33- el-Ahzâb SûresiRahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle "Kitâblılardan olup da onlara yardımda bulunanları da, yüreklerine korku düşürerek kalelerinden indirdi. Bir kısmını öldürüyordunuz, diğer bir kısmını da esîr ediyordunuz” (Âyet. 26); buradaki "Sayâsîhım", "Kasrlarından, kalelerinden" ma'nâsınadır 1. Bâb"O Peygamber, mü’minlere öz nefislerinden daha yakındır. Zevceleri de analarıdır. Hısımlar da Allah'ın Kitabı 'nda birbirlerine, diğer mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Şu kadar ki, dostlarınız için herhangi bir iyilikte bulunmanız müstesna. Bu, Kitâb 'da yazılıdır'' (Âyet: 6). 4828 Bize babam Fulayh ibnu Süleyman, Hilâl ibn Alî'den; o da Abdurrahmân ibnu Ebî Amre'den o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den lahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben herbir mü'mine muhakkak dünyâ ve âhiret işlerinde insanların en yakınıyımdır. İsterseniz (delîl için) “O Peygamber, mü'minlere öz nefislerinden daha yakındır...” âyetini okuyunuz. Herhangibir mü 'min ölür de mal bırakırsa, bu mala kim olursa olsun, onun asabesi mirasçı olsun. Herhangibir mü'min de borçyâhud (fakır bir) aile bırakırsa, o da bana gelsin, ben onun velîsiyim" 2. Bâb"Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah katında daha doğrudur... " (Âyet: 5). Birçok Buhârî nüshalarında bundan sonra 6. âyet vardır. 4829 Mûsâ ibn Ukbe şöyle dedi: Bana Salim, babası Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den şöyle tahdîs etti: Biz Rasûlüllah'ın âzâdlısı olan Zeyd ibn Hârise'yi Kur'ân'daki şu âyet ininceye kadar ancak Zeyd ibnu Muhammed diye çağırır dururduk: "Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, o hâlde dînde kardeşleriniz, dostlarınızdır. Hatâ ettiklerinizde ise üstünüze bir vebal yoktur. Fakat kalblerinizin kasdettiğinde vebal vardır. Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" 3. Bâb"Mü’minler içinde Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de bunu bekliyor. Onlar hiçbir suretle ahidlerini değiştirmediler" (Âyet: 23). "Nahbehu", "Ahdehu" (yani "Sözünü") demektir. "Eğer (Medine'nin) etrafından üzerlerine girilmiş olup da sonra kendilerinden fitne istenseydi, muhakkak ki bunu hemen yaparlardı, bundan pek az bir zamandan) fazla geri kalmazlardı" (Âyet: 14); buradaki "ektârihâ", "Cevânibihâ"; "Fitne işlenseydi elbette bunu getirirlerdi", "Elbette bunu verirlerdi" manasınadır 4830 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh): Biz şu “Mü 'minler içinde Allah 'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler vardır..." âyetini sonuna kadar Enes ibn Nadr (ile benzerleri) hakkında indiğini düşünür dururduk, demiştir 4831-..... ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Hârice ibnu Zeyd ibn Sabit haber verdi ki, babası Zeyd ibn Sabit şöyle demiştir: Biz (Hafsa'nın yanındaki) Kur'ân sahîfelerini Mushaflara naklettiğimiz sırada el-Ahzâb Sûresi'nden bir âyeti -ben onu Rasûlüllah her zaman okurken işitip durduğum hâlde- kaybettim. Ve o âyeti (yazılı olarak) hiçkimsenin yanında bulamamıştım. Yalnız ben onu Rasûlüllah'ın, tek başına şâhidliğini iki kimsenin şâhidliğine denk tuttuğu Ensâr'dan Huzeyme (ibn Sâbit)'in yanında bulmuştum. (En sonunda, onu da hey'etin kararıyle Mushaf'taki sûresine koyduk.) O âyet, Allah'ın: "mü’minler içinde Allah 'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler vardır…" kavlidir 4. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Ey Peygamber, zevcelerine de ki: Eğer siz dünyâ hayâtını ve onun zînetini arzu ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim" (Âyet: 28). Ve Ma'mer: "et-Teberrüc" (Âyet: 33), kadının kendi güzelliklerini (erkeklere göstermek için) meydana çıkarmasıdır. "Sünnete’llâhi" (Âyet: 38), "Allah onu sünnet yaptı, Allah onu kaanûn yaptı" ma'nâsınadır, dedi 4832 ez-Zuhrî şöyle dedi: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân haber verdi; ona da Peygamber'in zevcesi Âişe (r. anha), Allah kadınlarını muhayyer kılmasını emrettiği zaman Rasûlüllah'ın kendisine geldiğini haber verip, şöyle demiştir: Rasûlüllah muhayyer kılmaya benden başladı da: — "Ben sana birşey zikredeceğim, anan ve babanla istişare edinceye kadar acele cevâb vermen gerekmez" dedi. Halbuki kendisi ebeveynimin benim O'ndan ayrılmamı emreder olmadıklarını kesince bilmişti. Âişe dedi ki: Sonra Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Şübhesiz ki Allah Ey Peygamber, zevcelerine şunu söyle: Eğer siz dünyâ hayâtını ve onun zînetini istiyorsanız, gelin size boşama bedellerini vereyim de sizi güzellikle salıvereyim... buyuruyor" deyip, iki âyetin tamâmını okudu. Ben de ona: — Zikrettiğin bu iki işin hangisi hakkında ben ebeveynime danışacağım? Ben elbette Allah'ı, Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu isterim, dedim. 5. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: ''Eğer Allah’ı Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu diliyorsanız şübhe yok ki Allah, içinizden güzel hareket edenler için büyük mükâfat hazırlamıştır" (Âyet: 29). 4833- Ve Katâde (Yüce Allah'ın şu) "Allah'ın evlerinizde okunup duran âyetlerini ve hikmeti hatırlayın (Âyet:34) kavli hakkında: Buradaki Allah'ın âyetleri ile hikmet, Kur'ân ile sünnet'tir, demiştir. Ve İmâm el-Leys ibn Sa'd şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd tahdîs etti ki, İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibnu Abdirrahman haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlarını muhayyer kılmakla emrolunduğu zaman bu işe benden başladı ve: — "Ben sana bir emir anlatacağım. Cevâb vermekte acele etmemenden sana bir zarar yoktur, tâ ki ebeveynine danışasın" buyurdu. Âişe dedi ki: Rasûlüllah ebeveynimin bana O'ndan ayrılmayı emretmeyeceklerini muhakkak bilmekteydi. Âişe dedi ki: Sonra Rasûlüllah şöyle dedi: — "Şübhesiz senası ulu olan Allah şöyle buyurdu: Ey Peygamber! Zevcelerine şöyle söyle: Eğer siz dünyâ hayâtını ve onun zînetini istiyorsanız, gelin size boşama bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. Yok eğer Allah’ı ve Rasûlü'nü, ve âhiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki, Allah içinizden güzel hareket edenlere pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır". Âişe dedi ki: Ben de: — Bunun hakkında mı ebeveynime danışacağım? Ben elbette Allah'ı ve Rasûlü'nü ve âhiret yurdunu isterim, dedim. Âişe dedi ki: Sonra Peygamber'in diğer zevceleri de benim yaptığım gibi yaptılar. el-Leys'e Mûsâ ibn A'yen, Ma'mer'den; o da ez-Zuhrî'den şeklinde mutâbaat etti. ez-Zuhrî: Bana Ebû Seleme haber verdi, demiştir. Ve Abdurrazzâk ile Ebû Sufyân el-Ma'meriyyu da Ma'mer'den; o da ez-Zuhrî'den; o da Urve'den; o da Âişe'den olmak üzere söylediler. 6. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Allah'ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyor, insanlardan korkuyordun. Halbuki Allah kendisinden korkmana daha çok lâyıktı" (Âyet: 37). 