Geri

   

 

 

 

İleri

 

11- Hûd Süresi

Rahman ve rahim olan Allah’ın ismiyle

İbn Abbas şöyle demiştir:

“Asibun” , “Şedidun”haza yevmun asibun” (Bu çetin bir gündür) (ayet 77 ).

"Lâ cereme", "Evet (şübhesiz onlar âhirette en çok zarar görenlerin tâ kendileridir)" (Âyet: 22).

İbn Abbâs'tan başkası da bu kelimeler hakkında şöyle dedi: "Hâka bi-him" (Âyet: 8), "Onlara indi ve isabet etti"; "Yehîkû", "İner".

"Yeûsun", "Ümidimi kestim" sözünden feûl veznidir, "Çok ümîd kesen" demektir. "İnnehû le-yeûsun kefûr” (İnsana bizden bir rahmet tattırıp da sonra bunu kendisinden soyup alıversek, and olsun o ümidini kesen bir adam, bir nankördür" (Âyet: 9).

Mucâhid de: "Lâtebteis", "Lâ tahzen", yani 'Tasalanma" demektir; "O hâlde işleyegeldikleri şeylerden dolayı tasalanma" (Âyet: 36). "Onlar göğüslerini dürüp bükerler" hususunda şekk ve şübhelenme vardır, güçleri yeterse "Allah'tan gizlemeleri için" demiştir.

Ebû'l-Meysere de: "el-Evvâh" Habeş dilinde "er- Rahîm", yani "Çok merhametlidir, dedi. Ve İbn Abbâs: "Bâdiye'r-rey, "Bize zahir olan görüşle" ma'nâsınadır, dedi. Mucâhid: "el-Cûdî", Cezîre'de bir dağdır, dedi

el-Hasen el-Basrî: "Çünkü sen muhakkak ki yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın, dediler" (Âyet: 87); kavmi bu sözleriyle Şuayb ile alay ediyorlar, demiştir, ibn Abbâs: "Yâ semâu eklıî mâeki (Ey gök, suyunu tut!) (Âyet: 44)

"Asîb", "Şiddetli, çetin",

"Lâ cereme' "Evet"; "Hattâ izâ câe emrunâ ve fârettennûru-Nihayet emrimiz geldi ve fırında su kaynadı" (Ayet: 40) ma'nâsınadır, demiştir. İkrime de: "Tennûr", yeryüzüdür, dedi

1.Bâb

"Haberin olsun ki, ondan (o peygamberden düşmanlıklarını) gizlemeleri için göğüslerini dürüp bükerler, (Hakkı işitmemek için) elbiseleriyle örtündükleri zaman da hâllerine dikkat et. Halbuki Allah onların gizleyeceklerini de, açığa vuracaklarını da biliyor. Çünkü O sinelerin tâ özünü bilendir" (Âyet: 5);

"Ondan" zarfını "Peygamber'den" diye tefsir etti.

İkrime'den başkası da: "Ve hâka", "Nezele" (yani "İndi"), "Yehîku", "Yenzilu" (yani "İner") ma'nâsınadır; "Yeûsun", "Yeistu (Ben ümîd kestim)" ma'nâsından feûl veznidir, demiştir.

Mucâhid: "Lâ tebteis", "Lâ tahzen" (yani "Tasalanma"); "Yesnûne sudûrahum” (Göğüslerini dürüp bükerler) Hakta şübhe ve şübhelenme vardır. Eğer güçleri yeterse "Ondan, yani Allah'tan gizlemeleri için" diye tefsir etmiştir.

4727  İbn Cureyc şöyle dedi: Bana Muhammed ibnu Abbâd ibn Ca'fer haber verdi ki, o İbn Abbâs'tan "Elâ innehum tesnevnî sudûruhum” ( Gözünüzü açın, onların göğüsleri şiddetle bükülüp duruyor) şeklinde okurken işitmiştir. Muhammed ibn Abbâd dedi ki: Ben İbn Abbâs'a bunu sordum da, o şöyle cevâb verdi:

— Birtakım insanlar vardı ki, bunlar hâlâya gidip de avret yerlerini çıplak olarak meydana çıkarmalarından ve kadınlarıyle cinsî münâsebet yapıp da yine avret yerlerini çıplak olarak meydana çıkarmalarından utanıyorlardı. İşte bu kelâm onlar hakkında indi

4728 İbn Cureyc (şöyle demiştir): Ve bana Muhammed ibn Abbâd ibn Ca'fer haber verdi ki, İbn Abbâs "Elâ innehum tesnevnî sudûruhum" şeklinde okumuştur. (Muhammed ibn Abbâd dedi ki:) Ben:

— YâEbâ'l-Abbâs! "Mâ tesnevnîsudûruhum (Göğüsleri dürülüp bükülürler) ne demektir? Diye sordum.

