Geri

   

 

 

 

İleri

 

49 - (İnsanın Kendini Öldürmesinin Şiddetle Tahrimi... Bâbı)

313- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Etm Said el-Eşecc rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî' A'meş'den, o da Ebû Sâlîh'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti, Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Her kim kendini bir demir parçasile öldürürse, demiri elinde, onu karnına saplar bir hâlde cehennem ateşinde ebedî ve dâîm? olarak kalacaktır. Her ki mzehir içerde kendini öldürürse o kimse de zehirini cehennem ateşinde ebedî ve daimi kalarak İçecektir. Her kim bir dağdan yuvarlanır da kendini öldürürse o da cehennem ateşinde ebedî ve dâimi olarak yuvarlanacaktır.» buyurdular.

314- Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerir rivâyet etti. H.

Bize Said b. Amr el-Eş'asî de rivâyet eyledi.

(Dedi ki): Bize Abser rivâyet etti. H.

Baha Yâhyâ b. Habib el-Hârsi dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hâlid yânî İbn'l-Hâris rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be rivâyet eyledi. Bu râvilerin hepsi bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etmişler Şu'be'nin Süleyman' dan rivâyetinde: «Zekvandan dinledim dedi» ibaresi vardır.

Bu hadîsi Buhârî ile Tirmizî «Tıbb» bahsinde, Nesâî de «Cenâiz» de tahriç etmişlerdir.

Râvîlerinden yalnız Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) , Medine’li, diğerleri Küfe'lidirler. Hadisi birinci tarikde Vekî' A'meş' den rivâyet ettiği gibi ikinci tarikde Cerir, Abser ve Şu'be dahi ondan rivâyet etmişlerdir. İmâm Müslim'in: «Bu râvîlerin hepsi bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet ettiler.» Sözü ile işarette bulunduğu râvîler bunlardır. Ancak râvî A'meş müdeilistir; ve hadisi «an» edâtiyle rivâyet etmiştir. Müdellis bir râvînin ise «an» edâtiyle rivâyet ettiği hadisler hüccet olarak kabul edilemez. Meğer ki «an» ile kendisinden hadis rivâyet ettiği zâttan o hadisi dinlediği, başka bir yoldan sabit ola. İşte İmâm Müslim burada A'meş'in bizzat şeyhinden dinlediğini göstermek için: « Şu'be nin Süleyma'n'dan rivâyetinde (Zekvan'dan dinledim dedi) ibaresi vardır, demektedir. Süleyman'dan murad; A'meş'tir. Bu suretle hadisin isnadına bir diyecek kalmamış olur.

Hadis Buhârî'de takdim ve te'hirlidir; yani orada evvelâ dağdan yuvarlanan sonra zehir içen daha sonra kendini demirle öldüren zikredilmiştir.

Demirden murâd: bıçak, kılıç ve saire gibi şeylerdir. Haksız yere insan öldürmenin en büyük günahlardan olduğunu görmüştük. Burada intiharın da aynı hükümde olduğu üstelik cezanın amel cinsinden olacağı beyan buyurulmuştur. Binaenaleyh kendini demirle öldüren aynen intihar ettiği şekilde azab görecek, zehirle intihar eden cehennemde de zehir içerek cezalandırılacaktır.

Böylelerin cehennemde ebedî kalması, intiharı helâl i'tikad ettikleri takdirdedir. Helâl i'tikad etmeyenler hakkında cehennemde ebedî kalmak uzun müddet orada yanmaktan kinayedir. Müslim sarihlerinden El-Übbî şöyle diyor: «Cehennemde ebedî kalmak, intihar edenin cezası başka birini öldürmenin cezasından daha şiddetli olacağına işaret için de olabilir. Çünkü bu adam manî bulunduğu halde bu suçu işlemiştir. Nitekim ihtiyarın zina etmesi, hükümdarın yalan söylemesi de böyledir.