4834 Hammâd ibn Zeyd şöyle dedi: Bize Sabit el-Bunânî, Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten, bu "Allah’ın açığa çıkarıcısı olduğu şeyi içinde gizliyordun... " âyeti, Zeyneb ibnetu Cahş ile Zeyd ibn Harise hakkında indi, diye tahdîs etti 7. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Kadınlarından kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından kimi istersen (yanına almakta) de sana güçlük yoktur... " (Âyet: 51). İbn Abbâs "Turciu", "Tuahhıru ( = Geri bırakırsın)" ma'nâsınadır; "Erci’hu” (el-Â’raf; 110, eş-şuarâ: 139), "Ahhırhu” = (Onu geri bırak)" demektir, demiştir. 4835 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ben nefislerini Rasûlüllah'a hibe eden (ve mehirsiz nikâh olunan) kadınları ayıplardım ve: — Hiç kadın, kadınlığını (mehirsiz) hibe eder mi? derdim. Yüce Allah: "O kadınlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından kimi istersen (yanına almakta) de sana güçlük yoktur. Gözleri aydın olup tasalanmamalarına ve kendilerine verdiğin ile hepsinin hoşnûd olmalarına en elverişli olan budur. Allah kalblerinizde olanı bilir. Allah hakkıyle bilendir, ukubette acele etmeyendir" âyetini indirince, o zaman (anladım ki, Allah, Peygamberi'ne mü'minlerin üstünde bir hakk ve yüksek bir irâde vermiştir,) ben Rasûlüllah'a: — Rabb'in Ta'âlâ (kadınlarının değil), ancak Sen'in arzunun gerçekleşmesine çabukluk veriyor, dedim 4836 Âsim el-Ahvel, Muâze (bintu Abdillah el-Adeviyye)'den; o da Âişe (r.anha)'den haber verdi ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu "Onlardan kimi dilersen nevbetinden geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından kimi istersen yanına almakta da sana güçlük yoktur..." âyeti indikten sonra, biz kadınlarından nevbetinde bulunduğu kadının gününde (öbür kadına yönelmek isteyince) her zaman izin isterdi. Muâze dedi ki: Ben Âişe'ye: — Sen Rasûlüllah'a ne der idin? diye sordum. Âişe: — Ben de O'na: Yâ Rasûlallah, eğer izin vermek bana âid (bir hakk) ise, ben Sen'in üzerine hiçbir kimseyi tercîh etmek istemem! Diye cevâb verirdim, dedi Bu hadîsi Abbâd ibnu Abbâd da Âsim el-Ahvel'den işitmekte Abdullah ibnu’l-Mubârek'e mutâbaat etmiştir. 8. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Ey îmân edenler, Peygamberin evlerine -yemeğe da'vet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın- girmeyin. Fakat da'vet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygamber'e eza vermekte, o sizden utanmaktadır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez. Bir de onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit perde ardından isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri için daha temizdir. Sizin Allah'ın Rasûlü'ne eza vermeniz doğru olmaz, kendinden sonra da zevcelerini nikâhla almanız da ebedî caiz değildir. Bu, Allah katında çok büyük bir günâhtır" (Âyet: 53) Denilir ki "înâhu", "İdrâkuhu" (ve "Bulûğunu", yânı "Erişmek vakti gelmek") ma'nâsınadır. Yine "Enâ, Yenî, Enâten" ("Fe huve ân") denilir. "Lealle's-sâate tekûnu karîben = Belki de o saat yakındır" (eŞ-şûrâ: 17) (Kıyâs olan tâ ile "Karîbeten" demek idi. Müellif buna şöyle cevâb verdi:) Müennes ismin sıfatını vasıf yaptığın zaman "tâ-ı merbuta" ile "Karîbeten" dersin. Onu zaman zarfı (yânı zaman ismi) veya sıfattan bedel, yani sıfatın yerine isim yaptığın zaman ve sıfatı kasdetmediğin zaman ise müennesten "Hâ"yı (yani yuvarlak tâ'yı) çıkarır, "Karîben" dersin. Burada (Şûra Âyeti'nde) zikredilen kelimenin lafzı da böyledir. Onda sıfat irâde etmezsen, erkek ve dişi için lafzında vâhid, tesniye ve cemi' müsâvî olur (tâ'sız, tesniyesiz ve cemi'siz olur). 