amıca! dinle bak kardeşin oğlu neler söyleyecek dedi. Varakatu'bnü Nevfel: — Ne var kardeşim oğlu? diye sorunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gördüğü şeyleri kendisine haber verdi. Bunun üzerine Varaka: — Bu gördüğün Mûsâ (sallallahü aleyhi ve sellem)'e indirilen Namus-u Ekberdir. Ah keşke senin davet günlerinde genç olaydım. Keşke kavmin seni çıkaracakları zaman hayatta bulunsaydım dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Onlar beni çıkaracaklar mı ki?» diye sordu Varaka: — Evet (Çıkaracaklar; zira) senin gibi bir şey getirmiş hiç bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana son derece yardım ederim cevabını verdi. 423- Bana Muhammed b. Rafi'de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrezâk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi dedi ki Zührî: Bana Urve de Âişe'den naklen onun şöyle dediğini söyledi dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ilk vahyin başlangıcı (şöyle oldu..,) ve bu hadisi Yunus hadisi gibi rivâyet etti. Yalnız o: — «Vallahi Allah seni hiç bir zaman mahzun etmez» dedi ve: Hadice: «Ey amcamoğlu! kardeşin oğlunu dinle bak neler söyleyecek dedi» şeklinde rivâyet etti. 424- Bana Abdulmelik b. Şuayb b. Leys dahi rivâyet etti dedi ki: Bana babam, dedemden rivâyet etti Dedi ki: Bana Ukayl b. Halit, İbn Şîhabın, şöyle dediğini rivâyet etti: Urvetü'bnü'z-Zübeyr'i şunları söylerken işittim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in zevcesi Âişe dedi ki: — «Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüreği titreyerek Hadice'nin yanına döndü...» Ve hadisi Yunus'la Ma'mer'in rivâyetleri gibi kıssa eyledi; yalnız onların rivâyetlerindeki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ilk vahiy başlangıcı sadık rüya ile olmuştur.» diye başlayan ilk cümleyi zikretmedi bir de: — «Vallahi Allah" seni hiç bir vakit utandırmaz» şeklindeki rivâyette Yunus'a tabî' oldu. Ve Hadice'nin: — «Ey Amcamoğlu! dinle bak kardeşinoğlu neler söyleyecek» dediğini zikretti. Bu hadisi Buhârî kitabının başında ve «Kitab'ut Tefsir» de, Tirmizî ile Nesâî dahi «Kitab'ut Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Hadis-i Şerif sahabenin mürsellerindendir. Çünkü Âişe (radıyallahu anhâ) Bu hadiseye erişmemiştir. Binaenaleyh onu ya bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den yahud bir sahabiden işitmiştir. Sahabinin mürseli ise ulemânın ittifakı ile Huccet'tir. Bu bâbta muhalefet eden yalnız Ebû İshâk el-Esferaini olmuştur. Ona göre böyle bir hadisle ihticac olunamaz. Yalnız Ravî sahabeden başkasından rivâyet etmediğini söylerse rivâyeti kabul olunur. İbn Salâh: «İbn Abbâs (radıyallahü anhüma) ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den hadis dinlemeyen diğer genç sahabenin rivâyet ettikleri hadisler mevsul ve müsbet hükmündedir. Çünkü bunların rivâyetleri sahabedendir. Sahabenin bilinmemesi ise zarar etmez.» demiştir. Nevevî: Doğrusu da budur. Şafiî'nin ve Cumhûru ulemânın mezhebi de budur.» diyor. Tibî diyor ki: « Âişe (radıyallahu anhâ)'ın bu hadisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiği anlaşılıyor. Çünkü rivâyeti esnasında: «Melek beni alarak sıkıştırdı, dedi.» cümlesiyle hadisi bizzat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiğini beyan ediyor.» Hasılı Hazret-i . Âişe (radıyallahu anhâ) kimden İşitmiş olursa olsun bu hadis muttasıl ve müsnet hükmündedir. Vahiy: Lügatte gizlice bildirmek, işaret etmek yazı yazmak, risalet ve ilham mânalarına gelir. Bu kelime fiil olarak «Vahâ-yehi» ve «evhâ-Yûhî» şekillerinde kullanılırsa da «evhâ» şeklinde kullanılması daha fasihtir. Kur'ân-ı Kerîm'de de bu şekilde varid olmuştur. Bazan vahiyden ism-i mefu'l mânası yani vahiy edilen şey kasdedilir. Şeriat: îstilahinda vahiy Allahü teâlâ’nın peygamberlerinden birine indirdiği kelâmına denilir. Ulemâdan bir çoğu Resûlü: «Kendisine mucize ile birlikte kitap indirilen zattır» diye tarif etmişlersede bu tarif doğru değildir. Çünkü Hazret-i Âdem, Nûh ve Süleyman (aleyhisselâm) gibi bir çok Resullerin Resul olmamasını icap eder. Bu zevat bilittifak Resul oldukları halde kendilerine kitap indirilmemiştir. Nebiyi dahi: «Kendisine kitap indirilmese bile Allahü teâlâdan haber veren zattır.» diye tarif etmişlerdir. Sahih olan tarife göre Resul: Kendisine kitap indirilen yahud melek gönderilen zattır.» Nebiy ise: »Allahü teâlâ'nın ahkâmı tebliğe yahud başka bir Resule tabiî olmaya memur kıldığı zattır. Binaenaleyh Resul ile Nebî arasında mantık yönünden umum ve husus-u mutlak vardır. Her Resul Nebî'dir fakat her Nebî' Resul değildir. Vahyin mahiyeti: Peygamberanı izam (salevâtullahi aleyhim) hazeratından başkasına malûm değildir. Binaenaleyh bundan kimsenin bahsetmeye hakkı yoktur. Ancak vahyin meratip ve envaî ve nüzul zamanında hazır bulunup görenlerin naklettiği bazı eserleri vardır ki; Onlardan bahsedilebilir. Buhârî Şârîhi Aynî'nin beyanına göre peygamberler hakkında vahiy üç kısımdır. 1 - Mûsâ (aleyhisselâm)’ın işittiği gibi kelâm-ı kadimi işitmek sureti ile olur. Bu şekil vahiy nass-ı Kur'ân ve bir çok sahih hadislerle sabittir. 2 - Melek göndermek sureti ile olur. 3 - Allahü teâlâ tarafından gönderilen Melek vasıtasiyle peygamberin kalbine yerleştirmek sureti ile olur. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in; «Ruhu’l-Kudüs (yani Cebrail aleyhisselâm) benim nefsime üfürerek yerleştirdi...» Hâdis-i şerifi bu hakikati natıktır. Hazret-i Dâvûd (aleyhisselâm)'a gönderilen vahiyin de bu kabilden olduğu söylenir. Diğer peygamberlere gelen vahiyler ilham sureti ile olmuştur. Süheylî, vahyin yedi suretle vuku bulduğunu söyler: Şöyleki. 1 - Sadedinde bulunduğumuz hadiste beyan edildiği gibi uyku halinde rüyada bildirilir.- Hatta. İbn İshak'ın rivâyetine göre vahyin başlaması evvelâ geceleyin rüyada olmuş ertesi günde uyanıkken vahiy gelmiştir. Ulemâdan bazıları uyanıkken nâzil olan her vahyin evvelce rü-yadada bir kere nâzil olduğunu iddia ederler. 2 - Peygambere vahiy çan sesi gibi bir seda halinde gelir, Bu ses ya meleğin kendi sesi yahud da kanatlarının Şeşidir; Vahyin bu sureti pek şiddetli idi onun için Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) pek büyük zahmet çeker, mübarek yüzü terler içinde kalırdı. 3 - Vahiy uyanıkken melek tarafından peygamberin kalbine ilka edilir fakat melek görülmez bunun mücerredi bir ilham olmayıp vahy-i ilâhî olduğuna Teâlâ Hazretleri bir ilm-i zaruri halk ederdi. 4 - Peygambere melek insan şeklinde gelir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Cibrîli Emin bazan Dihyet ü'l-kelbi ismindeki sahâbî-i. celil suretinde gelirdi. Bu zatın suretine girmesi onun akran-u emsali arasında en güzel olmasındandır deniliyor. Hatta kadınların fitne ve tuzağına düşmemek için peçe takındığı rivâyet olunur. Başka surete girdiği de vakidir. 5 - Peygambere Cibrîl-i Emin (aleyhisselâm) kendi sureti ile ve herbiri gökyüzünü kaplayan altıyüz kanadı ile görünerek vahiy getirir ki bu iki defa vaki' olmuştur. Birincisi Hirâ dağında buradaki hadisi getirdiği zaman vâkî olmuştur. Bu dehşetli manzarayı görür görmez Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) tehammûl edemeyerek baygın düşmüşlerdi. İkincisi leyle-i mi'raçta Sidretu-l-Münteha yanında olmuştur. 