63 - Bir Müslümanın Hakkını Yalan Yere Yeminle Elinden Alan Kimsenin Cehennemle Tehdidi Bâbı 370- Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Said ve Ali Hücr toptan İsmail b. Cafer'den rivâyet ettiler. İbn Eyyûb dedi ki: Bii İsmâîl b. Ca'fer rivâyet etti. Dedi ki: Ala' — ki- Huraka'nın azadlısı İbn Abdirrahman'dır — Ma'bed b. Kâ'bes Selemî'den, o da kardeşi Abdullah b. Kâ'b'dan, o da Ebû Ünıame'den naklen haber verdi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her kim yemini ile bir müslümanın hakkım elinden alırsa o kimse Allah cehennemi vacip kılmış cenneti de haram etmiş demektir.» buyurmuşlar. Bunun üzerine bir zât: Pek az bir şey olsada mı Ya Resûlüllah, demiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Misvak ağacından bir çubuk dahi olsa (yine böyledir)» buyurmuş! 371- Bize bu hadisi Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ile İshâk b. İbrahim ve Harun b. Abdullah toptan Ebû Üsâmeden, o da Velid b. Kesirden, o da Muhammed b. Kâ'b'dan naklen rivâyet ettiler. Muhammed kardeşi Abdullah b. Kâ'b'i Ebû Ümamete’l-Hârisi'den o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işitmiş olarak bu hadisin mislini rivâyet ederken duymuş. 372- Bize Ebû Bekir b. Şeybe de rivâyet etti (Dedi ki): Bize Veki' rivâyet etti. H. Bize İbmi Nümeyr'den rivâyet etti (Dedi ki) Bize Ebû Muâviye ile Vekî' rivâyet etti. H. Bize İshâk b. İbrahim el-Hanzaü dahi rivâyet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Vekî' haber verdi. (Dedi ki): Bize A'meş, Ebû Vail'den, o da Abdullah'tan o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) naklen rivâyet etti. Buyurmuşlarki «Her kim yemin-i sabr ederek onunla — yalancı olduğu halde — bir müslümanın malını elinden alırsa Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u İlâhiyye çıkar.» Derken Eşa's b. Kays geldi. Ve: Ebû Abdurrahman size ne anlatıyor dedi. Oradakiler: Şöyle şöyle söyledi dediler. Eş'as (evet) Ebû Abdirrahman doğru söylemiş. Benim hakkımda âyet nâzil oldu. Bİr adamla aramızda Yemen'de (münakaşalı) bir yer vardı. Onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e dava ettim. «Beyyinen var mı?» diye sordu. «Hayır!» dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «O halde (hasınının) yemini (lâzım)» buyurdu. (Yemin istenildiği takdirde) «O yemin eder dedim.» O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her kim yemin-i sadr eder; onunla —yalancı olduğu halde— bir müslümanın malını elinden alırsa Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» buyurdular. Bunun üzerine: "Allah'a verdikleri ahd-ü peyman ile yeminlerini bir kaç paraya satanlar yokmu! İşte onlar için âhirette hiç bir nasib yoktur." İlâh... Âyet-i kerîmesi nail oldu. (Âl-i İmrân: 77) 373- Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Mansur'dan » o da Ebû Vail'den, o da Abdullah'dan naklen haber verdi. «Her kim bir şeye yemin eder de o yeminde yalancı olduğu halde onunla bir mal kazanırsa, Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» demiş; sonra A'meş'in hadisi gibi rivâyet etmiş. Yalnız o Şöyle dedi: Bir adamla aramızda bir kuyu yüzünden dava vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e davamızı arzettik; «Ya senin şahidlerin ya onun yemini!» buyurdular. 