Geri

   

 

 

 

İleri

 

14- İman Şu'belerinin Sayısını, Bunların En Üstün ve En Aşağı Derecede Olanını; Utanmanın Faziletini ve İmandan Olduğunu Beyam Bâbı

161- Bize Ubeydullah b. Said ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Amir el-akadi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Süleyman b. Bilâl , Abdullah b. îNınâr’dan, , o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen rivâyet eyledi. Fahr-ı Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem):

«İman, yetmiş küsur şu'bedir. Utanmak da imandan bir şu'bedir.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî ile Müslim ittifakla tahriç ettikleri gibi Ebû Davûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce dahi muhtelif râvilerden muhtelif lâfızlarla rivâyet etmişlerdir. Mezkûr rivâyetlerin bazılarında burada olduğu gibi: «

«yetmiş küsur» denilmiş; bazılarında «Altmış küsüm diğer bazılarında râvi Süheyl tarafından şek edilerek:

«yetmiş küsur yahud altmış küsur» ifadesi kullanılmıştır. İbn Salâh:

«Bizim memleketteki Buhârİ nüshalarında altmıştan başka bir aded zikredilmemiştir.» demiştir. Tirmizî'nin bir rivâyetinde «Altmış dört bab» kaydı vardır. Bu rivâyetlerin hangisi tercih edileceği ihtilaflıdır, Kâdi Iyâz yetmiş küsur rivâyetini tercih etmiş ve:

«Doğrusu budur.» demiştir. İmâm Nevevî ile uleâmadan bir cemaat da bunu tercih etmişlerdir. Çünkü sika râvinin yaptığı ziyâde makbuldür.

İbn Salâh'a göre ise az aded bildiren rivâyeti tercih etmek daha muvafıktır. Zira yüzde yüz malûm olan odur; ihtiyat da onu tercih etmektir.

Bid'un kelimesi Kâdi Iyâz’ın beyanına göre sayılarda bad'un, bid'atün ve bad'atün şekillerinde okunabilir. Et parçası ma'nasında kullanılırsa yalnız bad'atün okunur. Sayıda bid'atün kelimesi üç ile on arasındaki adetlerde kullanılır. Üçten dokuza kadar diyenler de vardır. İmâm Halil b. Ahmed'e göre bu kelimenin ma'nası yedi demektir. Bazıları; «İki İle on arası ve oniki ile yirmi arasıdır.» demişlerdir. Onbir ve oniki adetlerinde kullanılmaz en meşhur kavil budur. Üçten yediye ve beşten yediye kadar ma'nalarına geldiğini iddia edenler de vardır. Zeccâc, bu kelimenin aded parçası ma'nasına geldiğini söylemiştir. Daha başka kaviller de vardır.

Neyyif: Birden üçe kadar olan adeddir.

Şube: Bir şeyin parçası, fırka ve dal ma'nalanna gelir. Şu halde hadîsin ma'nası:

«îman yetmiş küsur haslettir;» yahud: «İman yetmiş küsur daldır» demek oulr. Dal ma'nası verildiği takdirde iman dallı budaklı bir ağaca benzetilmiş olur. .

Kâdi Iyâz şöyle diyor: Yukarıda gördük ki lügatte imanın aslı tasdik, şeriatte ise kalple dilin tasdikidir. Şeriatın zahiri olan, amellere de iman adı verilir. Nitekim burada da:

«Mezkûr şu'belerin en makbulü: Allah'dan başka ilâh yoktur, demektir. Sonuncusu ise yoldan eziyet veren şeyleri gidermektir.» buyurulmaktadır.

