Geri

   

 

 

 

İleri

 

35 - Ensar İle Ali radıyallahu anhümü Sevmanin Îmandan ve Îman Alametlerinden, Onlara Buğz Etmenin İse Nifak Alametlerinden Olduğuna Delil Bâbı

244- Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdurrahman b. Mehdi, Şu'beden, o da Abdullah b. Abdillâh b. Cebr’den naklen rivâyet etti. Abdullah Dedi ki; Enes-i şöyle derken işittim: Resûlülla (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Münafığın alâmeti Ensara buğzetmek, mü'minîn alâmeti ise Ensâri sevmektir.» buyurdular.

245- Bize Yahya b. Habîb el-Hârisi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hâlid yani İbn'l-Hâris rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Abdullah b. Abdillâh'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etti ki, Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ensari sevmek iman alâmeti, onlara buğzetmek ise nifak alâmetidir.» buyurmuşlar.

246- Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti.

Dedi ki: Bana Muâz b. Muâz rivâyet eyledi. H.

Bana Ubeydullah b. Muâz da rivâyet etti: Bu lâfız onundur.

(Dedi ki): Bize babam rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Adiy b. Sabüt'den rivâyet etti. Adiy

Dedi ki: Berâ'ı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen onun Ensâr hakkında:

«Onları ancak mü'min olan sever; ve onlara ancak münafık olan buğzeder. Onları kim severse Allah da onu sever; kim buğzederse Allah da ona buğzeder.» buyurduğunu rivâyet ederken işittim.

Şu'be

Dedi ki: «Adiy'ye:

— Bunu Berâ’dan mı işittin? dedim. «Bana anlattı.» dedi.

247- Bize Kuteybetü'bnü Said rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Yâkub (yani İbn Abdirrahmân el-Kaarî), Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allaha ve âhiret gününe iman eden hiç bir kimse Ensara buğz etmez.» buyurmuşlar.

248- Bize Osman b. Muhammed b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki):

Bize Cerir rivâyet eyledi. H.

Bize Ebû Bekir İbn Ebî Şeybe dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. Cerir ile Ebû Üsame her ikisi A’meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Said'den naklen rivâyet ettiler. Ebû Said Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allaha ve âhiret gününe imân eden bir kimse Ensâra buğzetmez.» buyurdular.

Bu hadisi az farkla Buhârî ve Nesâî dahi tahric etmişlerdir. Buhârî'nin rivâyetleri: «Kitabü'Mmân» «Kitabü's-Sahâbe» «Kitabü's-Şehâdât» «Kitabü’l-Edeb» ve «Kîtâbü'l-Vasâya» dadir.

Âyetin, alâmet ma'nasına geldiğini ve münafık hakkındaki kavilleri yukarıda görmüştük. Şimdi de bu hadislerin ma'nalannı görelim:

. Ensâr: nâsır'ın cem'idır. Nasîr'in cem'i olduğunu söyleyenler de vardır. Nasır! yardım eden demektir. Nasir'de öyledir; hattâ daha mubaleğalıdır. Medine'li Evs ve Hazrec kabileleri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e pek büyük yardımlarda bulundukları için bu ismi onlara bizzat Resûlü Zîşân (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz vermiştir. Daha Önceleri her iki kabilenin büyük anneleri olan Kayle'nin ismine izafetle bunlara Beni kayle denilirmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tesmiyesinden sonra «Ensar» sözü kendilerine alem oldukdan maada çocuklarına, dost ve yardımcılarına da ensâr denilmiştir. Bazıları bu ismi onlara Allahü teâlâ'nın verdiğini söylerler.

Filhakika Ensar-ı kirâm islâmın neşri ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i müdâfaa uğrunda pek büyük yardımlarda bulunmuşlardır. Hicret günlerinde ona ve Mekke'den gelen muhacir müslümanlara en güzel misafirperverlik örneğini onlar göstermiş; onları kendi aileleri efradından daha ileri tutmuş; bu uğurda mallarını ve canlarım feda etmişlerdir.

İslâm dinini meydana çıkarmak onu i'lâ etmek için her ta'rif ve tasvirin üstünde şehâmet ve fedâkârlıklar gösteren bu muhterem zevatı sevmek, kendilerine hürmet göstermek elbet de îmânın sıhhatma, İslâmiyet hususundaki sadâkata delâlet eder. Çünkü onları sevmek İslâmiyetin meydana çıkmasına ve kuvvet bulmasına sevinmek demektir, Ensar-ı kirâmı bu yararlıklarından dolayı sevmeyerek kendilerine buğzetmek şüphesiz ki; nifak alâmetidir, Boyleleri zahiren müslüman görünseler bile; kalben kâfirdirler. Bu ma'naca buğuzda bulunmak yalnız ensar hakkında değil bütün ashâb-ı kirâm hakkında memnû'dur. Nitekim bundan sonra gelen Hazret-i Ali (radıyallahü anh) hadîsinden de anlaşılacaktır. Bununla beraber ensâr-ı kirâmın yinede bir hakk-ı tekaddümleri vardır.