374- Bize İbn Ebî Ömer el-Mekkî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Cami' b. Ebû Râşid ile Abdülmelik b. A'yen'den rivâyet etti. Bunlar Şakîk b. Seleme'yi şöyle derken işitmişler. İbn Mes'ud'u dinledim şöyle diyordu: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken işittim. «Her kim hakkı olmadığı halde bir müslümanın matına yemin ederse, Allah'ın gazabına uğrayarak huzur-u ilâhiye çıkar.» Abdullah Dedi ki: Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize Allah'ın Kitabından bunun doğruluğunu tasdik eden şu âyeti okudu: «Allah'a verdikleri ahdüpeymân ile yeminlerini bir kaç paraya satanlar varya: İşte onlar için âhirette hiç bir nasip yoktur » (Âlî İmran: 77) 375- Bize Kuteybetü'bnü Said ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, Hammâd b. Seriy ve Ebû Âsim el-Hanefi rivâyet ettiler. Lâfız Kuteybe'nindîr. Dediler ki: Bize Ebû'l Ahvas Simak'dan, o da Alkametü'bnü Vâil'den, o da Babasından naklen rivâyet etti. Babası Şöyle dedi: Biri Hadramevt'den diğeri Kinde'den iki zat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e geldiler. Hadramevt'lı: — Yâ Resulâllâh, şu adam bana babamdan kalan bir yerimi gasb etti, dedi. (Kinde'lide): o benim elimde, ekip biçtiğim bir yerimdir; bunun onda hiç bir hakkı yoktur, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hadramevtliye: «Beyyinen var mı?» diye sordu. Hadramevt'li: «Hayır» dedi. «Öyle İse senin için onun yemini vardır.» buyurdular. Hadramevt'lî: «Yâ Resulâllâh, bu adam bir fâcirdir; verdiği yemine aldırış etmez; hiç bir şeyin günahından da sakınmaz» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ondan sana bundan başka bir şey yoktur.» buyurdu. Kindeli yemin etmeye gitti. O gidince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Dikkat edin! Eğer bu adam hakikaten şunun malını zulmen yemek için yemin ederse, huzur-i ilâhiye mutlaka Allah'ın hışmına uğrayarak çıkar.» buyurdular. 376- Bana Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim de hep birden Ebû'l-Velid'den rivâyet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Hişâm b. Abdilmelik rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Avâne, Abdülmelik b. Umeyr’den, o da Alkametü'bnü Vâîl'den, o da Vâil b. Hucr'dan naklen rivâyet etti. Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında idim. Derken ona, bir yer hakkında bir birlerinden davacı olan iki adam geldi. Biri: — Ya Resûlallah, bu adam cahiliyet devrinde benim yerimi gasb etti. dedi. (Konuşan İmrül Kays b. Abis el-Kindi; hasımda Rabiâtü'bnü İbdân'dır.) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Beyyinen (var mı?)» diye sordu, imriül Kays: «Beyyinem yoktur.» cevabını verdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Ötekinin yemini vardır.» buyurdu. İmriülkays: «Öyle ise o yemin eder.» dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Senin için bundan başka çare yoktur.» buyurdular. (O zât yemin etmek için ayağa kalkınca) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Her kim zalimlik ederek bir yer alırsa, huzuru