Geri

   

 

 

 

İleri

 

48 - Elbise Eteğini Yerde Sürümenin, İhsani Başa Kakmanın, Mali Yeminle Satmanın Ağır Şekilde Haram Kılındığını, Kıyâmet Gününde Allehın Kendilerile Konuşmayacağı, Bakmayacağı ve Temize Çıkarmayacağı, Kendilerine Elim Azab Olan Üç Kişiyi Beyan Bâbı

306- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. el-Müsennâ ve İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer, Şu'beden, o da Aliy b. Müdrik'deri, o da Ebû Zür'a'dan, o da Hareşetü'bnü'l-Hurr'den, o da Ebû Zerr'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Üç kişi vardır ki, kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak, onları tezkiye de etmiyecektir. Hem onlar için elim bir azâb vardır.» buyurmuşlar.

Râvî

Dedi ki:

«Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları üç defa okudu.» Ebû Zerr:

— Adları batsın! Umduklarına ermesinler! kim onlar ya Resûlüllah? demiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Elbisesini (kibirinden) yerde sürükleyen, verdiğini başa kakan ve ticaret malına yalan yere yeminle revaç verendir» buyurmuşlar.

307- Bana Ebû Bekr b. Hallâd-i Bâhilî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yahya —ki el-Kattândır— rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süleyman El-A'meş, Süleyman b. Müshir’den, o da Hareşetü'bnü’l-Hurr'dan, o da Ebû Zerr'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet eyledi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Üç kişi vardır ki, kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmayacaktır: Başa kakmadan hiç bir şey vermeyen mennân, malına yalan yere yeminle revâc veren ve elbisesini sürükleyen.» buyurmuşlar.

308- Bu hadisi bana Bişrü'bnü Hâlid de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed yânî İbn Ca'fer, Şu'be'den rivâyet etti.

Dedi ki: Ben Süleyman'dan bu isnâdla dinledim, ve:

«Üç kişi vardır ki, Allah onlarla konuşmaz; Onlara bakmaz; onları tezkiye etmez; hem onlara elim bir azâb vardır.» dedi.

309- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Veki' ile Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre

Dedi ki:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Üç kişi vardır ki. Kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmaz. Onları tezkiye de etmez. (Ebû Muâviye: ve onlara bakmaz; demiş.) hem onlara elim bir azâb vardır. Bunlar: zina eden ihtiyar, yalancı devlet reisi ve büyüklenen fakirdir.» buyurdular.

310- Bize Ebû Bekr İbn Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Bu hadis Ebû Bekr'indir. Dedi ki. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Üç kişi vardır kif kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmaz; onlara bakmaz; onları tezkiye etmez. Hem onlara elim bir azâb vardır. Bunlar:

1 - Kırda fazla suyu olup da onu yolcuya vermeyen,

2 - İkindiden sonra bir kimseye bir mal satan ve o malı (kendim) şu şu kadar aldım diye Allah'a yemin ederek müşteri kendisine inanan, halbuki hakikat bunun hilâfına olan;

3 - Bir büyüğe yalnız dünyalık için bey'at eden, dünyalık verirse sözünde duran, vermezse durmayan kimselerdir.» buyurmuşlar.

311- Bana Züheyr b. Harb da rivâyet etti.

Dedi ki: Bize Cerir rivâyet etti. H.

Bize Said b. Amr el-Eş'asî dahi rivâyet eyledi.

(Dedi ki): Bize Ab-ser habei verdi. Bunların her ikisi de A'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini rivâyet etmişler, şu kadar ki Cerir'in hadisinde:«ve bir kimse ile bir malın pazarlığını yapan...» cümlesi vardır.

312- Bana Amru'n-Nâkid dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân, Amr'dan, o da Ebû Salîh'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ve: (zannederim merfu' olacak) dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Üç kişi vardır ki, Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacaktır. Hem onlara elim bir azâb vardır. Bunlar: İkindi namazından sonra bir müslümanın malı üzerine yemin eden ve o malı koparıp alan...» dır dedi. Hadîsinin geri kalan kısmı A'meş hadisi gibidir.

Hadis müttefekun aleydir. Buhârî onu «Müsâkaat», «Şehâdât» ve «Tevbid» bahislerinde tahric etmiştir.