İntihar suçuna manî' olan şey insanın fıtratı icâbı canını sevmesidir. Sonra intiharın, düşman öldürecek zannîyîe kendini öldüren kimse ile tahsisi gerekir. Cihad bahsinde; (Düşman, müslümanların gemisini yakarsa gemide olanlara kendilerini denize atmaları caizdir. Çünkü bunlar ölümden Ölüme kaçmışlardır.) denilmiştir. Rabîâ bunu ancak kurtuluş ümidi olanlara caiz görmüş, ümidi olmayan kendini öldürmesin; Allah’ın takdirine sabretsin demiştir...»

Bu mesele Hanefi İmâmları arasında da ayni şekilde ihtilaflıdır. İmâm A'zam'a göre gemidekiler sabrederek yanmakla denize atlayıp boğulmak arasında muhayyerdirler.

Kâdî Iyaz diyor ki: «Bu hadis: «kaatil öldürdüğü şeyle kısas olunur.» diyen İmâm Mâlik'in delilidir. İmâm Mâlik bu hususta Teâlâ Hazretlerinin âhirette vereceği cezaya ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yahudî ile Uraniyyine verdiği hükme uymaktadır.»

Filhakika Yahûdinin biri, bir cariyenin başını iki taş arasında ezerek öldürmüş; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yahudînin de aynî şekilde (yani başı iki taş arasında ezilerek) öldürülmesine hüküm vermişti. Uraniyyîn denilen kabile, bir çobanı fecî' şekilde öldürmüş ve bazı uzuvlarını kesmişlerdi. Onların da ayni şekilde Öldürülmek suretiyle kısas edilmelerini emir buyurmuşlardı. İmâm Mâlik'in aklî delili de: bir suçu misliyle cezalandırmanın o suçtan vaz geçirme hususunda daha te'sirli olmasıdır. Hudûd-i şer'iyye ise zâten suç işlemekten men' etmek için meşru' olmuşlardır.

Lâkin Muhammed el-Übbî bu istidlale i'tiraz etmiş ve: «Bununla bu meseleye ihticâc edilemez: Çünkü Allah'ın fi'line kıyas edilmiş olur. Allahü teâlâ'nın fi'iline kıyas ise doğru değildir. Zira O'nun fiilleri ta'lil edilemez. Kıyas ancak Allah’ın hükümlerine yapılır.» demiştir.

Şâfiilere göre eğer meşru' fiilse kısas, suçlu şahsın fiilinin mislile yapılır. Şayed bununla ölmezse boynu kesilir. Zira kısas müsavat üzerine meşru' kılınmıştır. Hanelilere göre ise kılıçla yânı silahla yapılır.

Cumhûru ulemaya göre intihar eden kimsenin cenazesi kılınır. Yalnız Hanefîlerden İmâm Ebû Yusuf'a göre kılınmaz. Halîfe Ömer b. Abdilâziz ile Evzâîye göre ise mekruhtur.

315- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muâviyetü'bnü Sellâm b. Ebî Sellâm ed-Dimeşkî, Yahya b. Ebî Kesir’den naklen haber verdi. Ona da Ebû Kılâbe haber vermiş. Ona da Sabit b. Dahhâk kendisinin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ağacın altında bey'at ettiğini; ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Her kim İslâmdan başka bir din nâmına yalan yere yemîn ederse o kimse dediği gibidir. Ve kim bir şeyle kendini öldürürse kıyamet gününde o nesne ile azab olunur. Bir kimsenin Mâlik olmadığı bir şeyi nezretmesi mu'teber değildir.» buyurduğunu haber vermiş.

316- Bana Ebû Gassân el-Mismâi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muâz — ki İbn Hişamdır — rivâyet eyledi. Dedi ki, Bana babam Yahya b. Ebî Kesîr'den rivâyet etti.

Dedi ki: Bana Ebû Kılâbe Sabit b. Dahhâk'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Kişinin Mâlik olmadığı hususatta nezir yapması mu'teber değildir. Mü'mine lânet etmek onu öldürmek gibidir. Her kim dünyada kendini bir şeyle öldürürse kıyâmet gnünde o şeyle azâb olunur. Her kim malını çok göstermek için yalan yere bir şey iddia ederse Allah onun malını daha ziyâde azaltmaktan başka bir şey yapmaz. Bir de her kim yalan yere bir şeye yemin-i sabr ederse (o da öyledir.)» buyurmuşlar.

