17- Benû İsrâîl SûresiRahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle 1. Bâb4755- Bize Âdem tahdîs etti. Bize Şu'be tahdîs etti ki, Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben Abdurrahmân ibn Yezîd'den işittim, o şöyle dedi: Ben İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan işittim; o, Benû İsrâîl (yânı el-İsrâ), el-Kehf, Meryem Sûreleri hakkında: Muhakkak ki, bu sûreler ilk atiklerdendirler, bunlar ilk kazanılanlardan ve ezber edilenlerdendirler, dedi İbn Abbâs: "O hâlde sizi kim (dirilterek) geri çevirebilir? diyecekler. Sen de: Sizi ilk defa yaratmış olan (kudret sahibi diriltecektir) de. O vakit sana başlarını sallayacaklar da: Ne vakit O? diyecekler. Sen: Yakın olması muhtemeldir, de” (Âyet: 51); Buradaki "Fe-seyungidune ileyke ruûsehum", "Sana başlarını sallayacaklar" manâsınadır, dedi. İbn Abbâs'tan başkası da şöyle dedi: (Üç harfli fiilden) "Nağadat sınnuke", "Dişin yerinden hareket etti" ma'nâsınadır. 2. Bâb"Ve kadayna ilâ Benî İsrâîle" (Âyet: 4), "Biz İsrâîl oğulları'na, kendilerinin Arz'da muhakkak fesâd çıkaracaklarını haber verdik" ma'nâsınadır. "el-Kadâ" lafzı birçok ma'nâlara gelir: "Kadâ Rabbüke" (Âyet: 33), "Rabb'in emretti" demektir. "Hükmetmek" ma'nâsı da bu lafızdandır: "Şübhesiz senin Rabb'in onların arasında hüküm verecektir" (Yûnus: 93, en-Nemi: 78, el-Casiye: 16); "Yaratmak" ma'nâsı da bu lâfızdandır: "Bu suretle Allah onları yedi gök olmak üzere yarattı" (Fussüet: 12). "Nefîren" (Âyet: 6), kişinin beraberinde giden kimselerdir ki, cem'iyeti ve topluluğu demektir. "Ve liyutebbirû mâ alev tetbîran" (Âyet: 7), "Galebe ve isti'lâ ettiklerini helak ettikçe etsinler diye (üstünüze düşmanlar saldırdık)" “Biz cehennemi kâfirlere bir hapishane yaptık" (Âyet:8), yani hiç çıkamayacakları bir hapis yeri, bir alıkoyma yeri yaptık. "Artık o memlekete karşı söz hakk olmuştur" (Âyet: 16), yani geçmiş olan o azâb sözü vâcib olmuştur; "O hâlde kendilerine yumuşak bir söz söyle" (Âyet: 28); buradaki "Meysûren", "Leyyinen", yani "Yumuşak" ma'nâsınadır. "Çocuklarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Hakikat onları öldürmek büyük bir suçtur" (Âyet: 31); buradaki "Hıt’en" "Günâh ve suç" ma'nâsınadır. "Hatı'tu-Ben günâh işledim" ta'bîrinden alınmış bir isimdir; "el-Hatau", fetha ile harekelenmiştir. "Günâh işlemek" ma'nâsına olan fiilin masdarıdır. "Hatı'tu", "Ahta'tu", yani "Günâh işledim, yanıldım" ma'nâsınadır. "Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen (ne kadar bassan) cidden Arz'ı yaramazsın, boyca da dağlara eremezsin" (Âyet: 37), buradaki "Tahrıka", "Kesemezsin" ma'nâsınadır. "İz hum necva" (Âyet: 47), "Onlar gizli gizli konuşurlarken"; buradaki "en-Necvâ" lafzı, "Gizli konuştum" ma'nâsına olan "Nâceytu" fiilinden bir masdardır. Allah onları bu masdar ile vasıfladı, ma'nâsı: "Onlar gizli gizli konuşurlarken" demektir. "Rufâten" (Âye. 49): "Kırıntı, döküntü"; "İstefziz", "Korkudan hoplat, rahatsız et, onları hafifletip zorla; "Bi-haylike", "Süvarilerinle"; "er-Raclu ve'r-Reccâletu", "Yayalar, piyadeler" ma'nâsına cemi'dir. Bunların tekili "Râcilun"dur. "Sâhibun"un