Geri

   

 

 

 

İleri

 

20- Tâhâ Sûresi

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

İbn Cubeyr ve ed-Dahhâk ibnu Muzâhim: Nabatiyye dilinde "Tâhâ", "Yâ raculu" ma'nâsınadır, dediler

Mucâhid şöyle dedi:

"Elkaa" (Âyet: 65), "Yaptı" demektir. Bir harfi nutkedemeyip söyleyemeyen yahut kendisinde temteme yahut fe'fee nev'inden pepelik olan herkese "Dilinde ukde, yânı düğüm vardır" denilir (Âyet: 27)

"Üşdüd bihî ezrî" (Âyet: 31), "Onunla sırtımı kuvvetlendir".

"Fe-yeshatekum" (Âyet: 61), "Sizi helak eder, kökünüzü hazır".

“Dediler ki: Bunlar herhalde iki sihirbazdır ki, sizi büyüleriyle yerlerinizden çıkarmak ve en şerefli, en üstün dîninizi gidermek istiyorlar" (Âyet: 63), buradaki "el-Muslâ", "el-Emsel"in müennes kılınmışıdır; "Tarîkatikumul-muslâ", "En şerefli, en yüksek olan dîninizi gidermek istiyorlar" diyor; "Huzu'l-muslâ" denilir ki "En üstün olanı al" demektir. "Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya toplayın. Sonra saff hâlinde gelin... " (Âyet: 64). "Sen bu gün saffa geldin mi?" denilir ki, kendisinde namaz kılınan musallayı kasdeder.

"Fe-evcese fi nefsihî hîfeten Mûsâ = Onun için Mûsâ, içinde bir nevî korku hissetti" (Âyet: 67), bir korku gizledi. Bu "Hîfeten" kelimesinin aslı "Havfeten"dir, hâ'nın kesresinden dolayı vâv gitti de "Hîfeten" oldu.

“Sizi muhakkak hurma dallarına asacağım" (Âyet: 71), buradaki "Fî cuzûi’n-nahli", "Âlâ cuzûi'n-nahl ( = Hurma dalları üzerine)" ma'nâsınadır.

"Fe mâ hatbuke yâ Sâmiriyyu = Senin kalbin ne idi yâ Sâmirî" (Âyet: 95), yani "Seni yaptığın işe sevkeden ne idi?"

"Misâse" (Âyet: 97), "Ona dokundu, temas etti" ma'nâsına olan (mufâale bâbından) "Mâssehu"nun masdarıdır.

"Üstüne düşüp taptığın ilâhına bak! Biz onu cayır cayır yakacağız, sonra onu parça parça edip denize atacağız" (Âyet: 97), buradaki "Le-nensifennehû", "Le-nezriyennehu (= Onu toz hâlinde dağıtıp ezerek savuracağız)" ma'nâsınadır. "Sana dağları sorarlar. De ki: Rabb'im onları ufalayıp savuracak da yerlerini dümdüz bir toprak hâlinde bırakacak, onlarda ne bir iniş, ne de bir yokuş göremeyeceksin" (Âyet: 105-107). Buradaki "Kaaansaf safan", "Üzerinde su yükselecek yer, düz ve bitkisiz arazî" ma'nâsınadır.

Mucâhid şöyle dedi:

"Dediler ki: Biz sana verdiğimiz sözden kendimize mâlik olarak caymadık. Fakat biz o kavmin zînetinden birtakım ağırlıklar yüklendik de onları ateşe atmıştık. Sâmirî de (kendi zînetini) böylece atmıştı" (Âyet: 87), buradaki "Evzâren", "Ağırlıklar", "Min zîneti’l- kavmi", "Fir'avn ümmetinden âriyeten almış oldukları (altın, gümüş) zînet eşyaları"; "Fe-kazeftuhâ", "Ben onu ateşe attım, Sâmir’de attı", yani “o da böyle yaptı ma'nâsınadır.

"Mûsâ onları unuttu" (Âyet: 88) -yani Sâmirî ve ona uyanları-. Onlar: Mûsâ buzağı olan Rabb'de hatâ etti, yanıldı (yani onu burada aramadı da Tûr'a aramaya gitti), diyorlar.

"Hulâsa: O, kendilerine böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkarmıştı. 'İşte sizin de, Musa'nın da ilâhı budur! Fakat Mûsâ unuttu' demişlerdi. Görmüyorlar mı idi ki, o (dana) kendilerine hiçbir söz iade edemiyor, onlara ne bir zarar, ne de bir fâide vermek kudretine mâlik olamıyordu?" (Âyet: 88- 89), yani o buzağı heykeli, onlara hiçbir söz döndüremiyor.

"O gün Rahman için sesler kısılmıştır, artık, bir hışırtıdan başka birşey işitemezsin" (Âyet: 108) buradaki "Hemsen", "Ayakların yere düşme sesi" ma'nâsınadır.

"O: 'Rabb'im, beni niçin kör haşrettin? Halbuki ben hakîkaten görücü idim' demiştir" (Âyet: 125), yani "Beni hüccetimden kör olarak haşrettin, Halbuki ben dünyâda görücü idim" demiştir. İbn Abbâs, şu âyet hakkında şöyle dedi:

"Hani o bir ateş görmüştü de ailesine: Siz burada durun. Hakikat ben bir ateş gördüm. Belki ondan size bir kor getirir, yahut ateşin yanında bir yol (gösterici) bulurum demişti" (Âyet: 10). Mûsâ ve ehli, anasının bulunduğu Mısır'a giderlerken Tûvâ vâdîsinde konak etmiş, karanlık ve soğuk bir gecede yollarını şaşırıp kaybetmişlerdi. İşte o zaman Mûsâ "Eğer ben o ateşin yanında yol gösterecek bir kimse bulamazsam, size ısınacağınız bir ateş parçası getiririm" demiştir.