317- Bize İshâk b. İbrahim İle İshâk b. Mansûr ve Abdülvâris b. Abdissamed hep birden Abdüssamed b. Abdilvâris'den, o da şu'beden, o da Eyyûb'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da Sabit b. Dahhâk el-Ensârî'den naklen rivâyet ettiler. H.

318- Bize Muhammed b. Râfi'de Abdürrazzâk'dan, o da Sevri'den, o da Hâlid el-Hazza'dan, o da Ebû Kilâbe'den, o da Sabit b. Dabhak'dan işitmiş olmak üzere rivâyet etti. Sabit Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Her kim İslâmdan başka bir dîn nâmına yalan yere kasden yemin ederse, o kimse dediği gibidir. Her kim kendini bir şeyle öldürürse Allah onu cehennem âteşinde o şeyle azâb eder.» buyurdular. Süfyanın hadisi budur. Şu'be'ye gelince: Onun hadisi şöyledir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Her kim İslâmdan başka bir dîn nâmına yalan olarak yemin ederse, o kimse dediği gibidir. Ve her kim kendini bir şeyle keserse, kıymet gününde de o şeyle kesilir.» buyurdu.

Bu hadisi İmâm Buhârî «Kitabü’l-Edeb» ve «Kitabü’l-cenâiz» de, Ebû Dâvud «Kitâbü'l-Eymân ve'n-Nüzûr» da, Tirmizî ile Nesâî aynî babda, İbn Mâce «Kitabü’l-Kettârât» da tahriç etmişlerdir.

İmâm Müslim'in İshâk'lardan dinlediği rivâyet de«... Şu'be'den o da Eyyûb'dan o da Ebû Kılâbe'den, o da Sabit b. Dahhâk el-Ensâr i'den, dedikten sonra isnadı değiştirerek: «Sevri'den, oda Hâlid el-Hazzâ'dan, o da Ebû Kılabe’den, o da Sabi t'ten naklen rivâyet etmiştir.» demesi, kendinin ve diğer muhaddislerin âdeti hilâfına cereyan etmiş; ve söz biraz uzamıştır. Âdeti iktizası isnadı evvelâ Ebû Kılâbeye kadar zikredecek, sonra ikinci tarikin râvilerini sıralayacak ve sırası gelince Sabit b. Dahhâk (radıyallahü anh)’ı orada zikredecekti. Birinci tarikde onu zikretmeye lüzum yoktu. Bunun sebebi şudur:

Birinci rivâyette Şu'be Hazret-i Sabitin nesebini yânı Ensârî olduğunu zikretmiş; ikinci rivâyette ise nesebi zikredilmeden sâdece: Sabi b. Dahhâk denilmiştir. İşte Hazret-i Sabit'in nesebini göstermiş olmak için Müslim (rahimehüllah) onun ismini her iki tarikde ayrı ayrı zikretmiştir.

Hazret-i Sâbit'in bahsettiği bey'at «Bey'at-ı ridvân» nâmile meşhurdur. Mezkûr bey'at Mekke-i Mükerreme'ye sekiz mil mesafede bulunan Hudeybiye'de büyük bir ağacın altında olmuştur. Fahr-i kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz «ömre» denilen küçük haccı eda etmek için (1400) kişilik bir kafile ile Mekke-i Mükerreme'ye gidiyordu. Fakat Kureyş kâfirleri Mekke'ye girmesine mâni' oldukları için Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Osman'ı Kureyş nezdine gönderdi ise de onun da öldürüldüğü söylentileri geliyordu. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlarla harbe hazırlandı. Ashâb-ı kirâm Ölünceye kadar harb edeceklerine cenk meydanından kaçmayacaklarına bey'at ettiler; söz verdiler. Neticede müslümanlarla Mekke müşrikleri arasında bir sulh muahedesi imzalandı. Bu muahede İslâm tarihinde «Hudeybiye Müşahhası» nâmîle meşhurdur.

