56- el-Vâkıa SûresiRahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle Mucâhid şöyle demiştir: "Yer bir sarsıntı ile sarsıldığı, dağlar didik didik parçalandığı zaman" (Âyet: 4-5); buradaki "Ruccet", "Zulzilet" (yani "Sallandı"); "Busset" de, sevîk denilen kavutun ezilip ufalanması gibi "Ezilip ufalandı" ma'nâsınadır. "Fî sidrin mahdûdin" (Âyet: 28) kelâmındaki "Mahdûd", "Yükünün yani meyvasının çokluğundan dalları basıp bükülmüş" demektir. Yine bu kelime hakkında, "Dikenleri silinmiş, dikensiz kılınmış" demektir de deniliyor "Ve talhın mendûdin" (Âyet: 29), meyvesi aşağıdan yukarı istifli olan muz'dur. "Hakikat biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da onları bakire kızlar, zevcelerine sevgi ile düşkün hep bir yaşıt yaptık, sağcılar için" (Âyet. 35-38); buradaki "Urub", "Arûb"un cem'i olup "Kocalarına sevdirilmiş kadınlar" ma'nâsınadır "Birçok evvelkilerden, birçok da sonrakilerdendir" (Âyet: 39-40); buradaki "Sulletun", "Ummetun" ma'nâsınadır "Solcular; onlar ne solculardır! Sıcaklık ve kaynar bir su ve bir de kapkara dumandan bir gölge içindedirler" (Âyet: 41-43); buradaki "Yahmûmin", "Kara duman" demektir. "Çünkü onlar bundan evvel şımartılmış, şehvetlerine düşkün kimseler idiler. O büyük günâh üzerinde ısrar ederlerdi" (Ayet; 45 46); buradaki "Yusırrûne", "Yudîmûne" yani "Onu devam ettiriyorlardı" demektir "Sonra hakîkaten siz, ey sapkınlar ve tekzîbciler, muhakkak ki zakkum ağacından yiyeceksiniz. Öyle ki, karınlarınızı hep ondan doldurucularsınız, üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz; susamış develerin içişi gibi içeceksiniz" (Âyet: 52-55); buradaki "Hîm", "Huyâm" illetine, yani suya kanmama hastalığına tutulmuş susuz develerdir. "Innâ le-muğramûn" (Âyet: 66), "Bizler hakîkaten ağır borca düşürüldük" demektir. "Eğer siz hakk dîne boyun eğmeyecek, ceza çekmeyecekseniz, o boğaza gelen canı geri çevirseniz ya, eğer sâdıklarsanız" (Âyet: 86-87); buradaki "Gayra medînîn", "Gayra muhâsebîn", yani "Hesaba çekilmeyecek iseniz" demektir "Eğer o, ölen mukarreblerden ise artık rahatlık, güzel rızk ve Naîm cenneti onundur" (Âyet: 88-89), buradaki "Ravh", "Cennet, bolluk ve saadet", "Reyhan", "Rızk" ma'nâsınadır. "Aranızda ölümü biz takdir ettik ve biz yerinize diğer benzerlerinizi getirmemiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir yaratılışta ve surette tekrar peyda etmemiz hususunda önüne geçilecekler de değiliz" (Âyet: 60-61), buradaki "Nunşiekum", "Dileyeceğimiz herhangi bir yaratışta sizleri tekrar inşâ edeceğiz" demektir. Mucâhid'den başkası şöyle demiştir: "Eğer dileseydik muhakkak ki onu bir ot kırıntısı yapardık da siz de şaşakalırdınız" (Âyet: 65), buradaki "Tefekkehûne","Ta'cebûne" (yani "Şaşar, hayret ederiz") ma'nâsınadır "Uruben" (Âyet: 37), "Ağırlaştırılmış, değerlendirilmiş (sevgili, güzel konuşan kadınlar)" demektir. Tekili "Arûb"dur. "Sabûr"un cem'i "Subur" vezninde olduğu gibi. Mekkeliler böyle sevgili, âşık ve güzel konuşan işveli kadına "el-Aribe"; Medîneliler "el-Ğanice"; Iraklılar ise "eş-Şekile" ismi verirler. "Kıyâmet koptuğu zaman hiçbir nefis onun vukuunda yalancı değildir, O alçaltıcı, yükselticidir" (Âyet-1-3); buradaki "Alçaltıcı ve yükseltici" kavli hakkında, yine Mucâhid'den başkası: "Bir kavmi ateşin içine indirici, bir kavmi de cennete yükseltici" ma'nâsınadır, demiştir. "Ala sururin