Geri

   

 

 

 

İleri

 

34 - Yıldızın Doğup Batmasile Yağmura Kavuştuk Diyenin Küfrünü Beyan Bâbı

240- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

Dedi ki: Bana Salih b. Keysan'dan gelen, onun da Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe'den, onun da Zeyd b. Hâlid-i Cühenî'den naklen rivâyet ettiği bir hadisi Bîâlik'e okudum. Zeyd Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hudeybiyede bize sabah namazını geceleyin yağan yağmurdan sonra kıldırdı. «Namazdan çıkınca cemaata karşı döndü ve: Rabbınız ne buyurdu bilirmisiniz?» diye sordu. Cemaat — Allah ve Resûlü bilir; dediler. (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allah: kullarımdan bazısı bana mü'min, bazısı da kâfir olarak sabahladı. Kim; Allahın fadlu rahmetîle yağmura kavuştuk dedi ise, işte o bana imân, yıldıza küfretmiştir. Kim, filân ve filân yıldızın doğması veya batmasile yağmura kavuştuk dedi ise; o da bana küfür, yıldıza imân etmiştir, buyurdu.» dedi.

Hadis müttefekun aleyhdir. Onu Buhârî: «Kîtâbü's-Sâlat» ile «Kitâbü'l- Meğâzi» de ve: «İstiska» Bâbında, Sünen sahiplerinden Ebû Dâvûd «Tıb» da. Nesâî de «Kitâbü's-Sâlat» da tahric etmişlerdir. Bu hadis-i şerif, kudsi hadislerden biridir. Onun için zamirleri Allah'a râc'idir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Bilirmisiniz?» diye istifhamla söze başlaması, tenbih içindir. Hatta Nesâî'nin rivâyetinde: «işitmediniz mi Rabbiniz bu akşam ne buyurdu?» demiştir.

Mevzu-i bahis sabah namazı Hudeybiye'de kılınmıştır. Nitekim Buhârî'nin rivâyetinde sarahaten zikredilmiştir. Hudeybiye Mekkeye yakın bir köydür. Müşrikler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i oradan geri çevirmiş; Beytullahı ziyaretine müsaade etmemişlerdi.

Kur'ân-ı Kerîmde zikri geçen «Ağaç altındaki beyât-î ridvân» orada olmuştur.

Hudeybiye kelimesi meşhur ve muhtar olan kavle göre (ya) nin tahfifile Hudeybiye şeklinde okunur, İmâm Safi ile lügat ulemasının ve bazı eh-li hadisin kavilleri budur, İmâm Kısai ile İbn Vehb ve ekser-i muhaddisîne göre (yâ) nin şeddesile Hudeybiyye oku-Ci'râne'nin (râ) sı üzerinde de ayni şekilde ihtilâf olunmuştur.

Hadîsin ma'nası hususunda ulemâ iki kavil üzerine ihtilâf etmişlernur. dir.

Birinci kavle göre: filân yıldızın doğması veya batmasüe yağmura kavuştuk demek Allah'a küfürdür. Bu söz, sahibini dinden çıkarır; yalnız bu hüküm yıldızın yağmur yağdıracağına inanan kimselere mahsus-tuı. Nitekim câhiliyyet devrinde böyle i'tikad edilirdi. Buna inanan bir kimsenin kâfir olduğunda şüphe yoktur, Cumhûr-u ulemanın kavli bu olduğu gibi hadîsin zahirinden anlaşılan ma'nâ da budur. Şu hâlde yağmuru Allahü teâlâ yağdırdığına, yıldızın doğması veya batması ona ancak âdi bir alâmet olduğuna inanmak şartile bu sözü söylemek küfrü icâbet-mez. Çünkü: Bize filân vakit yağmur verildi, ma'nasına gelir. Maamafih esah olan kavle göre böyle demek yine de kerâhet-i tenzihiyye ile mekruhtur. Kerahete sebeb, ayni sözün bâzan küfür için bazen da başka ma'-nada kullanılması ve bu suretle söylenene su-i zann edilmesi; bir de avni sözün câhiliyyet devrinin ve onların yolundan gidenlerin şiarı olmasıdır.