6 - Allahü teâlâ Peygamberi ile hicap arkasından konuşur. Müslim'in rivâyet ettiği bir hadise göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de 15 sene vahyi işitmek sureti ile telâkki etmiştir yedi sene vahiy esnasında bir ziyadan başka bir şey görmemişdir. 7 - Vahyi bazen Cibrîl-i Emin değil de İsrafil (aleyhisselâm) getirir. Şâbi'nin rivâyet ettiği bir hadise göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e üç sene vahyi İsrafil (aleyhisselâm) getirmiş ve. olduğu şekilde görünmüş sonra onun yerine Cibrîl. Emin (aleyhisselâm) tevkil buyurulmuştur. Maamafih ulemâdan bu hususa itiraz edenler olmuştur. Sadık rü'ya: İçerisine Şeytanın haltiyatı karışmayan doğru rüyadır. Uyku halinde ekseriya görülen karışık şeyler ve ağır basınalar sâdık rü'ya değildir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Sâdık rüya Peygamberliğin kırk altı cüz'ünden bir cüz'dür.» buyurmuştur. Vahi evvelâ sâdık rü'yâ ile başlamış; altı ay bu şekilde devam ettikten sonra uyanıkken gelmiş; bir daha yirmi üç sene minval üzere devam etmiştir. Bir rivâyette: «Sâdık rüya peygamberliğin yetmiş cüzünden bir cüzdür.» buyurulmuştur. Ulema bu iki rivâyetin arasını bulmuş ve: «Rüya, gerenin hâline göre değişir. Sıddıykların rü'yâsi 46 cüzden bir cüzdür. Sair müminlerin rü'yâsı ise 70 cüzden bir cüz olur.» demişlerdir. Vahyin bu yedi suretten mada bir iki sureti daha bulunduğunu söyleyenlerde vardır. Kâdî İyâz ile diğer bazı ulemânın beyanına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e vahyin, rüya ile başlaması onu bu işe alıştırmak içindir. Çünkü birdenbire melek karşısına çıkmış olsa beşer kuvveti tehammûl edemezdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tenhaya çekilmenin sevdirilmesi yalnız kaldığı zaman kalbi her türlü dünyevî kayıtlardan azade kalacağı içindir. Bu da tefekküre dalmaya ve huşua yardım eder. Hıra mağarası Mekke-i Mükerremeye üç mil mesafede ve Mekke'den Mineye giden yolun sağındadır. Hacca gidenler pekâlâ bilirlerki Hirâ dağı tepeye doğru çıktıkça sivrilmiş ve adeta Kâbe-i muazzamaya doğru rükû edercesine eğilmiştir. Bu hususta tetkikat yapan bazı zevatın bildirdiklerine göre Mekke'nin etrafında bulunan bütün dağlar. Kâbe-i Muazzama'ya doğru rükû halindedir. Mezkûr Mağrada Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) günlerce ibâdet eder fakat kendisine vahiy geleceği hatırından geçmezdi. Bundan dolayıdır ki hadis-i şerifte: «Ansızın emr-i Hak karşısına çıkıverdi.» denilmiştir. «Ben okumak bilmem» cümlesi Kâdî İyâz'in beyanına göre ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları bu cümledeki «ma» yi nafiye diğer bazıları da istihfamiyye olduğunu söylemişlerdir. Fakat Nevevî Nafiye olduğunu tasvib etmiş istihfhamiyye olmasını doğru bulmamıştır, Meleğin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üç defa sıkıştırıp salması getirdiği vahyi kabule onu hazırlamak hikmetine meb-nidir. Bazıları bundan ibret alarak muallimin talebesini derse karşı uyanık ve hazır bulunmağa davet etmesi gerektiğini söylerler. Hadis-i Şerif ikra' suresinin başındaki beş âyetin Kur'âm Kerîm’in ilk nâzil olan âyetleri olduğunu gösteriyor. Nevevî Selef ve halef ulemâsının cumhûru buna kaildir, doğrusu da budur diyor. Kur'ân-ı Kerîm'in ilk âyetinin oku! diye başlaması ikinci âyetinde yazının emrolunması İslâmiyeti