4837 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle dedi: Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) şöyle dedi: Ben: — Yâ Rasûlallah! Senin yanına hayırlı hayırsız kimseler giriyor, mü'minlerin analarına perde içine girmelerini emretsen! Dedim. Bu dileğim üzerine Allah, Hicâb Âyeti'ni indirdi 4838 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb bintu Cahş ile evlendiği zaman, cemâati düğün yemeğine çağırdı. İnsanlar yemek yediler, sonra da oturup konuşmaya koyuldular. Rasûlüllah (onların anlayıp da kalkmaları için) kalkmağa davranır gibi yaptı, fakat oturanlar yerlerinden kalkmadılar. Rasûlüllah bu vaziyeti görünce (onların kalkıp gitmeleri için) yerinden kalktı. Rasûlüllah kalkınca, onlardan kalkanlar da kalkıp gittiler, fakat üç kişi oturdu kaldı. Peygamber, Zeyneb'in yanına girmek için geldi. Gördü ki o topluluk hâlâ oturmaktalar. (Peygamber geri döndü.) Sonra onlar kalkıp gittiler. Bunun üzerine ben de gittim ve varıp Peygamber'e onların gittiklerini haber verdim. Peygamber geldi ve içeriye girdi. Ben de O'nunla içeriye girmeye davrandım. Peygamber benimle kendisi arasına perdeyi sarkıttı. Allah şu âyeti indirdi: “Ey îmân edenler. Peygamber'in evlerine, yemeğe da'vet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın girmeyin. Fakat da’vet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yiyince dağdın. Söz dinlemek ve sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygamberce eza vermekte, O sizden utanmaktadır. Allah ise haktan çekinmez...” (Âyet:53). 4839 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle dedi: Ben bu Hicâb Âyeti'ni insanların en iyi bileniyim. Zeyneb bintu Cahş (taranıp süslenerek) Rasûlüllah'a hediye edildiği zaman, Zeyneb evde Rasûlüllah'ın yanında oldu. Rasûlüllah bir yemek yaptı ve cemâati yemeğe çağırdı. Cemâat yemekten sonra oturup konuşmaya koyuldular. Peygamber onların çıkıp gitmeleri için dışarı çıkmaya, sonra yine Zeyneb'in evine dönmeğe başladı. Onlar ise hâlâ oturmuş konuşuyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey îmân edenler, Peygamber'in evlerine, yemeğe da'vet olunmaksızın, vaktine de bakmaksızın girmeyin..." âyetini sonuna kadar indirdi. Bunun akabinde hicâb, yani perde gerildi, oturan topluluk da kalkıp gittiler. 3840 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb bintu Cahş ile gerdeğe girdi de ekmek ve etle düğün aşı yaptı. Ben konukları yemeğe da'vetçi olarak gönderildim. Da'vetlilerden bir takım geliyor ve yemek yiyip gidiyorlardı. Sonra bir takım daha geliyor, onlar da yiyorlar ve çıkıp gidiyorlardı. Ben çağıracağım kimseyi bulamayıncaya kadar cemâatin hepsini da'vet ettim. (davetlilerden kimsenin kalmadığını ve hepsinin yemek yiyip gittiklerini anlayınca): — Ey Allah'ın Peygamber'i, artık ben da'vet edeceğim hiçbir kimse bulamıyorum, dedim. Peygamber: — "Yemek sofranızı kaldırınız!" buyurdu. Bu sırada da'vetlilerden üç grup, yemekten sonra gitmeyip evin içinde oturmuş konuşuyorlardı. Peygamber Âişe'nin odasına kadar gitti de: — "es-Selâmu aleykum ehlel-beyti ve Rahmetullâhi (Selâm ve Allah'ın rahmeti üzerinize olsun ey ev halkı)" dedi. Âişe de: — Selâm ve Allah'ın rahmeti Sen'in üzerine de olsun, ehlini nasıl buldun; Allah