İbn Abbâs:

— Erkek, karısıyle cinsî münâsebet yapar, bundan (yani avret yerini açmaktan) hayâ edip utanırdı yahut helâya gider, bundan da utanırdı. İşte bunun üzerine "Haberiniz olsun ki, onlar, ondan gizlemeleri için göğüslerini dürüp bükerler... " (Âyet: 5) indi.

4729- Bize el-Humeydî tahdîs etti. Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize Amr ibnu Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: İbn Abbâs "Elâ innehum yesnûne sudûrahum li-yestahfû minhu elâ hîne yesteğşûne siyâbehum ( Haberiniz olsun ki, onlar ondan gizlemeleri için göğüslerini dürüp büker. Elbiseleriyle örtündükleri zaman da hâllerine dikkat et!)" şeklinde okudu.

Amr ibnu Dînâr'dan başkası da yine ibn Abbâs'tan "Yesteğşûne", "Yugattûne ruûsehum" (yani başlarını örterler) şeklinde okuduğunu söyledi "Sîe bihim", "Lût bunlar yüzünden fena hâlde sıkıldı, kaygıya düştü, yani kavmine zannı kötü oldu ve kavminin konuklarına kötülük yapmaları endişesiyle göğsü daraldı" (Âyet: 77).

"Fe-esri bi-ehlik bi-kıtaın mine'l-leyli (Sen hemen gecenin bir kısmında, yani karanlıkta ailenle yürü" (Âyet: 81).

"ileyhi unîbu” (Ancak O'na dönerim) (Âyet: 88)

2. Bâb

Yüce Allah'ın "O'nun Arşı Su Üzerinde İdi” Kavli Bâbı

4730  Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rec'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Azîz ve Celîl olan Allah: Ey kulum, sen fakirlere nafaka ver ki, ben de sana nafaka vereyim, buyurdu".

Rasûlüllah devamla dedi ki: "Allah'ın eli (yani vermekte tükenmeyen hazîneleri) doludur. Harcamak onu eksiltmez, o gece ve gündüz dâima akar".

Yine Rasûlüllah devamla dedi ki: ''Allah'ın göğü ve yeri yarattığı günden beri infâk ve in'âm ettiği ni'metlerin mâhiyetini düşündünüz mü? (Bundan bana haber verebilir misiniz?) Şübhesiz ki O'nun elindeki (kerem ve ihsânındaki) ni'metlerden hiçbir şey eksilmemiştir. Çünkü O'nun Arş'ı (tahtı) su üzerindedir (hudûdsuz ni'met denizi üzerinde kurulmuştur). Ve adalet terazisi O'nun elindedir, terazinin gözü (bazen) alçalır, (bazen yukarı) yükselir (bu suretle insanların kimine çok, kimine az rızık verir)"

"I’terâke (= Seni çarpmış)", "Aravtu ( = Onu çarptım)" ma'nâsından İftiâl masdarından iftealtu veznindedir. Ve "Fulânun ya'rûhu ( = Fulân ona çarpıyor)" ve "I’terânî ( = Beni kaplıyor)" sözleri bu asıldandır. "Biz: Tanrılarımızdan kimi seni fena çarpmış demekten başka bir söz söylemeyiz” (Âyet: 54).

"Yürür hiçbir mahlûk hâriç olmamak üzere hepsinin alnından tutan odur" (Âyet: 56), yani hepsi O'nun mülkünde, idaresinde ve tasarrufundadır. "Anîd", "Anûd", "Ânid"; hepsi bir ma'nâya olup "Çok inadçı" demektir; bu, tecebbürün, zorbalığın te'kîdidir.

Ista 'merakum'”; Allah sizi topraktan meydana getirdi ve sizi orada ömür geçiriciler -yahut da: îmâr ediciler- yaptı" (Âyet: 60). "A’martuhu'd-dâra fehye umra" denilir ki, "Ben evi ömrü müddetince ona mülk yaptım" demektir. "Nekirahum", "Enkerahum", "Istenkerahum"; bunların hepsi bir ma'nâya olup "Onlardan hoşlanmadı. (Âyet: 70) demektir.

"İnnehu hamîdun mecîdun(Şübheyok ki, O, asıl hamde lâyık, hayrı, ihsanı çok olandır) (Âyet: 73), yani "Mecid", "Mâcid" sığasından Fail veznidir. "Hamîd"de "Hamide (Hamdetti)" fiilinden olup "Mahmûd", yani "Hamdedilmiş" ma'nâsınadır.

'Siccîlun", balçıktan pişirilmiş sert ve büyük taşlar; "Emrimiz geldiği zaman o memleketin üstünü altına getirdik ve tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık" (Âyet: 83). "Siccîl" ve "Siccîn" bir ma'nâyadır, bunlardaki lâm ile nûn, zâid harflerden olmaları ve herbiri diğerine çevrilebilmeleri bakımından iki kardeştirler. (Câhiliyet ve İslâm devirlerine erişmiş muhadram) Şâir Temîm ibnu Mukbil de buna şâhid olacak şu beyti söyledi:

"Nice yaya askerler kuşluk vaktinde miğferlerin yerlerine, yani başlara öyle şiddetli darbe indiriyorlar ki, battallar, yiğitler bunu birbirlerine emir ve tavsiye ediyorlar"; burada "Siccînen", "Şedîden" demektir.

3. Bâb

''Ve ilâ Medyene ahâhum Şuayben (Medyen’e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik) (Âyet: 84)

"İlâ Medyene", "Medyen ahâlîsine" demektir. Çünkü Medyen, Medyen'in kurduğu ve onun ismiyle isimlendirilmiş bir beldedir. Bu ta'bîrin benzeri "Ve's'eli'l-karyete", "Ve's'eli'l-ıyra" sözleridir ki, "Karye ahâlîsine" ve "Kervan halkına sor" demektir (Yûsuf: 82); "İçinde bulunduğumuz şehre, aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz şekksiz şübhesiz doğru söyleyicileriz'' (Yûsuf: 82):

"Siz Allah hn emrini arkanıza atılmış birşey kıldınız" (Âyet: 92). Şuayb, bununla "Siz O'na yönelmediniz" demektir. Bir adam diğer birinin hacetini yerine getirmediği zaman "Benim hacetimi sırtının ardına attın ve beni arkaya atılmış birşey kıldın" denilir. Buradaki "ez-Zıhrî"nin bir ma'nâsı da: "Beraberinde ihtiyâç zamanında kendisiyle yardım sağlayacağın bir binek hayvanı yahut bir kap alman" demektir. "Erâzilunâ", "Düşüklerimiz, en aşağı tabakalarımız" demektir (Âyet: 27).

"O'nu (Kur'ân'ı) kendiliğinden uydurdu, derler. De ki: Eğer ben O'nu kendiliğimden uydurduysam günâhı benim üstüme olsun..." (Âyet: 35). Buradaki "İcramı" kelime'si "Ecremtu" fiilinden masdardır. Bâzıları sülâsî olan "Ceremtu" fiilinden isimdir dediler, ikisi de "Ben günâh işledim" ma'nâsınadır. "el-Fulk", "el-Felek", "Fuluk" bir ma'nâyadir. Tekil ve çoğul yerinde kullanılır. Tekil yerinde "Sefîne", çoğul yerinde "Süfün", yani "Gemi" ve "Gemiler" ma'nâsınadır (Âyet: 38).

"Bismillâhi mecrâha ve mursâha - Onun akması da durması da Allah'ın adıyledir" (Âyet: 41). "Mecrâha", "Onun gitmesi" demektir. Bu "Cereytu" fiilinin mimli masdarıdır. "Mursâha" da "Onun durması" demektir, bu da "Habsettim" ma'nâsma olan "Erseytu" fiilinin mîmli masdarıdır. Bu "Durdu" ma'nâsma olan "Reset", sülâsî fiilinden "Mersâhâ", "Aktı" ma'nâsma olan "Ceret" sülâsî fiilinden "Mecrâha" şeklinde okunur. Ve yine bu iki kelime fail isim vezninde "Mucrîhâ" ve "Mursîhâ" olarak da okundu ki, onun akıtıcısı ve durdurucusu, gemiyi yapan yahut yapılmasını emreden Allah tarafındandır, demek olur. "Kudurin râsiyetin", "Sabit sabit kazanlar" (es-Sebe1: 13) demektir. Bunu "Mursâha" nın zikrine istidrâd olarak getirdi.

4. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: " (Allah'a karşı yalan düzenden daha zâlim kimdir?) Onlar Rabb’lerine arzedilecekler, şâhidler de: 'İşte bunlar Rabb'lerine karşı yalan söyleyenlerdir' diyecekler. Haberiniz olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin tepesinedir" (Âyet: 18)

"Sâhib", "Ashâb"ın tekili olduğu gibi, "Eşhâd"ın tekili de "Şâhid"dir.