kötülemekten zevk duyan din düşmanlarının beyinlerini parçalayan bir saikay-ı hak ve bir barika-ı hakikattir. Bugün medeniyetin ölçüsü okuyup yazma nisbeti ile temizlik hususunda sarfedilen sulardır. Daha açıkçası hangi millette okur yazar çok bulunur ve çok su harcanırsa o millet medenî sayılır. İşte Kur'ân-ı Kerîm'in ilk emirleri bu hakikâtları ihtiva etmektedir. Hirâ dağında nâzil olan bu ilk âyetlerde okumakla yazmak emredilmiş bir kaç zaman sonra inen «müd-dessir» suresi âyetlerinde de temizlik farz kılınmıştır. Dünya medeniyetinin esaslarını daha ilk emrinde böyle üç kelime ile hülâsa eden hak veya bâtıl bir din daha varsa lütfen göstersinler! gösteremezler çünkü yoktur. Hakikat bu merkezde iken bazı tembel müslüman-ların. halini behâne ederek canavarlar gibi müslümaniığa hücum etmek için insan ya çıldırmış olmak yahut İslâmiyet düşmanları kadar beyinsiz bulunmak icap eder sunuda ilâve edelim ki İslâm medeniyetinin hedefi düşmanların gözlerini kamaştıracak kadar nurlu, hayallerinin dahi eremeye-ceği kadar yüksektir. Onun hedefi âhiret seadetidir. Yirminci asır insanlarının dillerine destan ettikleri medeniyetle İslâm medeniyeti arasındaki nispet ancak tezattır. Çünkü mahûd medeniyetin altında boylu boyunca uzanmış yatan bir küfür vardır. Onun felsefesi: ye iç hoş geç yaşadığına bak bundan sonra bir daha dünyaya gelecek değilsin Öldükten sonra dirilmek, âhiret hayatı, sual, cevap, cennet cehennem hayatı gibi şeyler —hâşâ sümme hâşâ — safsata ve hurafeden ibarettir» şeklinde hülâsa edilebilir. İslâm medeniyetinin sertacı ise alnında güneş gibi parlayan nur-u imandır. Müslüman yeyip içip hoş geçmek için değil, çalışıp çabalayıp bir çok zahmet ve külfetlere katlanarak âhiret hayatını, o ebedî saadeti kazanmak için uğraşır. Bu hakikat dünyaya dar-ı teklif adı verilmekle ifade edilmiştir. Teklif külfet yüklemektir. Müslüman dünyada bir çok dünyevî ve uhrevî külfetlere katlanır. Dinin emir ve nehiylerine riayet eder. Bu cümleden olmak üzere dinin şanını yükseltmek için dünyasını da mamur eder onun için rahat yeri cennettir. Cenab-u Hak bil cümle din kardeşleri ile birlikte bizide o selâmet diyarına çıkan bahtiyarlardan eylesin (amin). Âyet-i Kerîmede evvelâ: «Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerimler kerimidir.» Buyurularak tahsil sureti ile elde edilen ilme; Sonra da: «İnsana bilmediğini öğretmiştir.» Buyurularak ilm-i ledünniye işaret buyrulmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Cibrîl-i Emini görünce o ana kadar görmediği bu şa'şaadar manzara karşısında beşeriyet iktizası ürkmüş korkudan titriyerek ümmûl mü'minin Hadice (radıyallahu anhâ) nezdine dönmüştü. İki defa kendilerini sarıp örtmelerini emretmiş biraz yatarak kalbinden korku zail olunca: «Filhakika kendimden korktum.» diye söze başlayarak başından geçenleri o heykel-i semahat ve şefkat kadına anlatmıştı. Kâdî İyâz diyor ki: « Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in korkması gelen vahyin Allah'tan olup olmadığında şüphe ettiği mânasına alınmamalıdır. Onun korkması bu işi kaldıramayacağı ve vahyin sıkletine tahammül edemeyip mahvolacağı mülâhazası iledir.» Hazret-i Hatice (radıyallahü anhâ), Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i teskin etmiş kendilerine rahat ol dedikten sonra: «Allahü teâlâ seni hiç bir zaman utandırmaz» diye yemin etmiş buna sebep olarak da Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem)’in akrabaya yardım, doğruyu söylemek, acizlere yardım, fakirlere muavenet gibi mümtaz vasıflarla