Hadis-i Şerif de geçen «millet» sözünden murâd: dindir. Çünkü Örf en millet sözünden: Allahü teâlâ'nın, Peygamberleri vasıtasile kullarına meşru' kıldığı şey kasdedilir. Ancak mecazen bâtıl dinlerede ıtlak edilerek: «Küfür bir millettir- denilir; ve: «Küfür dinlerinin hepsi bir yoldur» ma'nası kasdedilir. Millet kelimesi örfen hak dine mahsus olduğu için bâzı kelâm uleması ehl-i sünnetin mezhebini naklederken: «milliler Şöyle deditir...» ifâdesini kullanırlar.

İslâmdan başka bir din nâmına yalandan yemin etmek: «hırıstîyanlık hakkı için bu işi ben yapmadım.» yahud: «Bu işi yaparsam yahudî olayım.» gibi sözlerle olur. Buradaki yalanın dine de yemin edilen fi'le de aid olması muhtemeldir. Dine aid olduğu takdirde ma'na: «kendisile yemin ettiği dini ta'zim hususunda yalancı olduğu halde İslâmdan başka bir dinle yemin ederse...» demek olur. Yemin edilen fi'le aid olursa: «yalandan ben yapmadım derse» ma'nasına gelir.

Ancak burada haklı olarak şöyle bir i'tiraz vârid olabilir. İslâm'dan başka bir din namına yemin ettikten sonra yeminin sahih veya yalandan olmasının bir farkı yoktur. Hadisde yalancı olarak diye kayıdlan-ması bir kayd-ı vukûıdir; yânı ekseriyetle böyle yeminler yalan yere yapıldığı içindir. Bu i'tirazm cevabı şudur: doğru yeminin çirkinliği nisbe-ten daha hafiftir. Yalan yeminde ise bu çirkinliğe bir de haram olan yalan eklenmektedir. Hakikatta zemm, kasdî olarak bâtıl bir dîni ta'zîm için onunla yemin etmeye müteveccihtir. Buradaki (Kasdî) tâbiri yalan hakkında cumhûru ulemanın kavline delildir. Zîrâ onlara göre yalan: Kasdî olsun olmasın vakıa uymayan haberdir. Eğer yalan olmak için kasıd şart olsaydı burada onu zikretmezdi.

Kurtubî diyor ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in «kasden» ta'birile İslâmiyete mugayir olan o dine ta'zim i'tikad eden kimseyi murad etmiş olması muhtemeldir. Bu takdirde o adam hakikaten kâfir olur. Lafız da zahirî ma'nası ile kalır.

«O kimse dediği gibidir.» yânı onun hakkında verilecek hüküm söylediği söze göre olur. Hadisin zahirine bakılırsa: «şu işi yaparsam yâhudi ve ya hıristiyan olayım» diyen kimsenin mücerred bu sözü söylemekle küfrüne hükmetmek lâzım gelirse de küfrün yeminden döndükten sonra lâzım gelmesi de ihtimal dahilindedir. Çünkü Hazret-i Büreyde’nin merfû' olarak rivâyet ettiği bir hadisde şöyle buyurulmuştur:

«Her kim: ben İslâmiyetten heriyim derse (bakılır) eğer bunu yalan olarak söyledi ise; o kimse dediği gibidir. Ama doğru söyledi ise; bir daha İslama salim olarak dönmez.» Binaenaleyh en doğru hareket tafsilâta gitmektir. Eğer bu adam söylediği dinî ta'zim kasdile zikrederse kâfir olur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in

«Her kim AMahdan başkası namına yemin ederse muhakkak küfretmiştir.»

hadisi de bu mânâya halledilmiştir. Mezkûr hadisi Hâkim rivâyet etmiş ve: «şeyhaynin şartları üzere sahihtir.» demiştir.