mevdûnetin” (Onlar cevherlerle örülmüş tahtlar üzerindedirler) (Âyet: 15); buradaki "Mevdûne", "Cevherlerle örülmüş, dokunmuş" manasınadır. "Vadinu'n-nâke (Devenin kolanı)" ta'bîri de bu ma'nâdandır (ki, birbiri üzerine bükülüp katlanmış yahut istif edilmiş tirşeden yahut kıldan dokunan yassı kolana denir). "el-Kûb" (Âyet: 18), "Kulakları -emziği- ve sapı olmayan sürâhî, testi"; "el-Ebârik (İbrikler)", "Emzikleri ve sapları olan kaplar". "Ve mâin meskûbin" (Âyet: 31), "Dâima akan su"; "Ve furuşun merfûatın" (Âyet: 34), "Bâzısı bâzısının üzerine yükseltilmiş döşeklerdedirler". "Mutrafîne" (Âyet: 45), "Metâ'lananlar, her türlü ni'metlerle faydalanıp ni'metlenenler". "Gayra medînîn" (Âyet: 86), "Dîne boyun eğmeyenler, hesaba çekilmeyecek olanlar iseniz" demektir. "O hâlde (rahimlere) dökmekte olduğunuz o menî nedir? Bana haber verin. Onu siz mi insan suretine getiriyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?" (Âyet: 58-59); buradaki "Menî", kadınların rahimlerindeki nutfe'dir. "Şimdi bana çakmakta olduğunuz ateşi söyleyin. Onun ağacını siz mi yarattınız yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu hem bir ibret, hem çöl yolcularına bir faide kıldık" (Âyet: 71-72); buradaki "Mukvîn", "Çöl yolcuları"; "el-Kıyyu" "Hiçbirşey bulunmayan sahra, çöl" ma'nâsınadır. "Hayır, işte yıldızların düştüğü yerlere and ediyorum" (Âyet: 75), "Kur'ân'ın muhkemliğine yemîn ediyorum" demektir. "Yıldızların düştüğü zamanlarındaki düşme yerlerine yemîn ediyorum" ma'nâsınadır da deniliyor. "Mevâkı"' kıraati de, "Mevki"' kıraati de bir ma'nâyadır "Şimdi siz bu kelâmı mı hor görücülersiniz?" (Âyet: 81); buradaki "Mudhınûn", "Mukezzibûn" (yani "Yalanlayıcılar") ma'nâsınadır. Bunun benzeri şudur: "Artık o yalanlayanlara boyun eğme. Onlar arzu ettiler ki, sen yumuşak davranasın da kendileri de yumuşaklık göstersinler" (el-Kalem: 8-9). “Eğer sağcılardan ise, artık sağcılardan selâm sana'' (Âyet: 91-92): Bu, "Senin sağcılardan olduğun teslim (yani kabul) edilmiştir" ma'nâsınadır. Burada "İnneke" kelimesinden "înne" terkedilmiştir. Bu "İnne" terk edilmiş ise de, onun ma'nâsı murâddır, irâde edilmiştir. Nitekim sen bir adama hitaben -O adam sana: "Ben yakında yolcu olacağım" demiş olduğu zaman-: "Ente musaddakun musâfirun an kalîlin" dersin. Bu söz: "Sen tasdîk edildin ki, sen yakında yolcu olacaksın" demektir. "Selâm" lafzı bazen sağcılardan muhataba duâ gibi olur. Bu senin: "Sakyen mine'r-ricâl = Allah seni sulasın" sözün gibidir. Eğer "Selâm"ı merfû' söylersen, o takdîrde bu, duadandır. "Tûrûn = Çakmak çakıp duruyorsunuz" (Âyet: 71), "Ateş çıkarıp duruyorsunuz" demektir. Bu "Evreytü = Ateş yaktım" ma'nâsındandır. "Onlar cennette ne boş bir lâf, ne de günâha sokacak birşey işitmezler" (Âyet: 25); buradaki "Lağven", "Bâtılen"; "Te'sîmen", "Günâha sokmak" demektir. 1. BâbYüce Allah'ın "Ve uzatılmış bir gölge içindedirler" (Âyet: 30) Kavli Bâbı 4930- Bize Alî ibnu Abdillah el-Medînî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne, Ebû'z-Zinâd'dan; o da el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti. Ebû Hureyre bu hadîsi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ulaştırıyordu ki, şöyle buyurmuştur: "Cennette bir ağaç vardır, bir süvârt onun gölgesinde yüz yıl yürüse, onun gölgesini asla kesip bitiremez. İsterseniz: “Ve uzatılmış bir gölge içindedirler” âyetini okuyunuz". |