Yine yukarıda arzettik ki, imanın kemâli amellerle, tamamı ise tâatlerledir. Tâatleri benimseyerek bu şu'belere katmak tasdik cümlesinden olup tasdike delil sayılır. Bunlar ehl-i tasdikin ahlâkıdır. Binaenaleyh ne şer'i ne de lügâvî iman isminden hâriç değillerdir. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu şu'belerin, herkese aletta'yin lâzım olan en makbulünün tevhid olduğuna o sahih olmadıkça hiç bir şu'benin sahih olmayacağına; en aşağısının da müslümanlara zararı dokunması melhuz olan şeyleri onların yollarından gidermek olduğuna tenbih buyurmuşlardır. Bu iki tarafın arasında bir takım adedler kalıyor ki, bir müctehid bunları galebe-i zan ve sıkı bir tetebbu' île tahsile çalışsa imkân bulur. Geçmiş ulemâdan bazıları bunu yapmıştır. Yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in muradı bu olduğuna hüküm vermek ve bu hükmü kabul etmek güçtür. Sonra mezkûr şu'beleri ismiyle şanıyla bilmek lâzım değildir. Bunları bilmemek imana zarar vermez. Çünkü imanın usûl ve füru'u ma'lûm ve muhakkaktır. İmanın bu kadar şu'besi olduğuna inanmak bilcümle vaciptir.

Hattâbi de buna benzer şeyler söylemiştir. îmanın şu'belerini tayin hususunda bir çok ulema kitap te'lif etmişlerdir. Şâfiilerden Ebû Abdillâh el-Huleymi'nin «el-Minhâc» Ebû Bekir Beyhakî ile Abdülcelil'in «Şuabü’l-iman» ismindeki eserleri, İshâk İbni-Kurtubi'nin «Kitâbu'n-Nasâih»i, Ebû Hâ tim'in «Vasfu'l-imâni ve Şuabuh» adlı kitabı bunlardandır. Buhârî sarihi Bedrüddin Aynî bunların içinde sadra şifa veren göremediğini söyledikten sonra iman şu'belerini yeniden şöyle hulâsa etmiştir:

İmanın aslı kalple tasdik, dille ikrardır. Lâkin iman-ı kâmil kalple tasdik, dille ikrar ve âza ile amelin mecmuudur. Yani iman üç kısımdır:

Birinci kısım: i'tikadiyata aid'dir: ve otuz şu'bedir:

1- Allah'a iman, zatına, sıfatlarına ve birliğine inanmak bunda dahildir.

2- Allah'dan başka her şeyin hadis olduğuna inanmak.

3- Allah'in meleklerine iman.

4- Kitaplarına imân.

5- Peygamberlerine iman.

6- Kadere, hayrına şerrine iman.

7- Âhiret gününe iman. Kabirde suâl, kabir azabı, dirilmek, mahşer yerine gitmek, hesab vermek, amellerin tartılması ve sırat gibi şeylere inanmak bu şu'beye dahildir.

8- Allah'in cennet va'dine ve cennetteki ebedi hayata iman.

9- Cehennem ateşiyle tehdide, cehennem azabına ve o azabın kâfirler I,hakkında sonu olmadığına iman.

10- Allah'ı sevmek.

11- Allah için bir birini sevmek ve Allah için bir birine buğzetmek. Allah için sevmekde gerek muhacirin gerekse ensar bütün ashâb-ı kirâmiyle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in akraba ve sülâle-i tâhiresini sevmek de dahildir.

12- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i sevmek, O'na salevat getirmek ve sünnetine tâbi' olmak bunda dahildir.

13- İhlâs ve samimiyet. Riya ve nifakı terketmek bunda dâhildir.

14- Günahlarına pişman olup tevbe etmek.

15- Allah'dan korkmak.

16- Rahmetini ümid etmek.

17- Rahmetinden ümidi kesmemek.

18- Allah'a şükretmek.

19- Vefakâr olmak.

20- Belâya sabretmek.

21- Mütevâzi' olmak. Büyüklere hürmet göstermek bunda dahildir.

22- Şefkatli ve merhametli olmak. Küçüklere şefkat bunda dahildir,

23- Allah’ın kazasına râzî olmak.'

24- Allah'a tevekkül etmek.

25- Kendini beğenmemek. Kendini medhetmemek de bunda dahildir.