mevsuf olmasını göstermiştir.» Cümlesi şeklinde de rivâyet edilmiştir. Maamafih sahih ve meşhur olan rivâyet birincisidir. Bazılarına göre mâna itibarı ile her iki rivâyet birdir. Aralarında fark görenler olmuşsa da Nevevî bunun zayıf olduğunu söyler. Ülema-i kirâm Hazret-i Hadice (radıyallahu anhâ)'nın bu sözlerinden güzel ahlâk ve hayır işlerin bir kimsenin selâmetine sebep olacağı mânasini çıkarmışlardır. Rivâyetlerin birinde Hazret-i Hadice'nin Varaka'ya amca diğerinde amcamoğlu dediği zikrediliyor. Bunların her ikiside doğrudur. Esasen Varaka Hazret-i Hadice'nin amcasıoğludur... Maamafih bir insan amcasıoğluna mecazen amca diyebilir. Nitekim Türklerde de âdet böyledir. Zaten Araplar konuşurken hürmeten büyüklerine amca derlerdi. Bu hürmet amcamoğlu demekle ifade edilemez. Namusdan murâd Cibrîl-i Emin (sallallahü aleyhi ve sellem) dir. Lügat ulemâsının beyanına göre namus hayırlı bir sırrı taşıyan kimseye derler. Kötü sırrın sahibine de casus denilir. Herevî:«Cibrîl-i Emin'e namus denilmesi Allahü teâlâ'nın onu vahiy ve gaip işlerine tahsis ettiği içindir.» diyor. Bu hadiste namusun Mûsâ (aleyhisselâm)’a gönderilen melek olduğu beyan ediliyor. Sahiheyn'de ve diğer hadis kitaplarında meşhur olan budur. Bazı hadislerde Mûsâ yerine Îsâ (aleyhisselâm) zikredilmiştir, ki ikiside sahihtir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in vahiy gelmezden Önce Hirâ dağında yaptığı ibâdetin mahiyeti hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre kendinden Önceki şeriatlardan birine tabî olarak ibâdet etmiştir. Cumhûr-u ulemâya göre ise; hiç bir şeriata tâbi' olmadan Allahü teâlâ'nin kendisine ihsan ettiği marifet nuru ile ibâdet ederdi. Bir şeriata tâbi' olarak ibâdet etmiştir, diyenler kendi aralarında ihtilâf etmişler ve bu ihtilâf neticesi ortaya sekiz kavil çıkmıştır. 1 - Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), İbrahim (aleyhisselâm) şeriatı ile ibâdet etmiştir. 2 - Îsâ (aleyhisselâm) şeriati ile 3 - Nuh (aleyhisselâm) şeriati ile 4 - Mûsâ (aleyhisselâm) şeriati ile 5 - Âdem (aleyhisselâm) şeriati ile ibâdet etmiştir. 6 - Kendinden önce geçen gayri muayyen bir şeriat ile ibâdet etmiştir. 7 - Geçen bütün şeriatlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şeriattı. 8 - Bu bâbta bir şey denilemez tevakkuf olunur. İmâmül Harameyn ile Âmîdî'nin mezhebi budur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in o zamanki ibâdeti tefekkür ve ibret alma sureti ile olmuştur. Cibrîl-i Emin'in ilk vahiy getirmesi de İbn Sa'dın rivâyetine göre ramazanın on yedinci gününe tesadüf eder Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o zaman 40 yaşlarında idiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Gerçekten kendimden korktum.» sözünün mânası üzerinde ulemâ ihtilâf etmişler ortaya on iki kavil çıkmıştır. 1 - Delirmekten ve gördüğü şey'in kehanet-olmasından, korkmuştur. Ebû Bekr İbn- Arabî bu kavilin bâtıl olduğunu söylemiş Aynî dahi onu bâtıl olmaya lâyık görmüştür. 2 - Gördüğü şey'in bir hayal olduğundan korkmuştur. Bu kavil dahi bâtıldır. 3 - Korkudan öleceğim diye endişe etmiştir. 4 - Bu işin altından kalkamayacağından ve vahyin sıkletine tahammül edemiyeceğinden korkmuştur. 5 - Meleğe bakmaktan âciz kalarak öleceğinden ve gördüğü dehşetten kalbinin yerinden oynayacağından korkmuştur. 6 - Peygamber olduktan sonra kavminin eziyetlerine sabredeme-mekten korkmuştur. 