Şayed ta'likın hakikatim kasdetmişse bakılır; eğer küfürle mevsuf olmaya murad etmişse bu sözle kâfir olur. Zira küfrü istemek küfürdür. Söylediğinden uzak olmayı murad etmişse kâfir olmaz.

Acaba böyle bir sözü söylemek haram mıdır değil midir? Bu mesele hakkında Kastalânî: «Meşhur olan kavle göre tenzîhen mekruhtur, Mendûb olarak kelime-i şehadet getirmeli yânı: « Allah'dan başka ilâh yoktur; Muhammed Resûlüllah'dır demeli; Allah'a istiğfar etmeli ve yemini mün'akid olmamalıdır.» diyor.

«O kimse dediği gibidir» sözünden tehdîd ve mubâleğa kasdedilmiş de olabilir. Bu takdirde o kimseye kâfir hükmü verilmiş değil, dinleri nâmına yemin ettiği kimselerin azabı gibi bir azabı hak ettiğine işaret buyurulmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in:

«Her kim namazı terk ederse muhakkak küfretmiştir.» hadis-i şerifi bu kabildendir. Bundan murad, hakikaten kâfir olmuş değil, kâfire verilen cezayı hak etmiştir, demektir. Çünkü namazı terk eden onu kılmamayı helâl i'tikad etmedikçe kâfir olmaz; yalnız pçk büyük bir günah işlemiş olur.

İbn Battal: «O kimse dediği gibidir.» yânî yalancıdır; kâfir değildir. Bu sözle İslâmdan çıkıp yemin ettiği dine girmez. Çünkü bu adam i'tikad ettiği şeyi söylemedi. Binaenaleyh kâfir değil yalancı olması icâbeder. Bu hadisde yalan yere yemin etmiş olması şart kılındığına göre şayed biri çıkar da İslâmdan başka bir dîn nâmına doğruya yemin etmenin mubah olacağını zannederse kendisine mesele senin vehmettiğin gibi değildir diye cevap verilir. Çünkü Allah'dan başkası namına yemin etmekten Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) mutlak, surette nehyetmiştir. Şu halde bu babda yalan söyleyenle doğru söyleyen müsavidir.» demiştir.

Kirmanı ise: «O kimse dediği gibidir» ifadesi; o İslâmdan başka bir dindedir demektir. Zira bir şeyle yemin etmek onu ta'zimdir, demiş. Sonra: «Anlaşılan bu söz bir te'kiddir.» sözünü ilâve etmiştir.

İbn'l-Cevzî şöyle demektedir: «Yemin eden kimse ancak kendince büyük olan bir şeye yemin eder. Küfür dinlerinden birine ta'zîm i'tikadinda bulunan bir kimse kâfirlere benzedi demektir.» İbn'l-Cevzi'nin bu sözü üzerine Aynî: «hakikaten küfretmiştir; benzemek ondan aşağıdır.» diyor.

Muhakkik ulemadan Sa'deddin Teftâzânî ve başkaları: «şu işi yaparsam hıristiyan olayım.» diyen kimsenin küfrüne kaail olmuşlardır.

«Bir kimsenin Mâlik olmadığı bir şeyi nezretmesi mu'teber değildir.» Meselâ: «şu işim şöyle olursa filânın kölesi âzad olsun yahud karısı boş olsun» dese bir şey lâzım gelmez. Yalnız İbn Ebî Leylâ bir zamanlar bu suretle nezreden köle azadının zengin için cevazına kaail olmuşsa da sonra bu sözünden dönmüştür. Ancak böyle bir şeyi milke ta'lik eder de meselâ: «filân köleye malik olursam âzad olsun» derse mesele ihtilaflıdır. İmâm Şafiî'ye göre şart umumî olsun hususî olsun bir şey lâzım gelmez. İmâm-ı A'zam Ebû Hanife'ye göre her iki surette de ta'lik sahihtir. İmâm Mâlik'e göre şart umumi olursa meselâ: «her hangi bir kadınla evlenirsem boş olsun» derse ta'lik sahihtir. Evlendiği takdirde kadın boş olur. Fakat: «filân kadınla evlenirsem...» diyerek şartı hususileştirirse bu hususta Mâlikden İki rivâyet vardır, meşhur rivâyete göre ta'lik sahih olur. Diğer rivâyete göre Şâfîî ile beraberdir.

