Geri

   

 

 

 

İleri

 

71 - Delillerin Bir Birini Takviyesiyle İtmi'nan-ı Kalbin Artması Bâbı

399- Bana Harmeletü'bünü Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yunus. İbn Şihâb'dan, o da Ebû Selemete'bnî Abdirrahmân'la Said b. el-Müseyyeb'den, onlar da Ebû Hureyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Biz şüphe etmeye İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem)’den daha lâyıkız: Hâni, Yâ Râbbî ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demişti. Rabbî: İnanmadın mı yoksa? demiş. O da: Yok inandım ama kalbim mutmein olsun diye (sordum) demişti Bakara sûresi, âyet: 260 (697)

Allah Lûf'a da rahmet eylesin! Filhakika o pek muhkem bir istinâdgâha (Allah'a) sığınıyordu. Eğer ben zindanda Yusuf'un kaldığı kadar uzun müddet kalsaydım (zindandan çıkarmaya gelen) da'vetçiye mutlaka icabet ederdim.» buyurmuşlar.

400- Bu hadisi bana inşallah Abdullah b. Muhammed b. Esmâ'ed-Dubaî de rivâyet etmiştir.

(Dedi ki): Bize Cüveyriye, Mâlik’den, o da Zühri'den naklen rivâyet eyledi. Zühriye de Saidü'bnü’l-Müseyyeb ile Ebû Ubeyd, Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen Yunus'un Zühri'den rivâyet ettiği gibi haber vermişler.

Mâlik hadisinde: «Lâkin kalbim mutmein olsun, (dedi), Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti bitinceye kadar okudu» ifadesi vardır.

401- Bize bu hadisi Abd b. Hümeyd rivâyet etti.

Dedi ki: Bana Ya'kûb yani İbn İbrahim b. Sa'd rivâyet etti.

Dedi ki: Bize Ebû Üveys, Zühri'den naklen Mâlik'in isnâdile onun rivâyeti gibi tahdis etti; ve: sonra bu âyeti bitirinceye kadar okudu, dedi.

Bu hadisi Buhârî «Kitâbu bed'ü-halk» ve «Kitâbü't-Tefsir» de, Müslim «Kitâbü'l-Fedâil» de, İbn Mâcede «Kitâbül-Fiten» de tahriç etmişlerdir.

Bazı ulemâ onun bir sebebi olduğunu söylerler.

"Hani İbrahim: Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demişti." Sûre-i Bakara, âyet: 260. âyet-i kerîmesi nâzil olunca bazı kimseler. «İbrahim (aleyhisselâm) şüphe etmiş ama bizim Peygamberimiz şüphe etmedi» demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu duyunca:

«Şüphe etmeye biz İbrahim'den daha lâyıkız...» buyurmuşlar.

Gerek Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'ın Teâlâ hazretlerine ölüleri nasıl dirilteceğini sormasının sebebi gerekse Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Şüphe etmeye biz ibrahim'den daha lâyıkız...» sözünün mânası hususunda pek çok ihtilâf edilmiştir. Bunların bazıları şunlardır:

1- Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) bu suali Peygamber olmazdan evvel sormuştu. Taberî âyeti zahiri mânasına hamletmiş; ve suale şeytanın vesvesesi sebep olduğunu, ancak çabuk gelip geçtiği için imânına dokunmadığını söylemiştir. Tâberî, İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet edilen bir eserle istidlal etmiştir. Abd b. Humeyd, İbn Ebî Hatim ve Hâkim'in tahriç ettikleri bu eserde İbn Abbâs (radıyallahü anh): «Kur'ân-ı Kerîm'de en ümidbahs, âyet Hazret-i İbrahim'in:

Yâ Râbbî, Ölüleri nasıl dirilteceğin! bana göster... âyetidir. Bu suâl şeytanın kalplere verdiği vesveseden neşet etmiştir. Allah da İbrahim'in suâline evet diyerek râzî olmuştur.» demiştir.