7 - Kavminin kendisini öldüreceklerinden korkmuştur. Bu kavli Sühey lî hikâye etmiştir. Aynî de bunda bir garabet görmeyerek: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir beşerdir. Öldürülmekten ve ezâ edilmekten korkmuş olabilir sonra Allah korkusu ona her şey'e sabrı ehven göstermiş ve kalbine her türlü şecaat ve-kudreti celbetmiştir.» diyor. 8 - Peygamber olması dolayısı ile vatanından ayrılacağından korkmuştur. 9 - Ebû Bekr İsmaîli'ye göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine gelenin Allah tarafından gönderilme bir melek olduğunu ilm-i zarurî ile bilmeden önce korkmuştur. 10 - İnsanların kendisi hakkında atıp tutacaklarından korkmuştur. 11 - İbn Ebû Hamza'ya göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) meleğin sarsmasından korkmuştur. 12 - Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu sözü âni olarak karşısına çıkan dehşetten hasıl olan korkuyu ihbardır. Nitekim insan görmediği ve bilmediği bir şeyle ansızın karşı karşıya gelince ürker. Acaba Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine gelenin şeytan değil de Cibrîl-i Emin olduğunu nereden bilmiştir? Keza getirdiği vahyin bâtıl değil hak olduğunu nasıl anlamıştır?.. Bu suale Ayni şu cevabı vermektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yalancı değil sadık olduğunu ispat için Teâlâ Hazretleri bize mucize denilen delili nasıl ikâme etti ise; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e de gelenin şeytan değil melek olduğuna ve Allah tarafından gönderildiğine delil halk etmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ibâdet için Hirâ dağını tercih etmesi bazılarına göre üzerinden Kâbe-i Şerif'e göründüğü içindir, ki bu da bir ibarettir. 425- Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbnİ Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Yûnus rivâyet etti. Dedi ki: İbn Şihâb: Bana Ebû Selemete'bni Abdirrahmân haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabından olan Câbir b. Abdillâhi’l-Ensârî rivâyette bulunuyor ve şunları söylüyormuş; dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyin bir ara kesildiğini anlatırken söz arasında şöyle buyurdu: «Bir defa- ben yürümekte iken gökyüzünden bir ses İşittim. Başımı kaldırınca ne göreyim! Hira'da bana gelen melek!.. Yerle gök arasında bir kürsî üzerinde oturup duruyor. Ondan pek korktum. Hemen (evime) dönerek: Benİ örtün, beni Örtün! dedim. Derhal benî sarıp örttüler. Müteakiben Allahü teâlâ hazretleri şu âyetleri indirdi: "Ey (esvabına) bürünen! Kalk artık inzar et ve Rabbini büyükle, elbiseni de temizle ve o pislikleri artık defeyle." Sûre-i Müddessir, âyet: 1-5. «Rucuzden murad putlardır. Bundan sonra vahiy arka arkaya devam etti.» buyurdu. 426- Bana Abdul Melik b. Şuayb b. Leys de rivâyet etti. Dedi ki: bana babam, dedemden rivâyet etti. Dedi ki bana Ukayl b. Halit, İbn Şibâptan rivâyet etti Dedi ki: Ebû Selemete'bni Abdirrâhmanı şöyle derken işittim bana Cabir İbn Abdillâh Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittiğini haber verdi. «Sonra bir aralık vahiy benden kesildi, bir ara ben yürürken...» Bundan sonra hadisi Yûnus gibi zikretti. Yalnız o: «Ben ondan ansızın korktum da yere kapandım...» şeklinde rivâyet etti. Ebû Seleme'nin de, «Rucz putlar demektir» dediğini nakletti. Bir de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Sonra vahiy kızıştı da bir daha ardı arası kesilmeden devam etti.» buyurduğunu söyledi. Bana Muhammed b. Rafi' dahi rivâyet etti (Dedi ki): Bize Abdürrezak rivâyet etti (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnadla Yû-nus'un hadisi gibi haber verdi: Ve şöyle dedi: «Bunun üzerine Allah Tebareke ve Teâlâ hazretleri: — Ey (esvabına) bürünen! âyetini o pislikleri artık defeyle kavl-i kerimine kadar namaz farz kılınmazdan önce indirdi. Rucz putlar demektir. Ma'mer: «Ondan korktum...» cümlesini de rivâyet etti nitekim Ukeyl'de öyle nakletmiş. 