cem'i "Sahbun", "Tâcirun"un cem'i "Tecrun" olduğu gibi (Âyet: 64) “Hâsiben” (Âyet:68), "Çakıllı bir fırtına, şiddetli bir rüzgâr", "el-Âsıb", bir de rüzgârın atıp fırlattığı şeyler ma'nâsına gelir; "Hasabu cehenneme = Cehennemin içine atılan şeyler" (el-Enbiyâ: 98) ta'bîri bu ma'nâdandır, onun içinde atılan şey (yani içine atılan kavimler), onun hasabıdır. "Hasaba fi’l-Ard" denilir ki, bu da "Arz'ın içine gitti" demektir. "el Hasbâ"dan türemiştir. "Târeten uhrâ", "Diğer bir defa" ma'nâsınadır. Bu "Târe" lâfzı masdardır. "Târe" lafzının cem'i "Tıyeratun" ve "Târâtun"dur "Le-ahtenikenne zurriyetehu illâ kalîlen —And olsun onun zürriyetini, birazı müstesna olmak üzere, muhakkak kendime bend ederim", onları azdırma ve saptırma ile köklerini kazır, helak ederim demektir. "Fulân kimse Fulân'ın yanında bulunan ilmi kendine bend etti" denilir ki, o "İlmin hepsini kendinde topladı" demektir. "Her insanın amelini kendi boynuna doladık" (Âyet: 13), buradaki "Tâirehu” "Dünyâdan olan nasibi, payı" ma'nâsınadır. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Kur'ân'daki her "Sultân", "Hüccet" ma'nâsınadır (Âyet: 33, 80). "Evlâd edinmeyen, mülkünde hiçbir ortağı olmayan, zull ve aczden dolayı hiçbir yardımcıya ihtiyâcı bulunmayan Allah'a hamd olsun de, O'nu büyük bil, büyüklükle an” (Âyet: 111); buradaki "Veliyyun mine'z-zulli", "Zelîllik ve acizlikten dolayı hiçbir velîsi olmayan, yani hiçbir kimseyi velî ve dost edinmeyen" demektir. 3. Bâb"Kulunu Bir Gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksâ'ya... Götüren (Allah, Her Türlü Eksikliklerden) Münezzehtir” (Âyet: 1) Kavli Bâbı 4756-.... Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) -Mescidi Harâm'dan- götürüldüğü İsrâ gecesinde îliyâ şehrinde, yani Kudüs'te kendisine birinde şarâb, diğerinde süt dolu iki kadeh getirildi (ve bunlardan istediğini seç denildi). Rasûlüllah ikisine baktı da sütü aldı. Cibrîl, Rasûlüllah'a: Seni fıtrata hidâyet eden Allah'a hamd olsun, şayet şarâbı alsaydın, ümmetin azacaktı, dedi 4757 Ebû Seleme ibnu Abdirrahmân şöyle dedi: Ben Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh)'tan işittim, şöyle dedi: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittim, şöyle buyuruyordu: " (İsrâ haberinde) Kureyş beni yalanlayınca Hıcr'da ayakta durdum. Müteakiben Allah bana Beytu'l-Makdis ile gözümün arasındaki uzaklığı kaldırdı da (bana sorulanları) Mescidi Aksâ'ya bakarak, onun nişanelerinden Kureyş'e haber vermeğe başladım." Ve Ya'kûb ibn İbrâhîm şunu ziyâde etti: Bize İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlu, amcası İbn Şihâb'dan: "Beytu'l-Makdis'e geceleyin yürütüldüğümüz zaman Kureyş beni yalanlayınca..." şeklinde tahdîs edip, yukarıdakinin benzerini nakletmiştir "Kaasıfen" (Âyet: 69), "Herşeyi kırıp büken bir rüzgâr". 4. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "And olsun ki', biz Adem oğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmışızdır... " (Âyet: 70) "Kerremnâ" ve "Ekremnâ" bir ma'nâyadır. "Dı'fe'l- hayât ve dı'fel-memât" (Âyet:75), "Hayât azabının iki katını ve ölüm azabının iki katını" demektir. "Hılâfeke" ve "Halfeke" bir ma'nâya olup, "Arkandan" demektir (Âyet: 76). “Nâe bi-cânibihî" (Âyet: 83), "Yanını uzaklaştırdı" demektir. "De kî: Herbiri kendi aslî tabîatine göre hareket eder" (Âyet: 84), buradaki "Şâkiletihi", "Nâhiyetihi" ma'nâsınadır, bu "Şâkile" kelimesi "Şeklihi" ma'nâsından türemiştir. "Ve le-kad sarrafnâ” (Âyet: 41, 89) "Yemîn olsun biz yöneltmişizdir"; "Kabilen (Âyet: 92), "Gözle görerek, karşısında olarak" demektir. Ebe kadına "Kaabile" denildi çünkü o doğuracak kadının doğumunu karşılayıcıdır ve onun doğan çocuğunu, doğuşu ânında tutup alır. "Haşyete'l-infâk" (Âyet: 100), "Harcama korkusu", "Enfaka'r-raculu", "Adam fakîr oldu", "Nafika'ş-şey'u" "Şey gitti" demektir. "Katûran", "Mukattiran" yani "Cimri" demektir: "De ki: Rabb 'inin rahmet hazînelerine siz mâlik olsaydınız, o zaman harcama korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz, insan çok cimridir" (Âyet: 100) "Li ezkaan” (Ayet. 107, 109), "İki çene kemiğinin birleşme yeri üzerine" demektir, bunun tekili "Zekan"dır. Mucâhid şöyle demiştir: "Şübhesiz ki cehennem hepinizin cezasıdır, tastamam bir ceza" (Âyet: 63), buradaki "Mevfûran", "Vâfiran", yani "Mükemmel" ma'nâsınadır. "Bize karşı onun öcünü bulamazsınız" (Âyet: 69), buradaki "Tebîan", "Sâiran = İntikaam alıcı" demektir. İbn Abbâs da: "Tebîan", "Nâsıran = Yardım edici" demektir. "Onların varacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça biz onun alevini artırırız" (Âyet: 97), buradaki "Kullemâ habat", "Söndükçe" demektir, demiştir. Yine İbn Abbâs şöyle demiştir: "Malını israfla saçıp savurma" (Âyet: 26), "Malını bâtıl yolda harcama" demektir. "Şayet Rabb'inden umduğun bir rahmeti aramak için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan, o hâlde kendilerine yumuşak bir söz söyle" (Âyet: 28), buradaki "Bir rahmet", "Bir rızk" demektir. "Ben de ey Fir'avn, seni herhalde helak edilmiş sanıyorum" (Âyet: 102), buradaki "Mesbûran", "La'netlenmiş" demektir. "Senin için hakkında bir bilgi hâsıl olmayan şeyin ardından gitme" (Âyet: 36), buradaki "La takfu", "Lâ tekul" (yani "Söyleme") demektir. "Fecâsû hılâle'd-diyâr = Evlerin aralarına girip araştırdılar" (Âyet: 5), yani "Sizi öldürmek ve yağmalamak için evlerin ortalarına kasdettiler". "Rabb'iniz, fadlından arayasınız diye sizin için denizde gemileri yürütendir" (Âyet: 66), buradaki "Yüzcî", "Yucrî = Akıtıp yürütür" demektir. "Yahırrûne li’l- ezkaanî- Çenelerinin üstüne kapanarak secde ediyorlar" (Âyet: 107-109), buradaki "li’l-ezkaan...— Çeneleri üzerine", "Yüzleri üzerine" demektir. 5. BâbYüce Allah'ın Şu Kavli: "Bir memleketi helak etmek dilediğimiz vakit, onun nîmet ve refahtan şımarmış elebaşılarına emrederiz de, orada (bu emre rağmen) itaatten çıkarlar. Artık o memlekete karşı azâb sözü hakk olmuştur. İşte biz onu artık kökünden mahv ve helak etmişizdir" (Âyet: 16). 458- Bize Alî ibnu Abdillah tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize Mansûr, Ebû Vâil'den haber verdi ki, Abdullah ibn Mesûd (radıyallahü anh): Biz câhiliyette bir kabile çok oldukları zaman "Emira Benû Fulanın = Fulân oğulları çok oldu" der idik, demiştir. Yine bu senedle: Bize el-Humeydî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Ve el-Humeydî, Sufyân'dan "Emira" şeklinde söyledi. 