İkinci kavle göre: Küfürden murâd: Allahın ni'metlerine karşı küf-randa bulunmaktır. Bu ma'na, yıldızın yağmur yağdırdığına inanmayana göredir. Bâbımız hadislerinin en sonuncusuda: «İnsanlardan bazısı şükrederek, bazısı da küfranda bulunarak sabahladı.» buyurulması, keza ondan evvelki rivâyette: «Allah gök yüzünden hiç bir bereket indirmemiştir ki, insanlardan bâzısı o berekete küfrând» bulunmasın.» denilmiş olması bu te'vili te'yid eder.

Nev': aslında yıldız demek değildir. Bu kelime: yıldız battı ve kayboldu ma'nasına masdardır. Bazıları, yıldız doğdu ma'nasına geldiğini söylemişlerdir. Çünkü ayın menzilleri diye bilinen, bütün sene doğdukları yerler ma'lum yirmisekiz yıldızdan biri her onüç gecede bir garbda fecir zamanında batar; onun karşısında o saatte şarkda bir yıldız doğar-mış. Eğer yağmur yağarsa, câhiliyyet devri araplan bu yağmuru, batan yıldıza —Esmaiye göre doğana— nisbet eder; yağmuru o yıldızın yağdırdığına inanırlarmış. Bazen faile masdar ismini vermek kabilinden mecazen yıldıza da nev' denilir.

Hattâbi'ye göre yıldız demektir, Ebû İshâk ez-Zeccâc . garpda batan yıldızlara enva', şarkda doğanlara da bevârih denildiğini söylüyor.

Bu babta «Tecrid tercemesinde de şu ma'lumat verilmektedir:

«Nev'in cem'i enva'dır. Enva' ayın menzilleri ma'nasınadır. Aym menzileri yirmi sekizdir. Ay her gece bunlardan bir menzilde bulunur. Bu menzillerden her biri o semâ sahasında bulunan yıldızlardan birinin ismile anılır.

1- Seretan, 2- Butayn, 3- Süreyya, 4- Deberân, 5- Hek'a, 6- Hen'a, 7- Zirâu’l-Esed, 8- Nesre, 9- Tarf, 10- Cephe, 11- Zebra, 12- Sarfe, 13 - Avvâ', 14- Simaku, 15- A'zel, 16- Gafer, 17- Zubana, 18- İklîl, 19- Kalbu'l-akreb, 20- Şevle, 21- Nâim, 22- Belde, 23- Sa'd-u za-bih, 24- Sa'd-u bûlâ', 25- Sa'dü-s' Suûd, 26- Sa'du'l-Ahbiye, 27- Fer'u evvel, 28- Fer-u' sâni, 29- Batnu’l-Hût.

Bu isimleri alan. yıldızların daima ondördü geceleyin ufkun üstünde, diğer ondördü ufkun altındadır. Hangisi garp tarafından batarsa, rakib ismi verilen yıldız şark tarafından doğar. İlk ondört menzil şimal menzilleri, sonrakiler cenup menzilleridir.

Araplar bu yıldızlardan birinin fecir zamanında batmasile birlikde, rakîb olan yıldızın o saatte doğmasına nev'derler. Onun için lügat ulemâsının kimi yıldızın batmasına, kimi doğmasına, kimi de her ikisine birden nev' denildiğini söylerler. Bu nev'ler bir biri arkasından onüçer gün fasıla ile battığında ve rakipleri doğduğunda o müddet zarfında yağmur, rüzgâr, soğuk, sıcak, bereket her ne olursa batan yıldıza izafe edilir; ve: filân şey filân yıldızın nev'inde vâki' oldu, derlerdi.

Yalnız cephenin batması ondört günde olur ki; bu hesaba göre yirmi sekiz nev'in batması 365 gün eder ve güneş senesi bununla sona erer. Envü' hesabına göre hangi yıldızdan başlanmışsa yeni güneş senesi de o yıldızdan başlamış olur; ta'bir-i aharla sene yirmisekiz kısma bölünüp . takriben her onüç gün zarfında vukua gelen cevvî hâdiseler, o günlerde hâkim addedilen yıldıza isnad edilirdi!»

Ebû Bekir İbn'l-Arabi diyor ki: «Bu hadîsi İmâm Mâlik «istiska» Bâbına iki sebeble almıştır.

