Geri

   

 

 

 

İleri

 

36 - Taatların Noksanlığı Sebebile İmanın Azalmasını ve Küfür Lâfzının Hukuk ve Ni'mete Küfran Gibi Allahı İnkardan Başka Manada Kullanılabileceğini Beyan Bâbı

250- Bize Muhammed b. Rumh b. el-Muhâdr-i Mısrî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Leys, İbn'l-Hâd'dan, o da Abdullah b. Dinardan, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işitmiş olmak üzere haber verdi. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ey kadınlar cemâli! sadaka verin! istiğfarı da.,çok yapın! çünkü ben ekseriyetle cehennemliklerin sizlerden olduğunu gördüm.» buyurmuşlar.

Bunun üzerine o kadınlardan aklı başında biri:

— Yâ Resûlüllah! Aceb biz ne yapmışız ki cehennemliklerin ekserisi bizden olmuş? demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Çünkü siz çok lâ'net eder; kocalarınıza karşı küfran-ı nimette bulunursunuz. Akıl ve dîni noksan olanlardan hiç birinin akıllı bir kimseye sizin kadar galebe çaldığını görmedim.» demiş. Kadın:

— Yâ Resûlüllah! Akıl ve dinin noksanlığı nedir? diye sormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Akıl noksanlığına gelince: iki kadının şahidliği bir erkeğin şahidliğine muâdildir. İşte aklın noksanlığı budur. Kadın günlerce namaz kılmaz; ramazanda (bii müddet) oruç tutmaz. Dinîn noksanlığı da budur.» buyurmuşlar.

251- Bana bu hadisi Ebû't-Tâhir de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn rehb, Bekir b. Mutlardan, o da İbn'l-Had'dan naklen bu isnadla bu hadisin mislini haber verdi.

252- Bana Hasen b. Aliy el-Hulvânî ile Ebû Bekir b. İshâk rivâyet ettiler, dediler ki: Bize İtmü Ebi Meryem rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi.

Dedi ki: Bana Zeyd b. Eşlem, Iyâd b. Abdillâh'dan, o da Ebû Said-i Hudrî'den, o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen haber verdi. H.

253- Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbn Hücr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail —ki İbn Ca'ferdir— Amr b. Ebî Amr'dan, o da el-Makburî'den o da Ebû Hüreyre'den, o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen, İbn Ömer'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet ettiği hadis ma'nâsında bir hadis rivâyet etti.

Bu hadisi Müslim bir kaç yoldan rivâyet ettiği gibi Buhârî dahi: ilayız, Oruç, Bayram namazları bahislerinde; Nesâî Namaz bahsinde taline etmiştir. Onu İbn Mâce ile başkaları da rivâyet etmişlerdir.

Buhârî'nin rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kurban veya ramazan bayramı namazına giderken kadınlara rastlamış ve hadisde geçen sözleri kendilerine o zaman söylemiştir.

Ma'şer: cemaat demektir. Kavm. rant ve nefer kelimeleri de ayni ma'nâya gelirler. Bunların müfredleri yoktur. Sa'lebi: «Ma'şer kelimesi erkekler cemaatine mahsustur.» demişse de bu söz kabul edilmemiştir.

Nevevî: «Ma'şer, bir şeyde ortak olan cemaattir. Meselâ: insan bir ma'şer, cin ma'şer, kadınlar ma'şer, şeytanlar marşerdir; cem'i: meâşir gelir.» diyor.

Ekseriyetle cehennemliklerin kadınlar olduğu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e İsrâ gecesinde gösterilmiştir. Hâdiseyi anlatırken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kadınlara hitabe: «sizi gördüm» demekten muradı muhatabı olan kadınlar değil, hemcinsleridir. Yani ekseriyetle cehennemlikler sizin sınıftandır; demek istemiştir. Cennetlikler hakkında vârid olan bir hadisde: «Onların her birerlerinin ikişer karısı olacak...» buyurulmuştur.

Bu hadis, kadınların erkeklerden çok olacağına delâlet ederse de el-Übbi'nin beyanına göre; kadınların o gün erkeklerden çok olması her zaman onlardan fazla olmalarını istilzam etmez. Yahut: kadınlar cehennemde erkeklerden çoktur; bir erkeğe iki kadın verilmesi ise cehennemden çiktıkdan sonra olacaktır.» denilir. Maama'fih bir erkeğe verilen iki kadının hurilerden olması ihtimâli de vardır. Nitekim Teâlâ Hazretleri ehl-i cennet erkekleri hurilerle evlendireceğini va'detmiştir,

« f »ne sebeı^e ta'birindeki «bâ» sebep için «mâ» da istifhamiye olarak kullanılmışlardır. İstifham için gelen «mâ» kelimesi mecrur olursa teleffuzu hafifletmek için sonundaki elifi hazfederek mimi meftuh okumak vâcib olur. gibi.

