18- el-Kehf SûresiRahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle Ve Mucâhid şöyle dedi: 'Takriduhum" (Âyet: 12), "Güneş onları terkediyordu"; Ve kâne lehu sumurun" (Âyet: 34), "O adamın başkaca geliri de vardı", yani altın ve gümüşü vardı. Mucâhid'den başkası da şöyle dedi: Ötre ile "es-Sumuru", "es-Semer"in cemâatidir. "Bâhıun nefsehu" "Nefsini helak edecektin"; "Esefen", "Üzüntü duyarak": "Demek bu söze (Kur'ân'a) inanmazlarsa, bir üzüntü duyarak arkalarından kendini tüketecektin" (Âyet: 6) "el-Kehf", dağda olan açıklık, mağara; "er-Rakîm" (Âyet: 9), "Yazı", "Merkum" da "Rakm" masdarından "Yazılmış şey" ma'nâsınadır. "Onların kalblerini (sabr ve sebat ile hakka) bağlamıştık" (Âyet: 14), "Onlara sabr ilham etmiştik". "Eğer inananlardan olması için onun kalbine rabıta vermeseydik, az daha onu mutlak açığa vuracaktı" (el- Kasas: 10). "Şetatan", "İfrâtan", "O takdirde and olsun ki, hakikatten uzaklaşmış oluruz" (Âyet: 14); "el-Vasîd" (Âyet: 18), mağaranın giriş yeri; bunun cem'i "Vesâid" ve "Vusud"dur; "Vasîd", "Kapı"dır da deniliyor; "Mu'sadetun" (el-Beled: 20), "Kapatılmış"; bu "Âsade'l-hâbe" ve "Evsade = Kapıyı kapattı" fiilinden türemiştir (Müellif bunu istidrâden zikretti). "Baasnâhum" (Âyet: 19), "Onları dirilttik, yani uyandırdık"; "Eyyuhâ ezkâ taâmen = Onun hangi yiyeceği daha temizse" (Âyet: 19): "O şehir ahâlîsinden hangisinin yiyeceği daha çoksa" demektir. Bu daha çok halâl olanı ma'nâsınadır deniliyor, keza asıl üzerine daha çok nemâlı olanı ma'nâsınadır da deniliyor. İbn Abbâs: "O iki bağ mahsûlünü vermiş, bundan birşeyi zulmetmemişti" (Âyet: 34), yani eksik bırakmamıştı ma'nâsınadır, dedi. Saîd ibn Cubeyr de İbn Abbâs'tan olmak üzere: "er-Rakîm", kurşundan yapılmış levha'dır, onların vâlîsi bu gençlerin isimlerini onun üzerine yazmış, sonra da o levhayı kendi hazînesine atmıştı, demiştir. "Biz nice yıllar onların kulaklarına (perde) vurduk" (Âyet: 11): "Yani, Allah onları yıllarca tam bir sükûn içinde uyuttu, onlar da uyudular." İbn Abbâs'tan başkası da şöyle dedi: "Ve eletteilu" (Sülâsî 2. bâbdan) "Tencû ( = Kurtuldu, kurtulur)" ma'nâsınadır. Mucâhid de: "Mev’ilen", "Kurtulacak yer, korunacak yer, sığınak" ma'nâsınadır, dedi. "Onlar için va'dedilen bir zaman vardır ki, onun karşısında hiçbir sığınak bulamayacaklardır" (Âyet: 58). "Onlar Kur'ân dinlemeye tahammül edemiyorlardı'' (Âyet: 101). 1. BâbAzîz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Bâbı: 'İnsanın cedeli (husûmeti) ise herşeyden fazladır (Âyet: 54) 4771 İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Hüseyin'in oğlu Alî haber verdi. Ona da Bâbası Hüseyin ibn Alî, Alî ibn Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'den şöyle haber verdi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece Alî ile (kendi kızı ve Alî'nin eşi olan) Fâtıma'yı ziyaret etti de, onlara: "Siz ikiniz namaz kılmaz mısınız?" (diye teheccüd namazına teşvik) buyurmuştur "Recmen bil-gayb" (Âyet; 22), "Gayb taşlamak": Apaçık belli olmadı, demektir. "Ve hâne emruhu furutan = Onun işi haddi aşmaktı" (Âyet: 28), "Pişman olmaktı" demektir. "Surâdikuhâ = Cehennemin duvarları- çepeçevre kendilerini kuşatmıştır" (Âyet: 29): Duvarlar ve büyük çadırlarla çevrilen hücre gibi. "Ve huve yuhâviruhu = Onunla konuşurken" (Âyet: 33, 37), bu, karşılıklı konuşmak, birbirine cevâb döndürmek ma'nâsına olan "Muhavere" masdarındandır. "Ve lâkinnâ huve'llâhu Rabbî" (Âyet: 38), "Fakat ben (mü'minim), O Allah benim Rabb'imdir. Ben Rabb'ime hiçbir şeyi ortak koşmam" demektir. Sonra "Ene"den elifi hazfetti de iki nûn'dan birini diğerinin içine