Geri

   

 

 

 

İleri

 

48- el-Feth Sûresi

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

Mucâhid:

''Daha doğrusu siz Rasûl’ûn de, mü’minlerin de ailelerine temelli dönmeyeceklerini sandınız. Bu, sizin kalblerinizde süslendi. Kötü zannda bulundunuz. Bu yüzden helake mahkûm bir kavim oldunuz” (Âyet: 12);

Buradaki "Bûran” "Helak olucular" manâsınadır, dedi.

Ve yine Mucâhid:

“Sîmâhum fî vucûhihim'” = Nişanları yüzlerindedir'' (Âyet: 29); bu, "Yüz derilerinin ter-ü tazeliği, mülâyemeti, nazikliği (hey'eti, üslûbu, kılığı)" manâsınadır, dedi. Mansûr ibnu'l-Mu'temir de yine Mucâhid'den olmak üzere: O "Tevâzu'"dur (Alçak gönüllülük'tür), dedi.

Bu âyetteki "Şat'ehu", "Filizi";

"Festağlaza", "Ğaluza" (yânı "Kalınlaştı, kuvvetlendi");

"Festevâ ala sûkıhî", "Taşıyıcı sapları üzerinde doğrulup kalktı" demektir. "es-Sâku", ağaç ve bitkinin taşıyıcısıdır. Ve şöyle denilir; “Dâiretu’s-sev’i-Kötülük çenberi", senin "Raculu's-sev'i = Kötülük adamı" sözün gibidir. "Dâiretu's-sev'i" "Azâb"dır (yani onu her tarafından kuşatır da kurtulamaz).

"Tuazzirûhu" (Âyet: 9), "Ona yardım edesiniz" demektir.

"Şat'ehu", başağın filizidir. Bir tek dâne, on yahut sekiz yahut yedi filiz bitirir de bu filizlerin bâzısı bâzısıyla kuvvetlenir, yani birbirleriyle kuvvetlenirler.

İşte bu Yüce Allah'ın "Fe-âzerehu = Onu kuvvetlendirdi" sözüdür. Şayet bir tek filiz olaydı taşıyıcı sapı doğrulup kalkamazdı. İşte bu zikrolunan şey, Allah'ın kendi Peygamberi için beyân ettiği bir meseldir. Çünkü Peygamber tek başına çıktı. Sonra Allah O'nu, dâneyi kendisinden bitenlerle kuvvetlendirdiği gibi sahâbîleriyle kuvvetlendirdi

1. Bâb

“Biz hakikat sana apâşikâr bir feth (ve zafer yolu) açtık. (Âyet: 1).

4882- Bize Abdullah ibn Mesleme, (İmâm) Mâlik'ten; o da Zeyd ibn Eslem'den; o da babası Eslem'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), seferlerinden birinde (yani Hudeybiye dönüşünde) geceleyin yol alıyordu. Omer ibnu'l-Hattâb da beraberinde yürüyordu. Bu sırada Omer ibnu'l-Hattâb, Rasûlüllah'a birşey sordu. Fakat Rasûlüllah (vahiy ile meşgul bulunduğundan) Omer'e cevâb vermedi. Omer sonra yine sordu. Rasûlüllah yine cevâb vermedi. Sonra Omer (Rasûlüllah işitmedi sanarak) bir daha sordu. Rasûlüllah yine cevâb vermedi. Bunun üzerine Omer ibnu'l-Hattâb kendi kendine:

— Omer'in anası, sen Omer'i kaybetti (yani kaybetsin de yok olasın)! Sen üç kerre Rasûlüllah'a sorguda ısrar ettin de Rasûlüllah bunların hepsinde sana cevâb vermedi, dedi.

Omer dedi ki: Bunun üzerine ben devemi hareket ettirip sürdüm. Sonra hakkımda Kur'ân indirilmesinden korkarak insanların önüne geçtim. Fakat çok beklemedim, bir çağırıcının bana bağırmakta olduğunu işittim. Ve (kendi kendime):

— Şimdi hakkımda Kur'ân inmiş olmasından hakîkaten korkmaktayım, dedim.

 (Ve bu korku içinde) Rasûlüllah'ın huzuruna geldim ve kendisine selâm verdim. Rasûlüllah (sevinçle) bana:

— "Bu gece bana bir sûre indirilmiştir ki, yemîn olsun o sûre bana, üstüne güneş doğan herşeyden daha çok sevimlidir" buyurdu.

