55- er-Rahmân SûresiRahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle Mucâhid: "er-Rahmân. Öğretti Kur'ânı. Yarattı insânı. Belletti ona o güzel beyânı. Güneş ve Ay hesâblı" (Ayet: 1-5) Buradaki "Bi-husbânin", "Değirmen taşının mihveri" demek olan "Husbân" gibidir, yani onun veznindedir, dedi Mucâhid'den başkası da şöyle demiştir: "Mizanı koydu. Tartıda haksızlık etmeyin. Teraziyi adaletle doğrultun, tartılanı eksik yapmayın diye" (Âyet: 6-9); buradaki "Teraziyi adaletle doğrultun" kelâmıyle Yüce Allah terazinin dilinin dosdoğru tutulmasını kasdediyor. "Samanlı dâneler, hoş kokulu nebatlar vardır" (Âyet: 12); buradaki "el-Asfu", ekinin yeşili, tâzesidir. Ekine ulaşmadan evvel tazesinden birşey kesildiği zaman, işte bu "Asf'tır. "Reyhan", ekinin rızkıdır, "el-Habbu", ekinden yenilecek olan dânelerdir. "Reyhan", Arab kelâmında "Rızk"tır. Bâzısı da (yani el-Ferrâ): "el-Asf", hububattan yenilen nevi'leri kasdediyor; "er-Reyhan", yenilmeyen olgun nevi'dir, demiştir. Başkası da (yani Ebû Ubeyde): "el-Asf", buğday yaprağıdır, demiştir. Ebû Mâlik de: "el-Asf” yerden biten bitkinin ilk filizleridir, Nabatlı çiftçiler ona "Hebûr" ismi verirler, demiştir. Mucâhid de şöyle demiştir: "el-Asf", buğdayın yaprağı, "er-Reyhân", "Rızk"tır. "O insanı bardak gibi kupkuru bir balçıktan yarattı. Cânnı da yalın bir ateşten yarattı" (Âyet: 14-15); buradaki "el-Mâric", ateş yakıldığı zaman ateşin üzerine yükselmekte olan sarı ve yeşil alevdir. Bâzıları da Mucâhid'den olmak üzere şöyle demiştir: "Min salsâlin ke'l-fahhâr'', "Pişirilmiş toprak kabın yapılması gibi" demektir "Üzerlerine ateşten bir yalınla bir duman salıverilecek" (Âyet: 35); buradaki "eş- Şuvâz", ateşten bir alevdir. "O hem iki doğunun Rabb'i, hem iki batının Rabb'idir" (Âyet: 17). Güneşin kış mevsiminde bir doğuş yeri, yaz mevsiminde bir doğuş yeri vardır. "İki batının Rabb'i" de yine güneşin kıştaki ve yazdaki batış yerleridir. İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. (Böyle iken) aralarında birbirine tecâvüz etmeye mâni bir perde vardır" (Âyet: 20); buradaki "Lâ yebğıyânı (Birbirine tecâvüz etmezler)", "Birbirine karışmazlar" demektir. "Denizde uzun dağlar gibi yükselen gemiler de O'nun" (Âyet: 24); buradaki "el-Munşeât", gemilerden yelkenleri yükseltilmiş olandır. Amma yelkeni yükseltilmemiş olanına gelince, o "Münşeat" değildir Mucâhid şöyle demiştir: "Üzerinize ateşten bir yalınla bir duman salıverilecek. Öyle ki birbirinizi kurtaramayacak, yardımlaşamayacaksınız" (Âyet: 35); buradaki "Nuhâs", "Bakır"dır, (yani eritilmiş bakır) onların başları üzerine dökülür, onlar bununla azâb olunurlar "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimseler için iki cennet vardır" (Âyet: 46). Bu, bir ma'siyet işlemeye karar veren, akabinde Azîz ve Celîl Allah'ı hatırlayıp da o günâhı terkeden kimsedir. "eş-Şuvâz", ateşten bir alevdir. "Mudhâmmetânı" (Âyet: 64), suya kanmaktan dolayı bitkileri siyâh (a yaklaşmış koyu yeşil) iki cennet. "Salsâl", "Kumla