Geri

   

 

 

 

İleri

 

50- Kaaf Sûresi

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

“Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu uzak bir dönüştür" (Âyet: 3); hayâta döndürülmek “Uzak”tır, olacak değildir, yani "Ölümden sonra diriltilmemiz uzak olur" demektir.

"Üstlerindeki göğe hiç de bakmadılar mı? Onu nasıl bina ettik. Onu nasıl donattık. Onun hiçbir gediği de yok" (Âyet: 6); buradaki "Furûc", Futuk" (yani "Açık yerler, yarıklar, çatlaklar") manâsınadır; bunun tekili "Ferc”dir.

"And olsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. (Çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız" (Âyet: 16). Buradaki "Min habli’l-verîd", insanın boğazında bulunan iki verîd damarlarıdır. "Habl", "Boyun ipi" yani "Boyun damarı"dır

Mucâhid de şöyle dedi: "Toprağın onlardan neleri eksilteceğini biz muhakkak bilmişizdir. Yanımızda da herşeyi koruyan bir kitâb vardır" (Âyet: 4). "Arz'ın onların kemiklerinden neyi yiyip eksilteceğini bilmekteyiz"dir.

" (Biz bütün bunları) tâatimize dönen her kulun kalb gözünü açmak, ona ibret vermek için (yaptık)" (Âyet: 8); Burada "Tebsıraten", "Basîraten" ma'nâsınadır

"Gökten de bereketli bir su indirdik de onunla bahçeler, biçilecek dâneler bitirdik. Ve tomurcukları birbiri üstüne binmiş uzun boylu hurma ağaçları (yetiştirdik)" (Âyet: 9- 10); buradaki "Habbe’l-hasîdi- Biçilecek dâne)",

"Buğday "dır; "Bâsıkaat", "Uzun uzun" ma'nâsınadir

"Ya biz ilk yaratışta acz mi gösterdik? Hayır, onlar bu yeni yaratıştan şübhe içindedirler" (Âyet: 15); buradaki "Efe'ayînâ (Biz âciz mi olduk)", "Efe'a'yâ aleynâ (Bizi yorup âciz mi bıraktı)" manâsınadır.

"Onun yoldaşı olan dedi ki: İşte yanımda olan şey karşındadır" (Âyet 23); buradaki "Karînuhu", "Ona takdir kılınmış olan şeytân"dır

"Biz bunlardan evvel nice nesilleri helak ettik ki, onlar kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. (Ölümden kurtulmak için) memleketlerde delikler aramışlardı. Fakat kaçmağa bir çâre var mı idi?" (Âyet: 36): buradaki "Nakkabû","Darabû" (yani "Ölümden korunmak için beldelerde dolaştılar") ma'nâsınadır.

"Şübhesiz ki, bunda aklı olan yahut kendisi huzur içinde olarak kulak veren kimseler için elbette öğüt vardır" (Âyet: 37); buradaki "Elka's-sem'a", dinlemek ve işitmekle meşgul bulunmasından dolayı nefsini başkasıyle konuşturmayan kimse demektir. Sizi inşâ ettiği ve yaratılmanızı inşâ ettiği zaman

"Hatırla ki insanın hem sağında, hem solunda oturan, onun amellerini tesbît etmekte olan iki de melek vardır. O bir söz atmayadursun, mutlak yanında hazır bir gözcü vardır" (Âyet: 17-18); buradaki "Rakîbun atîd", "Hazırlanmış bir rasadçı" (yani hayır ve şerrden her hareketi ve sözünü rasad eden, murakabe eden, bakan yahut yazan) manâsınadır.

" (O gün) herkes, beraberinde sürücü ve şâhid bulunduğu hâlde gelmiştir" (Âyet: 21); buradaki "Sâık" ve "Şehîd", iki melektir; biri "Yazıcı", diğeri "Şehîd"dir. "Şehîd", "Kalb ile şâhid" (Ebû Zerr nüshasında: "Gaybe şâhid") demektir.

"And olsun ki, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan herşeyi altı günde yaratmışızdır. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamıştır" (Âyet: 38); buradaki "Luğûb", "Yorgunluk" ma'nâsınadır.

Mucâhid'den başkası da şöyle dedi:

"İstifli tomurcuğu olan uzun hurmalar" (Âyet: 9) sözündeki "Nadîd", kapçıkları içinde bulunmakta devam ettikleri süredeki tomurcuklardır. Bunun, yani "Nadîd" lafzının ma'nâsı, "Mendûd = Birbiri üzerine dizilip istiflenmiş"dir. Kapçıklarından çıktığı zaman artık "Nadîd", yani "İstiflenmiş" değildir.

"Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışından sonra dahî tesbih et" (et-Tûr: 49); "Gecenin bir cüz'ünde ve secdelerin arkalarında da O'nu tesbîh et" (Âyet: 40)

Âsım, Kaaf Sûresi'ndeki kelimeyi "Edbârı’s-sucûd" şeklinde hemzenin fethiyle okur, et-Tûr Sûresi'ndekini de "Idbârı’n-nucûm" şeklinde kesre ile okur. Kaaftaki de, Tûr'daki de beraberce kesre de okunurlar, nasb da yani fetha ile de okunurlar.

İbn Abbâs: "O gün o hakk sayhayı işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür" (Âyet. 42); bu "Çıkış günü", insanlar kabirlerinden çıkarlar, demiştir.

1. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: “O gün cehenneme: Doldun mu? Diyeceğiz. O da: Daha var mı? Diyecek" (Âyet: 30)

4897 Bize Şu'be, Katâde'den, o da Enes (radıyallahü anh)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cehennemlikler cehenneme atılacaklar. (Atıldıkça, cehennem:) Daha ziyâde var mı? Diyecek. Nihayet (izzet sahibi olan Rabb) ayağını basacak (onu horlayacak). Bu sefer cehennem: Yetişir, yetişir! Diyecektir."

4898 Bize Avf el-A'râbî, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre'den tahdîs etti. Muhammed ibn Mûsâ: Ebû Sufyân el-Himyerî bu hadîsi Peygamber'e yükseltti. Hadîsi sahâbî üzerinde en çok durdurup mevkuf olarak rivayet etmekte olan Ebû Sufyân el-Himyerî'dir (yani o, hadîsi çok az Peygamber'e yükseltir idi), demiştir. "Allah tarafından cehenneme: Doldun mu? Denilir. O da: Daha ziyâde var mı? Diyecek. Bunun akabinde Rabb Tebâreke ve Taâlâ ayağını cehennemin üzerine koyacak. Bu sefer cehennem: Yetişir, yetişir! Diyecektir"

4899 Bize Ma'mer ibn Râşid, Hernmâm ibn Münebbih'ten haber verdi ki, Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cennet ve ateş münâkaşa ettiler. Şöyle ki: Ateş:

— Ben kibirliler ve zorlayıcı kimselerle tercih olundum, yani onlara tahsis olundum, dedi. Cennet de:

— Bana ne oldu ki, bana insanların yalnız zaîflan ve sakatları giriyor? Dedi. Allah Tebâreke ve Taâlâ da cennete şöyle buyurdu:

— Sen benim rahmetimsin, ben seninle kullarımdan dilediğime rahmet ederim. Ateşe de şöyle buyurdu:

— Sen sırf benim azâbımsın; ben seninle kullarımdan dilediğime azâb ederim.

Cennet ve cehennemden herbiri için dolmak hakkı vardır. Fakat cehennem dolmak bilmez, en sonu Allah ona ayağını koyar. O da:

— Yetişir, yetişir, yetişir! der.

İşte o zaman cehennem dolar, bâzısı bâzısına büzülür. Azîz ve Celîl olan Allah, halkından hiçbir kimseye zulmetmez. Cennete gelince, Azîz ve Celîl olan Allah, onun için (onun boşluklarını doldurmak için) yeniden birtakım halk yaratır " .

2. Bâb

Yüce Allah'ın: "Ne derlerse sen sabret. Rabb'ini, güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce hamd ile tesbih et" (Âyet: 39).

4900 Cerîr ibnu Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz bir gece Peygamber'in maiyyetinde oturuyorduk. Ayın öndördüncü gecesinde idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kamere baktı da şöyle buyurdu:

— "Şübhesiz ki sizler, şu Ay'ı görmekten hiçbiriniz mahrum olmaksızın görmekte olduğunuz gibi Rabb'inizi de göreceksiniz. Artık güneşin doğmasından önceki ve batmasından önceki namazların hiçbirinden alıkonmamak elinizden gelirse, ona çalışınız. "

Bundan sonra Peygamber: "Rabb'ini, güneşin doğuşundan evvel ve batışından evvel hamd ile teşbih et" âyetini okudu

4901 Bize Verkaa, İbnu Ebî Necîh'ten; o da Mucâhid ibn Cebr'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs: Rabbı Taâlâ, Peygamberce, bütün namazların arkalarında tesbîh etmesini emretti, demiştir. İbn Abbâs bununla "Ve secdelerin arkalarında da O'na tesbîh et" (Âyet: 40) kavlini kasdediyor