427- Bize Züheyr b. Harb'de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Velid b. Müslim rivâyet etti (Dedi ki): Bize Evzaî rivâyet etti dedi ki: Yahya'yı şöyle derken işittim: — Ebû Seleme'ye Kur'ân'ın en evvel hangi âyeti nâzil olmuştur? dedim: — Ey esvabına bürünen! Âyetidir dedi. Ben: Yoksa Ikra'mı? dedim. Bunun üzerine Ebû Seleme ben Cabir b. Abdillâh'a Kur'ân'ın en evvel nâzil olan âyeti hangisidir diye sordum: — Ey (esvabına) bürünen! Âyetidir dedi. Ben de yoksa Ikra'mı dedim. Cabir şunları söyledi: Ben size Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) neyi anlattı ise onu söylüyorum. Efendimiz şöyle buyurdular: «Hıra dağında bir ay mücavir kaldım. Mücavirliğimi bitirince (oradan) inerek, vadiye daldım. Derken bir ses duydum. Hemen önüme, arkama, sağıma ve soluma bakındım. Fakat hiç bir kimse göremedim. Sonra yine bir ses duydum. Ve yine bakındımsa da kimseyi göremedim. Sonra tekrar bir nida duydum bunun üzerine başımı kaldırdım. Bir de ne göreyim, o...! (yani Cebrail Aleyhisselâm) Havada arşın üzerinde (oturup duruyor). Beni şiddetli bir titremedir aldı. Hemen Hadice'ye gelerek beni örtün! dedim, derhal örttüler ve üzerime su serptiler. Bunun üzerine Allah azze ve celle: — Ey (esvabına) bürünen! Kalk artık, inzar et. Rabbini de büyükle ve elbiseni temizle... âyetlerini indirdi.» 428- Bize Muhammed b. El-Müsenna rivâyet etti (Dedi ki). Bize Osman b. Ömer rivâyet etti (Dedi ki): Bize Aliyyü'bnü’l-Mübarek, Yahya b. Ebi Kesir'den bu isnadla haber verdi ve: «Birde ne göreyim o (melek) yerle gök arasında bir arş üzerinde oturup duruyor.» buyurdu dedi. Bu rivâyette İmâm-ı Müslim bir nevi tekrar yapmıştır. Şöyle ki: Cabir b. Abdillâh El' Ensarî ashâb-ı kirâmın en meşhurlarından ve en çok hadis rivâyet eden altı zattan biri olduğu halde onun hakkında «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabındandı» demiştir. Nevevî'nin beyanına göre bunun sebebi ravilerden bazısının onu sahabi olup olmadığını şüphe ettirecek şekilde göstermiş olmasıdır. Çünkü bazı raviler küçük yaştaki bazı ravikre onu bu şekilde rivâyet etmiş olabilirler. Bu gibi hallerde Müslim bu hadiste yaptığı gibi izahta bulunur. Ashâb-ı kirâmın içinde ondört tane Cabir vardı. Bunların üç tanesi Cabir b. Abdillâh adını taşırlar. En meşhurları burada ismi geçen Cabir b. Abdillâh El-Ensarî'dir. Hazret-i Cabir, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den 1540 hadis rivâyet etmiştir. Fetret-i vahiyden murad vahyin bir müddet kesilmesidir. Ülemâ-i kirâmın beyanlarına göre; ilk âyetler nâzil olduktan sonra üç sene vahiy kesilmiş sonra «Müddessir» sûresinin âyetleri ile tekrar devama başlamıştır. Bundaki hikmet —Allah-u Alem— Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i vahye ve onun sikletlerine tehammüle alıştırmak ve şevklendirmektir. Bununla beraber vahyin üç sene inkıtaa uğraması Cibrîl-i Emin (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hiç gelmemesi mânasına alınmamalıdır. O arasıra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yine gelmiştir. Bu rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Bir de ne göreyim bana Hira dağında gelen melek!..» buyurması saraheten gösteriyorki « Ikra' » âyetleri «Müddesir» âyetlerinden daha evvel nâzil