Hadis-i Şerif İmâm Şâfîî'nin delilidir.

«Mümine lanet etmek onu öldürmek gibidir.» Buradaki teşbih günah hususundadır. Bazıları: «haram olması hususundadır.» demişlerdir. Teşbihin vechi şudur: mü'mini öldürmek onu nasıl tasarruftan kat' ederse lanet etmek de rahmetten kat' eder. Bazıları: «mü'mini öldürmek nasıl müslümanlarm sayısını azaltırsa lâ'net etmek de onu mü'minler arasından çıkarmak ve binnetice sayılarını azaltmaktır.» demişlerdir. Lâ'net etmek: «Allah lâ'net etsin, Allahın lâ'netinde ol.» gibi sözlerle olur. İbn Arafe: «bu gibi sözler te'dib maksadile söylenirse hadisin şümulüne girmez.» dermiş.

«Her kim malını çok göstermek için yalan yere bir şey iddia ederse Allah onu daha ziyade azaltmaktan başka bir şey yapmaz.» Bu cümle bazı esas nüshalarda: şeklinde rivâyet edilmiştir ki:

«malı büyük ve çok goünsün diye» ma'nasınadır. Yânı manâ i'tibârüe iki rivâyet arasında fark yoktur.

Kâdî Iyâz diyor ki: «Bu ifâde, insanın kendinde olmayan bir şeyi. varmış gibi gösterme hususunda her iddiaya âmm ve şâmildir. Malı yokken kendini zengin göstermek, soyunu büyük tanıtmak, âlim değilken âlim görünmek gibi.

Böylesinin davasında onmayacağım Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirmiştir. Bil'âkis maksadının nakîzile mukabele görürde malın bereketi olmaz; soyunun alçak olduğu, kendisinin cahilliği meydana çıkarak rezîl olur.»

Hadisin bu cümlesi dünya umuruna aid de olsa riyadan sakınmayı âmirdir.

Yemin-i sabra gelince: Sabr, habsetmek, mecbur etmek ve cür'etkâr olmak ma'nâlanna gelir. Yemin bu üç ma'nanm her birile tavsif oluna bilir. Zira yemin, sahibini eda için hapseder. Hâkim icâbında cebren yemin ettirir. Bazı kimseler yemin etmek cür'etinde bulunurlar. Nevevî yemin-i sabrı: Yemin eden kimsenin hakim huzurunda vermeye mecbur olduğu yemindir» diye ta'rif eder.

Cümlede şartın cevabı zikredilmediğine göre bu cümle ondan önceki şart cümlesi üzerine ma'tuf olabilir. Bu takdirde ma'na: sabran yemin edenin de Allah ancak malını azaltır demek olur. Maamafih cevabın hazfedilmiş olması da muhtemeldir. Ve ma'na şöyle olur: «Sabran yemin eden kimse Allah'a, onun hısımına uğramış olarak kavuşur.» Nitekim bu ma'nada bir hadis de vardır.

319- Bize Muhammed b. Râfî ile Abd b. Humeyd hep birden Abdürrazzâk'dan rivâyet ettiler. İbn Râfî' dedi ki: Bize Abdürrazzak rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zühri'den, o da İbn'l-Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi.

Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'îe- birlikde Huneyn'de bulunduk, Müslüman adile çağırılan bir adam için: «Bu adam cehennemliktir.» buyurdular.

Harb yerine vardığımız zaman o adam şiddetle çarpıştı: ve yaralandı. Müteakiben: Yâ Resûlüllah, demin kendisi için «cehennemliktir» dediğin adam bu gün şiddetli bir cenk çıkardı ve Öldü; dediler. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (yine): «Cehenneme!» buyurdular.