Sana mübarek eylesin! Dedi. Peygamber sırasıyle kadınların hepsini dolaşıyor ve onlara Âişe'ye söylediği sözlerin benzerini söylüyor, onlar da Peygamber'e Âişe'nin söylediği gibi sözler söylüyorlardı. Bundan sonra Peygamber, Zeyneb'in evine döndü ve üç grup kişiyi hâlâ evde oturup konuşmaktalar buldu. Peygamber çok utangaç idi. Bu sebeble tekrar Âişe'nin odası tarafına çıkıp gitti. Nihayet o topluluğun çıkıp gittiklerini kendisine ben mi haber verdim, yahut başkası tarafından mı haber verildi bilmiyorum. Akabinde Peygamber döndü. Nihayet, ayağını kapının eşiğine koyunca, bir ayağı içeride, diğer ayağı dışarıda iken kendisiyle benim arama kapı perdesini sarkıtıp indirdi. Ve bu sırada Hicâb Âyeti indirildi. 4841 Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb ibnetu Cahş'la evlendiği zaman insanları ekmek ve et ziyâfetiyle doyurdu. Sonra zifaf gecesinin sabahında yapageldiği gibi, mü'minlerin annelerinin hücrelerine doğru çıkıp onlara selâm veriyor ve lehlerine duâ ediyor, onlar da kendisine selâm veriyor ve duâ ediyorlardı. Peygamber bu dolaşmadan kendi evine döndüğü zaman iki kişi gördü ki konuşmak bunları çekip gitmişti. Peygamber bu iki kişiyi (konuşmaya dalmış hâlde) görünce tekrar evinden geriye döndü. Bu sırada o iki kişi de Allah'ın Peygamberi'nin kendi evinden gerisin geri döndüğünü görüp çabucak yerlerinden fırladılar. Artık o iki kişinin çıkışlarını Peygamber'e ben mi haber verdim, yoksa başkası tarafından mı haber verildi bilmiyorum. Akabinde Peygamber döndü ve eve girdi ve benimle kendisi arasına kapının perdesini sarkıttı. Ve bu sırada Hicâb Âyeti indirildi Ve İbnu Ebî Meryem şöyle dedi: Bize Yahya ibn Eyyûb haber verdi. Bana Humeyd et-Tavîl tahdîs etti ki, o Enes'ten; o da Peygamber'den işitmiştir 4842 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Peygamber'in kadınlarından Sevde bintu Zem'a, Hicâb Âyeti indikten sonra bir ihtiyâcı için evinden dışarı çıkmıştı. Sevde iri yapılı bir kadındı. Bu seb'eble kendisini tanıyanlara (örtülü olsa da) gizli olmazdı. Bu defa Omer ibnu'l-Hattâb onu dışarıda gördü de: — Yâ Sevde, iyi bil ki, vallahi sen bize karşı gizli olamıyorsun. Bak, düşün! Sen nasıl evinin dışına çıkıyorsun? Dedi. Âişe (rivayetine devamla) dedi ki: Bunun üzerine Şevde evine dönüp geldi. O sırada Rasûlüllah benim odamda idi, akşam yemeği yemekteydi, elinde de etli bir kemik vardı. Bu hâlde iken Sevde içeri girdi ve: — Yâ Rasûlallah! Ben bâzı ihtiyâcım için evimden çıkmıştım. Omer bana şöyle şöyle söyleyip çıkışıma i'tirâz etti, diye şikâyet etti. Âişe devamla dedi ki: Bunun üzerine Allah, Peygamber'ine vahy gönderdi. Sonra kendisinden vahy hâli kaldırıldı. O kemik elinde olduğu hâlde ve onu yere koymaksızın Sevde'ye: — "Siz kadınlara kendi ihtiyâçlarınız için (örtünmüş olarak) evlerinizden dışarı çıkmanıza izin verilmiştir" buyurdu 9. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Eğer birşeyi açıklar veya onu gizleseniz şübhe yok ki, Allah herşeyi hakkıyle bilicidir. Onlar için ne babaları, ne oğulları, ne erkek kardeşleri, ne erkek kardeşlerinin oğulları, ne kızkardeşlerinin oğulları, ne kendi kadınları, ne de sağ ellerinin mâlik oldukları hakkında hiçbir vebal yoktur. Allah'tan korkun. Çünkü Allah herşeyin üzerinde bir şâhiddir" (Âyet: 54-55) 4843 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Hicâb (emri) indikten sonra (süt babam) Ebû'l-Kuays'ın kardeşi Eflah bana (ziyarete) gelip izin istedi. Ben: — Bu