Geri

   

 

 

 

İleri

 

3- Âl-i İmrân Sûresi

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle

"Tukaat" ve "Takıyye" bir ma'nâya olup "Birşeyden sakınmak" demektir.

"Sırrun", soğuğun şiddeti ve soğuk ma'nâsınadır.

"Şefâ hufratin", çukurun ucu ve kenarı demektir; kuyunun kenarı gibi ki, o da onun ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyısıdır.

"Tubevviu", "Asker yeri ediniyordun" demektir.

 “el-Musevvemu", bir alâmetle yahut beyaz yün ile yahut alâmet olabilen şeylerle bir nişanı olan demektir.

"Rıbbiyyûne" cemi'dir; tekili "Rıbbiyy'dir; "Rabbe mensûb âlim (veya cemâat) ma'nâsınadır.

"Tehıssûnehum", (Allah'ın sizi onlar üzerine saldırtması ve izni ile) "Siz onları öldürüp köklerini kazıyordunuz" demektir.

"Guzzen"; tekili "Gazi" olup, gazve yapan, yani düşmanla cenk ve kıtal etmeye giden mücâhid ma'nâsınadır.

"Senektubu", "Yazacağız" yani "Onların söylediklerini ilmimizde muhafaza edeceğiz" demektir.

"Nuzulen min indillâh = Allah indinde bir sevâb olarak".

Bu, "Nuzulen" masdarının "Ben onu konuk ettim" sözünde olduğu gibi mefûl isim sîgası ile "Ve munzelun min indillâh", yani "Allah yanında konuk edilmiş olarak" ma'nâsına olması da caiz olur.

 ("Nüzul", konuk için hazırlanan ikram olup, sonra genişletilip rızk ma'nâsına da kullanılmıştır.)

Mucâhid: "el-Haylu'l-musevvemetu", "İnce ve son derece güzel atlar" ma'nâsınadır, demiştir. İbn Cubeyr: "Hasûran", Şehvetlere meyli ve kudreti olmakla beraber kemâlinden dolayı nefsini men' edip kadınlara gitmeyen ma'nâsınadır, demiştir. İkrime: "Min fevrihim", "Bedir günü öfkelerinden" demektir. Mucâhid: "Yuhricu'l-hayye = Diriyi çıkarır" sözünün tefsirinde:

"Nutfe (göz görüşünde hareketsiz) Ölü gibi çıkar, Halbuki ondan, yani meniden canlı yavru çıkar" demiştir.

"el-ibkâr", fecrin evvelidir. "Aşıyy" ise güneşin meylidir. Ben onu güneşin batma tarafına meylidir zannediyorum.

1. Bâb

"Ondan bir kısmı muhkem âyetlerdir". (Âl-i İmrân 7)

Mucâhid şöyle demiştir: Bunlar haram ve halâldir. "Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir". Bunlar da birbirlerini tasdîk ederler. Bunlar Yüce Allah'ın şu kavilleri gibidir:

"... Allah onunla birçoğunu şaşırtır, yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla fasıklardan başkasını şaşırtmaz" (el-Bakara: 26).

"Allah'ın izni olmadan hiçkimsenin îmân etmesi mümkin değildir. O, akıllarını iyi kullanmayanlara murdarlık verir" (Yûnus: ıoo).

"Hidâyeti kabul edenlere gelince, Allah onların muvaffakiyetini artırmış, onlara (ateşten nasıl) kaçınacaklarını ilham etmiştir" (Muhammed: 17)

"Zeyğ", "Şekk" demektir. "Fitne istemek", müteşâbihleri aramak demektir. "Râsihûn, yani ilimde üstün olanlar bilirler de: “Biz O'na îmân ettik, derler"

4589 Bize Yezîd ibnu İbrâhîm et-Tusterî, Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da el-Kaasım ibn Muhammed'den tahdîs etti ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şu âyeti okudu: "Sana Kitâb’ı indiren O'dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki, bunlar Kitâbın anasıdır (temelidir). Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve onun te'vîline yeltenmek için, onun müteşâbih olanına tâbi' olurlar. Halbuki onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde yüksek dereceye erenler ise: Biz ona inandık. Hepsi Rabb'imiz katındadır, derler. (Bunları) salim akıllılardan başkası iyice düşünemez" (Âyet: 7).