26- Kin ve garezi terketmek.

27- Hasedi terketmek.

28- Gadablanmamak.

29- Hıyanet etmemek, Hile ve sû-i zannı terketmek bunda dahilidir.

30- Dünyaya dalmamak. Mal ve ma'kam sevgisini terketmek bunda dahildir.

Hâsılı fazilet veya rezalet nâmına burada zikredilmeyen bir kalp ameli bulunursa bilmeli ki bu ziyade zahire göredir. Hakikatte ziyâde sanılan o şey, zikredilen fasıllardan birine raci'dir. İyi düşünülünce anlaşılır.

İkinci kısım: Dilin amellerine râci' olup yedi nevi'dir:

1- Kelime-i tevhidi diliyle söylemek.

2 - Kur'ân okumak.

3 - İlim öğrenmek.

4- İlmi öğretmek.

5 - Duâ etmek.

6- Zikirde bulunmak. İstiğfar bunda dahildir.

7- Lağv yani bâtıl sözlerden sakınmak.

Üçüncü kısım: Bedenin amellerine aiddir; ve kırk şu'beye ayrılır. Bu şu'beler üç nevi'dir:

Birinci nevi: Muayyen şeylere mahsus olup onaltı şu'bedir;

1- Temizlenmek, abdest almak, cünüplükten, hayız ve nifastan temizlenmek gibi bedene aid temizliklerle elbise ve yer temizliği bunca dahildir.

2 - Namazı dosdoğru kılmak. Farz ve nafile namazlarla kaza namazları bunda dahildir.

3 - Sadaka vermek. Farz olan zekâtla, sadaka-i fıtır ve müsafirper-verlik, cömertlik gibi şeyler bunda dahildir.

4- Farz ve nafile oruç tutmak.

5- Haccetmek. Ömre' denilen küçük hacc bunda dahildir. .

6- İ'tikâfa girmek. Kadir gecesini aramak bunda dahildir.

7- Din aşkına başka yere kaçmak. Müşrikler diyarından İslâm beldesine hicret etmek bunda dahildir.

8- Nezri yani adadığı şeyi i'fâ etmek.

9- Yeminlerde teharrî.

10- Keffâret vermek.

11- Namazda ve namaz dışında avret yerini örtmek.

12- Kurban kesmeyi adamışsa onu kesmek.

13- Cenaze işlerine bakmak.

14- Borcunu ödemek.

15- Muamelâtta doğru hareket ederek ribâdan kaçınmak.

16 -Doğruya şehâdeti gizlemeyerek eda etmek.

ikinci nevi; Kendisine tâbi' olanlara mahsus olup altı şu'bedir.

1 - Nikahlanmak suretiyle iffet ve namusu korumak.

2 - Çoluk çocuğun haklarını ifâ etmek. Hizmetçiye hoş muamele bunda dahildir.

3 - Anne babaya iyi muamele etmek. Onlara âsî olmaktan kaçınmak bunda dahildir.

4 - Çocuklarına dinî terbiye vermek.

5 - Sıla-i rahim.

6 - Büyüklere itaat.!

Üçüncü nevi’: Âmmeye taallûk eden şeylerdir ki, onsekiz şu'bedir:

1 - Hükümdarılğı adaletle icra etmek.

2 - Cemaata devam etmek.

3 - Ülü’l-emre itât.

4 - İnsanların aralarını islâh etmek. Âsi ve bâgilerle harbetmek bunda dahildir.

5 - İyilik hususunda başkasına yardım etmek.

6 - Emr-i bilma'ruf,- neni ani'l-münkeri yani iyiliği başkasına emir; kötülükten nehyetmek.

7 - Hudud-i şer'iyyeyi ikame etmek.

8 - Cihâd etmek. Kışlalarda asker bulundurmak bunlarda dahildir.

9 - Emâneti edâ etmek. Ganimetlerin beşte birini gizîemeyip vermek bunda dahildir.