Sonra Rasûlüllah "Biz hakikat sana apâşikâr bir feth (ve zafer yolu) açtık" sûresini okudu

4883-...... Şu'be ibnu'l-Haccâc şöyle demiştir: Ben Katâde'den işittim ki, Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) "Hakikat biz sana apâşikâr bir feth açtık" kavli hakkında:

— Bu apâşikâr feth, Hudeybiye sulhudur, demiştir

4884 Bize Muâviye ibnu Kurre tahdîs etti ki, Abdullah ibnu Mugaffel (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'nin fethi günü el-Feth Sûresi'ni okudu da, bu okuyuşunda sesini uzatıp yükseltti.

Muâviye ibn Kurre: Eğer Peygamber'in okuyuşunu sizlere aynen hikâye etmek isteseydim, muhakkak bunu (Abdullah ibn Muğaffel'in naklettiği gibi) yapardım, dedi

2. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

" (Bu), geçmiş ve gelecek günâhını Allah'ın mağfiret etmesi, senin üzerindeki ni'metini tamamlaması, seni (bu sayede) doğru yola iletmesi içindir" (Âyet: 2)

4885  el-Mugîre ibn Şu'be (radıyallahü anh) şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -gece namazında- iki ayağı şişinceye kadar ayakta durdu. Kendisine:

— Allah Sen'in geçmiş ve gelecek günâhlarını mağfiret eyledi, denildi.

Peygamber:

— "Ben (bu mağfirete karşı) çok şükreder bir kul olmayayım mı?" diye cevâb verdi.

4886 Bize Hayve ibn Şurayh, Ebû'l-Esved'den haber verdi. O Urve'den; o da Âişe (r.anha)'den şöyle işitmiştir: Şübhesiz ki, Allah'ın Peygamberi geceleyin namazda iki ayağı çatlayıncaya kadar ayakta dikilirdi. Bunun üzerine Âişe O'na;

— Yâ Rasûlallah! Allah Sen'in geçmiş gelecek günâhını mağfiret etmiş olduğu hâlde niçin bu kadar meşakkatle ibâdet ediyorsun? dedi de, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Ben (bu ilâhî mağfirete karşılık gece namazı ile) çok şükreder bir kul olmamı arzu etmeyeyim mi?" diye cevâb verdi.

Vücûdunun eti çoğaldığı zamanlarda oturarak namaz kılardı, rükû' yapmak istediğinde ayağa kalkar, bir mikdâr okur, sonra rükû' yapardı

3. Bâb

"Hakikat biz seni bir şâhid, bir müjdeci, bir korkutucu olarak gönderdik" (Âyet: 8).

4887  Bize Abdulazîz ibnu Ebî Seleme, Hilâl ibn Ebî Hilâl'den; o da Atâ ibnu Yesâr'dan tahdîs etti ki, Abdullah ibnu Amr ibni’l-Âs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Şübhesiz Kur'ân'daki şu "Ey Peygamber, biz seni hakîkaten bir şâhid, bir müjdeci ve bir korkutucu (ve O'nun emri ile bir davetçi ve nur saçan bir kandil) olarak gönderdik" (el-Ahzâb: 45-46) âyeti. Bunu Allah, Tevrat'ta da söylemiştir: "Ey Peygamber, şübhesiz biz seni bir şâhid, bir müjdeci, bir koruyucu olarak gönderdik. Sen elbette benim kulum ve rasûlümsün. Ben sana el-Mutevekkil adını verdim. Bu peygamber kötü huylu, katı kalbli, çarşılarda çağırgan değildir. O, kötülüğü kötülükle defetmez, lâkin o affeder, yüz çevirip geçer. Allah, eğrilip sapan milleti bu peygamberin irşâdiyle ‘Lâ ilahe ille'llâh’ tevhîd sözünü söylemeleri suretiyle doğrultmadıkça onun ruhunu almayacaktır. Allah bu tevhîd kelimesiyle (yani bunun sihirli te'sîriyle) birçok kör gözleri, sağır kulakları ve kılıflı kalbleri açacaktır"

4. Bâb

O müminlerin yüreklerine sekîneti indirendir... (Âyet: 4)