Ensar ve diğer ashabdan biri hakkında bu ma'naya değil de başka bir cihetten muvakkaten bir adern-i muhabbet eseri göstermek nifaka alâmet değildir. Bu hususda Kurtubi Şöyle deditir:

«Amma bir kimse bu cihetten başka, arızi bir sebeble, meselâ bir maksada muhalefet ve bir zarar veya benzeri bir şeyden dolayı ashâbtan birine buğzederse bundan dolayı münafık ve kâfir olmaz. Ashâb arasında bir çok muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların bu husustaki hâlleri ahkâm Bâbında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya (bir kavle göre) hepsi hakka isabet etmiştir; denilir yahut (diğer bir kavle göre) isabet eden bir dâne-sidir. Fakat hatâ eden ma'zûr olur. Çünkü o re'yine ve zannına göre muhataptır. İşte bunlardan birine maazallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse âsî olur; tevbe etmesi gerekir...»

Burada bâzı sualler hatıra gelebilir. Şöyle ki;

1- Hadisin bütün rivâyetlerinde göze çarpan «ensâr» kelimesi cem'i kıllettir. Cem'i kıllet 10 dan yukarıda kullanılmaz; halbu ki; ashâb-ı kırâm on değil binlerce idiler. Acaba kelime niçin kılk'te cemi'len-miştir...

Cevap: kılletle kesret ancak nekire olan cemilerde nazar-ı i'tibara alınır. Ma'rife cemi'lerde aralarında hiç bir fark yoktur.

2 - Hadîsin zahirine bakarak Ashâb-ı kirâmı sevmeyenlere kâfir diyecek miyiz?

Cevap: Hayır, demeyeceğiz. Çünkü böylesinde imanın yalnız alâmeti yoktur. Alâmetin bulunmaması ise gösterdiği şeyin de bulunmamasını icabetmez. Şöylede cevap verilebilir: Buradaki imandan murâd îmânın kemâlidir. Kemâli bulunmamakla imanın kendisinin de bulunmaması icâ-betmez.

3 - Ashaba buğzeden kimse kalbîle zarurât-ı diniyeyi tasdiketse bile yine münafık olur mu?

Cevap: Burada maksad: Ensar-ı kirâma Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yardımcıları olduğu için buğzedenlerdir. Hem Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e buğzetmek hem de onun peygamberliğini tasdikde bulunmak mümkin değildir.

249- Bize Ebû Bekir İbn Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Veki' ile Ebû Muâviye, A'mesden rivâyet ettiler. H.

Bize Yahya b. Yahya dahi rivâyet etti. Bu lâfız onundur.

(Dedi ki): Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Adiy b. Sâbit'den, o da Zırr'den naklen haber verdi. Zirr

Dedi ki: Aliy şunları söyledi:

«Dâneyİ yaran ve insanı yaratan Allâha yemin ederim ki, beni raü'-mimjen başkasının sevmemesi ve munâfıkdan başkasının bana buğzetme-mesi ûmmî olan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bana kat-i bir ahdu peymamdır.»

Dâneyi yaratmaktan murad ondan nebat çıkararak büyütmektir.

Neşeme: însan demektir. Nefis ma'nasına olduğunu söyleyenler de vardır. Ezheri, nesemenin nefis ma'nasına geldiğini ve can taşıyan her hayvana neşeme denildiğini hikâye eder.

Ümmî: okuma yazma bilmeyen demektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmî idiler. Onun bu hâli Peygamberliğine delâlet eden en büyük mucizelerinden biridir.

Hazret-i Aliyü'bnü Ebî Tâlib (radıyallahü anh)’ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ne derece yakın akraba hatta onun damadı olduğunu, İslâmiyet uğurunda gösterdiği yararlıkları ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisini son derece severek takdir ettiğini bilen bir kimsenin onu bundan dolayı sevmesi imân ve İslâmının sıdkı-na delâlet eder. Yine bu sebepten ona buğzeden şüphesiz münafık olur. Diğer ashâb-ı kirâmı sevmenin veya onlara buğzetmenin hükmü de budur.