Sufyân ibn Uyeyne de şöyle demiştir: "Emselehum tarîkaten" (Âyet: 104), "Görüş ve amelce en âdil olanı" ma'nâsınadır.

İbn Abbâs şöyle demiştir: "Kim bir mü’min olarak iyi iyi amellerde bulunursa o hiçbir zulümden de ezilmekten de korkmaz" (Âyet: 112), buradaki "Zulmen" ve "Hedman", zulme uğratılmaz ve hasenelerinden bir eksiltme yapılmaz ma'nâsınadır. "Onlarda ne bir iniş, ne de bir yokuş göremeyeceksin. O gün O davetçiye - kendisine hiçbir muhalefet göstermeksizin uyup, izinden gideceklerdir" (Âyet: 107-108), buradaki "ivecen", "Vâdî", "Emten", "Yükselen tepe"; "Sîratehe'l-ûlâ" (Âyet: 21), "İlk haleti, ilk şekli"; "Ulu'n-nuhâ" (Âyet: 54,58) -"Akıl sahipleri"- "Takva sahihleri"; "Maîşen danken" (Âyet: 124), "Dar ve sıkıntılı bir yaşama", "Bedbahtlık" ma'nâsınadır.

"Benim gazabım da kimin üzerine vâcib olursa, muhakkak kî o (helak uçurumuna) yuvarlanmıştır" (Âyet: 81), buradaki "Hevâ", "Şakiye", yani "Bedbaht oldu" ma'nâsınadır.

"Çünkü sen mukaddes vâdîde, Tûvâ'dasın" (Âyet: 12), "Sen, mübarek vâdî olan Tûvâ'dasın" demektir. "Tuvâ", vâdînin ismidir,

"Bi-melkinâ" (Âyet: 87) "Bi-emrinâ ( = Kendi emrimizle)" demektir.

"Mekânen suven" (Âyet: 58), "Aralarında orta bir yer" ma'nâsınadır.

"Onlara denizde kuru bir yol aç diye vahyetmiştik" (Âyet: 77), buradaki "Yebesen" ve "Yâbisen" bir ma'nâya olup "Kuru" demektir.

"Sonra da (hakkındaki) takdire göre sen buraya geldin ey Mûsâ" (Âyet: 90), buradaki "Alâ kaderin", " (Takdir ettiğim) bir va'de göre" demektir.

"Lâ teniyâ fî zikri = Beni hatırlamakta gevşeklik göstermeyin" (Âyet: 42), yani zayıflamayın.

"En yefruta aleynâ= Onun bize karşı aşırı gitmesinden korkuyoruz" (Âyet: 45), yani "Ukubette aşırı gitmesinden.." demektir.

1. Bâb

Yüce Allah'ın:'Ben Seni Kendim İçin Seçtim" (Âyet: 41) Kavli Bâbı

4783 Muhammed ibn Sîrîn, Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Âdem ile Mûsâ buluştular da, Mûsâ, Âdem'e:

— Sen (kendi şekaavetinle) insanları bedbaht eden ve onları cennetten çıkaran kimsesin, dedi.

Âdem de ona;

— Sen Allah 'ın elçilik vermekle seçkin kıldığı ve kendisi için süzüp seçtiği, üzerine Tevrat indirdiği bir kimsesin, dedi.

Mûsâ:

— Evet, (öyledir), dedi.

Âdem:

— Sen (Tevrat'ta benim işlediğim) hatîeyi buldun ki, o hatîe, benim üzerime Allah beni yaratmazdan önce takdir edilip yazılmıştı, dedi."

Böylece Âdem, Musa'ya delîl ve burhanla gâlib oldu"

"el' Yemmu" (Âyet: 39), "Deniz" ma'nâsınadır.

2. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: "And olsun ki, biz Musa'ya: 'Kullarımla geceleyin yola çık da -yetişmelerinden korkmayarak, (boğulmaktan da) endîşe etmeyerek- onlara denizde kuru bir yol aç' diye vahyetmişizdir. Derken Fir'avn ordularıyle birlikte arkalarına düştü, deniz de kendilerini nasıl kapladıysa öylece kaplayıverdi. Fir'avn, kavmini saptırdı ve onları doğru yola iletmedi" (Âyet: 77-79).

4784  İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medîne'ye geldiği zaman, Yahudiler âşûrâ orucu tutuyorlardı. Rasûlüllah onlara:

— "Bu oruç nedir?" diye sordu. Yahudiler:

— Bu, Mûsâ Peygamber'in Fir'avn'a gâlib geldiği gündür, dediler.

Bu cevâb üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Biz müslümânlar Musa'ya Yahûdîler'den daha yakınız, onun için bu gün oruç tutunuz" buyurdu

3. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

" (Biz de Âdem'e: Hiç şübhesiz ki, bu senin de, zevcenin de düşmanıdır.) Bundan dolayı o sakın sizi cennetten çıkarmasın. Sonra zahmete düşersin, demiştik" (Âyet: 117).

4785 Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Mûsâ, Âdem'le hüccet yarışına girip çekişti de Âdem'e hitaben:

— Sen günâhın sebebiyle insanları cennetten çıkaran ve onları dünyâ zahmetleriyle bedbaht kılan zâtsın, dedi."

Dedi ki: "Âdem de:

— Yâ Mûsâ! Sen de Allah 'in elçiliği ve kelâmı ile seçmiş olduğu zâtsın. Öyle iken sen Allah'ın beni yaratmasından önce üzerime yazdığı yahut beni yaratmadan evvel üzerime takdir etmiş olduğu bir işten dolayı beni kınıyor musun? Dedi."

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Âdem, Musa'ya delil ve burhanla gâlib oldu" buyurdu