Bazı müslümanlann şüpheye düşmesine ramak kalmıştı. Onlar bu hâl üzerine iken birden adamın ölmediği, lâkin ağır surette yaralandığı söylendi. Akşam olunca adam yaralar (m acısın) a dayanamayarak kendini öldürmüş. Bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e haber verdiler. Bunun üzerine:

«Allah Büyüktür. Şehâdet ederim ki ben Allahın kulu ve Resûlüyüm.» buyurdular.

Sonra Bilâle emir verdi. O da cemaatin içinde: «Müslüman kişiden başka cennete kimse giremez. Filhakika Allah bu dinî fâcir bir adamla da ta'zîz eyler.» diye nida etti.

320- Bize Kuteybetü'bnü Sâid rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ya'kub —ki bu zât araplarm bir kabilesi olan Kaara'ya mensuptur. Abdurrahman'ın oğludur— Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd es-Sâidî’den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) müşriklerle karşılaşarak harb etmişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) askerinin karargâhına, ötekiler de kendi karargâhlarına döndükleri vakit Resûlü İlâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashabı arasında bir adam bulunuyormuş ki, bu adam düşman ordusundan ayrılan bir nefer gördü mü peşine düşüyor ve kılıcı ile (boynunu) vurmadan bırakmıyormuş. Bunun üzerine ashâb:

Bu gün bizden hiç birimiz filân kadar yararlık gösteremedi; demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ;

«Dikkat edin, o adam muhakkak cehennemliktir.» buyurmuşlar, bunun üzerine cemaattan bir zât:

— Ben daima onun yanında bulunacağım demiş; ve hemen onunla birlikte çıkmış. O durdukça bu da duruyor; o hızlandı mı bu da onunla beraber hızlanıyormuş. Derken adam ağır şekilde yaralanmış. Ve çabuk ölmek isteyerek kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da iki memesinin arasına dayamış. Sonra kılıcının üzerine yüklenerek kendini öldürmüş. Artık beraberinde giden zât da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in huzuruna çıkarak; Şehâdet ederim ki sen Allah'ın Resûlüsün demiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)

«Ne o?» deyince:

— Demin cehennemlik olduğunu söylediğin adam yok mu, cemaat onun meselesini büyüttüler. Ben de onlara: Ben sizin için onu ta'kib ederim, diyerek onu aramağa çıktım. Nihayet ağır surette yaralandı ve çabuk ölmek isteyerek kılıcının kabzasını yere, sivri ucunu da memelerinin arasına dayadı. Sonra da üzerine yüklenerek kendini öldürdü, demiş. O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şunları söylemiş:

«Filhakika bazen adam cehennemlik olduğu halde görünürde ehl-i cennetin yaptığını yapar. (Bazan da) adam cennetlik olduğu halde insanların gözleri önünde cehennemliklerin yaptığını yapar.» buyurmuşlar.

321- Bize Muhammed b. Rafı' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Züyki bu zât Muhammed b. Abdillâh b. Zübeyr'dir — rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şeybân rivâyet etti.

(Dedi ki): Hasan'ı şunları söylerken işittim: Sizden Önceki ümmetlerden bir adamda yara çıkmış. Yara kendisini rahatsız etmeğe başlayınca tirkeşinden bir ok çıkararak onu yarmış. Derken kan dinmemiş. Nihayet adam ölmüş. Rabbınız:

«Ben ona cenneti haram ettim» buyurmuştur. Bundan sonra Hasan elini mescide doğru uzatarak: «Vallahi bu hadisi bana Cündüb şu mescid-de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet ettU dedi.

322- Bize Muhammed b. Ebi Bekr el-Mukaddemî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Vehb b. Cerîr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Hasanı şöyle derken işittim: Bize Cündeb b. Abdillâh el-Becelî şu mescidde rivâyet etti. Bir daha unutmadık. Cündeb'in Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in üzerinden yalan uydurmuş olacağından da korkmuyoruz. Cündeb dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ;

«Sizden önceki ümmetlerden bir adamda bir çıban çıkmış...» buyurdular. Arkasından hadisi yukarıda geçen hadis gibi rivâyet etti.