10- Ödemek şartiyle Ödünç vermek.

11- Komşuya ikram ve iyi muamelede bulunmak.

12 - Herkese iyi muamele etmek. Helâlından mal toplamak bunda dahildir.

13 - Malı yerinde harcamak. îsraf ve tebzirde bulunmaktan kaçınmak bunda dahildir.

14 - Selâm almak.

15 - Aksırana teşmit eylemek. (Yani: yerhamükâllah demek)

16 - Başkalarına zarar vermemek.

17 - Boş şeylerden kaçınmak.

18 - Yoldan, eziyet veren şeyleri atmak.

Yukarıki şu'belerin mecmuu yetmişyedi eder ki, yetmiş küsur desinden murad da budur.

İmâm Ebû Hatim b. Hibbân diyor ki:

«Ben bir müddet bu hadîsin ma'nasını tedkik ettim; ve bütün tââtı saydım. Baktım ki, tâât bu adedden bir hayli ziyâde çıkıyor. Bu sefer sünnetlere döndüm; ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in iman nâmına serdettiği bütün tââtlan saydım. Baktım ki bunlar da yetmiş küsürden azdır. Bir de kitâbullaha müracaat ederek onu dikkatle okudum; ve Allahü teâlâ'nın iman nâmına saydığı bütün tââtlan sıraladım. Onlar da yetmiş küsürden noksan çıktı. Bunun üzerine kitabı sünnete kattım. Âhireti bundan çıkardım. Bir de baktım: Allah ile Resûlü'nün imandan olmak üzere saydıkları şeyler yetmişdokuz şu'be olup bundan ziyade ve noksanı yoktur. Ve anladım ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in muradı kitab ve sünnetteki bu adetmiş.»

Ebû Hatim (rahimehüllah) bu ma'lûmatı «Vasfu’l-imâm ve Şuâbihi» adlı eserinde vermektedir. O: «îman altmış küsur şu'bedir...» rivâyetini de sahih bulmakta ve arapların bir şey için bir adet göstermekle o adedden mâadasını nefi etmek istemediklerini kaydetmektedir.

Faideler: 1 — Hadîsin (altmış küsur) şeklindeki rivâyetinin hikmeti şudur: Bir sayı ya zaid ya nakıs yahud tam olur.

Zaid: Kesirsiz olan cüzleri toplandığı zaman kendinden fazla olan adeddir. Meselâ 12 adeti böyledir. Çünkü 12 nin yarısı, üçte biri, dörtte biri, altıda biri ve altıda birinin yarısı vardır. Bunlar toplanırsa yarısı 6, üçte biri 4, dörtte biri 3, altıda biri 2, onun yarısı da 1 eder ki, mecmu'u 16 olur.

Nakıs: Cüzleri kendinden az olan sayıdır. Meselâ 4 ün yalnız yarısı ile dörtte biri vardır. Yarısı 2, dörtte biri de 1 eder ki, mecmu'u 3 olur.

Tâm: Cüzleri kendine müsavi olan sayıdır. 6 gibi; 6 nın yarısı, üçte biri ve altıda biri vardır. Yarısı 3, üçte biri, 2 altıda biri de 1 olup bunların mecmu'u yine 6 eder.

Bu üç nevi sayının en mu'teberi tam olanıdır. Tam olan 6 adedi üzerinde mübalağa göstermek istenilince birlikleri onar defa büyütülmüş ve 6 adedi 60 olmuştur.

 (Yetmiş küsur) rivâyetine gelince: Bunun ta'yinindeki hikmet de şudur: Yedi sayısı adedin bir çok kısımlarına şamildir. Çünkü aded çift, tek basit mürekkeb gibi kısımlara ayrılır. Binaenaleyh 7 üzerinde mübalağa göstermek istenince onun birlikleri de onar defa büyütülerek 70 olmuştur.