Birinci sebeb: Arapların yağmuru yıldızlardan beklemesidir. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalplerle yıldızlar arasındaki bu alâkayı kesmiştir.

İkinci sebeb: Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) zamanında kıtlık olmuştu. Ömer (radıyallahü anh) Hazret-i Abbâs'a; «Ülker yıldızlarından kaçı kalmış?» diye sormuş. Abbâs (radıyallahü anh): «Söylendiğine göre yâ Emîre'l-mü'minîn! onlar ufuk ila yedi dane olarak gorünüyorlarmış.» demişti. Mezkûr yıldızlar kaybolur olmaz yağmur indi. Ömerle Ab-basa bakın ki, onlar bile Ülker yıldızlarını ve zamanı gelince onların batmasını beklemişlerdir.» İbnİ'l-Arâbî sözüne şöyle devam ediyor: «Şüphesiz ki yağmuru Allah'dan değilde — yıldız yaratmış olmak üzere — yıldızlardan bekleyen kimse kâfirdir. Allah'ın yıldızlara verdiği bir hâssad-dan dolayı yıldızlar yağmuru yaratır diye i'tikad eden de kâfirdir. Çünkü yaratmak ve emir vermek Allahdan başkasına caiz değildir. Nitekim Allahü teâlâ hazretleri:

"Dikkat edin yaratmak ve emir ancak ona mahsustur. buyurmuştur. Ama yıldızların doğup batmasını bekleyerek, Allah'ın âdeti budur diye onlardan yağmur bekleyene bir şey yoktur. Zira Allahü teâlâ bulutlara, rüzgâr ve yağmurlara bir takım menfaatlar tevdi etmiştir..."

241- Bana Harmeletü'bnü Yahya ile Amr b. Sevvâd-i Âmiri ve Muhammed b. Selemete'l-Muradı rivâyet ettiler. Murâdî dedi ki: Bize Abdullah b. Vehb (Yunus) dan rivâyet etti. Diğer ikisi dediler ki: Bize İbn Vehb haber verdi:

Dedi ki: Bana Yunus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi.

Dedi ki: Bana Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe rivâyet etti ki, Ebû Hureyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Görmediniz mi Rabbiniz ne buyurdu! Ben kullarıma hiç bir (yağmur) ni'met (i) ihsan etmemişİmdir ki, onlardan bir gurup o ni'mete küfrân etmesin. (Onu) yıldız (verdi); yıldız sayesinde (oldu) derler.»

242- Bana Muhammed b. Selemete’l-Murâdî rivâyet etti.

(Dedi ki):

Bize Abdullah b. Vehb, Amru'bnü'l-Hâris'den rivâyet etti. H.

Bana Amr b. Sevvâd da rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bize Amrubnü’l-Hâris haber verdi ki, Ebû Hüreyre’nin âzadlısı Ebû Yûnus kendisine Ebû Hureyreden o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen tahdis eylemiş. Buyurmuşlar ki:

«Allah gökten hiç bir (yağmur) bereket (i) indirmemiştir ki insanlardan bir fırka ona küfranda bulunmamış olsunlar. Allah yağmuru indirir; onlar yıldız şöyle yaptı; böyle etti derler. Muradî'nin hadisinde ise: «şu ve şu yıldız sayesinde...» ifâdesi vardır.

243- Bana Abbâs b. Abdilâzim el-Anberî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Nadr b. Muhammed rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ikrime — ki İbn Ammârdır— rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ebû Zümeyl rivâyet etti.

Dedi ki: Bana İbn Abbâs rivâyet eyledi.

Dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular.

İnsanlardan bâzısı şükrederek, bir takımı da küfrederek sabahladı. Bazıları: Bu, Allahın rahmetidir; dediler. Bazıları da gerçekten şu ve şu yıldızın nev'i doğru çıktı dediler.

İbn Abbâs dedi ki:

— Bunun üzerine şu âyet indi: «Yıldızların düşüş yerlerine yemin ederim...» ve tâ: «rızkınızı behemehal tekzib etmeğe mi kalkıyorsunuz?» (Vakıa: 75 - 82) âyetine vardı.