2 - «Hazret-i İbrahim'in suâline sebep şudur. Nemrud kendisine: senin Rabbin kimdir?» diye sorduğu ve onun da: «Benim Rabbim öldüren ve dirilten zât-i Ecellü A'lâdır, diye cevap verdiği vakit İbrahim (aleyhisselâm) kudreti ilâhiyye hakkında asla şüphe etmediği halde ölüleri nasıl dirilteceğine merak etmiş ve kalbi mutmein olsun diye sormuştur.» Bunu Taberi, İbn İshâk'dan rivâyet etmiştir.

3 - Şöyle diyenler de vardır; Hazret-i İbrâhim (aleyhisselâm):

 (Nemrud)'a: Benim Rabbim öldüren ve diriltendir, dediği vakit Nemrud mel'unu:

Öldüren ve dirilten benim, diye mukabele etmiş. Ve bir mahbusu serbest bırakmış; bir adamı da öldürmüş. Serbest bırakmaya diriltme adını vererek: işte öldürdüm ve dirilttim; demiş, İbrahim (aleyhisselâm):

«Amâ Allah'ın diriltmesi ruhu bedene iade sûretile oluyor» deyince

Nemrud:

Gözünle gördün mü? demiş. Hazret-i İbrahim bu suâle:

Evet demeyerek başka takrire geçmiş. Bunun üzerine Nemrud mel'unu şunu söylemiş:

Rabbine söyle! Ölüyü diriltsin; yoksa seni öldürürüm. İbrahim Aleyhisselâm da sormuş.

4 - Bu suâlin »mânası: Ya Râbbî bana ölüleri diriltme iktidarı ver, demektir. Te'eddüben böyle söylemiştir.

5 - Suâlin mânası: Yâ Rabbî! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster ki senin Halil'in olduğumu bileyim demektir;

6 - Bu suâl: senin Halil'in olduğuma kalbim mut'meinolsun manasınadır.

7 - Bir takımları; Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, ki duamı kabul ettiğini bileyim, demektir. Mutâleasında bulunmuşlardır.

9 - Bu suâlin mânası:

«ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster ki, sana duâ ettiğim zaman duamı kabul buyuracağını arılayayım...» demek olduğunu ileri sürenler ve daha başka türlü söyleyenler de vardır. Kâdî Ebû Bekir el-Bâkıllânî bu son kavlî ihtiyar etmiştir.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Şüphe elmeye biz İbrahim'den daha lâyıkız...» hadisi üzerindeki ihtilâfa gelince: Bu hususda ezcümle şöyle denilmiştir.

1 - Bu sözün mânası: Biz Ölüleri nasıl dirilteceğini görmeye İbrahim (aleyhisselâm)'dan daha meraklıyız, demektir.

2 - Bu sözden murâd: Allah'ın ölüleri dirilteceğine biz şüphe etmeyince İbrahim (aleyhisselâm) evleviyetle şüphe ermemiştir. Yani Peygamberlere şüphe gelebilse şüphe etmeye ben İbrahim (aleyhisselâm)'dan da lâyık olurdum. Benim şüpheye düşmediğimi pekâla bilirsiniz. O halde onun da şüphe etmediği malumunuz olsun! demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu ya tevâzuundan söylemiştir. Yahut o sırada kendisinin İbrahim (aleyhisselâm)’den efdal olduğunu henüz bilmiyormuş.

3 - Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü ile âdeti kasdetmiştir. Zira birini müdâfaa eden bir kimse: «Ona söyleyeceklerini bana söyle!» der. Bundan maksad: «Ona bunları söyleme» demektir.

4 - Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü ile kendini değil, ümmetini kasdetmiştir. Kendisinin şüphe etmeyeceği ismet delili ile malumdur. Çünkü Peygamberler şek ve şüpheden masumdurlar.