Âişe dedi ki: Rasûlüllah: "Sen Kur'ân’ın yalnız müteşâbih âyetlerine uyan dalâlet sahiblerini gördüğünde, işte onlar Allah'ın bu âyette isim ve sıfatlarını söylediği kimselerdir, artık hepiniz onlardan sakınınız" buyurdu

2. Bâb

“Ben onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytandan Sana sığındırırım" (Âyet: 36).

4590 Bize Ma'mer ibn Râşid, ez-Zuhrî'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den haber verdi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Doğurulan hiçbir çocuk yoktur ki, doğurulurken şeytân ona muhakkak dokunur olmasın. İşte şeytânın ona bu dokunmasından dolayı çocuk çığrınarak ağlar. Şeytânın bu dokunmasından Meryem ile oğlu İsâ müstesnadırlar."

Sonra Ebû Hureyre: İsterseniz "Ben onu ve zürriyetini o taşlanmış şeytândan Sana ısmarlarım" âyetini okuyunuz, dedi.

3. Bâb

"Hakikat, Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar, işte onlar; onlar için ahrette hiçbir nasîb yoktur -hiçbir hayır yoktur-... " (Âyet: 77)

"Elîm", "el-Elem" kökünden "Mu'lim" yânı "Elem verici, acıtıcı" demektir. Bu "Elim" lafzı, muf’îl yerindedir.

4591- …Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Herkim Müslüman bir kişinin malını koparmak için hapsedilmiş olduğu yalan bir yemin yaparsa, o, Allah’a, Allah’ın gadabına uğrayarak kavuşur” buyurdu.

Akabinde Allah bu hadîsi doğrulamak için şu âyeti indirdi: "Hakikat, Allah'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir menfaati satın alanlar, işte onlar; onlar için ahirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıklı bir azâb vardır. " (Âyet: 77)

4592- Râvî dedi ki: Bu sırada içeriye el-Eş’âs ibn Kays girdi ve meclistekilere: Ebû Abdurrahman (Abdullah ibn Mus’ûd) sizlere ne tahsis ediyor? dedi. Biz: O bize şöyle şöyle hadis söylüyor dedik.

El-Eş’âs

— O âyet benim hakkımda indirildi: Amcamın oğlunun toprağında benim bir kuyum vardı. (O bunu inkâr ediyordu.) Peygamber bana: " (O kuyunun senin olduğuna) Beyyinen yahut onun yemini lâzımdır" buyurdu. Ben: Yâ Rasûlallah, bu takdirde o yemîn eder, dedim. Bunun üzerine Peygamber: "Her kim müslümân bir kişinin malını koparıp almak için yalancı olarak sabr yemini yaparsa, o kimse Allah'ın öfkesine uğrayarak Allah'a kavuşur" buyurdu.

4593  Bize el-Avvâm ibnu Havşeb, İbrâhîm ibn Abdirrahmân'dan; o da Abdullah ibn Ebî Evfâ (radıyallahü anh)'dan (şöyle dediğini) haber verdi: Bir kimse çarşıda bir malı satışa çıkardı. Satıcı, müslümânlardan alıcı olan bir kimseyi kandırmak için bu mala onun vermediği para verilmiştir diye yemîn etti. Akabinde şu âyet indi: "Hakikat Allah 'a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel az bir bahâyı satın alanlar, işte onlar; onlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz. Onlar için pek acıtıcı bir azâb vardır"

4594 Abdullah ibn Ebî Muleyke'den (o, şöyle demiştir): İki kadın bir ev içinde yahut bir hücrede deri işleri dikerlerdi. Bunlardan birisi avucuna biz batırılmış olarak dışarı çıktı ve öbür kadın aleyhine da'vâ etti. Kadınların bu da'vâsı İbn Abbâs'a arz olundu. ibn Abbâs:

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer insanlara yalnız da'vâlarıyle (delilsiz, şâhidsiz) istedikleri şeyler verilecek olsaydı, kavmin malları ve kanları zayi' olup giderdi" buyurdu. Aleyhine da'vâ edilen kadına, Allah adına yalan yere yemîn etmenin fenalığını hatırlatınız ve şu âyeti de kendisine okuyunuz, dedi: "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir paraya değişenler, işte bunlar için âhirette hiçbir nasîb yoktur..."

