Geri

   

 

 

 

İleri

 

25- Dinin Nasihat Olduğunu Beyan Bâbı

205- Bize Muhammed b. Abbâd el-Mekkî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân rivâyet etti.

Dedi ki: Süheyl'e , Amr bize el-Ka'kaa'dan, o da babandan rivâyet etti; dedim. Ve benim rivâyet silsilem’den bir kişi düşürmesini recâ ettim. Bunun üzerine Süheyl: Ben bu hadisi babamın dinlediği zattan dinledim. O zât Şam'da babamın dostu idi; dedi. Bundan sonra bize Süfyân, Süheyl'den o da Atâ' b. Yezid'den, o da Temimü'd Dârî'den naklen rivâyet etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Din nasihattir.» buyurmuşlar. (Râvi diyor ki)

«Kime?» dedik.

«Allah'a, kitabına, resulüne, müslümanlarm İmâmlarına ve bilumum müslümanlara.» buyurdular.

Bu hadisi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî ve diğer bazı ulema tahric etmişlerdir.

Hadîsin sânı pek büyüktür. İslâmm mihveri onun üzerindedir. mâdan birçokları onu bütün islâmi umuru toplayan dört esas hadisden biri sayarlarsa da imâm Nevevî bunun doğru olmadığını, islâmm asıl mihveri bunun üzerinde bulunduğunu söylüyor. Hadisi Temim’den Müslim yalnız basına rivâyet etmiştir. Buhârî' de Temim-i Dâri'den rivâyet edilmiş hadis yoktur. Müslim'de de yalnız bu hadis vardır. Nasihat lügatta: öğüt vermek, ihlâs, hayırlı işleri davet, hayırsızlardan nehiy, balı süzmek gibi birçok ma'nalara gelir. Bu kelime hakkında Hattâbi şunları söylemektedir:

«Nasihat: cem'iyetli bir kelimedir. Ma'nâsi nasihat edilen kimseye hayırlı nasib toplamaktır. Onun veciz isimlerden ve kısa sözlerden olduğu söylenir. Arap dilinde bundan ve bir de felah kelimesinden daha ziyâde dünya ve âhiret hayrım bir araya toplayan kelime yoktur. Nasihatin:

«Adam elbisesini dikti» sözünden alındığı söylenir. Şu halde nasihatçınm nasihat verdiği kimsenin iyiliğini arama hususundaki fi'li elbisenin yırtıklarını yamamaya benzetilmiş demektir. Nasihatin:

«Balı mumdan süzdüm» sözünden alındığını soyleyenler de vardır. Bunlar sözün hile ve yalandan kurtarılmasını, balın karışık kısmından süzülmesine benzetmişlerdir.

Hadisin ma'nâsı: Dinin direği ve kıvamı nasihattir; demektir. Nitekim; «Hacc arafedir» yani onun direği ve büyük kısmı arafedir; sözü de böyledir.

Nasihatin tefsirine gelince: Ulemânın beyanına göre Allah'a nasihatdan murad: ona iman etmek; şeriki olmadığına kail olmak, sıfatlarında küfre sapmamak, Allah'ı bütün kemâl ve celâl sıfatlariyle tavsif, cümle noksan sıfatlarından tenzih eylemek; ona tâat etmek; âsi olmaktan kaçınmak, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, ona itaat edenlere muzaheret, isyan edenlere husumet, küfredenlerle ci-hâd etmek, nimetlerini i'tiraf ile şükürde bulunmak, her işinde ihlâs ve samimiyet göstermek, bütün bu sayılan vasıflara da'vet ve teşvik eylemek, bu hususta bütün insanlara yahud mümkün olanlara lütuf göstermektir.

Hattâbî (rahimehullah): «Bu izafetin hakikati, kendi nefsine nasihat olması itibariyle kula râcidir; Çünkü, Allah herhangi bir kimsenin nasihatinden müstağnidir» demiştir.