Fakat ayni kelime ism-i mevsul yahud mevsuf veya masdariyye olarak kullanılırsa elifi hazfedilmez.

Cezle: akıllı, fikirli demektir. İbn Düreyd'e göre cezâlet: akıl ve vakardır. Cezil: her şeyin büyüğü ve çoğudur. El-Übbi: «Kadının, korunmak maksadile yalnız —cehennemlik olmanın— sebebini sorması, onun cezâlletine delâlet eder.» demiştir.

Lâ'n: Lügatte hayırdan uzaklaştırmak, koğmak ve söğmek ma'nâsı-nadir. Lâ'net bundan alınma bir isimdir.

Her şeye lâ'net etmek arap kadınlarının âdeti îdi. Sonra bu âdet erkeklerine de geçmiş ve o derece şüyu' bulmuştu ki beğendikleri her şeyi lâ'netle anarlar; meselâ: «filân ne de şâirmiş Allah lanet etsin!..» derlerdi. Hattâ İbn Düreyd'in kasidesini pek beğendikleri için onun hakkında da bu sözü söylemişler ve bu sebeble mezkûr kasideye «el-MeVûne» denilmiştir.

ı. Son nefesinde imanını kurtarıp kurtaramadığı bilinmeyen bir kimseye lâ'net etmek, ulemânın ittifâkile haramdır. Fakat İblis, Ebû Cehil ve Ebû. Leheb gibi akıbetleri nassan ma'lûm olan kâfirlere lâ'net caizdir. Çünkü kâfir olarak öldüğü veya öleceği nasla bildirilen kimse kat'î olarak Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmıştır; binâenaleyh ona lanet edene günah yoktur. Ta'yin etmemek şartıyla bir sıfatın sahibine îâ'net etmek, meselâ: zâlimler, kâfirler... demek caizdir.

Bu cümleden murâd: kadınların kocalarına karşı küfran-ı ni'mette bulunduklarım, onlardan gördükleri nimetleri azın-sadıklarını beyândır.

Aşîr: Koca demektir; muaşeretten alındığı için zevceye ve eşe dosta da aşîr denilir. Burada ondan murâd hassaten kocadır.

Hadisde kadınlara hıtâb umumîdir; yalnız mevcud olanlar orada bulunmayanlara tağlib edilmişlerdir.

Çok lâ'net etmekle küfrân-ı ni'met edenlerin cehennem azâbile teh-did olunmalarından bunların büyük günâh olduğu ma'nası çıkarılmıştır. Hatta Dâvudî: küfrân-i ni'met en büyük günahlardandır.» demiş-: tir. Ancak El-Übbî lâ'netle küfrân arasında hüküm i'tibârile fark görmektedir. Ona göre küfran-i ni'met büyük günahtır; çünkü cezası cehennemdir. Lâ'n ise küçük günahlardandır. Zira hadisde onun çok yapıldığı beyân buyurulmuştur; küçük günahlar ancak çok yapıldığı zaman büyük günaha inkılâb ederler.

Akıl: lügatte humkun zıddıdır. Asınaî'ye göre masdar bir kelimedir. İbn Düreyd (ıkaal)’den müştak olduğunu söylemiştir. Ikal devenin bacağını bağladıkları iptir; bu ip deveyi nasıl zabt ederse; akıl da insanı cehilden öylece koruduğu için ona bu isim verilmiştir. Ezherî'nin «Tehzib» inde: «Akıllı kimse, nefsini habseden ve onu hevâ-sına tabî' olmaktan men' eyleyendir.» denilmiştir. Bazıları aklı: «Bir ga-rizedir ki, manî' bulunmadığı takdirde zaruriyâtı bilmek buna tâbi'dir.» diye ta'rif etmişlerdir. Akim; hilm, hicr, lüb, maht ve zihn gibi bir çok müteradifleri vardır. Aklın yeri bâzılarına göre dimağdır. İmâm-ı A'zam’ın kavli de budur. İmâm Şafiî ile diğer bir takım ulemaya göre aklın yeri kalbur. Bazıları: «Akim yeri dimağdır. Ancak onu kalp tedbir eder.» demişlerdir. Bundan dolayıdır ki: «Akıl bir cevherdir. Allah onu dimağda yaratmış; nurunu kalbe vermiştir; onun sayesinde mugayyebât vasıta ile mahsusât ise müşahede suretile anlaşılır.» denilmiştir.

Kelâm ulemâsına göre akıl, ilim demektir. Aklın daha başka ta'rifle-ri de vardır.