hususta Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den izin isteyinceye kadar ona izin vermem. Çünkü, beni Eflah'ın kardeşi Ebû'l-Kuays emzirmedi, lâkin beni Ebû'l-Kuays'ın karısı emzirdi, dedim. Bunun akabinde Peygamber yanıma girdi. Ben ona: — Yâ Rasûlallah! Ebû'l-Kuays'in kardeşi Eflah gelip benden izin istedi. Ben de Sen'den izin istemeden izin vermekten çekindim, dedi. Peygamber: — " (Süt) amcana izin vermenden seni men' eden nedir?” buyurdu. Ben de: — Yâ Rasûlallah! Beni emziren erkek değildir, lâkin beni Ebû'l-Kuays'ın karısı emzirdi, dedim. Rasûlüllah bana: — "Ona izin ver, çünkü o senin amcandır, sağ elin topraklansın!" buyurdu. Hadîsin râvîsi Urve: İşte Rasûlüllah'ın söylediği bu "Amcana izin ver" sözünden dolayıdır ki, Âişe: Neseb yönünden haram kılmakta olduklarınızı, süt emmeden dolayı da haram kılınız, der idi, demiştir. 10. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Şübhesiz Allah ve melekleri o peygambere çok salât ederler. Ey îmân edenler, siz de ona salât edin, tam teslimiyetle de selâm verin" (Âyet: 56). Ebû'l-Aliye: Allah'ın salâtı, melekler yanında O'nu sena etmesidir. Meleklerin salâtı, duadır, demiştir. İbn Abbâs da: "Yusallûne", "Yuberrikûne", yani "Bereketle duâ ediyorlar" ma'nâsına; "Le-nuğriyenneke'' (Âyet: 60), "Le-nusallitanneke" (yani "Seni onlara musallat ederiz") ma'nâsınadır. demiştir. 4844- Bana Saîd ibnu Yahya ibn Saîd tahdîs etti. Bize babam Yahya tahdîs etti. Bize Mıs'ar, el-Hakem ibnu Uyeyne'den; o da İbnu Ebî Leylâ'dan; o da Ka'b ibnu Ucre'den şöyle tahdîs etti: — Yâ Rasûlallah! Sana selâm vermeyi bilmişizdir. Fakat Sana salât nasıldır? Diye soruldu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — “Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîdun. Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun mecîdun (Yâ Allah, Muhammed'e ve Muhammed'in âline salât eyle! Nitekim Sen İbrahim'in âline salât etmiştin. Şübhe yok ki, Sen Hamîdsin (çok öğülmüşsün), Mecîd'sin (yüksek kerem ve şeref sahibisin). Yâ Allah, Muhammed'e ve Muhammed ailesine, İbrahim ailesine bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle!) deyiniz" buyurdu. 4845 Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz: — Yâ Rasûlallah! Şu teslîm, yani Sana selâm verme bilinmiştir. Fakat Sana nasıl salât edeceğiz? Diye sorduk. Rasûlüllah bize şu salâtı söyleyiniz diye öğretti: "Allâhûmme salli alâ Muhammedin, abdike ve rasûlike, kemâ salleyte alâ âli İbrâhîme. Ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme (Yâ Allah, kulun ve rasûlün Muhammed'e de, İbrâhîm âline salât ettiğin gibi salât et. Muhammed'e ve Muhammed âline de İbrâhîm âline bereket ihsan eylediğin gibi bereket ihsan eyle)”. Leys'in kâtibi Ebû Salih, el-Leys ibn Sa'd'dan: "Alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme...” şeklinde söyledi. 446 İbnu Ebî Hazım ile ed-Derâverdî, her ikisi de Yezîd (ibnu'l-Hâd)'den şöyle tahdîs ettiler: Ve dedi ki: "Kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve âli İbrâhîme". 11. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: “Ey îmân edenler, siz de Mûsâ 'yı incitenler gibi olmayın,.." (Âvet: 69). 4847 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle dedi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Mûsâ çok hayâlı kişi idi. Yüce Allah 'ın şu kavli buna delâlet eder: Ey îmân edenler, siz de Musa'ya ezâ edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde yüzlü idi" |