Bundan Önceki iki rivâyetin birinde yağmura nimet denilmiş; diğerinde bereket tâbiri kullanılmıştır. Mezkûr ta'birlerden bilumum nimetler kasdedilmemiştir.

Halkın bu tarzdaki konuşmaları eski bir âdet olup ihtimal o güne kadar sürüp gelmiştir, llaamafih hadisi duymazdan önceye aid olması da muhtemeldir.

El-Ubbi İslâm feylesoflarından Fârabi ile İbn Sina'nın  Aristo ya tâbi' olarak: «Birden yalnız bir çıkar» faraziyesine kail olmalarını ehl-i cahiliyyetin yıldıza yağmur isnadı kabilinden hezeyanlar diye vasıflandırmışlar. Bu feylesoflara göre: Allahü teâlâ vâ-cibü'l-vücud clunca, bir olması icâbeder. Bir olunca, ancak bir şey yaratması gerekir. Çünkü iki şey yaratmış olsa hadd-i zatında muhtelif iki şey itibarile yaratacaktır ki, bu ona vacib olan birliğe munâfi kesrettir. Binaenaleyh bir olan Allahdan ancak bir şey sadır olmuştur ki, o da akıldır. Sonra bu akıldan dört cevher, akl-i sâniden de dört cevher sâdır olmuş; derken bu tertib üzere ar. akıl, dokuz nefis ve dokuz felek meydana gelmiş. Sonra bu felekler harekete gelerek dört temel unsur denilen hava, su ateş ve toprak meydana gelmiş, daha sonra bu unsurlar hareket ederek gök kubbenin altındaki şu alem-i kevn ve fesâd vûcud bulmuş...

El-Übbînin beyanına göre feylesofların bu bâbtaki hezeyanları çoktur. Fakat müddeâîannı delil yolu ile isbât edecek hiç bir mesnedleri yoktur. Delil hususunda sıkıştırılacak olurlarsa: «Böyle şeyler deil ile anlaşılmaz; bunlar ancak riyazatla anlaşılır. Riyâzatı kim eyi yaparsa söylediklerimizi de o anlar...» derler.

Hadis-i şerifde bahsedilen âyetler Vakıa Sûresinin 75, 32 âyetleridir. Bunlar hakkında İbn Salâh şöyle demektedir: Murad-ı İlâhi bütün bu âyetlerin yıldızlar hakkında söylenenler için indiğini anlatmak değildir. Bu hususta inen yalnız «rızkınızı behemehal tekzib etmeğe mi kalkıyorsunuz?» âyet-i kelimesidir. Diğer âyetler başka şeyler hakkında nâzil olmuştur. Ancak hepsi bir defada nâziî olduğu için hep birden zikredilmişlerdir. İbn Abbâs (radıyallahü anh)’dan gelen rivâyetlerin bâzılarında yalnız bu âyeti zikirle iktifa edilmiş olması da bunu gösterir. »

Âyetin tefsirine gelince: Ekseri müfessirler «buradaki nzıkdan murâd şükürdür.» diyorlar ki, Sultânü'l-Müfessirin İbn Abbâs (radıyallahü anh)'ın kavli de budur. Bu takdirde ma'na şöyle -lur: «Şükredeceğiniz yerde, yağmuru yıldıza nisbet etmek sûretile tekzibe mi kalkışıyorsunuz?»

Ezher-î ile Ebû Alî Farisiye göre âyetten muzaf hazfedilmiştir. Mâna: «Rızkınızın şükrünü tekzihden ibaret mi yapıyorsunuz?» dernektir, Hasan-ı Basrî'ye göre rızkın ma'nası nasibtir...

Mevakıu'n-nucümdan murad: ekser-i Müfesirine göre semâdaki yıldızların batmasıdır. Bazıları mevakı': doğdukları yerlerdir; demiş bir takımları da kıyâmet gününde dağılıp saçılmaları ma'nasını vermişlerdir. Hatta nücumdan murad: Kur'ân-ı Kerîmin nücûmudur diyenler vardır. Bu kavil İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan mervidir. Kur'ân’ın nücûmu kısım kısım indirilmesi; mevâkiî de indirildiği zamanlardır. Mücâhid: «Mevâkıu'n-nücum» Kur'ân'ın muhkem âyetleridir.» demiştir.