4888 el-Berâ' ibni Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber'in sahâbîlerinden bir adam -ki o, Useyd ibn Hudayr'dır- el-Kehf Sûresini okuyordu. Atı da evinde bağlanmış hâldeydi. Okurken atı ürküp deprenmeğe başladı. O zât dışarı çıkıp etrafa baktı, hiçbirşey göremedi. (O okudukça) at yine deprenmeğe başladı. O zât sabaha ulaşınca bunu Peygamber’e zikretti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu (yani atın kendisinden ürktüğü şey) sekînettir. Okuduğun Kur'ân sebebiyle inmiştir" buyurdu

5. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"And olsun ki, Allah mü’minlerden -seninle o ağacın altında bey'at ederlerken- râzı olmuştur da, kalblerindekini bilerek üzerlerine sekîneti indirmiş ve onları yakın bir feth ile ve alacakları birçok ganimetlerle mükâfatlandırmıştır. Allah azîzdir, hakîm bulunuyor" (Âyet: 18-19)

4889 Câbir ibn Abdülah (radıyallahü anh): Bizler Hudeybiye gününde bindörtyüz kişi idik, demiştir

4890 Katâde şöyle demiştir: Ben Ukbe ibn Suhbân'dan; o da ağaç altında hazır bulunan kimselerden olan Abdullah ibnu Mugaffel el-Muzenî (radıyallahü anh)'den işitti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) parmaklarla küçük taşlar atmayı nehyetmiştir.

4891- Ve yine Ukbe ibnu Suhbân: Ben Abdullah ibnu'l-Mugaffel el-Muzenî (radıyallahü anh)'den, yıkanma yerinde bevl etmek hakkındaki nehyi de işittim, demiştir

4892  Bize Şu'be, Hâlid ez-Hazzâ'dan; o daEbû Kılâbe'den; o da ağaç altında bey'at eden sahâbîlerden olan Sabit ibnu'd-Dahhâk (radıyallahü anh)'tan tahdîs etti

4893  Habîb ibnu Ebî Sabit şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil Şakîk ibn Seleme'ye geldim ve ona (Alî'nin öldürdüğü Haricî topluluğunu) sordum. O şöyle dedi: Biz Siffîn mevkiinde idik. Bir adam:

— Allah'ın Kitabı'na çağrılanları görmedin mi? dedi.

Ali:

— Evet, (ben Allah'ın Kitâbı'yle amele çağrıldığım zaman icabet etmeye en lâyık kimseyim), dedi.

Bunun üzerine Sehl ibnu Huneyf şöyle dedi:

— Sizler (bu re'yde) kendinizi ittihâm ediniz. Yemîn olsun ki, bizler Hudeybiye gününde kendimizi şu hâlde görmüşüzdür -Sehl, Peygamber'le müşrikler arasında yapılan sulh anlaşmasını kasdediyor-: Eğer bizler o gün harb yapmayı re'y etmiş olaydık, elbette harbe girişirdik. O sırada Omer Peygamber'e geldi de:

— Biz müslümanlar hakk üzerinde, düşmanımız olan onlar ise bâtıl üzerinde değiller mi? Bizim ölülerimiz cennette, onların ölüleri ise ateşte değiller mi? dedi.

Peygamber:

— "Evet, Öyledir" buyurdu.

Omer:

— Öyleyse dînimiz uğrunda bu değersiz şeye (yani zayıflık ve acizliğe delâlet eden bu şartlar üzere sulha) niçin değer veriyor, kabul ediyoruz ve Allah henüz aramızda hükmetmemiş olduğu hâlde, niçin geri dönüyoruz? dedi.

Bunun üzerine Peygamber:

— "Ey Hattâb oğlu! Ben muhakkak surette Allah'ın rasûlüyüm. Allah beni ebediyyen zayi' etmeyecektir" buyurdu. Akabinde Omer öfkeli olarak geri döndü ve sabredemedi de nihayet Ebû Bekr'e geldi ve ona:

— Yâ Ebâ Bekr! Biz hakk üzerinde, onlar da bâtıl üzerinde değiller mi? dedi. Ebû Bekr:

— Ey Hattâb oğlu! Şübhesiz bu zât, Allah'ın rasûlüdür ve Allah O'nu ebeden zayi' etmeyecektir, dedi.

Müteakiben el-Feth Sûresi indi