ilâhiye, Allah'ın gazabına uğrayarak çıkar.» buyurdular. İshâk, rivâyetinde (Rabia'yı): «Rabîatü'bnü Aydan» diye zikretmiştir. Bu hadisi Buhârî «Kitâbü'l-Müzârea», «Kitâbü'l-Husûmât, “Kitâbü'r-Rehn», «Kitâbü'ş-Şehâdât», «Kitâbü't-Tefsir», «Kitâbü'l-isti'zân» ve «Kitâbü’l-Eymân ve'n-Nüzûr» da tahriç ettiği gibi Ebû Davut «El-Eyman ve'n-Nüzûr» da; Tirmizî «Büyü» da, Nesâî «Kaza» da, İbn Mâce dahi «Ahkâm» da biraz lâfız farkı ile tahriç etmişlerdir. Hadisin birinci rivâyetinde ismi geçen Ebû Ümâme (radıyallahü anh) Beni’l-Hars kabilesine mensub, Ensardandır. Onu meşhur Ebû. Ümâmete’l-Bahili ile karıştı rmamalıdır. Bu cihet ulema arasında ittifakı ise de ismi ve kabilesi hakkında ihtilâf vardır. Ebû Hatim er-Râzî, isminin Abdullah b. Sa'lebe olduğunu söylemiş; bazıları da Sa'lebetü'bnü Abdullah olduğunu ileri sürmüştür. Meşhur olan ismi İmâm Nevevî'nin de kaydettiği vecihle İyâs b. Sa'lebe'dir. Şâyan-ı dikkat ikinci bir nokta da bu" zâtın vefat tarihidir. Ashabı kirâmın hayatları hakkında yazılan eserlerin bir çûkunda bu zâtın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in. Uhud gazasından dönüşünde vefat ettiği: ve cenazesini bizzat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kıldığı zikrediliyor. Bu tarihe bakılırsa İmâm Müslim'in burada Abdullah b: Kâ'b dan rivâyet ettiği bu hadisin münkatî olması icabeder. Çünkü Abdullah b. Kâ'btâbi'indendir. Hicretin üçüncü yılında vefat eden bir zâtı görmesine imkân yoktur. Lâkin Hazret-i Ebû Ümâmenin vefat tarihi yanlıştır. Nitekim hadisimizin ikinci rivâyetinde Abdullah b. Kâ'b'in: «Bana Ebû Ümâme rivâyet etti» demesi, onu bizzat dinlediğinin açık ifadesidir. Vefatı hakkında gösterilen tarih doğru olsa onu İmâm Müslim, kitabına almazdı. Filvaki' İbn’l-Esir Üsdü-l'Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe adlı eserinde Hazret-i Ebû Ümâme'nin vefatı hakkında söylenenleri reddetmiştir. Hadisin bütün rivâyetlerinde sözü geçen yeminden murâd: Yalan yere edilen yemindir. Nitekim bazılarında «fâcir» bazılarında da «sabr» kaydile takyîd bu vurulmuştur. Sabır: Hapsetmek demektir. Yemin eden kimse kendini yemin için hapsettiği, yahud icâbında kendisini hâkim yemin için hapsettiği için ona bu isim verilmiştir. Bu babta Kâdi Iyaz şunları söylemiştir: «Yemin-i sabrın manası: yemin vermeye icbar etmek yahud yemin etmek cüretkârlığında bulunmaktır. Bu yeminin hadisde bu derece büyük gösterilmesi yemin-i gamûs olmasındandır. Zira yemin-i gamûs en büyük günahlardandır. Hem onda zahiren haramı helâl ve batılı hak göstermek sûretile şeriatın hükmünü değiştirmek vardır.-» El-Übbî Kâdî'nin bu sözleri üzerine şu müteleâyı naklediyor: «Şeyhimiz bu yeminle gâmus arasında fark görür; ve bunun ehass, gâ-musun eamm olduğunu söylerdi. Çünkü yemini gamûs bir hakkın elder alınmadığı yerlerde de yapılır. Binaenaleyh buradaki tehdidin ona şümulü olmadığı gibi gâsıb ve emsalile bir hakkı almaya da şümulü yoktur.: Hadisde yemine «fâcir» denilmesi, kinaye tarikiledir. Zira fücur yalar söylemenin lâzımdır. Fücur denilmiş; onun lâzımı olan yalan kasdedilmiş tir. Böyle bir yeminin cezası: cehennemin vâcib, cennetin haram olmasıdır «O kimseye Allah cehennemi vacip kılmış; cenneti haram etmi demektir.» cümlesinden murad —emsalinde de gördüğümüz vecihle— yi bu yemini helâl i'tikad edenlerdir; ve kâfir oldukları için ebediyyen cehennemde kalırlar. Yahut helâl i'tikad etmeyenlerdir. Bunlar bile bile yalan yere yemin ettikleri için Cehennem'e girmeyi hak etmişlerdir. Binaenaleyh Cennet'e doğrudan doğruya giren bahtiyarlarla beraber girma onlara haramdır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hakkı elinden alınan kimseyi müslüman olmakla takyid ederek: «Bir müslütnanın hakkını elinde alırsa-..» buyurması, gayrî müslimin hakkını helâl saydığı için değildi' Onun hakkını elinden almak da haramdır. Mefhûmu - muhalife kaail olanlarca bu cümlenin manası: «Müslümanın malını yalan yere yeminle elinden almak, Allah'in gazabına uğratacak derecede büyük bir günahtır: gayrî müsimin hakkını almak da haram ise de bu derece azabı icabettirecek derecede değildir.» demektir. Mefhum-u muhalifi delil kabul etmeyenlere göre; bu tevile hacet yokutur. Sonra elden alınan hakkın mutlaka maddî mal olması şart değildir. Hadd-i Kazif gibi şeyler de hakda dahildir. Kâdi Iyâz: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müslümanı ve tahsis zikretmesi, şeriatla muhatab olup onunla muamele gördüğü içindir. Yoksa gayrî müslimin hükmü başka olduğundan değildir. Bu babta onun hükmü de müslümanm hükmü gibidir.» diyor. Müslümanm malını haksız yere elinden almak için yalan yere yemin edenler hakkında hadisin bazı rivâyetlerinde: «Allah'ın gazabına uğrayarak haşrolunacaklar» denilmiş diğer rivâyetlerde Allah’ın kendilerinden yüz çevireceği beyan olunmuş; bu babta daha başka tabirlerde kullanılmıştır. Allahü teâlâ hakkında bunların hepsi «azap etmek» manasına mecazdır. Çünkü gadabm lügat manası: bir kimseden intikam almak için ona karşı kanın kaynamasıdır. Sehât ve i'razda öyledir. Binaenaleyh Allah hakkında hakiki manalarını murâd etmek muhaldir. Burada Kâdi Iyâz şöyle diyor: « İraz, gadab ve sehât kelimeleri, hadis olan şeyler hakkında kullanılırsa: başkasına fenalık etmek maksadile halin değişmesi manasına gelirler. Bu ise; Allah Azimüşşan hakkında muhaldir. Binaenaleyh bu kelimelerin üçü de Allah'ın kullarına azâb etmek istemesinden yahud fi'len azâb etmesinden yahud da onları zemmetmesinden kinayedir; ve üçü de ya zatın sıfatlarına yahut fi'lin sıfatlarına râcidir. Zatın sıfatlarından da irâde veya kelâm sıfatına râci' olurlar.» Übbî Kâdınin bu sözlerini izah sadedinde şunları söyler: «Zâtın sıfatları: Zâtla kâim olan manalardır. Yahut kâim olan manadan alınan manalardır. Âlimin Umden alınması gibi. «Fi'lin sıfatları: Zâttan başka bir manadan alınan manalardır. Hâhk ve Râzik gibi. Bunlar: halketmek ve rızk vermek manalarından alınmışlardır. Mezkûr kelimeler zâtın sıfatına verilirse kelâm ulemasının kitaplarındaki malumata göre oradan da irâde sıfatına râci olurlar. Kâdî burada kelâm. sıfatına da râci olduğunu söylemiştir. Çünkü bu sözler zemmetmekden kinaye de olabilirler demişti. Bittabi zemm kelâmdır.» Hadisin bazı rivâyetlerinde Eş'as'ın: «Yemen'de bir yerim vardı» dediği; bazılarında ise: «Bir kuyum