girdirdi, böylece kelime "Lâkinnâ" oldu. "Ve ferrecnâ hılâlehumâ neheren - Biz o iki bağın arasından bir de nehir fışkırttık" (Âyet: 33) buyuruyor. "Saîden zelekan" (Âyet: 40), "Üzerinde ayak sabit olmayan kaypak bir toprak". "İşte bu makaamda nusrat ve hâkimiyet, hakk olan Allah 'ındır, O sevâbca da hayırlı, akıbetçe de hayırlıdır" (Âyet: 44), buradaki "Velayet", "el-Velî"nin masdarıdır; "Ukuben", "Akıbet", "Ukbâ" ve "Ukbetun" hepsi birdir, "Âhiret ve "Son" ma'nâsınadır. "Kıbelen", "Kubulen" ve "Kabelen": Gözleri önünde ve açıktan karşılamak ma'nâsınadır. "Biz peygamberleri müjde verici ve korkutucu kimseler olmaktan başka bir sıfatla göndermedik. Kâfir olanlar ise hakkı bâtıl ile yerinden kaydırmak için mücâdele ederler" (Âyet: 56). Buradaki "Li-yudhıdû", "îzâle etmeleri için" demektir. "ed-Dahad", "Üzerinde ayak sabit olmaz kaypak şey" demektir. 2. Bâb"Bir zaman Mûsâ genç adamına şöyle demişti: Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim, yahut uzun zamanlar geçireceğim" (Âyet: 60). "Hukuben", "Zamanen" demektir. Bunun cem'i "Ahkaabun” dır. 4772 Saîd ibn Cubeyr şöyle dedi: Ben, İbn Abbâs'a: — Nevf el-Bukâlî, Hızır'ın sahibi olan Mûsâ, İsrâîl oğulları'nın sahibi olan Mûsâ değildir iddiasında bulunuyor, dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: — Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir. Bana Ubeyy ibn Ka'b tahdîs etti ki, o, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan şöyle buyururken işitmiştir: "Mûsâ Peygamber, İsrâîl oğulları içinde hitâb edici olarak ayağa kalkmıştı. Kendisine: — İnsanların en âlimi kimdir? Diye soruldu. Mûsâ: — Benim, diye cevâb verdi. Bu husustaki ilmi (Allah en iyi bilendir diyerek) Allah'a havale etmediğinden dolayı, Allah ona itâb etti. Ve Allah ona: 'İki denizin birleştiği yerde benim bir kulum var ki, o senden daha âlimdir' diye vahyetti. Mûsâ: — Yâ Rabb, ben ona nasıl yol bulayım? Dedi. Ona: — Beraberinde bir balık alırsın, o balığı bir zenbîl içine koyarsın. Balığı nerede kaybedersen, işte o kul, oradadır! Buyurdu. Bundan sonra Mûsâ bir balık aldı, akabinde onu bir zenbîl içine koydu, sonra Mûsâ gitti, beraberinde kendisine hizmet eden genci Yûşâ ibn Nün da gitti. Nihayet (iki denizin birleştiği yerdeki) kayanın yanına geldiklerinde, ikisi de başlarını yere koyup uyudular. Balık zenbilin içinde debelendi ve zenbîlden sıçrayıp dışarı çıktı, akabinde denize düştü. Allah ondan suyun akışını tuttu da deniz içinde kendine su künkü gibi (bir boşluk bırakarak) yol açtı. Nihayet deniz suyu onun üzerinde tak gibi oldu. Mûsâ uyanınca -arkadaşı Yûşâ, Musa'ya balığı (n hârika işini) haber vermeyi unuttu.- O günlerinin kalanı ile bütün gece gittiler, nihayet ertesi sabah olunca Mûsâ hizmetçisine: — Kuşluk yemeğimizi getir, bu seferimizden yorgunluk duyduk, dedi." Dedi ki: "Halbuki Mûsâ emrolunduğu o yerin Ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi: —- Gördün mü, kayanın dibinde barındığımız zaman balığın gittiğini haber vermeyi unutmuşum. Onu söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı. Balık deniz içinde şaşılacak bir surette yolunu alıp yitti, dedi. Ve balığın suya girmesinde balık için bir yol meydana geldiğini söyledi. Deniz içinde böyle bir yolun meydana gelmesi Mûsâ ile gencine hayret edilecek birşey olmuştu. Mûsâ: — Zâten bizim arayacağımız şey bu idi, dedi. Ve izlerinde geri döndüler." Dedi ki: "Geldikleri yoldaki ayak izlerine basa basa döndüler. Nihayet o taşın yanına vardıklarında, üzerine bir elbise örtülmüş bir zât gördüler. Mûsâ ona selâm verdi. Hızır da Musa'ya: — Bu senin bulunduğun yerde "Selâm" nereden? Dedi. Oda: — Ben Musa'yım, dedi. Hızır: — İsrâîl oğulları'nın Musa'sı mı? diye sordu. — Evet, ben sana, sana öğretilmiş olan rüşd ve hidâyetten bana da birşey öğretmen için geldim, dedi. Hızır: — Doğrusu sen benim beraberimde asla sabredemezsin yâ Mûsâ! Ben, Allah'ın ilminden bana öğrettiği bir ilim üzerindeyim ki, onu sen bilemezsin, sen de Allah'ın ilminden sana öğrettiği öyle bir ilim üzerindesin ki, onu da ben bilemem, dedi. Mûsâ: — Beni inşâallah sabırlı bulacaksın, sana hiçbir işte âsî olmayacağım, dedi. Hızır: — Eğer bu surette bana tâbi' olacaksan, ben sana anıp söyleyinceye kadar sen bana hiçbirşey sorma, dedi. Bunun zerine Hızır ile Mûsâ (gemileri olmadığı için) deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yanlarına bir gemi uğradı. Kendilerini gemiye yüklesinler diye gemicilerle söyleştiler. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve bu sebeble onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. Hızır ile Mûsâ gemiye bindiklerinde, Mûsâ, Hızır'ın gemi levhalarından (yânı tahtalarından) birini keser ile sökmüş olduğunu gördü. Mûsâ hemen Hızır'a: — Bu gemiciler topluluğu bizi gemilerine ücretsiz almışlarken, sen onların gemilerine kasdedip içindekileri batırmak için mi gemiyi deliyorsun? And olsun sen büyük bir iş yaptın, dedi. Hızır; — Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi? dedi. Mûsâ: — Unuttuğum şeyden dolayı beni muâhaze edip cezalandırma ve bana şu arkadaşlık işinde güçlük gösterme, dedi." Râvî Ubeyy ibn Ka'b dedi ki: Rasûllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu, Musa tarafından olan unutmanın birincisi oldu" buyurdu. Dedi ki: "O sırada bir serçe kuşu geldi de geminin kenarına kondu ve denizden bir gaga su aldı. Hızır, Musa'ya: — Benim ilmimle senin ilmin, Allah 'ın ilminden ancak şu serçenin bu denizden eksilttiği şey gibidir, dedi. Sonra gemiden çıktılar, müteakiben onlar deniz kenarında yürüdükleri sırada Hızır, oğlanlarla beraber oynamakta olan bir oğlan çocuğu gördü. Akabinde Hızır o çocuğun başını eliyle tuttu ve onu eliyle koparıp, çocuğu öldürdü. Mûsâ, Hızır'a: — Tertemiz bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün. And olsun sen çok kötü bir iş yaptın, dedi. Hızır: — Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi? dedi ve: Bu, birinciden daha da şiddetlidir, diye söyledi. Mûsâ: — Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme. O takdirde tarafımdan muhakkak bir özre ulaşmışsındır (benden ayrılmakta ma'ziretli sayümışsındır), dedi. Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar ki, ora ahâlîsinden yemek istedikleri hâlde kendilerini misafir etmekten çekinmişlerdi. Derken orada yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. -Yıkılmağa yüz tutmuş ma'nâsına onun meyletmiş olduğunu söyledi. - Hızır kalkıp o duvarı eliyle doğrultuverdi. Mûsâ ona: — Bunlar öyle bir kavim ki, biz onlara geldik, onlar bizi doyurmadılar ve bizi misafir etmediler; isteseydin elbet buna karşı bir ücret alabilirdin, dedi Hızır: — İşte bu, benimle senin orandaki ayrılıktır, dedi ve: İşte üzerinde sabredemediğin şeylerin içyüzü budur (Âyet: 82)" kavline kadar söyledi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Çok arzu ettik ki Mûsâ sabretmiş olsaydı da aralarında geçen olayların haberlerini Allah da bize anlatsaydı" buyurdu. Saîd ibn Cubeyr geçen senedle: İbn Abbâs: "Önlerinde her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardır" (Âyet: 79) şeklinde okurdu ve yine İbn Abbâs: "Çocuğa gelince, o bir kâfir idi, anası ile babası ise îmân etmiş kimselerdi" (Âyet: 80) şeklinde okurdu, demiştir 3. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Bunun üzerine onlar bu iki deniz arasının birleşik yerine ulaştıklarında balıklarını unuttular. Balık deniz içinde bir deliğe doğru yolunu tutup gitmişti" (Âyet: 61). "Sereben", "Gidecek yol", "Yesrubu" da "Girer, gider" ma'nâsınadır. "Ve sâribun bin-nehâr = Gündüz yoluna giden" (er-Rad: 10) kavli de bu "Sereb" lâfzındandır. 4773- Bize İbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs etti. Bize Hişâm ibn Yûsuf haber verdi ki, ona da İbnu Cureyc haber verip şöyle demiştir: Bana Ya'lâ ibnu Müslim ve Amr ibnu Dînâr, Saîd ibnu Cubeyr'den haber verdi. İbnu Cureyc'in bu iki şeyhinden herbiri arkadaşı üzerine artırma yapıyordu. Ya'lâ ile Amr'dan başkaları da: Ben bu hadîsi Saîd ibn Cubeyr'den olmak üzere tahdîs ederken işittim, dedi. Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler, kendi evinde İbn Abbâs'ın yanında bulunuyorduk. O: — Bana sorunuz, dediği zaman ben: — Yâ Ebâ Abbâs! Allah beni sana feda etsin. Kûfe'de halka va'z ve haberler anlatan hikâyeci bir adam var, ona Nevf deniliyor. İşte o zât, Hızır'ın sahibi olan Mûsâ, İsrâîl oğulları'nın Musa'sı değildir diye söylüyor, dedim. İbnu Cureyc dedi ki: Amr ibnu Dînâr'a gelince, o da Saîd'den yaptığı tahdîsinde bana şöyle dedi: İbn Abbâs: — Allah'ın düşmanı olan o Nevf yalan söylemiştir, dedi. Ya'lâ ibn Müslim ise yine Saîd'den yaptığı tahdîsinde bana şöyle dedi: İbn Abbâs şöyle dedi: — Bana Ubeyy ibn Ka'b tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah 'ın rasûlü olan o Mûsâ aleyhi's-selâm bir gün kavmine te'sirli bir va'z ve Allah'ın ibretli günlerini hatırlatma yaptı, nihayet bu va'zın tesîrînden gözler yaş akıtıp kalbler incelince, Mûsâ eski hâline döndü. Bu sırada bir adam kendisine erişti de: — Yâ Rasûlallah, yeryüzünde senden daha âlim bir kimse var mı? diye sordu. Mûsâ: — Hayır, yoktur, dedi. Mûsâ âlimliği Allah'a döndürmediği için Allah onu azarladı. Kendisine Allah tarafından: — Evet, senden âlim vardır! Denildi. Mûsâ: — Yâ Rabb! O daha âlim kul nerededir? diye sordu. Allah: — İki denizin birleştiği yerdedir, diye cevâb verdi. Mûsâ: — Yâ Rabb, benim için bir alâmet yap da onun sayesinde bu âlim zâtı bileyim, dedi." İbn Cureyc dedi ki: Amr ibnu Dînâr bana şöyle söyledi: "Bu mekân üzerindeki alâmet, balığın senden ayrıldığı yerdir (sen orada o zâta kavuşursun), dedi." Ya'lâ ibn Müslim ise bana şöyle söyledi: "Kendisine ruh üfürülecek haysiyette ölü bir balık al, dedi. Mûsâ bir balık aldı, akabinde onu bir zenbîl içine koydu ve genç hizmetçisine: — Ben seni ancak sununla mükellef tutuyorum: Bu balığın senden ayrılacağı yeri bana haber vereceksin, dedi. O genç de: — Sen beni çok birşeyle mükellef kılmadın, dedi." İşte bu zikri ulu olan Allah'ın "Ve iz kaale Mûsâ li-fetâhu... - Bir zaman Mûsâ genç adamı Yûşâ ibn Nûn'a şöyle demişti... " (Âyet:60) kavlidir. İbn Cureyc dedi ki: Genç adamın ismini söylemek Saîd ibn Cureyc tarafından değildir. Dedi ki: "Mûsâ bir kayanın gölgesinde, nemli bir toprakta istirahatte bulunduğu sırada birden o balık zenbîlin içinde debelenip hareket etti. Mûsâ ise uyuyordu. Genç adamı kendi kendine: — Ben Musa'yı uyandırmam, dedi. Nihayet Mûsâ kendiliğinden uyandığı zaman ise hâdiseyi Mûsâ'ya haber vermeyi unuttu. Balık debelenip hareket etmiş ve sonunda denize girmişti. Allah da o balıktan suyun akışını tutmuş, hattâ balığın su içindeki izi taş içinde gibi olmuştu." İbn Cureyc dedi ki: Amr ibnu Dînâr bana işte böyle "Sanki balığın izi bir taş içinde gibiydi" şeklinde söyledi ve iki baş parmakları arasıyle onlardan sonra gelen