6. Bâb“Ey Nûh ile beraber taşıdığımız (insanlar) zürriyeti, şu bir hakikattir ki, Nûh pekçok şükreden bir kuldu" (Âyet: 3) 4759 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bir kerresinde Rasûlüllah'ın sofrasına et yemeği getirildi ve kendisine bir kol kaldırılıp sunuldu. Çünkü Rasûrullah etin bu kısmını severdi. Ondan ön dişleriyle bir lokma kopardı. Sonra şöyle anlattı: "Ben kıyâmet gününde bütün insanların seyyidiyim, efendisiyim. Bu neden bilir misiniz? Bütün insanlar, evvelkiler ve sonra gelenler olarak düz ve geniş bir sahada toplanırlar. Öyle düz ve geniş sâhâ ki, orada bir çağırıcı çağırınca sesini herkese işittirecek, bakan bir insanın gözü de mahşer halkım bir bakışta görebilecek (Dağ, tepe gibi görmeye, işitmeye bir mâni' bulunmayacak). Bir de güneş (bütün sıcaklığıyle) yaklaşacak. Artık insanların gamı, meşakkati dayanamayacakları ve taşıyamayacakları bir dereceye ulaşacak. Bu sırada insanlar birbirine: — Size ulaşan şu faciayı görmüyor musunuz? Rabb'inizin huzurunda şef âat edecek bir şefaatçi (bulmak çâresine) niye bakmıyorsunuz? Diyecekler. Bunun üzerine mahşer halkının bâzısı bâzısına: — Haydi, Âdem 'e gidiniz! Diyecek, akabinde insanlar Âdem Peygamber'e gidecekler ve ona: — (Ey Âdem!) Sen insan nev'inin babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı ve sana kendi canibinden olan rûh üfledi, sonra meleklere emretti, onlar da sana secde ettiler. Rabb'ine bizim hakkımızda şefaat dile. Ey atamız, içinde bulunduğumuz şu müşkil vaziyeti görmüyor musun? Bize ulaşan şu sıkıntıyı bilmiyor musun? Diyecekler] Âdem de: — Rabb'im, bugün öyle bir öfke etmiştir ki, ne bundan önce böyle öfkelenmiş ve ne de bundan sonra bunun benzeri bir öfke ile öfke edecektir. Hem Rabb'im beni cennet ağacı meyvesinden birini yemekten nehyetmiş iken, ben âsî olup yemiştim. (Onun için size şefaat edemem, şimdi ben kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim nefsim! Siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz: Nûh 'a gidiniz! Diyecek. Onlar da Nûh 'a varacaklar ve: — Ey Nûh, sen yeryüzü halkına gönderilen rasûllerin birincisisin. Allah sana Kur'ân'da "Çok şükreden kul" adını vermiştir. Lütfen hakkımızda Rabb'in huzurunda şefaat et! İçinde bulunduğumuz sıkıntılı hâli görmüyor musun? Diyecekler. Nûh Peygamber de: — Azız ve Celîl olan Rabb 'im bugün celâllenmiştir. Öyle bir derecede ki bundan önce böyle gadâb etmemiş, bundan sonra da böyle celâllenmeyecektir. Benim de bir dua edişim var: Ben onu vaktiyle kavmimin helaki için dua etmiştim. (Ben de şimdi kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim, nefsim! Şimdi siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz, İbrahim'e gidiniz! Diyecek. Onlar da İbrahim 'e varacaklar ve: — Ey İbrahim, sen yeryüzündeki insanlardan Allah 'ın Peygamberi ve Haltlisin (dostusun) Rabb'in huzurunda bize şefaat et, içinde bulunduğumuz şu sıkıntılı hâli görüyorsun! Diyecekler. İbrahim