Küsur manasını verdiğimiz (Bid) kelimesinin 6 ve 7 ma'nalarına gelebileceğini zira bunun iki ile on arasındaki sayılara ıtlak edildiğini az yukarıda mezkûr kelimeyi izah ederken gördük. Hâsılı altmış küsur rivâyetinde altmışın aslı altı, yetmiş küsur rivâyetinde de yetmişin aslı yedidir. Aded ta'yininin vechi budur.

2 - Bu. rivâyetlerdeki altmış ve yetmiş adedlerinin -hakikat mı yoksa mübalâğa yolu ile mi zikredildikleri ulema arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre bunlardan murad, çokluk ifâde etmektir; adedlerin hakikat-ları maksud değildir. Tîybî de bu ihtimal üzerinde durmuştur. Bu takdirde küsuru zikretmek çokluğu daha da ileri götürmek içindir. Yani imanın şu'beleri öyle mübhenı bir takım adedlerdir ki, çok oldukları için sayılarının sonu yoktur. Araplardan bazıları 70 adedinin çok defa mübalağa için kullanıldığım söylemişlerdir. (Bid') Lâfzıyla ifade edilen yedinin onun üzerine ziyade olunması, yedi adedinin sayılar içinde en kâmil aded olmasındandır. Çünkü altı adedi ilk tam sayıdır. Onun üzerine bir ilâve edilince yedi olur. Binaenaleyh yedi adedi kâmil adeddir. Zira tam olandan sonra ancak kâmil olan gelir. Arslana da kuvveti kemal derecesinde olduğu için (sebû') derler. Yetmiş adedi ise gayenin gayesidir. Çünkü birlerin gayesi onlardır.

3- Utanmak niçin imandan sayılmıştır? denilirse şöyle cevap verilir: Haya' namı verilen utanma iyi şeyleri yapmaya kötü olanları yapmamaya sevkeden bir sâiktir ki, kimi sair iyi ameller gibi kesbi bir ahlâk kimi de bir tabiat ve haslet olur. Ancak onu şeriat kanununa göre kullanmanın ik-tisab ve niyyete muhtaç olduğuna bakarak haya da imandan sayılmıştır.

162- Bize Züheyr b. Harb rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Cerir, Süheyl'den , o da Abdullah b. Dinar'dan, o da Ebû Sâlih'den , o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet eyledi. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«İmân yetmiş küsur yahud: altmış küsur şubedir. Bunların efdali (Allahdan başka ilâh yoktur) demektir. En aşağısı ise yoldan eziyet verecek şeyleri gidermekdir. Hâyâ da imanın bir şu'besidir.»

Bu hadîsi Buhârî «Altmış küsur» Lâfzıyla seksiz olarak rivâyet etmiştir. Ebû Davûd, Tirmizî ve diğer bazı zevat da onu Süheyl tarikinden «yetmiş küsur lâfzıyla seksiz olarak rivâyet etmişlerdir. Müslim'in buradaki rivâyetinde râvi Süheyl, yetmiş küsur mü yoksa altmış küsur mü buyurulduğu hususunda şek etmiştir.

Burada: «Hâyâ da imanın bir şu'besidir» buyurulmuş; diğer rivâyette:

«Hâyâ imandandır.» başka bir rivâyette:

«Haya ancak hayır getirir.» daha başka bir rivâyette: «Hayanın hepsi hayırdır.» denilmiştir.

Haya: İstihyâ yani utanmak manâsına gelir. Lügat ulemasına göre istihyâ, hayattan alınmıştır. Utanmak manasına gelen haya, hissin kuvvet ve letafetindedir.

Ebû'l-Kâsım Cüneyd-i Bağdadi hazretleri hayayı; şöyle ta'rif etmiştir:

«Allah'ın ni'metlerîni ve kulluk Bâbında yapılan kusurları görerek bunların arasında meydana gelen hâle haya derler.»

İbn Salâh'a göre:

«Haya, kötülüklerden ve hukukda kusurdan men'eden bir

Zemahşeri ise:

«Haya, kendisiyle zemmolunan şeyi yapan kimseye ârız olan bîsjl değişme ve kırgınlıktır.» diye ta'rif eder.