Lübb: Hâlis akıl demektir. Akılla lübb arasında umûm ve husus mutlak vardır. Her lübb akıldır; fakat her akıl lübb değildir. Kadınlar nercihetten erkeklerden noksan oldukları halde yine onlara galebe çalarlar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buna teaccüb etmiştir. Hazret-i Muâviye (radıyallahü anh)’in kadınlar hakkında: «Onlar iyi adamlara galebe çalarlar; kötü adamlar da onlara galebe çalarlar.» dediği rivâyet olunur. Lisanımızda da: «Kadının fendi erkeği yendi.» denilir. İmâm Gazâlî'nin rivâyetine göre Said b. el-Müseyyeb 40 yaşına vardığı zaman bir gözü görmez olmuş. Bundan sonra 40 yıl yaşadığı ve yalnız evinden mescide giderken görüldüğü halde: «Nefsim için en ziyâde korkum kadınlardandır.» dermiş.

Maamafih bu hadisden murad; akıl ve dinleri noksan olduğu için kadınları zemmetmek değildir. Çünkü: noksanlık onların yaradılışları ik-tizasıdır. Onun zikredilmesi, kadınların fitnesine kapılmakdan bilhassa aklı başında, tedbirli erkekleri sakındırmak içindir. Zira; böyleleri kadınların fitnesine kapılırlarsa onlar gibi akıl ve dinleri noksan; adaletleri sakıt olur. Artık başkalarîle birlikte dahi şehâdetleri kabul edilmez.

Nevevî diyor ki: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) in, namaz ve orucu terk ettikleri için kadınları din noksanlığı ile vasıflandırmasının ma'nası rhüşkil görülüyorsa da hakikat halde müşkil değildir. Çünkü dîn, iman ve İslâm kelimeleri ayni ma'nâda müşterektir. Kimin ibâdeti çok olursa dîn ve imânı da artar. İbâdeti noksan olanın dini de noksanlaşır.» Fakat Buhârî şârihi Aynî Nevevî'nin bu sözüne i'tiraz etmiş; ve: üç şeyin ma'nada müşterek olduğu iddiası müsellem değildir. Çünkü aralarında lügaten ve şer'an fark vardır. îmânı arttı veya azaldı demek, imanın zâtına değil, sıfatına râci'dır... demiştir.

Akıl ve dîn noksanlığı bu hadisde bütün kadınlara âmm ve şâmil görünüyor. Halbuki Tirmiz! ile İmâm Ahmed b. Hanbel'in rivâyet ettikleri Enes (radıyallahü anh) hadîsinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «cihan kadınlarından dört dânesi sana kâfidir: Meryem binti İmrân, Fir'avnin karısı Âsiye, Hadice binti Huveylid ve Fâtime binti Muhammed.» buyurmuştur.

Bazıları bu iki hadisin arasını bulmak için: «Umum ifâde eden kadınlar hadisinden bazı ferdler hâriç kalmıştır; çünkü bunlar azdır.» demişlerdir. Aliâme Aynî bu cevabı beğenmemiş; ve: «Bu hususta doğru cevap şudur: Bir şeyin bütününe hükmetmek onun her ferdine hüküm sayılmayı istilzam etmez.» demiştir.

Nevevî dinde noksanlığın yalnız günah icâb eden şekle münhasır kalmadığını beyanla şunları söylemiştir: .

«Din noksanlığı bâzan günah icâb edecek şekilde olur. Özürsüz namazı terk etmek gibi. Bâzan günah icabetmeyecek şekilde olur. Bir özürden dolayı cuma namazını terk etmek gibi. Bâzan da mükellef iken olur. Hayızlı kadının namaz ve orucu terk etmesi gibi. Fakat bu kadın ma'zur olduğuna göre acaba hayız zamanında kazasız olarak terk ettiği namazlardan dolayı kendisine sevap verilir mi? Nitekim hastaya sevap verilir; ve sağlamken kıldığı nafile namazlar, hastalığında da kalmış gibi yazılır» denilirse cevap şudur: Hadisin zahirine göre bu kadına sevap yoktur. Aralarındaki farka gelince: Hasta o namazları devam niyeti ile kılardı ve kılmaya da ehil idi. Hayızlınm hâli öyle değildir. Onun niyeti, hayız zamanında namazı terk etmektir. Hem nasıl terketmesin ki, o halde namaz kılmak kendisin o zâten haramdır.»

Aynî Nevevî'nin bu son sözüne de i'tirâz etmiş-; ve: «haramı terk ettiğinden dolayı sevap verilmesi icâbeder.» demiştir.

Hasılı, dinde noksanlık, nisbi bir şeydir. Dîni bütün bir kimse kendimden daha mükemmel olana nisbetle nakıs sayılır.