Allah’ın kitabına nasihat: Onun Allah kelâmı olduğuna, onu Allah indirdiğine, kul sözlerinin hiç biri ona benzemediğine, kullardan hiç birinin onun mislini getiremiyeceğine iman etmek, sonra ona ta'zimde bulunmak, onu tecvid ve adabına riâyet, harflerine dikkat ederek huşu' ile okumak, düşmanların tahrifine ve ona dil uzatanlara karşı müdâfaada bulunmak, Kur'ân-ı Kerîm'de beyan buyurulan her şeye inanarak tasdik etmek, ahkâmına vâkıf olmak, ulûm ve mesellerini anlamağa çalışmak, nasihatlerinden ibret almak acâib ve garaibi hususunda tefekküre dalmak, muhkem âyetleriyle amel, müteşâbih olanlarım tasdik etmek, umumunu, hususunu, nâsih ve mensûhunu araştırmak, Kur'ân ilimlerini neşir ve o ilimleri, o nasihatleri öğrenmeğe da'vetle olur.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e nasihat: Onun peygamberliğini tasdik ile getirdiği şeylerin hepsine imân etmek, emir ve nehiy-lerinde ona itaat etmek, hayât ve mematanda ona muzaherette bulunmak, ona yardım edenlere muzaheret, düşmanlarına husumet göstermek, ona ta'zimde bulunmak, sünnetini ihya, da'vet ile şeriatını neşretmek, şeriattan hürmeti nefi ile onun ilimlerini öğrenmek, ma'nalarını anlamak ve bunları öğrenmeye başkalarını da'vet eylemek, okur ve öğretirken ilme hürmetkar davranmak, terbiye ve nezâket dâiresinde okumak, bilmediği bir ilim hakkında söz söylememek, ulemaya hürmet ve ta'zimde bulunmak, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ahlâk ve âdabiyle ahlâklanmak, onun ehl-i Beytini ve ashabını sevmek, sünnetinde bid'atçı-lık eden veya ashâb-ı kirâmdan birine dil uzatanların semtinden kaçmak gibi şeylerdir.

Müslümanların İmâmlarına nasihat: Onların hükümdar ve kumandanlarına ta'bir-i mahsusu ile ülû’l-emre itaat, hak uğrunda kendilerine yardım, hakdan ayrılmamalarını tenbih, unuttukları şeyleri veya henüz duymadıkları müslüman haklarını lûtf u nezâketle ihtarda bulunmak, onlara isyan etmemek ve halkın onlara itât Bâbında gönül birliğine varmasıdır.

Hattâbî ülû'l-emrin arkasında namaz kılmayı, onunla birlikte cihada gitmeyi ona zekât vermeyi, zulmünden korkulduğu zaman silâhla ona isyan etmemeyi, yalancı medh u senalarla onu aldatmamayı ve ona hayır dua da bulunmayı da nasihattan saymış; ve bütün bunların, müslüman İmâmlarından ülû’l-emir devlet adamları kasdedildiğine göre olduğunu kaydettikten sonra bazân (müslümanlann İmâmları) ta'birinded din âlimleri kasdedildiğini söylemiştir. Onlara nasihat, rivâyet ettiklerini kabul etmek, ahkâm hususunda onlara tâbi' olmak ve kendilerine hüsnü zanda bulunmaktır.

Âmme-i müslimin'den murâd: müslüman ahâlidir. Bunlara nasihâ din ve dünyalarına faydalı olan şeyleri kendilerine göstermek, onları öğretmek, kusurlarını görmezden gelmek, onlara ezâ etmemek, yardımlarına koşmak, zararlarını gidermek, iyiliği emir; kötülüğü nehyetmek, büyüklerine hürmet, küçüklerine şefkatda bulunmak, aldatmamak, hased etmemek, kendisi için dilediğini onlar için de dilemek, kötü gördüğünü onlar için de kötü görmek, onların mallarını, canlarını, ırzlarını müdafaa etmek, kendilerini bu sayılan şeylerle ahlâklanmaya teşvik etmek ve tâatlara neşatlarını açmak gibi şeylerdir.

İbn Bâttâî diyor ki: «Bu hadis nasihate din ve islâm denilef bileceğine, kavle olduğu gibi fi'le de din denilebileceğine delildir. Naşir hat farz-ı kifayedir. Bazılarının yapmasıyla diğerlerinden sakıt olur. Nasihat takat nisbetinde lâzım olur. Nasihati eden zât, nasihatinin kabul edileceğini ve kendine bir fenalık yapılmayacağını bilirse nasihat etmesi vacib olur. Kendisi için kötülük edileceğinden korkarsa ona nasihati terk için ruhsat vardır.»

Görülüyor ki nasihat, hakikaten pek çok ma'naları kendinde toplayan bir kelimedir. Lisanımızda daha ziyâde (öğüt vermek) manasında kullanılan bu kelime burada yalnız o ma'na ile kalmıyor. Bilhassa bu hadis-de bütün ma'nalanna âmm ve şamil olarak kullanılmıştır.

206- Bana Muhammed b. Hatim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Mehdi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süfyân, Süheyl b. Ebi Sâlih'den, o da Atâ' b. Yezid el-Leysî'den, o da Temim-i Dâri'den, o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)’den nakletmiş olmak üzere bu hadisin mislini rivâyet etti.

207- Bana Ümeyyetü'bnü Eistân dahi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize

Yezid yani İbn Zürey' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ravh —ki İbn Kaa-sim'dir — rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süheyl, Atâ' b. Yezid'den rivâyet eyledi. Onu Ebû Salih'e Temim-i Dâri'den, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den nakletmiş olmak üzere bu hadisin mislini rivâyet ederken dinlemiş.

208- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr ile Ebû Üsâme, İsmail b. Ebi Hâlid'den o da Kays’dan, o da Cerir'den naklen rivâyet ettiler. Cerir:

«Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, namazı kılmak, zekâtı ver-mek ve her müslümana nasihatta bulunmak şartı ile beyat ettim.» demiş.

209- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbn Nümeyr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân , Ziyâd b. îlâka' dan rivâyet etti.. Ziyâd, Cerir b. Abdillâh'ı: «Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e her müslümana sadakatli olacağıma beyat ettim.» derken işitmiş.

210- Bize Süreye b. Yûnus ile Ya'kub ed-Devrakî rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Hüseyni, Seyyar' dan, o da Şa'bi'den, o da Cerir'den naklen rivâyet etti. Cerir: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e söz dinleyip tâatte bulunmak şartiyle beyat ettim. Bana: «Gücünün yettiği hususda » cümlesini telkin buyurdu. Bir de; her müslümana nasihatta bulunmak üzere beyat eyledim.» demiş.

Ya'kub kendi rivâyetinde şöyle dedi: «Hüşeym: Bize Seyyar rivâyet etti; dedi.»

Yukarıki rivâyetlerin birinde Hazret-i Cerir b. Abdillâh (radıyallahü anh) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e İslâmın erkânından yalnız namazla zekât üzerine beyat ettiğini bildirmektedir. Çünkü bunlar kelime-i şehâdetten sonra İslâmın en mühim rükünleridir. Kur'ân-ı Kerîm'in bir çok yerlerinde daima beraber zikredilmişlerdir. Oruç ve diğer erkânın burada zikredilmemesi tâatın mefhumunda dahil oldukları içindir. Zira hadisin bir rivâyetinde Cerir (radıyallahü anh) «Söz dinleyip tâatte bulunmak şartiyle beyat ettim» demiştir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ıin Hazret-i Cerir'e:

«Gücünün yettiği hususda buyurması Teâlâ Hazretlerinin: «Allah hiç bir kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi teklif etmez.» âyet-i kerîmesine muvafıktır. Bu cümleyi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kemâl-i şefkatinden dolayı Hazret-i Cerir'e ta'lim buyurmuştur. Çünkü insan bazı hâllerde aciz kalır; ve eğer sözünü: «Müyesser olursa yahud yapabilirsem» gibi bir şart cümlesi ile kayıd-lamazsa çok defa verdiği sözün altında kalır.

Hafız Taberâni’ nin rivâyeti Hazret-i Cerir'in son derece âlice-nâb ve cömerd bir zât olduğunu gösterir. Mezkûr rivâyete göre Cerir (radıyallahü anh) kendisine bir at satın almak için kölesine emretmiş o da 300 dirheme bir at satın alarak parasını Ödemek için atla birlikte sahibini de Cerir (radıyallahü anh)'a getirmiş. Cerir atı beğenmiş; ve sahibine:

«Senin atın 300 dirhemden fazla eder. Onu 400 dirheme satar mısın?» demiş. At sahibi:

«Bu sana kalmış bir şeydir yâ Ebâ Abdillâh!» demiş. Cerir:

«Senin atın bundan da fazla eder. Onu 500 dirheme satar mısın?» demiş; ve «Senin atın bundan da fazla eder» diyerek yüzer yüzer arttırmak suretiyle hayvanın fiyatını 800 dirheme yükseltmiş. Nihayet onu 800 dirheme satın almış. Kendisine neden böyle yaptığı sorulunca:

«Çünkü, ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, her müslümana sadakatli olacağıma beyat ettim.» demiştir.

Bey'at: Örfen hiç bir münazaa ve münakaşa götürmeyecek şekilde her işini hükümdara bırakma hususunda ona söz vermektir. Bey'at ederken ashâb-ı kirâm. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in elinden tutarlar; verdikleri sözü bu suretle te'kid ederlerdi. Bu hâl alışverişe benzediği için alış veriş manasına gelen beyi' kelimesinden alınarak söz ver-meyo bey'at denilmiştir.

Son hadisin senedinde İmâm Müslim'in: «Yakub kendi rivâyetinde şüyle dedi...» diyerek onun rivâyet şeklini göstermesi ince bir manaya tenbih içindir. Şöyle ki: Râvilerden Hüşeym müdellistir. Müdellis râvi, hadisi «an» edâtile rivâyet ederse o hadisle ihticâc edilmez. Ancak o hadisi başka bir yoldan dinlediği sabit olursa o zaman ihticac olunur. İmâm Müslim bu hadisi iki şevliden yani Süreye ile Ya'kub'dan rivâyet etmiştir. Süreyc'in rivâyetinde «an» edata vardır. Fakat Ya'kub'unkinde yoktur. İşte Müslim onun rivâyetinde «an» olmadığını göstermek suretiyle hadisin muttasıl olduğunu beyân etmiştir. Bu onun son derece dikkat ve ihtiyat sahibi bir zât olduğunu gösterir.