Her hayanın mutlak surette hayır olması ve hayânın ancak hayır getirmesi meselesini bazı ulema müşkil sayarlar. Çünkü, utanan kimse bazen pek hürmet ettiği bir kimse ile karşılaşır da ona emri bil ma'rufu yapamaz. Bazen de haya kendisine bazı hakları ihlâl ettirir. Bu ve emsali hâller âdeten ma'lum olan şeylerdir.

Yukarıdaki müşkile ulemadan İbn Salâh'in da dahil olduğu bir cemaat şu cevabı vermişlerdir: Zikredilen bu mâni' hakikatte haya değil, acizlik ve gevşekliktir. Gevşeklik hayaya benzetilmek suretiyle ona bazı yerlerde mecazen haya demişlerdir.

Eziyet veren şeylerden murad: yol üzerindeki diken, taş ve molefc gibi şeylerdir.

163- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Sâlim'den o da babasından naklen rivâyet etti. Babası Şöyle dedi: — Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adamı kardeşine haya hakkında nasihat ederken işitti; de: «Haya imandandır.» buyurdular.

Bu hadîs müttefakun aleydir. Buhârî'nin rivâyetinde: « «o » «Bırak onu» ifâdesi de vardır. Onu Ebû Dâvu-d, Tirmizî ve Nesâî dahi tahric etmişlerdir.

Haya hakkındaki nasihatten murad: Niçin utanıyorsun diye onu tek-" dir ve çok utanmanın iyi bir şey olmadığını kendisine anlatmasıdır Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu görünce hemen müdâhale etmiş; ve:

«Bırak onu! Zira haya imandandır.» buyurarak utanmanın fena bir şey olmadığını, kendisine tenbih etmiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Haya imandan bir cüz olunca, hayasızın imanının bir kısmı yok demektir. îman bir bütün olup parçalanmayı kabul etmediğine göre imanının bir kısmı noksan olan kimsenin dinden çıkması lâzım gelmez mi? İmansızlık küfür değil midir? Bu suâlin cevabı şudur:

Haya imanın hakikatinden değil, kemalindendir. Bir şeyin kemalinin bulunmaması ise o şeyin bulunmamasını istilzam etmez. Evet, ameller imanın hakikatinde dahildir; diyenlerce işkâl yine baki ise de muhakkik ulemadan buna kail olan yoktur.

Kötülüklerden ve bilcümle utanç verecek şeyleri yapmaktan kaçınmaya teşvik; nasihatin ancak yerinde olduğu zaman nazar-ı i'tibara alınacağı; yersiz nasihatten men'etmenin lüzumu bu hadîsin delâlet ettiği faideler cümlesindendir.

164- Bize Abd b. Humeyd rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdürrazzak rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zühri'den bu isnadla haber verdi; ve:

— -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensardan, kardeşine nasihat eden bir zâtın yanına uğradı» dedi:

165- Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammed b. el-Beşşâr rivâyet ettiler. Lâfız İbn’l-Müsemıâ'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Kâtâde'den naklen rivâyet etti. Katâde

Dedi ki: Ben Ebû's-Sevvâr'ı anlatırken dinledim. Kendisi İmrân b. Husayni Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Utanmak hayırdan başka bir şey getirmez.» buyurduğunu rivâyet ederken işitmiş. Derken Büşeyr b. Kâ'b:

«Hakikaten bazı utancın vakar bazısının da sekinet olduğu hikmette yazılıdır,» demiş. Bunun üzerine imrân:

«Ben sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den hadîs rivâyet ediyorum. Sen bana sahifelerinden bahsediyorsun.» mukabelesinde bulunmuş.