5 - Bu sözün mânası: «Sizin şüphe saydığınız şeye ben daha lâyıkım, çünkü o şüphe değil, daha ziyâde izah buyurülmasını istemekdir.

6 - Bâzı arabiyyât âlimlerinden rivâyet olduğuna göre ism-i tafdil denilen «ef'al» sigâsı bazen, bir mânanın iki şeyden nefy-i mânasına gelir. «Şeytan filancadan daha hayırlıdır.» derler ki, ikisinden de hayır yoktur, manasınadır. Bu takdire göre hadisin mânası: ne ben şüphe ettim, ne de İbrahim (aleyhisselâm) demek olur.

Bu sen kavil gayet vazıh olduğu için en ziyâde şâyan-ı kabul görülmüş; ve: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu sözü ile İbrahim (aleyhisselâm)’den şüpheyi nefî hususunda mübalağa kasdettiğine inanmak vaciptir, denilmiştir.

İbn Atıyye diyor ki: «İbn Abbâs'ın: Bence en ümid-bahş âyet budur, demesi, âyet, Allah'ın rahmet ve mahabbetine son derece güvenmeyi ve dünyada ondan ölüleri diriltmesi bile istendiğini bildirdiği ve yahud îman hususunda derine dalmayıp icmâlen inanmanın kâfi geleceğine işaret ettiği içindir.»

Âlûsî «Ruhu'l-Ma'anî» adlı tefsirinde şunları söylemiştir; «Bu makamda bazı muhakkıkların Halilullah (İbrahim) (aleyhisselâm)’ı müdâfaa sadedinde yazdığı sözler hoşuma gider, şöyle ki:

İbrahim (aleyhisselâm)'in suâli-ma'âzallah-dinî bir emirde şüpheye düştüğü için değildi. Bu suâl diriltmenin mahiyetini anlamak için onun nasıl yapılacağına dâirdi. İman için ise; diriltmenin ne suretle yapılacağını bilmek şart değildir. Binaenaleyh Halîlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) imân etmek için bilinmesi şart olmayan birşey sormuştur. Suâlin «Keyfe» yani «nasıl» sigasile yapılmış olmasıda bunu gösterir. Keyfe» hâli sormak için vaz' edilmiş bir kelimedir. Bunun misâli: «Zeyd halk arasında nasıl hükmediyor?» suâlidir. Bu suâli soranın Zeyd'in hâkim olduğunda şüphesi yoktur. O ancak hükmün nasıl olduğunu sorar. Eğer Zeyd'in hâkim olup olmadığını sormak isteseydi: «Zeyd hâkim mi oldu?» derdi. İşte bazı kimseler, vehimlerine kurt düşerek bu âyetten dolayı İbrahim (aleyhisselâm)’a —hâşa—şüphe nisbet edince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) tevazu' yolu ile:

«Biz şüphe etmeye İbrahim'den daha lâyıkız.» yani; biz bile şüpheye düşmedik; İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şüpheye düşmediği ise levveliyetle sabittir; diyerek bu vehmin önünü almıştır.»

İmâm Şafiî (rahimehüllah)’in da hadisi bu tarzde tefsir ettiği rivâyet olunur. Kâdî Iyâz: «İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın ölüleri dirilteceğinde şüphe etmemiştir. Lâkin diriltmenin ne şekilde olduğunu görerek kalbinin mütmein olmasını ve münâzeadan vaz geçmesini istemiştir. Diriltmenin vakî olacağını biliyordu. Keyfiyetini de görmek sûretile öğrenmeyi arzu etti. İlm-i yakıninin ziyadeleşmesi için sormuş olması da muhtemeldir. Çünkü ilimler kuvvet itibârile bir birinden farklıdırlar. İlmi yakından, ayne'l-yakme geçmek istemiş olabilir.» diyor.