karıştırılmış kuru çamur"dur, bu, iyi pişirilmiş toprak kabın vurulunca ses vermesi gibi tın tın ses çıkarır. "Lahmun muntinun" denilir de bununla etin ateşte yanıp kızardığını kasdederler ("Koktu" ma'nâsını değil). Kapıyı kapatma sırasında "Sarrâ’l-bâbu = Kapı ses çıkardı" denilmesi gibi aynı ma'nâda olarak "Salsâl" masdarı da söylenir. "Salsâl" da "Sarsar" gibi, katlanmış mudâaf bir fiildir. "Sarsara" fiili de "Kebebtuhu = Onu yüzü üstü yere çarptım" ma'nâsına olan "Kebkebtuhu" gibidir, (bunlar aynı zamanda fâu’l-fiil ve ayne'l-fiilleri -yani birinci ve ikinci harfleri beraberce- tekrar edilmiş olarak kullanılan fiillerdir), "İçlerinde her nevi' meyveler, hurma ve nâr vardır" (Âyet: 68). Bâzıları (Ebû Hanîfe ve Ferrâ) da "Hurma ve nâr meyve değildir" demişlerdir. Arab kavmine gelince, onlar hurmayı ve nârı meyve sayarlar. (Allah bu ikisinin isimlerini, meyvelik üzerindeki faziletlerinden dolayı tekrar etmiştir. Bu, âmmdan sonra faziletini belirtmek için hâssı zikretmek nev'indendir) Azîz ve Celîl olan Allah'ın şu sözü de bunun gibidir: "Namazlara ve orta namaza devam edin... " (el-Bakara: 238). Burada Allah, mü'minlerin bütün namazlar üzerine muhafız olmalarını emretti. Sonra da ikindi namazını - şiddetlendirmek yani ta'zîm edilmesini te'yîd etmek için- tekrar etti. Nitekim konumuz olan âyette de meyve sözünden sonra hurma ve nar isimlerini tekrar buyurmuştu. Şu âyet de bu “Fâkihe ve nahl ve rummân" sözünün benzeridir: "Görmedin mi göklerde olan herkes ve yerde bulunan herkes; Güneş, Ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu hakîkaten Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerine de azab hakk olmuştur. Allah kimi hor kılarsa onu saadete kavuşturacak yoktur. Şübhesiz ki, Allah ne dilerse yapar” (el-Hacc: 18) Bu âyette Allah "Göklerde olan herkes ve yerde bulunan herkes Allah'a secde eder" buyurdu; sonra da "İnsanların birçoğu hakîkaten Allah'a secde eder, birçoğunun üzerine de azab hakk olmuştur" buyurdu. Halbuki Allah bunları evvelindeki "Göklerdeki herkes ve yerde bulunan herkes" kelâmı içinde zikretmişti Mucâhid'den başkası şöyle demiştir: " (Bu cennetlerin ikisi de) çeşit çeşit ağaçlı" (Ayet: 48); buradaki "Efnân", "Ağsân" manasınadır. "Ve iki cennetin derimi yakındır" (Âyet: 54), "Onlardan toplanacak, derilecek meyveler yakındır –zahmetsizce alınıverecek derecede yakın- el-Hasenu’l-Basrî: "O hâlde Rabb'inizin hangi ni'metlerini yalan sayabilirsiniz?"; buradaki "Fe-bi-eyyi âlâi", "Ni'metlerinin hangisini" ma'nâsınadır, demiştir. Katâde de: "Rabbikûma" tesniye zamîriyle cinn ve ins'i kasdediyor, demiştir Ebu'd-Derdâ "O her gün bir iştedir" (Âyet: 29) kavli hakkında: Günâhı mağfiret eder, sıkıntıyı, kederi açıp giderir, bir kavmi yükseltir, diğerlerini alçaltır, demiştir İbn Abbâs da: "Berzah", "Mâni' olucu bir perde"; "el- Enâm" (Âyet, 10), "Halk"; "Aynâni naddâhatâni" (Âyet; 66), "Durmayıp fışkıran iki pınar"; "Zul-celâl" (Âyet: 27) "Azamet sahibi" ma'nâsınadır, demiştir. İbn Abbâs'tan