Az yukarıda da arzolunduğu vecihle bu hadîs müşkül görülmüştür. Çünkü bazen utanmak, sahibini ifrata götürerek onun Allah'a karşı vazifelerini görmesine mâni' olur; böyle bir hayada hayır olmadığı ma'lumdur. İbn Salâh bu işkâle cevap vermiş; mezkûr hayanın hakikatte haya değil aciz ve gevşeklik olduğunu beyân etmişse de Müslim sarihlerinden Ebû Abdillâh Muhammed el-Übbî, gerek İbn Salâh'in gerekse hükemânın hayayı tefsirlerinden buradakinin hakikaten haya olduğunu anlayarak işkâle şöyle cevap veriyor:

«Eğer haya kelimesinin başındaki edat (lâmi ta'rif) umum edatı olarak kabul edilirse bu hadîs âmm-ı mahsustur. Edatın umum için geldiği kabul edilmezse, hadîs bir kazıyye-i mühmeledir. Kazıyye-i mühmele, eüz'iyye kuvvetindedir. İki kazıyye-i cüz'iyye arasında ise tenakuz yoktur. Çünkü ma'nalan şöyle olur: Bazı haya hayırdan başka bir şey getirmez; bazı hayada hayır yoktur.

Bu mesele müteâkib hadîsin şerhinde biraz daha izah edilecekt r.

166- Bize Yahya b. Habib el-Hârisi rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hâmmâd b. Zeyd, İshâk'tan -ki İbn Süveyd'dir— naklen Ebû Katâde'nin (şunu) tahdis ettiğini anlattı. Ebû Katade

Dedi ki:

— Aramızda Büşeyr b. Kâ'b'da bulunduğu halde bizden bir cemaatla birlikte İmrân b. Husayn’ın yanında bulunuyorduk. İşte o gün İmrân bize hadîs rivâyet ederek dedi ki:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Hayanın hepsi hayırdır.» Yahut: «Hayanın bütünü hayırdır.» buyurdular. Derken Büşeyr b. Kâ'b:

— Biz hakikaten tazı kitaplarda yahud hikmette: bir kısım bayanın sekinet ve Allah'a ta'zim olduğunu görüyoruz; ama onun zaif olanı da var, dedi. Bunun üzerine İmrân kızdı. Hatta gözleri kıpkırmızı oldu. Ve şunları söyledi:

— Bana bak! Ben sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den hadîs rivâyet ediyorum; sen buna i'tiraz ediyorsun ha?

İmrân hadîsi, Büşeyr de kendi sözünü tekrarladılar durdular. İmrân (iyice) küplere bindi. Biz de (İmrânı teskin için) Büşeyr hakkında boyuna:

— O gerçekten bizdendir ya Ebâ Nüceyd! O zararsızdır., diyorduk. Raht: İçlerinde kadın bulunmamak şartiyle sayıları ondan aşağı olan erkekler cemaatidir. Bu lâfızdan bir kişi için müfred bir kelime yoktur.

Cem'i: Erhut, erhât, erâhit ve erâhît gelir. Bir kimsenin kavmu kabilesine de raht denilir.

İmrân (radıyallahü anh)'ın Hazret-i Büşeyr'e kızarak inkârda bulunması: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in:

«Hayanın hepsi hayırdır.» buyurmuş olduğunu işittiği hâlde yine: «Hayânın bazısı zaiftir.» iddiasında bulunduğundandır. Sünnetin karşısında başka bir söze tahammül edememesi yahud kalbinde şüphesi olanlar böyle felsefi yollara saparlar korkusu ile inkâr etmiş olması da ihtimâl dahilindedir.

Übbi'ye göre hadîsle hükemanm sözü arasında muâraza öncak Haya kelimesinin başındaki harf-ı ta'rif umum edatı olarak kabul edildiği zaman tahakkuk eder. Zira bu takdirde hadîs:

«Her utanmada hayır vardır.» ma'nasına gelir. Hükemanın sözü ise: «Bazı utanmada hayır yoktur.» kuvvetindedir. Salibe-i cüziyye, mûcibe-i kulliyyeyi nakzeder. Az yukarıda bu bâbta muhtelif sözler söylendiğin hatta hadîsin bir kaziyye-i mühmele olması ihtimali üzerinde durulduğunu görmüştük. Binaenaleyh Hazret-i İmrân’ın inkârına sebeb olarak söylenecek en doğru söz Übbi'ye göre dahi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hadîsine karşı hükemanm sözünün zikredilmesidir. Nitekim Hazret-i İmrân'in:

«Ben sana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'âen hadîs rivâyet ediyorum; sen bana kendi sahifelerinden bahsediyorsun.» sözü de buna delildir.