İbn Abbâs'ın bu emri üzerine oradakiler da'vâlı kadına bunları hatırlattılar. Bunun üzerine da'vâlı kadın suçunu i'tirâf etti. İbn Abbâs da'vâcı kadına da:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yemîn da'vâlıya düşer" buyurdu, dedi"

4. Bâb

"De ki: Ey kitâblılar, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi (ve âdil) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım..." (Âyet: 64).

"Sevâın", "Kasdin" yani "Adaletli" demektir.

4595- Bana İbrâhîm ibn Mûsâ, Hişâm ibn Yûsuf es-San'ânî'den; o da Ma'mer ibn Râşid'den tahdîs etti.

Ve yine bana Abdullah ibnu Muhammed el-Müsnidî tahdîs etti. Bize Abdurrazzâk tahdîs etti. Bize Ma'mer haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibnu Abdillah ibn Utbe haber verip şöyle dedi: Bana İbnu Abbâs tahdîs edip şöyle dedi: Bana Ebû Sufyân, kendi ağzından benim ağzıma olmak üzere, yani ağız ağıza tahdîs edip şöyle dedi: Ben, benimle Rasûlüllah arasında yapılmış olan sulh müddeti içinde gittim.

Ebû Sufyân dedi ki: Ben Şam'da bulunduğum sırada iken Peygamber'den Hırakl'e bir mektûb getirildi.

Ebû Sufyân dedi ki: Bu mektubu Dıhye ibn Halîfe el-Kelbî getirmiş ve mektubu Busrâ ahâlîsinin büyüğüne (Haris ibn Ebî Şemir el-Gassânî'ye) vermiş, Busrâ'nın büyüğü olan bu zât da mektubu Hırakl'e vermişti.

Ebû Sufyân dedi ki: Hırakl:

— Şu kendisinin peygamber olduğunu söylemekte olan adamın kavminden burada kimse var mı? Diye sordu.

Yanındakiler:

— Evet, vardır, dediler.

Ebû Sufyân dedi ki: Akabinde ben Kureyş'ten bir toplulukla beraber çağrıldım. Hırakl'in huzuruna girdik ve Hırakl'in önünde oturtulduk. Hırakl:

Peygamber olduğunu söylemekte olan bu Zât'a neseb yönünden en yakın bulunanız hanginizdir? Diye sordu.

Ebû Sufyân dedi ki:

— Benim, dedim.

Beni Hırakl’in önünde oturttular, arkadaşlarımı da benim arkamda oturttular. Sonra tercümanım çağırdı da ona:

— Bunlara söyle ki, ben, peygamber olduğunu söylemekte olan o Adam hakkında bu zâta bâzı şeyler soracağım. Eğer bu zât bana yalan söylerse, sizler onu tekzîb ediniz de! dedi.

Ebû Sufyân dedi ki: Allah'a yemîn ederim ki, arkadaşlarımın benim yalanımı ötede beride yaymaları olmayaydı, muhakkak (Peygamber hakkında) yalan uydururdum. Bundan sonra Hırakl, tercümanına:

— Bu adama: Sizin içinizde O'nun hasebi (kıymeti, şerefi) nasıldır? Diye sor! dedi.

Ebû Sufyân dedi ki:

— O içimizde haseb sahibidir, dedim.

— Bâbaları içinde bir melik var olmuş mudur? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Hayır, dedim.

— Söylediğini söylemesinden önce (yani davetten önce) siz O'nu hiç yalan söylemekle ittihâm ettiniz mi? dedi.