İntihar Hadisi müttefekun aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbü’l-Cihâd» ve «Kitabü'l-Meğâzî» de tahriç etmiştir.

Mualim'in Muhammed b. Râfi'den dinlediği Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) rivâyetinde vak'anm Huneyn gazasında cereyan ettiği bildiriliyorsa da Zebîdî'nin rivâyetinde Hayber'de geçtiği zikredilmiştir. Kâdî Iyâz: «doğrusu Hayber dir» demiştir.

İntihar eden adamın ismi Ebû'l-Gaydâk Kuzmân ez-Zaferi 'dir. Bu adam Ensar'dan Beni Zafer kabilesine mensub idi. Onun peşine düşerek halini anlamak için beraberinde gezen zâtın da Ektem b. Ebî’l-Cevn (radıyallahü anh) olduğu söylenir.

Bedrüddin Aynî'nin beyanına göre Kuzmân münafıklardan imiş. Uhud Gazasına iştirak etmediği için kadınlar kendisini ayıplamış; ve: «sen bir kadından başka bir şey değilsin» demişler. Bunun üzerine Hayber gazasına iştirak etmiş ve harpde ilk oku o atmış. Sonra çarpışırken kılıcının kını kırılmış; ve «Ey Evs oğulları soyunuz şerefine cenk edin.» diye na'ra atmıştır. Harbde yanına Katâdetü'bnü Nu'man gelmiş ve ona; «Şehidliğin mübarek olsun» demiş. Fakat Kuzmân: -Vallahi ben hiç bir dîn nâmına cenk etmedim. Ben ancak arımdan dolayı cenk ettim.» diye mukabele etmiş; sonra kendini Öldürmüş. Bundan dolayı da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Filhakika Allah bu dinî fâcir bir adamla dahi aziz eyler.» buyurmuştur.

Bazı müslümanların şüpheye düşmelerine ramak kalması Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hak peygamber yahud müslümanlığın hak dîn olup olmadığı hususunda dır.

Hadisin ikinci rivâyetinde geçen «şâzze» kelimesinin ma'nasi: cemaatten ayrılan demektir. Buhârîde bu kelime il birlikte «fâzze» ta'biri de kullanılmıştır. Fâzze: Cemaate hiç karışmayan ma'nasına gelir Hattabî diyor ki «Şâzze: Cemaatin içinde iken sonradan onlardan ayrılandır. Fâzze ise; hiç cemaate karışmayan demektir. O adamı bu kelimelerle tavsifden murâd: karşısına çıkanı yok ettiğini anlatmaktır.»

Dâvûdî, Şâzze ve fâazenin büyük ve küçük maniaya göğüs germek ma'nasına geldiğini söyler. Bu kelimeler mahzuf (neşeme) nin sıfatıdırlar.

Neşeme: Can demektir. Sonlarındaki (Tâ) ların allâme ve nessâbe kelimelerinde olduğu gibi mubâlega için getirilmiş olması muhtemeldir.

«Filhakika bazen adam cehennemlik olduğu halde görünürde ehl-i cennetin yaptını yapar...» ifadesi üzerine kirmanı şöyle bir bir mutâlea serdet-mektedir: «İnsan öldürmek bir ma'siyettir. Halbu ki kul ma'siyet sebebile tekfir edilemez; binaenaleyh intihar eden bu adam cennetliktir; çünkü mü'-mindir; dersen ben de derim ki:

İhtimâl Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vahî suretile onun mü'min olmadığım yahud kendini öldürmeyi helâl i'tikâd ederek dinden döneceğini bildirmiştir. Yahut onun cehennemlik olmasından murad: evvelâ cehenneme girip sonra çıkan âsilerden mâdûd olmasıdır.»

Lâkin Aynî, Kirmanı'nin bu mutâleasım beğenmemiş; ve: «Eğer Kirmanı bu adamın münafıklardan mâdûd olduğunu yahud (ben hiç bir dîn nâmına cenk etmedim) dediğini bilseydi bu terdidlerle uğraşmazdı.» demiştir.