Peygamber de onlara: — Bu gün Rabb'imin celâl sıfatı tecellî etmiştir. Hem bir derecede ki bundan önce böyle gadâb etmemiş, bundan sonra da böyle gadâb etmeyecektir. Ben üç kene yalan (a benzer söz) söylemiştim. -RâvîEbû Hayyân hadîsin içinde bunları zikretmiştir (Şimdi kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim, nefsim! Artık siz benden başkasına gidiniz, Musa'ya gidiniz! Diyecektir. Onlar da Musa'ya gidecekler ve: — Yâ Mûsâ, sen Allah'ın rasûlüsün. Allah seni elçi yapmasıyla ve kelâm söylemesi ile insanlar üzerine faziletli kıldı. Rabb'in huzurunda bizim için şefaat et! İçinde bulunduğumuz acıklı hâli görmektesin, diyecekler. Mûsâ Peygamber de onlara: — Rabb 'im bugün celâl sıfatı ile tecellî etti, o derecede ki, ne şimdiye kadar bu derece öfkeli olmuş, ne de bundan sonra bunun gibi öfkeli olacaktır. Ben ise öldürülmesiyle me'mûr olmadığım bir canı öldürdüm (Şimdi ben nefsimi düşünüyorum.) Ah nefsim, nefsim, nefsim! Siz benden başka bir şefaatçiye gidiniz, isa'ya gidiniz! Diyecek. Onlar da Îsâ Peygamber'e gelecekler ve: — Yâ Îsâ, sen Allah'ın Rasûlüsün ve Allah Taâlâ'nın Meryem'e koyduğu ve onun tarafından olan bir ruhsun, sen beşikte bir sabî iken insanlara söz söyledin! Rabb 'in huzurunda bizim için şefaat et, içinde bulunduğumuz ıztırâbı görmektesin! Diyecekler. Îsâ Peygamber de onlara: — Rabb'im bugün, bundan evvel benzerini yapmadığı ve bundan sonra da benzerini yapmayacağı bir gadâbla gadâb etmiştir, diyecek ve kendine âid hiçbir günâh zikretmeden: Âh nefsim, nefsim, nefsim! Diye endîşesini açıklayarak: Siz benden başkasına gidiniz, Muhammed'e gidiniz! Diyecek. Onlar da Muhammed'e gelecekler de: — Yâ Muhammed! Sen Allah'ın Rasûlü'sün ve peygamberlerin hâtemisin. Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günâhlarını mağfiret etmiştir. Rabb'in huzurunda bizim için şefaat et, içinde bulunduğumuz elem ve ıztırâbı görmektesin! Diyecekler. Bunun üzerine ben hemen Arş'ın altına giderim de Azîz ve Celîl olan Rabb'ime secde edici olarak yere kapanırım. Sonra secdemde Allah bana kendisine yapılacak hamdlerinden ve üzerine güzel senadan öylesini açıp ilham edecektir ki, benden önce onu hiçbir kimseye açmamıştır. (Ben o hamdler ve senalarla hamd ve sena ettikten) sonra Allah tarafından bana: — Yâ Muhammed! Başını kaldır, iste, istediğin sana verilecektir; şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır! buyurulur. Ben secdeden başımı kaldırıp: — Yâ Rabb ümmetim! Yâ Rabb ümmetim! Diye şefaat dileğimi söylerim. Bana: — Yâ Muhammed, ümmetinden üzerinde hesâb ve suâl olmayanları cennetin kapılarından olan sağ kapıdan cennete koy! Onlar ı cennetin bundan başka olan öbür kapılarında da insanlarla ortaktırlar, buyurulacak." Bundan sonra Rasûlüllah: "Nefsim elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, cennetin kapı kanatlarından iki kanadın arası Mekke ile Himyer yahut Mekke ile Busrâ arası kadar geniştir" dedi 7. BâbYüce Allah'ın: Ve Davud'a da Zebur'u verdik" (Âyet: 55) kavli Bâbı 4760 Bize Abdurrezzâk, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Dâvûd Peygamber'e (Zebur'u) okumak kolaylaştırıldı. Dâvûd, kendi binit hayvanının eyerlenmesini emrederdi de, eyerleyecek kişi eyerlemesini bitirmesinden önce Dâvûd Zebur'u okur idi. " Peygamber kur'ânı, yani okumayı kasdediyor. 