olmuştur. Yani, ilk inen âyetler onlardır. Bundan dolayı: «Kur'ân-i Kerîm'den ilk nâzil olan âyetler Müddessir sûresinin âyetleridir» rivâyetlerini İmâm Nevevî zayıf, hatta bâtıl bulmuş ve ilk nâzil olan- âyetlerin alel ıtlak ikra' âyetleri olduğunu; Müddessir âyetlerininse vahyin fetretinden sonra indiğini Hazret-i Âişe . (radıyallahu anhâ) hadisi ile ispat etmiştir. İlk defa Fatihâ'nın nâzil olduğunu söyleyen bazı müfessirlerin kavlini ise asla nazar-ı itibara almamış: «Bu sözün bâtıl olduğunu söylemeye bile hacet yoktur» demiştir. Bu rivâyette geçen tabiri diğer bazı- rivâyetlerde şeklinde zaptedilmiştir. Maamafih her iki rivâyette aynı mânaya gelmektedir. Hadisi Yunus, Ukayl ve Ma'mer hep İbn Şihap'tan rivâyet etmişlerdir Yunus'un rivâyetinde «Fecüistü» Ukayl ile Ma'merin rivâyetlerinde ise «Fecüsistü» denilmiştir. Kâdî İyâz (rahimehüllah) bu üç râviden bazısının hadisi üç yerde de «Fecüistü» bazısının üç yerde «Fecüsistü» şeklinde rivâyet ettiğini söylemiş ve ekseri ravilere göre hadisin Yunus ve Ukayl rivâyetlerinde «Fecüistü» ma'mer rivâyetinde ise «Facüsistü» şeklinde olduğunu ilâve etmişsede Nevevî bunun tamamen hata olduğunu beyan etmiştir. Mezkur iki kelime yerine bazı rivâyetlerde bâtıl tashifler yapıldığını «El-Metali’» nâm eserin sahibi rivâyet etmiştir. Yine bu hadisin bazı rivâyetlerinde «Zemmilûnî» diğerlerinde «Des-sirûni» tabirleri kullanılmıştır. Bunlar da ayni mânaya gelen kelimelerdir. Müddesir,Müzzemmil, Müteleffif ve Müştemil kelimeleri ayni mânaya gelirler yani sarınıp bürünen örtünen demektirler. Cumhûr-u ulemâya göre Müddessir esvabına bürünen demektir. Marûdi'nin İkrime'den rivâyetine göre Müddessir peygamberliğe ve onun sıkletlerine bürünen mânasına gelir. Müddessir kelimesinin aslı mütedessir olup «te» «dala» kalbedilmiş ve idgam yapılmıştır. Müddessir süresinin ikinci âyetinde: «Kalk artık, inzar et.» buyuruluyor. Bunun mânası Allah'a imân, etmeyenleri Allah'in azabından sakınmağa davet et, demektir. Görülüyor ki; Vahiy nâzil olur olmaz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) inzar vazifesi ile memur olmuştur. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evvelâ müjde sonra inzar etmekle memurdur. Acaba burada müjde bırakılıpta niçin yalnız inzarla memur olmuştur. Cevap: Müjde ancak müslümanlara yapılır. O zaman henüz müslüman olan yoktu. Onun için yalnız inzarla memur kılınmıştır. Âyet-i kerîmedeki «Elbiseni temizle» emrinden murâd fukahaya göre elbiseyi pisliklerden temizlemektir. Bazıları bundan murâd; «nefsi kötülüklerden, noksanlıklardan temizlemektir» demişlerdir. Ricz ve Rücz: Hadis-i şerifte putlar diye tefsir edilmiştir. Rujdan murâd şirktir, zülmdür, günahtır diyenler de olmuştur. Asıl lügâtte Ricz azap demektir. Putlara vesair küfrü mucip olan şeylere mecazen ricz denilmiştir. Çünkü bunlar azaba sebep olan şeylerdir. Sebep zikredilmiş müsebbeb kasdolunmuş demektir. Hadis-i şerifte geçen «Hamiye» ve «tetâbea» kelimeleri Nevevî ile diğer sarihlere göre ayni mânaya olup biri diğerinin te'kidinden ibaret isede Buhârî sarihi Aynî buna itiraz etmiş ve: «Bunların mânaları bir değildir. (Hamiyenin) mânası; harareti «naı, kızıştı demektir. Tetâbea ise biri biri arkasına— etti nıânaana (Hamiye) kelimesi şmdetlenip kastığı tetabea ile de devam edip kesn~ anlatılmıştır. Sadece Hamiye kelimesi ile iktifa edilmeme. ı""sı bu kelime devam bildirmediği içindir. Onun için tetâhea kaydı ilâve edilmiştir.» demiştir. Arştan murâd: Kürsî yani koltuktur. Kralın tahtına da arş derler. |