Görülüyorki, hadisin bütün rivâyetlerinde üç kişiden bahsolunmakta, kıyâmet gününde Allahü teâlâ'nın bunlarla konuşmayacağı, onlara bakmayacağı, onları tezkiye etnıiyeceği beyan buyuruhnaktadır.

Üç kişiden murâd: Üç sınıf insandır. Bunların muhtelif insanlar olduğu hadisin muhtelif rivâyetlerinden anlaşılmaktadır. Üç ta'birî bâzı rivâyetlerde müzekkere, bâzılarında ise müennese sıfat yapılmıştır. Müzekkere sıfat olduğu yani «selâsetün» denildiği yerde mevsufu eşhas takdir olunur. Ve «Selâsetü eşhasın» diye okunur. Müennese sıfat olduğu yani «Selâsün» denildiği yerde ise mevsufu enfüs takdir olunur ve: «Selâsü Enfüsin» denilir. Çünkü arapçada üçten ona kadar sayılarda adet ma'dûdun aksine gelir.

Mezkûr üç sınıf insanla Allahü teâlâ'nın konuşmamasından murad ne olduğu ihtilaflıdır. Bâzılarına göre onlara hayır hasenat sahiplerine gösterdiği hüsnü kabul ve rızayı göstermeyecek, bilâkis onlarla gadabına uğrayanlara olduğu gibi gadablı konuşacaktır. Bazıları: «Konuşmamaktan murâd: onlara yüz vermemektir.» derler. Cumhûru müfes-şirine göre Allahü teâlâ onlarla kendilerine fayda Verecek ve memnun edecek söz konuşmayacaktır. «Onlara selâmlamak için melekleri göndermeyecektir» diyenler de vardır.

Allah’ın kullarına bakmasından murad: Onlara lütfü merhamet eylemesidir. Bakmaması ise i'raz etmesidir.

Tezkiye etmek: temize çıkarmak demektir. Burada murad: onları günah kirlerinden temizlememesidir. Zeccâc ile diğer bazı ulemaya göre «tezkiye etmez» sözünün ma'nası: onları medh-u sena etmez demektir.

«Azâb-ı elim» son derece elem ve acı veren azaptır. Vahidî'nin beyanına göre azab-ı elim; acısı kalbe varan azaptır. Vâsıl diyor ki: Arap lisanında azâb azbden alınmıştır. Azb men' etmektir. Suya «azb» denilmesi susuzluğu men' ettiği içindir. Azâbda da men' mânası vardır. Çünkü azâb, sahibini bir daha o işi yapmaktan nıenettiği gibi başkalarının da öyle bir iş yapmasına mâni' olur.

«Müsbil» elbisesini yerlere kadar sarkıtarak eteklerini kurula kurula yerde sürükleyendir. Nitekim bu kelimeden muradın bu olduğu:

«Elbisesini kurula kurula sürüyen kimseye Allah bakmaz ...» hadisi şerifinde açıkça beyan buyuruîmuştur. Kurulmak kaydı, hadisin umumunu tahsis etmekte ve tehdidin böbürlenenlere mahsus olduğunu göstermektedir. Filvaki' Hazret-i Ebû Bekir'in kaftanı, istemeyerek yere sarkar ve yerde sürünürdü. Ama kendisinin şu haliyle böbürlenenlerden sayılıp sayılmayacağını sorduğunda Peyga mber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

«Sen onlardan değilsin» cevabını vermişti.

İzâr: Kaftan ve cübbe gibi vücudu baştan aşağı saran elbisedir. Sürüklemenin memnu' olması her elbiseye âmm ve şâmil olduğu halde ha-disde yalnız izarın zikredilmesi araplar ekseriyetle onu giydikleri içindir. Hatta don giymeyi bilmedikleri söylenir. İbn Abdı Rabbih'in rivâyetine göre a'râbînin birisi bir don bulmuş. Onun bir elbise olduğunu anlayınca giymek istemiş; fakat evvelâ kollarını donun paçalarına soktuğu için başına sokacak delik kalmamış. Delik bulamayınca a'râbî: «Meğer bu nesne şeytan gömleği imiş» diyerek onu atmış.

Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerir Taberî ve diğer bazı ulemâ: «Burada yalnız izârın sarkıtılmasından bahsedilmesi, arapla-rın umumiyetle giydikleri o olduğundandır. Yoksa gömlek ve saire elbise nevî'lerinin hükmü de bunun aynidir. Nitekim böyle olduğu Salim b. Abdillâh’ın babasından rivâyet ettiği bir hadisde: «Sarkıtma izâr, gömlek ve sarıkda olur. Her kim böbürlenerek (bunlardan) birini sürük-leye sürükleye yürürse kıyâmet gününde Allahü teâlâ ona bakmaz., buyurularak beyan edilmiştir.» demişlerdir. Bu hadisi Ebû Dâvud, Nesâî ve İbn Mâce güzel bir isnadîa rivâyet etmişlerdir.

Mennân: «memuin mûbâlegalı ismi fail sigası olup çok çok başa kakan demektir. Ve bahîle de şâmildir. Gerçi hadisin bazı rivâyetlerinde «Başa kakan bahîl» denilmişse de bunun mefhumu muhalifi mu'teber değildir. Şu halde buradaki tehdit, başa kakmayan bahile şâmil değildir denilemez. Çünkü başa kakmak zaten bahil olmayı istilzam eder. Başa kakan kimse verdiği şeyde gözü kaldığı ve onu büyük gördüğü için imtinan eder. CÖ-merd olan ne verdiğini çok görür; ne de başa kakar.

Hadisde sözü geçen yeminden murad; elindeki malı istediği fiyata satabilmek için: «Vallahi bu malı ben şu kadara aldım» diye yalan yere edilen yemindir. Nitekim bir rivâyette tasrih'de edilmiştir.

Rivâyetlerin birinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hâsseten ihtiyar zâniyî, yalancı hükümdarı ve büyüklenen fakiri tehdid etmiştir. Bu hususta Kâdî Iyâz şunları söylemektedir. «Bunun sebebi: mezkûr üç kişiden her birinin —bu günahtan uzak olduğu ve onu işlemeye bir zarureti olmadığı, sebebleri kendisinde zaif bulunduğu halde — mezkûr günahı işlemiş olmasıdır. Vakıa hiç bir kimse bir günah-dan dolayı mazur görülemez; ama bu günahları irtikâba kesin bir zaruret ve sebeb yokken onları işlemek muânedeye ve Allahü teâlâ-nm hakkile istihza etmeye ve ona karşı kasden isyana kalkışmaya benzer... Zira ihtiyar bir adam aklı kemâl bulduğu, üzerinden uzun zaman geçmekle bilgisi tamam olduğu, kadınlara karşı cima' şehvet sebebleri kendisinde zaiflediği ve bozulduğu cihetle artık haramdan gönlünü kurtaracak bütün helâl sebeblerine malik demektir. Bu adam haram olan zinaya nasıl tenezzül edebilir? Bunun sebebleri ancak gençlik, tabiî hararet, bilgisizlik, akıl ermediği için şehvetin galebe çalması ve yaş küçüklüğüdür.

Hükümdar da öyledir. O da Teba'asının hiç birinden korkmaz; Onların müdâhane ve dalkavukluğuna da ihtiyacı yoktur. Çünkü insan ancak çekindiği; tekdir ve eziyetinden korktuğu yahud bir mevki' veya menfaat umduğu kimseye karşı yalancıktan müdahene ve dalkavukluk eder, Hükümdar ise yalandan mutlak surette, müstağnidir.

Fakir ve muhtaç da öyledir. Onun malı yoktur. Halbuki böbürlenerek büyüklenmenin ve akranu emsalden üstün görünmenin sebebi dünyada zengin olmaktır. Zira bu adam dünyada meydana çıkacak, ona muhtaç olanlar dünyada muhtaç olacaklardır. Onda zenginliğin esBâbı bulunmayınca ne diye büyüklenecek; başkalarını tahkir edecektir, görülüyor ki, bunun olsun, zina eden ihtiyarla yalan söyleyen hükümdarın olsun yaptıkları iş Allahü teâlâ'nın  hakkına bir nevî tahkirdir.»