Buraya kadar serd edilen kavillerden anlaşılıyor ki, Hazret-i İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem)’in suâli şüpheden neş'et etmiş değildir. O aynen müşahede sûretile ilmini arttırmak istemiştir. Elbet bir şeyi gözle görmek, nazarî olarak bilmekten daha müfiddir.

Teâlâ Hazretleri İbrahim (Aleyhîsselâm)’in kemâl-i imanını bildiği halde imanını bir daha ikrar ettirmek için:

«Benim ölüleri dirilteceğime inanmadın mı yoksa?» buyurmuş; İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem) de: «Yok inandım, ama kalbim mutmeinn olsun diye sordum.» cevabını vermiştir. Bu cevaptan sonra Teâlâ hazretleri Halîl-i Ekreminin arzusunu is'âf eylemiş ve ona dört tane kuş almasını emir buyurmuştur. Bu kuşların ne cinsden oldukları ihtilaflıdır, İbn Abbâs (radıyallahü anh)'a göre turna veya koğu kuşu, tavus, horoz ve güvercindir. Mücâhid ile Ikrime'ye göre: güvercin, horoz, tavus ve kargadır. Mücâhid'in İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyetine göre ise: Tavus, kartal, karga ve güvercindir. Daha başka kuş ismi söyleyenler de vardır.

ibrahim (Aleyhîsselâm) kuşları tutunca Teâlâ Hazretleri bunları kesip dörder parça yapmasını, sonra her parçayı bir dağa bırakmasını emir buyurmuş. İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu da yaptıktan sonra onları çağırması emrolunmuş, O da çağırmış. Bir de ne görsün! Her kuşun tüyü tüyüne, kanı kanma, eti etine doğru uçuyor,; kuşların bütün uzuvları yerlerine dönüyor... Böylece bir anda hepsi eski hallerine dönerek süratle Hazret-i İbrahim'in yanına gelmişler. Allah her şeye kaadirdir. Nitekim Bakara sûresinde bu hadiseyi hikâye eden âyet-i kerîmenin sonunda:

«Allah aziz ve hakimdir.» buyurarak her şeye kaadir her fi'linde de hikmetler bulunduğuna işaret etmiştir.

Hadisin Lût (aleyhisselâm)'dan bahseden cümlesine gelince: Hazret-i Lût (sallallahü aleyhi ve sellem) İbrahim (aleyhisselâm)'ın kardeşi oğludur. Ona iman etmiş; ve onunla beraber Mısır'a gitmiş; sonra yine beraberinde Şam'a dönmüş, oradan İbrahim (aleyhisselâm) Filistin'e giderek yerleşmiş. Hazret-i Lût (aleyhisselâm)'de şarkîl' Ürdün'e gitmiştir. Bilâhere Teâlâ Hazretleri kendisine de peygamberlik vererek onu Şam'la Hicaz arasında bulunan Sedum şehrine yakın Zügâr nahiyesine tabî' on iki karyeye peygamber göndermiştir ki, bunlara «Mü'te-fikât» derler. Mezkûr karyeler ahâlisi puta tapar, erkekleri şimdiki ingilizler gibi bir birlerile cinsî münasebette bulunur ve diğer rezaletlerin envâını irtikâb ederlerdi.

Lût Aleyhisselâm Kur'ân-ı Kerîm'in on yedi yerinde zikredilmiştir. Peşinen arzedeyim ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Lût (aleyhisselâm) hakkında «Allah Lût'a da rahmet eylesin!»buyurması onu tenkid değil takdirdir.

İltica ettiği ruknû şedîd yani muhkem istinadgâhdan murâd da Allah'dır. Mücâhid'e göre bundan murâd aşirettir. Ona göre her halde cümlenin mânası: Hazret-i Lût (aleyhisselâm) isteseydi aşiretine sığınırdı; ama o öyle yapmadı da Allah'a sığındı, demek olacaktır. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh): «Allah hiç bir peygamber göndermemiştir ki, onu kendi aşiretinden müteşekkil bir kuvvet içinde bulundurmasın» demiştir. Fakat Lût (aleyhisselâm)'ın bulunduğu yerde akraba ve kabilesinden kimse yoktu. Bu cihetle: «Ah...! benim akraba ve aşiretimden müteşekkil bir kuvvetim olsa size galebe çalmak için onlardan yardım alır; müsafirlerimi korurdum.» demiştir.