iki parmaklan arasını (yani orta parmak ve ondan sonraki parmak arasını) halka yapıp gösterdi... "... Mûsâ genç adamına: Kuşluk vakti yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzdan and olsun yorgun düştük, dedi" (Âyet: 62). "Musa'nın genç adamı Musa'ya: — Allah senden yorgunluğu kessin! dedi." İbn Cureyc: Bu duâ cümlesi Saîd ibn Cubeyr'den değildir, demiştir. "Mûsâ, Yûşâ'ya balığın debelenmesi ve kaybolması kıssasının Hızır'ın bulunduğu yerin alâmeti olduğunu haber verince, ikisi beraber geldikleri yol üzerinde geriye döndüler, nihayet o kayaya ulaştıklarında orada Hızır'ı buldular." İbn Cureyc dedi ki: Usmân ibn Ebî Süleyman bana: "Denizin ortasında yeşil bir kadife yaygı üzerinde" şeklinde söyledi. Saîd ibn Cubeyr yine geçen senedle şöyle dedi: "Onu kendi elbisesiyle örtünmüş, elbisenin bir tarafını ayaklarının altına, bir tarafını da başının altına koymuş olarak buldu. Mûsâ ona selâm verdi. O hemen yüzünden örtüyü açtı ve: — Benim toprağımda selâm mı? Sen kimsin? dedi. Mûsâ: — Ben Musa'yım, dedi. Hızır: — İsrâîl oğulları'nın Musa'sı mı? Dedi. Mûsâ: — Evet o, dedi. Hızır: — Hâlin nedir, ne istiyorsun? Dedi. Musa: — Sana öğretilen rüşdden bana da öğretmen için geldim, dedi. Hızır: — Tevrat'ın senin elinde olması ve sana vahy gelmekte bulunması sana kâfi gelmiyor mu? Yâ Mûsâ! Bende bir ilim var ki onu senin bilmen yaraşmaz, sende de öyle bir ilim vardır ki benim de onu bilmekliğim lâyık olmaz, dedi. Bu sırada bir kuş gagasıyle denizden su aldı. Hızır yine: — Vallahi benim ilmim ile senin ilmin, Allah 'ın ilminin yanında ancak şu kuşun gagasiyle denizden aldığı gibidir, dedi. Nihayet bir gemiye bindikleri zaman, bu sahilin ahâlîsini diğer sahile taşımakta olan birçok küçük gemiler buldular. Gemi sahibleri Hızır'ı tanıdılar da: — O Allah'ın iyi bir kuludur, dediler." (Belki Ya'lâ ibn Müslim) dedi ki: Biz Saîd ibn Cubeyr'e: O Hadır (Hızır) mıdır? Dedik. O: Evet o Hadır'dır, biz onu ücretle taşımayız, diye söyledi. "Geminin levhalarından birini keserle sökmek suretiyle gemiyi deldi de, o söktüğü levhanın yerine bir kazık soktu. Mûsâ ona: — Sen onun insanlarını suda boğmak için mi gemiyi deldin? Ye-mîn olsun sen büyük bir iş yaptın, dedi." Mucâhid "İmrân" sözü hakkında: "Büyük" ma'nâsınadır, dedi. "Hızır da ona: — Ben sana, benim beraberimde sen asla sabredemezsin demedim mi?" Birincisi (Mûsâ tarafından) bir unutma oldu. Ortası ise (eğer bundan sonra sana birşey sorarsam. demesinden dolayı) bir şart; üçüncüsü ise (isteseydin elbette bir ücret alırdın demiş olduğu için) bir kasıd olmuştur. "Mûsâ: — Unuttuğum şeyden dolayı beni muâhaze etme ve bana şu arkadaşlık işinde güçlük gösterme, dedi. Sonra bir oğlan çocuğu ile karşılaştılar. Hızır hemen onu öldürdü." Ya'lâ ibn Müslim, geçen senedle dedi ki: Saîd ibn Cubeyr şöyle dedi: "Hızır oynamakta olan birçok oğlanlar buldu da onlardan kâfir ve zekî birini yakaladı, onu yere yatırdıktan sonra bıçakla kesti. Mûsâ (evvelkinden daha şiddetle reddederek): — Sen tertemiz, günâh işlememiş ve bir can mukaabili de olmayan bir canı öldürdün mü? Dedi." İbn Abbâs bu kelimeyi "Zekiyyeten, zâkiyeten müslimeten" şeklinde okur idi. Bu senin "Gulâmen zâkiyen" sözün gibidir. "Onlar yine gittiler ve yıkılmağa yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır o duvarı doğrulttu." Saîd ibn Cubeyr, Amr ibn Dinar'dan olmak üzere: "Hızır o duvarı eliyle doğrulttu" dedi de, kendi elini şöyle yukarı kaldırıp duvarın dümdüz olduğunu gösterdi. Ya'lâ ibn Müslim: Ben Saîd ibn Cubeyr'in: "Hızır o duvara eliyle dokundu da duvar dümdüz oldu" dediğini sanıyorum, dedi. "Mûsâ Hızır'a: — Eğer isteseydin muhakkak bu duvarı doğrultma karşılığında bir ücret alırdın, dedi." Saîd: "Kendisiyle yemek yiyebileceğimiz bir ücret alırdın" dedi. "Onların arkalarında", "Onların önlerinde" demektir. İbn Abbâs böyle "Onların önlerinde bir hükümdar vardı" şeklinde okudu. İbn Cureyc dedi ki: Saîd ibn Cubeyr'den başkaları, o gemileri zorla alan melikin ismi Huded ibnu Buded olduğunu, öldürülen o çocuğun isminin de Ceysûr olduğunu iddia ediyorlar. "Her sağlam gemiyi zorla alan bir melik vardı. İşte ben, gemi o hükümdara uğradığı zaman ayıplı olmasından dolayı onu terketmesini istedim. Gemiciler o hükümdarı geçtikleri zaman, bu delik gemiyi iyileştirdiler ve onunla faydalandılar (gemi ellerinde kaldı).” Râvîlerden kimi "O deliği karûre (yânı cam) ile kapattılar", dedi; kimi de "Zift ile kapattılar" dedi. "O öldürülen çocuğun ana-babası iki mü'min idiler; çocuk ise kâfir idi. Biz o mü'min ana-Bâbayı bir azgınlık ve kâfirlik bürümesinden, çocuk sevgisinin onları, o çocuğun dîni üzere ona mutâbaat etmelerinden endîşe ettik. İstedik ki, onların Rabb'i bunun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınım versin. Hızır bunu Musa'nın: — Sen tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Sözüne münâsib olarak söyledi." "Merhametçe daha yakını", yani ana-Bâba, Allah'ın ihsan edeceği çocukla, Hızır'ın öldürdüğü evvelki çocuktan daha fazla merhamete nail olacaklar ma'nâsınadır. Saîd ibn Cubeyr'den başkası: O ana-babaya, öldürülenin yerine bir kız çocuğu verildi, dedi. Dâvûd ibn Ebî Âsim ise birden fazla râvîden: O bir kız çocuğudur, diye söyledi (meşhur olan da budur). 4. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Oradan geçip gittikleri zaman Mûsâ genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan and olsun yorgun düştük, dedi. Genç: Gördün mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığı unutmuşum. Onu söylememi şeytândan başkası unutturmadı. O şaşılacak bir surette (denize atıldı) deniz içinde yolunu tutup gitti, (Âyet: 62-63). "De ki: Yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları, kendileri muhakkak iyi yapıyorlar sanarak dünyâ hayâtında çalışmaları boşa gitmiş olanları size haber vereyim mi?” (Âyet: 103-104). Buradaki "Sun'an", "Amelen" manasınadır. "Onlar bunların içinde ebedî kalıcıdırlar, oradan ayrılmak istemezler" (Âyet: 108). Buradaki "Hıvelen", "Tahavvulen" ma'nâsınadır. "Mûsâ: İşte, dedi, bizim arayacağımız bu idi. Şimdi izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler" (Âyet: 64); -yani geliş yollarının üzerindeki izlerine tâbi' olarak dündüler.- "Le kad ci’te şey'en imran=And olsun ki, sen büyük bir iş yaptın" (Âyet: 71) "Le kad ci’te şey’en nukran=And olsun ki, sen çok kötü bir iş yaptın" (Âyet: 74). Bu iki âyetteki "İmran" ve "Nukran" lafızları "Dâhiye", yani "Belâ, felâket" ma'nâsınadır. "Yenkaddu", "Yenkaadu (= Yıkıldı)" (Âyet: 77) lafızları "Diş yıkıldı, söküldü" ta'bîri gibidir. "Le-tehızte", "Ve'ttehızte" (Âyet: 77) bir ma'nâya olup "Elbette alırdın" demektir. "Ruhmen" (Âyet: 81), "er- Ruhm "dandır. Bu kelime mübalağa bakımından "Rahmet"ten daha şiddetli, daha kuvvetlidir. Biz "Ruhmen" lafzının "Rahîn'den türemiş olduğunu sanıyoruz. Mekke şehri "Umme Ruhm" diye çağrılır ki, bu "Kendisine devamlı rahmet inen şehir" demektir 4774- Bana Kuteybe ibnu Saîd tahdîs edip şöyle dedi: Bana Suf-yân ibnu Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan tahdîs etti ki, Saîd ibn Cubeyr şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'a: — Nevf el-Bukâlî, İsrâîl oğullarının sahibi olan Mûsâ, Hızır'ın sahibi olan Mûsâ değildir diye söylüyor, dedim. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: — Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir: Bize Ubeyy ibnu Ka'b tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Mûsâ Peygamber İsrâîl oğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine; — İnsanların en âlimi kimdir? Diye soruldu. Mûsâ: — Benim, diye cevâb verdi. Bu husustaki ilmi (Allah en iyi bilendir diyerek) Allah 'a döndürmediğinden dolayı Allah ona itâb etti (yani onu azarladı). Ve ona: — "Evet, iki denizin birleştiği yerde kullarımdan bir kul var ki, işte o senden daha âlimdir" diye vahyetti. Mûsâ: — Yâ Rabb! Beni ona ulaştıracak yol nasıldır? Dedi. Allah: — Bir zenbîl içinde bir balık alırsın, artık balığı her nerede kaybedersen, işte orada balığın izini ta'kîb et (o en âlim kula kavuşursun), buyurdu." Rasûlüllah şöyle devam etti: "Mûsâyola çıktı, beraberinde kendisine hizmet eden genci Yûşâ ibn Nûn da yola çıktı. Yanlarında balık olduğu hâlde yürüyüp, sonunda (iki denizin birleştiği yerdeki) kayaya ulaştılar ve onun yanında konakladılar." Dedi ki: "Akabinde Mûsâ başını yere koyup uyudu". Sufyân ibnu Uyeyne geçen senedle ve Amr'dan başkasının -Katâde'nin- hadîsinde şöyle demiştir: "Kayanın dibinde bir pınar vardı ki, ona el-Hayyât denilir. Onun suyuna isabet eden herşey muhakkak canlanıp dirilir. İşte o balığa bu hayât pınarının suyundan birkaç su serpintisi isabet etti" dedi "Balık hareket etti ve zenbilin içinden sıyrılıp kurtuldu, denize girdi. Mûsâ uyandığı (ve gencin haber vermeyi unutup da bir müddet yürüyüp yoruldukları) "zaman genç adamına dedi ki: Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğumuzdan and olsun yorgun düştük" (Âyet: 64). Dedi ki: "Mûsâ Peygamber emrolunduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Genç adamı Yûşâ ibn Nûn, Mûsâ'ya: — Gördün mü, taşın dibinde barındığımız zaman ben balığı unutmuşum. Onu söylememi bana şeytândan başkası unutturmadı. O şaşılacak bir surette denize atıldı, deniz içinde yolunu tutup gitti, dedi. Mûsâ: — İşte bizim arayacağımız bu idi, dedi. Şimdi izlerinin üzerinde gerisin geri döndüler (Âyet: 63-64). Nihayet o kayanın yanına ulaştılar. Oradaki denizde balığın yittiği yolu, tâk (yani bina kemeri) gibi buldular. Balığın deniz içinde böyle bir yol açması Musa'nın hizmetçisine hayret verici birşey olmuştu. O kayanın yanına vardıklarında bir de baktılar ki, bir elbiseye bürünmüş bir zât duruyor. Mûsâ ona selâm verdi. O zât: — Bu senin bulunduğun yerde selâm nereden? Dedi. Mûsâ da: — Ben Musa'yım, dedi. O zât: — İsrâîl oğulları'nın Musa'sı mı? Diye sordu. Mûsâ: — Evet, dedi ve şöyle devam etti: Sana öğretilen rüşd ve hidâyetten bana da birşeyler öğretmen üzere sana tâbi' olayım mı? Dedi. Hızır ona: — Yâ Mûsâ! Sende Allah 'in ilminden sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu ben bilemem; bende de Allah'ın ilminden bana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki, onu da sen bilemezsin, dedi. Mûsâ: — Fakat yine de ben sana tâbi' olayım, dedi. Hızır: — Eğer bana tâbi' olacaksan, ben sana anıp söyleyinceye kadar bana hiçbirşey sorma, dedi. Bunun üzerine Hızır'la Mûsâ deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yanlarına bir gemi uğradı. Hızır (gemiciler tarafından) tanındı, bu sebebie gemiciler onları navlunsuz olarak -ücretsiz olarak şeklinde de söyler- kendi gemilerine yüklediler. Onlar da gemiye bindiler." Dedi ki: "O sırada bir serçe kuşu geminin kenarına kondu da gagasını denize daldırdı. Hızır Musa'ya: — Benim ilmim, senin ilmin ve bütün mahlûkaatın ilmi, Allah 'ın ilmi içinde