Ben:

— Hayır, dedim. Hırakl:

— O'na insanların eşrafı mı, yoksa zaîfleri mi tâbi' oluyorlar? Dedi.

Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— O'na halkın eşrafı değil, zaîfleri tâbi' oluyorlar, dedim.

— O'na tâbi' olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Hayır, onlar eksilmiyorlar, fakat artıyorlar, dedim. Hırakl:

— İçlerinde O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen kimse var mı? Dedi.

Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Hayır, yoktur, dedim.

— O'nunla harb ettiniz mi? dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Evet, harb ettik, dedim. Hırakl:

— O'nunla harbiniz (in sonucu) nasıl oldu? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Bizimle O'nun arasında harb nevbet nevbet olur: Bazen O bize zarar verir, bazen de biz O'na zarar veririz, dedim.

Hırakl:

— O gadr ediyor mu (yani ahdi bozuyor mu)? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— Hayır, O gadr etmiyor, ancak biz şimdi O'nunla bir müddete kadar mütâreke halindeyiz; bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz, dedim.

Ebû Sufyân dedi ki: Allah'a yeminle söylüyorum, bu sözden başka konuşma içine bir kelime sokmam bana mümkin olmadı. Hırakl:

— Sizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş (yani O'ndan evvel peygamberlik da'vâsına kalkışmış) bir kimse var mı? Dedi.

Ben:

— Hayır, yoktur, dedim. Sonra tercümanına dedi ki:

— Ona söyle: Ben sana içinizde O'nun hasebini sordum. Sen içinizde O'nun haseb sahibi olduğunu söyledin. Rasûller de böyle kavimlerin haseb sâhibleri içinden gönderilirler. Ben sana, O'nun Bâbaları içinde bir melik var mıdır? diye sordum. Sen hayır yoktur dedin. Ben de Bâbalarından bir melik olaydı, bu da Bâbalarının hükümdarlığını geri almak isteyen bir kimsedir diye düşünürdüm dedim. Ve yine ben sana O'na tâbi' olanlar halkın zaifleri midir, yoksa eşrafı mıdır? diye sordum. Sen: Hayır O'nun tâbi'leri halkın zaîfleridir, dedin. Rasûllerin tâbi'leri de zâten onlardır. Ve yine ben sana, o söylediği peygamberlik sözünü söylemesinden önce, sizler O'nu yalan söylemekle ittihâm eder miydiniz diye sordum. Sen: Hayır, O'nun yalan söylediğini görmedik, dedin. Ben de şu hakikati bildim ki: Önceden insanlara karşı yalan söylememiş iken, sonradan gidip de Allah'a karşı yalan söyleyemezdi. Ve yine ben sana, onlardan O'nun dînine girdikten sonra beğenmemezlikten dolayı dînden dönen var mıdır diye sordum. Sen: Hayır dînden dönen yoktur, dedin. îmân da mûcib olduğu neş'e ve gönül ferahı kalblere karışıp kökleşince böyle olur. Ben sana, onlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı diye sordum. Sen: Onlar artıyorlar, dedin. İşte îmân da tamamlanıncaya kadar hep böyle bu minval üzere gider. Ben sana, O'nunla harb ettiniz mi diye sordum. Sen: O'nunla harb ettiğinizi, harbin sizinle O'nun arasında nevbet nevbet olup bazen O'nun size zarar verdiğini, bazen de sizin O'na zarar verir olduğunuzu söyledin. Rasûller de böyle imtihana tâbi' tutulurlar, sonra akıbet onların lehine olur. Ben sana O zât gadr ediyor mu diye sordum. Sen, O'nun gadr etmez olduğunu söyledin. Rasûller de böyledir, gadr etmezler. Ben sana, O'ndan evvel bu peygamberlik sözünü söylemiş bir kimse var mı diye sordum. Sen: Hayır, yoktur, dedin. O'ndan evvel bu sözü söylemiş bir kimse olaydı, bu da kendisinden evvel söylenilmiş bir söze uymuş bir kimsedir diyebilirdim diye düşünürdüm, dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Sonra Hırakl:

— O size ne emrediyor? Dedi. Ebû Sufyân dedi ki: Ben:

— O bize namaz kılmayı, zekât vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi ve iffetli olmayı emrediyor, dedim.