Hazret-i Büşeyr'in işaret ettiği hükema kavline gelince:

Hükemaya göre her fazilet mutlaka mezmum iki tarafın yani ifratla tefritin ortasıdır. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de:

«Umurun en hayırlıları ortalarıdır.» buyurmuşlardır. Meselâ: İlim bir fazilettir. Bu fazilet ifratla tefritin ortasındadır. Onun ifrat tarafı dehâ, tefrit tarafı da belâdet yani akılsızlıktır. Dehâ mezmumdur. Çünkü hileye götürür. Akılsızlığın kötü bir şey olduğu ise beyandan müstağni dir. Şecaat da bir fazilettir. Bu faziletin ifrat tarafı, tehevvür; tefrit tarafı da korkaklıktır. Tehevvür çirkindir. Çünkü tehevvür bir işin sonunu düşünmeden hareket etmektir, ki zulme ve nefsi tehlikeye götürür. Korkaklık da çirkindir. Zira malı ve cam korumaktan meneder. Tam yerinde ölmekten meselâ harpde şehid olmaktan kaçmayı emreder.

Hâsılı hükema bütün faziletleri böyle ifratla tefrit arasıdır diye takrir ederler. Haya denilen utanma'da bir fazilet olduğuna göre onun da ifrat ve tefrit tarafları vardır. Hayanın ifrat tarafı haver yani gevşekliktir. Tefrit tarafı ise halâat yani başına buyrukluktur. Gevşeklik çirkindir. Çünkü vazifeyi terketmeye ve bir çok hayırlı işleri yapmamaya sebeb olur. Başına buyrukluğun çirkinliği ise meydandadır.

İfâdesi asıl nüshalarda böyledir. Buna Nahiv uleması: «Ekelûnî el-berâgîs» lügati derler. Çünkü bir fiil yalnız bir faile isnad olunduğu için fail tesni-ye veya cemi' olduğu zaman âmiline tesniye ve cemi' alâmeti takılmaz. Hadîsimizde ise fail tesniye olduğu gibi fiilin sonuna da tesniye alâmeti takılmıştır. Beni Tayy ve Benî Haris gibi bazı arap kabileleri bunu yaparlardı. Böyle cümleler iki suretle halledilirler:

1- İsmi zahir, muzmerin bedelidir. Yani ihmerrâ fiilinin faili, sonundaki (tâ) dır. (Aynâhu) kelimesi ise (tâ) zamirinin bedelidir.

2- İsmi zahir mübteda-i muahhar; zamir-i muttasılla birlikte fiilde haber-i mukaddemdir. Yani ibaredeki (Aynâhu) mübtedâ, (ihmerratâ) cümlesi de haber-i mukaddemdir.

Maamafih hadîs» Ebû Dâvûd'un «Sünen»inde; şeklinde de rivâyet olunmuştur.

«O gerçekten bizdendir; o zararsızdır.» ifadesinden murâd: «O münafıklık veya zındıklıkla yahud bid'at gibi bir şey ile itham olunan, ehl-i sünnete muhalif kimselerden değildir.» demektir.

167- Bize İshâk b. İbrahim rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize en-Nadr haber verdi.

(Dedi ki): Bize Ebû Neâmete'l-Adevi rivâyet etti.

Dedi ki: Huceyr b. er-Rebî'el-Adevi'yi, Imrân b. Husayn'dan, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen Hammâd b. Zeyd hadîsi tarzında söylerken işittim.