8. Bâb"De ki: Allah'ı bırakıp boş yere (ilâh diye) söylediklerinizi çağırın. Onlar sizden herhangibir sıkıntı gideremiyecekleri gibi, değiştiremezler de" (Âyet: 56). 4761 Yahya ibn Saîd el-Kattân tahdîs edip şöyle demiştir: Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs etti. Bana Süleyman el-A'meş, İbrahim en-Nahaî'den; o da Ebû Ma'mer'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'-ûd (radıyallahü anh) "Rabb’lerine vesile arayıp duruyorlar” (Âyet: 55) kavli hakkında şöyle demiştir: İnsanlardan bir topluluk, cinnlerden bir topluluğa ibâdet ediyorlardı. Nihayet o cinnler İslâm Dîni'ne girdi, o insanlar ise cinnlerin dînine tutunup kaldılar. Ubeydullah el-Eşcaî, Sufyân'dan; o da el-A'meş'ten yaptığı rivayette: "De ki: Allah’ı bırakıp boş yere (ilâh diye) söylediklerinizi çağırın" fıkrasını ziyâde etti. 9. Bâb“Onların taptıkları da -hangisi Rabb’lerine daha yakın (olacak) diye- bizzat vesile arayıp duruyorlar, O'nun rahmetini umuyorlar, O’nun azabından korkuyorlar. Çünkü O'nun azâbı korkunçtur" (Âyet: 57). 4762 Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şu "Onların taptıkları da hangisi Rabb 'lerine daha yakın olacak diye bizzat vesile arayıp duruyorlar... " âyeti hakkında: Cinnden birtakım kimseler, başkaları tarafından ibâdet ediliyorlardı, akabinde bunlar İslâm'a girdiler, demiştir. 10. Bâb'Geceleyin sana gösterdiğimiz o temaşayı ancak insanlara bir fitne ve imtihan yaptık... " (Âyet: 60) 4763 Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs "Geceleyin sana gösterdiğimiz o temaşayı ancak insanlara bir fitne ve imtihan yaptık" kavlindeki rü'yâ hakkında: O rü'yâ gözün gördüğü âyetlerdir ki, Rasûlüllah'a sefer ettirildiği gece gösterildi, demiştir. İbn Abbâs, âyetin devamındaki' “Ve Kur 'ân 'da la'net edilmiş olan ağaç" da zakkum ağacıdır, demiştir. 11. BâbYüce Allah'ın: 'Sabah Namazını da (eda Et). Çünkü Sabah Namazı Şâhidlidir" (Âyet: 78) Kavli Bâbı Mucâhid: "Kur'âne’l-fecri", "Sabah namâzı'dır, demiştir. 4764 Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Ebû Seleme ile İbnu'l-Müseyyeb'den; onlar da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den haber verdi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cemâat namazının tek kişinin namazı üzerine fadlı, yirmibeş derecedir. Gece melekleri ile gündüz melekleri de sabah namazında birleşirler." Ebû Hureyre: İsterseniz "Ve sabah namazını da. Çünkü sabah namazı şâhidlidir" âyetini okuyunuz, der idi. 12. BâbYüce Allah'ın: Ümîd Edebilirsin, Rabb’in Seni Hamdedilmiş Bir Makaama Gönderecektir" (Âyet: 78) Kavli Bâbı 4765 Âdem ibn Alî şöyle demiştir: Ben İbn Omer (radıyallahü anh) 'den işittim, şöyle diyordu: Kıyâmet gününde insanlar küme küme olurlar, her ümmet kendi peygamberinin ardına düşerler (ve büyük peygamberlere): Yâ Fulân şefaat et, (Yâ Fulân şefaat et), derler. En sonu şefaat dileği Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e