Son rivâyette zikredilen üç kişiye gelince:

Bunların birincisi: suyunun fazlasını muhtaç olan yolcuya vermeyendir. Böyleleri hakkında Nevevî «Bunun yaptığının ağır surette ha-rarn ve son derece çirkin olduğunda şüphe yoktur. Fazla suyu hayvanlara vermeyen âsî olursa muhterem olan insana vermeyenin hâli ne olur? Zâten sözümüz buradadır. Eğer yolcu mürtedd yahud harbî olursa ona su vermek vacib değildir.» diyor.

İkincisi: ikindiden sonra ticaret malını satmak için yalan yere yemin edendir. Maamâfih (ikindiden sonra) olması bir kayd-ı ihtirazı değildir. Yalan yere yemin etmek her zaman haramdır. Ancak bu yemin pazar yerlerinde ikindiden sonra daha çok edildiği için ikindi zamanı hassaten zikredilmiştir. Çünkü ekseriyetle ikindiden sonra pazarın dağılması yakın olduğundan pazarcılar ellerindeki malları satabilmek için bu yemine baş vururlar. Mezkûr yemin, yalan söylemeyi, aldatmayı, haksız yere başkasının malını almayı ve Allahü teâlâ'nın hakkı ile alay ve istihzayı tezanınıum etmektedir. Zira meleklerin huzurunda yalan yere yemin etmesi Allah'in hakkiyle alay sayılır. Bunların hepsi büyük günahlardandır.

Ulemâdan bazılarına göre ikindinin hassaten zikredilmesi o zaman yapılan yeminde fazla cür'etkârlık bulunduğu içindir. Zira bütün tenzih ve takdislerin temeli tevhîddir. İkindi zamanı' ise gündüz meleklerinin göğe çıktıkları müstesna bir zamandır.

Bir takım ulemâ da: «İkindinin hassaten zikredilmesi, o zamanda işlenen günahların büyüklüğüne işaret içindir. Çünkü o zaman gündüz melekleri kulların amellerini Allahü teâlâ hazretlerine arzetmek için semalara çıkarlar. Kulun son işlediği amele i'tibar olunur. Kabulü ümid edilen ameller daima son amellerdir. Binaenaleyh ikindi zamanı edilen yemin o gün arzedilecek son amel olacağından günahı da o nisbette büyük olur. Yoksa yalan yere yemin etmek yalnız ikindiye mahsus değil, her zaman haramdır.» demişlerdir.

Kurtubî diyorki: «Buradaki şiddetli tehdit, ikindi zamanı meleklerin toplanması sebebiyle olsa ikindiye mahsus olmaması icâbeder. Çünkü meleklerin sabah namazında da toplandıklarını ifâde eden hadis vardır. Bir de melekler ancak namaz için toplanırlar. Onlar namazdan başka bir şeye şâhid olmazlar. En iyisi ikindinin tahsisi salât-ı, vusta (orta namaz) olduğu içindir; demelidir.»

Üçüncüsü: Büyüklerden birine dünya malı için bey'at etmek yani dünya menfaati için ona re'y vermektir. Böylesi bütün müslümanian ve onların başında bulunanları aldattığı; ve sözünden döndüğü zaman bir çok fitnelerin çıkmasına sebeb olacağı için mezkûr tehdidi hak etmiştir.

Bazı rivâyetlerde büyükden muradın devlet reisi olduğuna işaret vardır.

Bey'at etmek: gönülden söz vererek bağlanmaktır. Bey'at kelimesi, alış veriş ma'nasına gelen (Bey')’den alınmıştır. Binaenaleyh aralarında bey'at vâkî olan iki kişi, sanki bir birlerine kalblerinin ihlâs ve samimiyetini satmış ve birbirlerinin emri altına girmiş gibi olurlar.

Ebû Hüreyre hadîsinin Buhârî'deki rivâyetinde, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bunları söyledikten sonra:

"Allaha verdikleri söze bedel az bir para alanlar yok mu! İşte onlara âhirette hiç bir nasib yoktur. Kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmıyacak ve kendilerini tezkiye etmiyecektir. Hem onlara elim bir azâb vardır." Âl-i Imran, âyet: 77. âyet-i kerimesini okuduğu bildirilmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu âyeti okuduğu ileride gelecek 222 sayılı İbn Mes'ud (radıyallahü anh) hadisinde de görülecektir.