başkası da şöyle demiştir: "Mâric" (Âyet: 15), ateşin hâlis olanıdır (yânı dumansız olanıdır). Bu "Merec" birkaç ma'nâda söylenir: a. Bâzısı bâzısına zulmeder hâlde onları terkettiği zaman "Merece'l-emiru raiyyetehu" denilir. b. "Merece emru'n-nâsi = İnsanların işi karıştı", "Fe-hum fî emrin meric" (Kaaf: 5), "Şimdi onlar karışık bir iştedirler" demektir. Bu sözlerde "Merece", "Ihtalata" yani "Karıştı" ma'nâsınadır. Bu lâzımdır, geçişsizdir. "Merace'l-bahrân = İki deniz karıştı" bu manâdandır. c. "Merâce'l-bahreyni" (Âyet: 20), "İki denizi mercetti, yani salıverdi" demektir; bu, müteaddî olan şu kullanıştandır: "Merecte dâbbeteke ( = Hayvanını salıverdin)": Onu (otlasın diye) terkettin. "Ey ins ve cinn, ileride size kalacağız" (Âyet: 31); buradaki "Senefruğu lekum (Sizleri hesaba çekeceğiz) ma'nâsına bir mecazdır. Yoksa Yüce Allah'ı hiçbir şey, diğer şeyden alıkoymaz. Bu "Senefruğu lekum" ta'bîri Arab kelâmında ma'rûftur: "Le-eteferreğanne leke = And olsun yalnız sana kalacağım, yalnız senin için boşalacağım" denilir; bu, kendisinde hiçbir meşguliyet olmayarak demektir ki, bunu söyleyen kişi "And olsun ben seni gafletin üzerinde yakalayacağım" demiş olur. 1. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: “O iki cennetten başka iki cennet daha vardır” (Âyet: 62) 4927 Bize Ebû İmrân el-Cevnî, Ebû Bekr ibnu Abdillah ibn Kays'tan; o da Bâbası Abdullah ibn Kays'tan (yani Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den) tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İki cennet vardır ki, bunların kapları ve içlerinde bulunan şeyler hep gümüştendir. Diğer iki cennet daha vardır ki, bunların kapları ve içlerinde bulunan şeyler de altındandır. Adn cennetindeki cennetliklerle bunların kendi Rabb'lerine bakmaları arasında, Allah'ın vechi üzerindeki büyüklük ridâsından başka birşey bulunmayacaktır" 2. Bâb"Çadırlar içinde perdelenmiş huriler vardır" (Âyet: 72) İbn Abbâs: “Hûr”, gözbebekleri siyah dilberlerdir, demiştir. Mucâhid ise: "Maksûrât", "Habsedilmiş", dilberler ki bunların bakışları ve nefisleri sırf kendi eşlerine hasredilmiştir. "Kaasırâtun" "Kendi eşlerinden başkasını istemeyen dilberler" ma'nâsınadır, demiştir 4928 (Bu senedde de) yine bize Ebû İmrân el-Cevnî, Ebû Bekr ibn Abdillah ibn Kays'tan; o da babası Abdullah ibn Kays'tan (yânı Ebû Mûsâ el-Eş'ârî-radıyallahü anh-den) tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz ki, cennette içi boşaltılmış geniş bir inciden çadır vardır. Bunun eni altmış mil mesafe devam eder. Bunun her köşesinde bir aile bulunur ki, başkaları onları göremezler. O mü'minler birbirlerini ziyaret ederler. Ve iki cennet vardır ki, bunların kapları ve içlerindeki şeyler gümüştendir. 4929- Diğer iki cennet daha vardır ki, bunların da kapları ve içlerinde bulunan şeyler şundandır (yani altındandır). Adn cennetindeki cennetliklerle bunların kendi Rabb'lerine bakmaları arasında, Allah'ın yüzü üzerindeki büyüklük (yânı azamet) ridâsından başka birşey bulunmayacaktır'' |