Geri

   

 

 

 

İleri

 

34- Sebe' Sûresi

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

"Muâcizîne" (Âyet: 5,38) denilir ki, bu "Musâbıkîne" (yani "Öne geçme yarışı yapıcılar") manâsınadır. "Siz ne yerde, ne gökte O'nu âciz bırakıcılar değilsiniz..." (el- Ankebût: 22); buradaki "Bi-mu'cizîne", "Bi-fâitîne" (yani "Geçip kurtulucular") manâsınadır.

"Muâciziyye", "Musâbıkıyye" (yani "Benimle öne geçme yarışı yapıcı") ma'nâsınadır.

'O küfredenler geçtiklerini ve sizi âciz bırakacaklarını asla zannetmesinler" (el-Enfâl; 59); buradaki "Sebekû", "Fâtû (= Geçip gittiler)", "înnehum lâ yu'cizûne", "Lâ yefûtûne" ma'nâsınadır. "Yoksa kötülükler yapanlar bizden kaçıp savuşacaklarını mı sandılar? Ne fena hükmediyorlar" (el- Ankebû; 4); buradaki "En-yesbikûnâ", "Bizi âciz bırakacaklarını mı?" ma'nâsınadır. "Bi- mu'cizîne", "Geçip kurtulucular", "Muâcizîne", "Muğâlibîne" (yânı "Yenme yarışı yapıcılar") ma'nâsınadır ki, onlardan herbiri, arkadaşı olan diğerinin aczini meydana çıkarmak ister.

"Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) tekzîb ettiler. Halbuki bunlar öbürlerine verdiklerimizin onda birine ermemişlerdir..." (Ayet: 45), buradaki "Mı’şâr", "Uşr" (yani "Onda bir") manâsınadır.

"Fakat onlar (bu ni'metin şükründen) yüz çevirdiler. Biz de Arim selini gönderdik, o ikişer cennetlerinin yerinde de ekşi yemişli acı ılgın ve az bir şey de Arabistan kirazından (olmak üzere harâb) ikişer bustân peyda ettik" (Âyet: 16); buradaki "Ukulu", "Semeru" (yani "Meyveler") demektir.

"Bâid" ve "Ba'id" (Âyet: 19) bir olup "Uzaklaştır" ma'nâsınadır.

Ve Mucâhid şöyle dedi: "Lâ ya'zubu" (Âyet: 3). "Lâ yağibu (= Gâib olmaz)";

"el-Arimu" (Âyet: 16), "Sedd" demektir. Kırmızı su ki, Allah onu seddin içine gönderdi de seddi yarıp parçaladı ve onu yıktı. Vâdîyi kazdı, o iki bahçe yanlarından yükseldiler ve böylece su kayboldu da artık ikisi de kurudu, o kızıl su sedden (yahut seylden) değildi, lâkin o bir azâb idi ki, Allah onu Sebe' ehli üzerine istediği yerden salıvermişti.

Amr ibn Şurahbîl de: Yemen ehlinin lügatinde "el- Arim" "el-Musennât" (yani kat kat bina edilmiş baraj) demektir, dedi. Şurahbîl'den başkası da: "el-Arim”; " (İçinde su bulunan) vâdidir, dedi

"Sâbiğât" (Âyet: 1l), "Uzun uzun mükemmel zırhlar" demektir.

Mucâhid şöyle dedi: "Yucâzâ" (Âyet: 17), "Yuâkabu ( = Cezalandırılır mı?)" ma'nâsınadır.

"De ki: Ben size sırf Allah için ikişer ikişer, teker teker (karşımda) durmanızı, sonra arkadaşınızda hiçbir mecnûnluk olmadığını iyi düşünmenizi va'z ederim... " (Âyet: 46); buradaki "Eizukum bi-vâhidetin", "Ben size birtek şeyi öğüt veririm, yani Allah'a tâat etmenizi öğüt veririm" demektir; "Mesnâ ve furâdâ", "İkişer ikişer ve birer birer" ma'nâsınadır.

"Ona îmân ettik demişlerdir. Fakat onlar için uzak bir yerden tevbeye el sunmak nerede. Halbuki daha evvel ona küfretmişler di. Uzak bir yerden gaybe atıp tutuyorlardı. Artık kendileriyle arzu ettikleri şeylerin arasına bir sedd çekilmiştir, bundan evvel benzerlerine de yapıldığı gibi. Çünkü hepsi de insanları kötü zanna düşüren bir şübhe içinde idiler" (Âyet: 52-54). Buradaki "et-Tenâvuş” "Ahiretten dünyâya redd, yani geri döndürmek"; "Beyne mâ yeştehûne", "Maldan, çocuktan yahut dünyâ hayâtının zîneti ve güzelliğinden arzu etmekte oldukları şeyler arasına";

"Bi-eşyâıhım", "Bi-emsâlihim" (yani "Benzerlerine") ma'nâsınadır.