Hırakl:

— Eğer O'nun hakkında söylemekte olduğun şeyler doğru ise, O muhakkak bir peygamberdir. Ben bir peygamberin çıkacağını bilmekte idim, lâkin ben O'nun sizden olacağını zannetmezdim. Eğer ben O'nun yanına varabileceğimi bilseydim, elbette O'nunla buluşmayı çok arzu ederdim. Eğer ben O'nun yanında olaydım (O'na hizmet ederek) ayaklarım yıkardım. Yemîn ederim ki, O'nun hükümdarlığı şu ayaklarımın bastığı yerlere muhakkak ulaşacaktır, dedi.

Ebû Sufyân dedi ki: Bundan sonra Hırakl, Rasûlüllah'ın mektubunu istedi ve onu okudu. Mektubun içinde şunlar yazılmıştı

' 'Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm.

Allah'ın Kulu ve Rasûlü Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hırakl'e: Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun! Bundan sonra: Ben seni îslâm da'vetine, yani müslümânlığa da'vet ediyorum. İslâm 'a gir ki selâmette bulunasın. Müslüman ol ki, Allah senin ecrini iki kat versin! Eğer bu da'vetimi kabul etmezsen Hrıstiyan çiftçilerin günâhı senin boynuna olsun! Ey kitâblılar (Yahudiler ve Hristiyanlar), hepiniz bizimle sizin aranızda müsâvî (ve âdil) bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım,, O'na hiçbirşeyi ortak tutmayalım, Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabbler diye tanımayalım. (Buna rağmen) eğer kitâblılar bu da'vetten yüz çevirirlerse, siz de onlara: Şâhid olun, biz muhakkak müslümânlarız, deyiniz. "

Hırakl mektubun okumasını bitirdikten sonra yanında sesler yükseldi ye gürültü çoğaldı. Bizim dışarıya çıkarılmamız emredildi, biz de dışarıya çıkarıldık. Dışarıya çıktığımız zaman ben arkadaşlarıma:

— İbnu Ebî Kebşe'nin (yânı Peygamber'in) işi hakîkaten kuvvetlenip büyüyor. Şu da muhakkak ki, Asfar oğullarının, yânı Rûmlar'ın meliki O'ndan korkmaktadır, dedim.

Artık, Rasûlüllah’ın işinin gâlib geleceğine tâ Allah kalbime İslâm'ı ve inkıyadı girdirinceye kadar kesin bilici olmakta devam ettim ez-Zuhrî şöyle demiştir: Nihayet Hırakl, Rûm büyüklerini da'vet etti de, onları Hımıs'ta bulunan bir sarayının içinde topladı ve onlara:

— Ey Rûm cemâati, (bu Zât'a bey'at edip de) felaha ve zamanın sonuna kadar rüşde nail olmayı ve mülkünüzün sizin için sabit olmasını istemez misiniz? Diye hitâb etti.

Râvî dedi ki: Bu hitâb üzerine o topluluk, yaban eşekleri kadar sür'atle kapılara doğru kaçıştılarsa da kapıları kapanmış buldular. Hırakl, (onların bu derece kaçışlarını görüp îmânlarından ümîd kesince):

— Bunları benim huzuruma getirin! deyip, onları çağırdı. Akabinde:

— Ben ancak sizin dîniniz üzerindeki şiddetinizi denemişimdir. Şimdi ise sizlerden arzu ettiğim dîninize olan şiddetli bağlılığınızı gözlerimle görmüş bulunuyorum, dedi.

Bu söz üzerine oradakiler Hırakl'den razı olup ona ta'zîm için secde ettiler.

5. Bâb

“Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş olmazsınız. Her ne infâk ederseniz şübhesiz Allah onu bilir" (Âyet: 92).