«Filhakika o pek muhkem bir istinâdgâha sığınıyordu.» cümlesi:

"Ah benim size karşı bir kuvvetim olsa yahud muhkem bir kalaya sığınsam! dedi." Hud sûresi, âyet: 80. âyet-i celîlesine muvafıktır.

Gerek hadis gerekse âyet-i kerîme meşhur Lût (aleyhisselâm) kıssasına işaret etmektedirler. Kur'ân-ı Kerîm'de hikâye buyurulan bu kıssanın hülâsası şudur: Lût (aleyhisselâm) Peygamber olunca kavmini imana ve kötülüklerden vaz geçmeye davet etmiş; fakat onlar vaz geçmek şöyle dursun işi daha da azıtmışlar. Nihayet Hazret-i Lût'a meydan okuyarak: «Doğru söylüyorsan bize Allah'ın azabını getir de görelim!» demişler. Bunun üzerine Lût (aleyhisselâm) Allah'a niyaz ederek onlara karşı galebe için yardım istemiş. Teâlâ Hazretleri bu duayı kabul etmiş; o kavmi ihlâk ve bir de İbrahim (aleyhisselâm)'a yeni doğacak bir çocuk müjdelemek için dört melek göndermiş, Melekler gayet yakışıklı delikanlılar kıyafetinde evvelâ Hazret-i İbrahim'e, sonra Hazret-i Lût'a gitmişler. Lüt (aleyhisselâm) onları görünce sıkılmış. Rivâyete göre karısı kavmine haber göndermiş; ve kavmi de koşup gelmişler. Öteden beri kötü ameller peşinde koşan bu heriflerin niyeti Hazret-i Lût'un misafirlerine de kötülük etmekmiş. Lût (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine çeşitli nasihatlarda bulunmuş; fakat mütecavizler aldırış etmemişler. Nihayet Cenabı Hak üzerlerine taş yağdırmış; ve o beldenin üstünü altına getirmiş, Hazret-i Lût ile bir kaç sadık mü'minden başka kurtulan olmamış. Hıyanet eden'karısı da mücrimlerle birlikte helâk olup gitmiş.

İşte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in beyan buyurduğu sözü Hazret-i Lût, misafirlerine sarkıntılık etmek isteyen bu azgın kavme söylemiştir.

Bu hadis hakkınca Tîbî şunları söylüyor: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu sözü söylemesi Hazret-i . Lût'un yardımcı hususunda küllî bir ümidsizlik ve şiddetli bir ye's içinde bulunmasındandır. Her halde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sö'ze şaşmış ve böyle bir sözün Hazret-i Lût'tan nâdir sudur edeceğine kanî olmuştur. Çünkü Hazret-i . Lût'un sığındığı rüknü şedîdden (Allah'dan) daha şedidi olamazdı.»

Nevevî de şöyle deditir: « Hazret-i . Lût misafirlerini kavminden korumak için Allah'a iltica etmeyi unutmuş olabilir. Yahut gönülden Allah'a iltica etmiş; misafirlere de Özür beyan etmiş ve sıkıldığını göstermiştir.»

Fakat Müslim sarihlerinden Übbi Nevevî'nin bu mütaleasına itiraz ediyor. Diyor ki; «Bu sözün mânası doğru olmamakla beraber garabeti' de meydandadır. Çünkü bu meselede ne Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tenkidde bulunmuştur; ne de Hazret-i Lût Allah'a ilticayı unutmuştur. Böyle bir şey yoktur.