ancak şu serçenin gagasını daldırıp denizden aldığı mikdârdır, dedi." Dedi ki: "Musa'ya ansızın olmadı ki, Hızır bir kesere doğru gidip, onunla gemiyi deldi. Mûsâ ona: — Bu gemiciler topluluğu bizi navlunsuz olarak gemilerine almışlarken, sen onların gemilerine kasdedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun? “And olsun sen büyük bir iş yaptın” (Âyet:71) dedi. Yine gittiler, bir de baktılar ki bir çocuk, diğer çocukların beraberinde oynuyor. Hızır, o çocuğun başını eliyle tuttu da onu kesip kopardı. Mûsâ, Hızır'a: — Sen tertemiz bir canı, diğer bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha? And olsun ki, sen çok kötü bir şey yaptın, dedi. Hızır şöyle dedi: — Ben sana beraberimde asla sabredemezsin demedim mi? Mûsâ: —Eğer, dedi, bundan sonra sana birşey sorarsam benimle arkadaşlık etme. O takdirde tarafımdan muhakkak özre ulaşmışsındır. Yine gittiler. Nihayet bir memleket halkına vardılar ki, ora ahâlisinden yemek istedikleri hâlde kendilerini misafir etmekten çekinmişlerdi. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O bunu eliyle şöyle yapıp derhâl doğrultuverdi (Âyet: 74-77). Mûsâ Hızır'a dedi ki: — Biz bu memlekete girdik. Onlar bizi misafir etmediler ve bize yemek vermediler. Eğer isteseydin elbet buna karşılık bir ücret alırdın. Hızır da şöyle dedi: — İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır. Sana üzerinde sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim... (Âyet:77-82)”. Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem -kıssayı buraya kadar naklettikten sonra): "Çok arzu ederdik ki, Mûsâ sabretseydi de, aralarında olan işler Allah tarafından bizlere hikâye olunsaydı" buyurdu. Dedi ki: İbn Abbâs: "Önlerinde her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir melik vardı. Oğlana gelince, o bir kâfir idi" şeklinde okurdu. 5. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "De ki: Yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?" (Âyet: 103) 4775 Mus'ab ibn Sa'd ibn Ebî Vakkaas şöyle demiştir: Ben Bâbam Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a "De kî: Ameller bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?" kavlinden sordum: Onlar Harûriyye taifesi midir? Dedim. Sa'd ibn Ebî Vakkaas (radıyallahü anh): — Bu en çok ziyana uğrayanlar Harûrîler değildir. Bu büyük ziyana uğrayanlar Yahûdîler'le Nasrânîler'dir, Yahûdîler'e gelince, onlar Muhammed'i yalanlamışlardır. Nasrânîler ise cennete kâfir olmuşlar da cennette hiçbir yiyecek ve içecek yoktur demişlerdir. Harûrîler ise, kuvvetli bir te'mînât ile desteklemelerinin ardından Allah'ın ahdini (Allah'a verdikleri sözü) bozanlardır, dedi. Sa'd, onlara "Fâsıklardır" diye isim verir idi 6. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: O en çok ziyana uğrayanlar, Rabb’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edip de (hayır nâmına bütün) yaptıkları boşa gitmiş olanlardır ki, biz kıyâmet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız" (Âyet: 105). 4776 el-Mugîre ibnu Abdirrahmân haber verip şöyle dedi: Bana Ebû'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şu muhakkak ki, kıyâmet gününde iri bedenli, semiz bir kişi (hesâb yerine) gelecektir ki, o, Allah yanında sivrisineğin kanadı ağırlığında (bir sevâb) tartmaz. " Ebû Hureyre yahut Rasûlüllah: Ey mü'minler, şu âyeti okuyunuz: “Biz kıyâmet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız'' dedi Ve Yahya ibn Bukeyr'den; o da el-Mugîre ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû'z-Zinâd'dan olmak üzere bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir. |