vardı» ifadesini kullandığı; ve keza bir rivâyette davanın amcası oğlu ile, diğer rivâyette bir Yahûdi ile geçtiği görülmektedir. Zahiren bu rivâyetler bir birine münâfi görünse de hakikatte aralarında münâfat yoktur. Çünkü yerden maksad: kuyunun bulunduğu yerdir. Şu halde rivâyetlerin birinde kuyuyu, diğerinde kuyunun bulunduğu yeri zikretmiş demektir. Amcam oğlu dediği şahsın bir Yahûdi olması caizdir. Zira Yemen ahâlisinin bir kısmı Yahûdi idiler. Hatta Taberânî nin tahriç ettiği bir hadise göre bu hadisenin müteaddid olması ihtimali de vardır. Hazret-i Eş'as (radıyallahü anh) amcası oğlu Ma'dâm b. el-Esved b. Ma'dikerib'dir. İsminin Cerir olduğunu söyleyenler de vardır. Hadisde zikri geçen âyet-i kerîmenin sebebi nüzulü Eşas b. Kays kıssasidır. Fakat Buhârî onun nûzulu için başka bir sebeb nakleder. Ona göre bu âyet, bir adam pazarda malını satarken müşteriye: «Bu mala senin verdiğinden daha fazla verdiler.» diye yemin ettiği zaman nâzil olmuştur. Kelbi'ye göre sebebi nüzul: fakir ve muhtaç bir takım Yahûdi âlimlerinin Kâ'b b. Eşrefe başvurması hadisesidir. Kâ'b b. Eşref onlara Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ;in Tevrat'taki vasıflarını sormuş; onlar da onun Resûlüllah olduğuna şehâdet etmişler; bunun üzerine Kâ'b kızarak: «Allah sizi bir çok hayırlardan mahrum etmiştir.» demiş. Yahûdiler: «Dur acele etme, biz şaşırdık; o bizim dediğimiz sıfatta değildi» diyerek özür beyân etmişler. Kâ'b bundan memnun olarak onlara inf akda' bulunmuş. Bunun üzerine bu âyet nâziî olmuş. Daha başka sebeb gösterenlerde vardır. Âyet-i Kerîmedeki «ahd»dan murâd: yemindir. Ahdin hüküm itibarile beş vechi vardır: Bunların ikisinde keffâret lâzım gelir; ikisinde lâzım değildir. Birisi de ihtilaflıdır. Bir kimse: «Allah'a ahd boynuma borç olsun» dese, bu yemini bozduğu takdirde keffâret verir. Bunun yerine: «Allah'a va'd boynuma borç olsun» derse İmâm A'zam Ebû Hanife ile Mâlik'e göre keffâret yine lâzımdır. İmâm Şafiî'ye göre bu sözle yemin kasdetti ise keffâret lâzımdır; yemin kasdetmedi ise bir şey lâzım gelmez. «Allah'a ahdu misak boynuma borç olsun» diyen kimseye İmâm Mâlik'e göre iki dane keffâret lâzımdır: ancak bu sözle te'kid kasdeder-se o zaman bir keffâret vermek vacib olur. cümlesi ya mahzuf bir mübtedanın haberidir; ve: «Da’vânı isbât eden senin iki şahidin yahud onun yeminidir» demek olur; yahud mahzuf bir haberin mübtelâsıdır. Bu takdirde mana: «Senin iki şahidin veya onun yemini, davan için matluptur.» şekline girer. Râvinin: «Kindeli yemin etmeye gitti» demesinden yeminin başka yerde yapıldığı anlaşılıyor. Filvaki Kâdi Iyâz’ın beyanına göre yemin için hususi yer vardır. Medîne'liler için bu yer Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in minberidir. Yani yemin minberin yanında yapılır. Sait yerlerde yaşayanlar camilerde yemin ederler. Delili Râvinin buradaki beyanatıdır. Hattâbî yeminin cami'de minber yanında verilmesinin vücubuna kaaildir. Çünkü hâdise mescid-i Nebevide cereyan etmiştir. Kinde'li zâtın kalkması minberin yanına gitmek içindir: Maamafih bu istidlal cây-i te'emmül görülmüştür. Hanefîlere göre yemin, hâkimin huzurunda verilir. |