Hazret-i . Lût'un bu sözü, misafirlerinin gönüllerini almak ve onlara âdete göre özür beyân etmekten ibarettir. Çünkü âdete göre müdafaa ancak kuvvet veya aşiretle olur. Hakikatte Hazret-i . Lût'un yaptığı bir lütfü kerem ve sahibini medhu senaya lâyık kılan güzel bir terbiyedir. Binaenaleyh Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in:

«Allah Lût'a rahmet eylesin.» demesi tenkid değil medihtir. Bu söz arapların kanuşmalarındakî âdetine göre söylenmiştir. Araplar konuşurken: «Allah Melik hazretlerini te'yid buyursun» «Allah emir hazretlerini islâh eylesin» gibi sözler kullanırlar...

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadisde Yusuf (aleyhisselâm) kıssasına da temas ederek:

«Eğer ben zindanda Yusuf'un kaldığı kadar uzun müddet kal saydım çağırana mutlaka icabet ederdim.» buyuruyor.

Bunun mânası: Yusuf (aleyhisselâm)'in yaptığı gibi berâetimi filân istemeye bakmaz; hemen hapisten çıkardım; demektir ki, bu söz Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm)'ın son derece sabırlı bir zât olduğunu takdirdir. Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz bunu da tevâzu'undan söylemiştir. Büyük bir zâtın tevazu' göstermesi onun şân ve mertebesini küçültmez; bilâkis daha yükseltir.

Bunu Hafız İbn Hacer-i Askalânî «Fethu’l-Bârî» nâm eserinde zikreder.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ins, cin ve melek dâhil, bütün mahlukaatın efdali olduğu icmâ-i ümmetle sabittir. Binaenaleyh zahiren onun bazı peygamberlerden veya hepsinden efdal olmadığını gösteren hadisler Ehl-i Sünnete göre tevâzuâ hamledilir.

Hazret-i . Yusuf (sallallahü aleyhi ve sellem)’in berâetini istemesi şöyle olmuştur. Mısır melikinin adamı gelerek kendisini serbest bırakmak istediği zaman Yusuf (aleyhisselâm) yedi sene yedi ay ve yedi gün mah-bus kalmasına rağmen sair mahkûmlar gibi sevinçle dışarıya fırlamamış: bilâkis gelen adama:

«Git efendine sor bakalım. Şu ellerini doğrayan kadınların hâli ne olmuş?..» diyerek, kendisini nahak yere zulmen hapsettiklerine hüccet getirmek istemiştir. İşte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu noktaya temasla; «Çağırana icabet ederdim» buyurmuş:

«Ve Yusuf'un yerine ben olsam bu derece sabır ve metanet gösteremez; bir an evvel hürriyetime kavuşmak için hemen dışarıya çıkar; berâ-etimi beklemezdim.» demek istemiştir. Bittabi bu söz tevâzuan ve nezâke-ten böyle söylenmiştir. Yoksa Hazret-i Yusuf (aleyhisselâm)'ın yerinde Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) olsa o da fazlasile sabru tehammül gösterirdi.

Hâsılı bu hadisde zikri geçen üç peygamberin üçü de tenzih, takdir ve tebcil Duyurulmuşlardır.

Bu hadisin ikinci tarikinde Müslim (rahimehüllah)'m: «Bana inşaallahu Teâlâ Abdullah b. Esma' rivâyet etmiştir...» demesine itiraz olunmuş; ve: Müslîmin şüphe ettiği bir hadis nasıl hüccet olur? denilmiş-se de Nevevî bu itiraza şöyle cevap vermiştir: «Bunu ilimden bi haber olan kabul etmeyebilir. Bu itiraz bâtıl bir hayaldir. Çünkü Müslim (rahimehüllah) bu hadisle ihticâc etmemiş; onu yalni2 mütâba'at ve şâhid olarak zikretmiştir. Evvelce de arzettiğimiz gibi hadis ulemâsı esas hadislerde göstermedikleri müsamahayı böyle hadislerde gösterirler.»