erişip nihayet bulur. Bu şefaat vakıası Allah'ın, Peygamberi Muhammed'i Mâkaamu Mahmûd'a göndereceği gün vuku' bulur 4766 Şuayb ibnu Ebî Hamza, Muhammed ibnu’l-Munkedir'den; o da Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh)'tan tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kim ezan okunurken tamâmını işitip dinlediği (ve müezzinin söylediği kelimeleri söyleyip bitirdiği) zaman Allâhumme Rabbe hâzihi’d-da'veti’t-tâmme ve's-salâti’l-kaaime âti Muhammeden el vesîlete ve'l-fadîlete ve'b'ashu makaamen Mahmûdenellezî vaadtehu (= Yâ Allah! Ey bu tam da'vetin ve kılınmak üzere olan bu namazın Rabb'i! Muhammed'e vesîleyi, fadîleti ihsan et, bir de kendisine va'd ettiğin Makaamu Mahmûd'u verip oraya vardır -da şefaatçi kıl-) diye duâ ederse, o kişiye kıyâmet gününde şefaatim ulaşır." Bu hadîsi Hamza ibnu Abdillah, babası Abdullah ibn Omer'den; o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den olmak üzere rivayet etti 13. Bâb“De ki: Hakk geldi, bâtıl zeval buldu. Şübhesiz ki, bâtıl dâima zeval bulucudur" (Âyet: 81). "Yezhaku", "Yehliku", yani "Helak olur" demektir. 4767 Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Mekke'nin fethi günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye girdi. Ka'be'nin etrafında ibâdet için dikilmiş (kurşunla sağlamlaştırılmış) üç yüz altmış put vardı. Peygamber elindeki bir deynekle bunlara dürtüyor ve şöyle diyordu: "Hakk geldi, bâtıl gitti helâk oldu. Hakk geldi, Halbuki (ölen bâtıl) ne îcâda, ne de öleni diriltmeye muktedir değildir". 14. Bâb“Sana rûhu sorarlar" (Âyet: 85) 4768 Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in maiyyetinde Medine tarlalarında yürüyordum. Peygamber de hurma dalından bir deyneğe dayanıyordu. O sırada birkaç Yahûdî tesadüf etti. Bâzısı bâzısına: — Şu ruhtan sorun, dedi. Diğer bâzısı da: — (Hayır, sormayın) bu size iyilik getirmez (yahut size şübhe verir), dedi. Bâzısı da: — Sizi hoşlanmayacağınız birşeyle karşılamasın, dedi. Sonunda O'na sorun dediler de, Peygamber'e ruhtan sordular. Peygamber kendini tuttu, onlara hiçbir cevâb vermedi. Ben O'na vahy indirilmekte olduğunu bildim de olduğum yerimde dikildim. Vahy inince Peygamber şunu söyledi: "Sana ruhu sorarlar. De ki: Rûh, Rabb 'imin emri cümlesindendir. Size az bir ilimden başkası verilmemiştir” 15. Bâb“Namazında pek bağırma, sesini pek de kısma; ikisinin arası bir yol tut” (Âyet: 110). 4769 İbn Abbâs radıyallahü anhüma "Namazında pek bağırma, sesini pek de kısma" kavli hakkında şöyle demiştir: Bu âyet, Rasûlüllah Mekke'de gizli yaşarken indi. Rasûlüllah sahâbîleriyle namaz kıldığı zaman, Kur'ân okurken sesini yükseltiyordu. Müşrikler ise Kur'ân'ı işitince hem Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de Kur'ân kendisine gelene sövüyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, Peygamber'ine hitaben: "Namazında Kur'ân okurken sesini çok açıklama, pek de kısma, ikisinin arası bir yol tut" buyurdu 4770 Bize Zaide ibnu Kudâme, Hişâm'dan; o da Bâbası Urve'den tahdîs etti ki, Âişe (r.anha): Bu "Sesini çok açıklama " kelâmı, dua hakkında indi, demiştir. |