İbn Abbâs şöyle dedi:

"Ke'l-cevâb", "Ke'l-cevbe minel-Ardı", (Arz'dan sükûnetli mevki' gibi), "el-Hamt", "Dallarıyle misvak, yani diş temizliği yapılan erâk ağacı", "el-Eslu" "et-Tarfâu", yani "Ilgın ağacı"; "el-Arim" de "Güçlük" ma'nâsına olan "Arâme" masdarından "Şedîd", yani "Şiddetli" demektir.

1. Bâb

" (O'nun nezdinde, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fâide vermez.) Nihayet kalblerinden korku giderildiği zaman (birbirine): Rabbiniz ne buyurdu? Derler. (Şefaat edecekler de:) Hakkı söyledi, derler. O çok yüce, çok büyüktür" (Ayet: 23)

4848 Bize Amr ibnu Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Ben İkrime'den işittim, şöyle diyordu: Ben Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den işittim, şöyle diyordu: Şübhesiz Allah'ın Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ''Allah gökyüzündeki meleklere bir emrin yerine getirilmesini hükmettiği zaman, Allah'ın düz bir taş üstünde (hareket ettirilen) zincir (sesi) gibi mehâbetli olan bu ilâhî hükme melekler tamâmiyle boyun eğerek (korku ile) kanatlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku giderilince de melekler Cebrail ve Mîkâîl gibi mukarreb (yani Allah'a yaklaştırılmış) meleklere:

— Rabb'iniz ne söyledi? Diye sorarlar. Onlar da sorana:

— Allah hakkı söyledi, O çok yücedir, çok büyüktür! Derler.

Bu suretle kulak hırsızı şeytânlar Allah'ın o emr ve takdirini işitirler. O sırada kulak hırsızı şeytânlar (yerden göğe kadar) birbirinin üstünde zincirleme dizilmiş (ve kulak hırsızlığına hazırlanmış) bulunurlar. -Sufyân ibn Uyeyne avucunu çevirip parmaklarının arasını ayırdı da bu dizilişi avucuyla vasıfladı.- Şeytânlar bu vaziyette iken en üstteki şeytân meleklerin o konuşmasını işitir de hemen onu altındakine atar, sonra diğeri de o sözü kendinden aşağıdakine atar, nihayet en aşağıdaki o sözü sihirbazın yahut kâhinin diline atar. Bâzı defa meleklerin konuşmasını işiten en üstteki şeytâna bir ateş parçası yetişip, altındaki şeytâna o haberi atıp işittirmeden onu yakar. Bazen de ateş kendisine erişmeden önce o haberi altındaki şeytâna atıp ulaştırır. Artık o haberi alan sihirbaz kimse, bu haberin beraberinde yüz yalan daha uydurur (insanlara söyler ve ilâhî emir yeryüzünde gerçekleşince insanlar tarafından):

— O bize fulan günü, şöyle şöyle ve şöyle demiş değil miydi? Diye söylenir de, böylece şeytânın gökyüzünden işitmiş olduğu o kelime sebebiyle sihirbaz yahut kâhin kişi doğrulanır"

2. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: “O, çetin bir azâbdan evvel bunu size haber veren (bir peygamberden başkası) değildir" (Âyet: 46).

4849 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle dedi: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Safa Tepesi'ne çıktı da:

— "Yâ sabâhâh - Ey Kureyş buraya geliniz! Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz!" diye seslendi.

Bunun üzerine Kureyş, Peygamber'in yanına toplandı.

— Sana ne oldu? Diye sordular. Peygamber:

— "Bana re'yinizi haber veriniz: Şimdi ben size 'Düşman (var), sizi ya sabah baskınına yahut akşam baskınına uğratacaktır' diye haber versem, beni tasdik eder misiniz?" dedi.

Kureyş:

— Evet, tasdîk ederiz, dediler. Peygamber:

— "Öyle ise ben sizi şiddetli bir azâbdan evvel, bunu size haber veren bir nezîrim" dedi.

Ebû Leheb:

— Helake uğrayasın! Bizleri bunun için mi buraya topladın? Dedi. Bunun üzerine Allah: "Tebbet yedâ EbîLehebin(Ebû Leheb'in iki eli kurusun...) sûresini indirdi.