4731 Bize Saîd ibnu Ebî Arûbe ile Hişâm ibn Ebî Abdillah tahdîs edip şöyle dediler: Bize Katâde tahdîs etti ki, Safvân ibnu Muhriz şöyle demiştir: Abdullah ibnu Omer, Ka'be'de tavaf ettiği sırada bir adam karşısına geldi ve:

-Yâ Ebâ Abdirrahmân -yahut da: Ey Omer'in oğlu!- Sen Peygamber'den (kıyâmet gününde mü'min ile Allah arasında olacak) "Necvâ (-Gizli konuşma)" hakkındaki beyânı işittin mi? diye sordu.

İbn Omer de şöyle dedi:

— Ben Peygamber'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Mü'min Rabb'ine yaklaştırılır -Râvî Hişâm: "Mü'min Rabb'ine yakınlaşır” demiştir-. Nihayet Rabb 'i onun üzerine şefkat yanını kor da ona günâhlarını şöyle ikrar ettirir: Şu günâhı biliyor musun? Der. Kul: Biliyorum, der: Akabinde iki kerre: Rabb'im, biliyorum, Rabb'im biliyorum, der. Allah da: Ben o günâhlarını dünyâda (insanlardan) gizledim. Bu gün de ben senin lehine bu günâhlarını mağfiret ediyorum, buyurur. Sonra mü'minin hasenat sahîfesi kendisine verilir. Diğerlerine yahut kâfirlere gelince, onlar şâhidlerin huzurunda: îşte bunlar Rabb'lerine karşı yalan söyleyenlerdir! Diye nida olunur."

Râvî Sevbân ibn Abdirrahmân, Katâde'den: Bize Safvân, İbn Omer'den tahdîs etti, şeklinde söyledi.

5. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

“Rabb'inin yakalayışı -ahâlîsi zulmeder hâlde bulunan memleketleri yakaladığı zaman- işte böyle olur. Şüphesiz ki, O'nun çarpması pek elemlidir, pek çetindir" (Âyet: 102).

"er-Rifdul-merfûd" (Âyet: 98) "Yardım edici yardım".

"Refedtuhû" "Ona yardım ettim" demektir. "Lâ terkenû ile'llezîne zalemû = Zulmedenlere meyletmeyin'' (Âyet: 113).

"Fe-levlâ kâne", (Âyet: 116). "Fe-hellâ kâne" (yani "Olsaydı ya") demektir.

"Utrifû (Helak edildiler)" (Âyet: 116), -yânı teref, helak edilmelerine sebeb oldu-.

İbn Abbâs: "Zefir", "Şiddetli ses"; "Şehîk", "Zaîf ses"tir (Âyet: 106) demiştir

4732 Ebû Mûsâ (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ''Allah zâlime muhakkak ki mühlet verir verir de, onu yakalayacağı zaman göz açtırmadan ansızın yakalar".

Ebû Mûsâ dedi ki: Bundan sonra Rasûlüllah şu âyeti okudu: "Rabb’inin yakalayışı -ahâlisi zulmeder hâlde bulunan memleketleri yakaladığı zaman- işte böyle olur. Şübhesiz ki O'nun çarpması pek elem vericidir, pek çetindir."

6. Bâb

 Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları) giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür" (Âyet: 114)

"Zulefen" "Saatler ardından saatler" demektir.

"Muzdelife" de bu ma'nâdan isimlendirildi (insanların gece saatlerinde oraya gelmelerinden yahut Allah'a yakın olmaları ve kendileri için Allah katında derece hâsıl olmasından). "ez-Zulefu" "Menzile ardından menzile"dir. "Zulfâ"ya gelince, o "Yakın olmak" ma'nâsmdan masdardır. "İzdelefü", "îctemeû" (yani "Toplandılar"), "Ezlefnâ", "Cema'nâ" yani 'Topladık" demektir.

4733 İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'den (şöyle demiştir): Bir adam yabancı bir kadından bir öpücük aldı. Akabinde bu adam Rasûlüllah'a geldi de, yaptığı öpme işini O'na zikretti. Hemen müteakiben Rasûlüllah'a şu âyet indirildi: "Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları) giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür".

O kimse:

(Yâ Rasûlallah!) Bu âyet yalnız benim için mi? diye sordu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Ümmetimden bununla amel eden herkes içindir" buyurdu