4596  Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle diyordu: Ebû Talha Medîne'de hurmalık mal yönünden Ensâr'ın en zengini idi. Kendisine mallarının en sevimlisi de "Bîruhâ" (denilen bustânı) idi. Bîruhâ, Mescidin karşısında idi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Bîruhâ'ya girer ve'onun içindeki güzel sudan içerdi. "Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız" âyeti indirilince, Ebû Talha kalktı da:

— Yâ Rasûlallah! Şübhesiz Allah "Siz sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça hâlis iyiliğe ermiş olmazsınız" buyuruyor. Mallarımın bana en sevimli olanı Bîruhâ'dır. Bîruhâ, Allah için sadakadır. Ben bu sadakanın hayrını ve Allah katında bunun âhiret zahîresi olmasını umarım. Yâ Rasûlallah, bu bustânımı Allah'ın Sana gösterdiği uygun bir yere sarfet, dedi.

Rasûlüllah:

— "Bu ne kadar büyük ve hoştur! Bîruhâ sahibine kazanç getiren bir maldır, Bîruhâ kazanç getiren bir maldır. Ben senin dediğini işittim. Ben bu bustânı hısımların arasında bölüştürmeni ve onlara vermeni uygun görüyorum" buyurdu.

Ebû Talha:

— Ben de böyle yaparım yâ Rasûlallah, dedi.

Akabinde Ebû Talha, o bustânı kendi hısımları ve amcaoğulları arasında taksîm etti.

Abdullah ibn Yûsuf ile Ravh ibn Ubâde "Zâlike mâlun râyıhun ( = Bu gidici bir maldır)" şeklinde ("ye" harfiyle) söylediler.

Bana Yahya ibn Yahya tahdîs edip: Ben İmâm Mâlik'in huzurunda "Mâlun râbihun" şeklinde ("be" harfiyle) okudum, dedi

4597 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh): Ebû Talha o bustânı Hassan ibn Sabit ile Ubeyy ibn Ka'b'a tahsis etti. Ben Ebû Talha'ya o ikisinden daha yakın olduğum hâlde o bustândan bana birşey vermedi, demiştir

6. Bâb

“...De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz Tevrat'ı getirin de onu okuyun" (Âyet: 93)

4598  Bize Mûsâ ibn Ukbe, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den şöyle tahdîs etti: Yahudiler, kendilerinden zina edişmiş bir erkek ile bir kadını Peygamber'e getirdiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara:

— "Siz kendinizden zina edenlere nasıl ceza yaparsınız?" diye sordu.

Yahudiler:

— Biz zina eden erkek ve kadının yüzlerine kömür sürüp karartır ve onları döveriz, dediler.

Peygamber:

— "Siz Tevrat'ta recmi (yani taşlama cezasını) bulmuyor musunuz?" dedi.

Yahudiler:

— Biz Tevrat'ta böyle birşey bulmuyoruz, dediler. Bu sözleri üzerine Abdullah ibn Selâm onlara:

— Sizler yalan söylediniz: Eğer doğru söyleyenler iseniz Tevrat'ı getirin de onu okuyun! dedi.

Onlardan, Tevrat'ı okutan âlimleri elini recm âyeti üzerine koydu da, recm âyetini okumayarak, ondan önceki ve sonraki âyetleri okumağa başladı. Abdullah ibn Selâm onun elini recm âyetinin üstünden çekti de:

— Bu nedir? dedi. Yahûdîler bu âyeti görünce:

— İşte bu, recm âyetidir, dediler.

- Peygamber zina edenlerin recm edilmelerini emretti, akabinde onlar mescidin yanında cenazelerin konduğu yerin yakınında recm edildiler. Ben o zina eden kadının erkek arkadaşını, kadını taşlardan korumak içiri, kadının üzerine doğru meyledip kapanır hâlde gördüm.

7. Bâb

'Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.. " (Âyet: ııo)

4599 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" kavlinin tefsîri hakkında: Siz insanların bâzıları için insanların en hayırlılarısınız. Çünkü sizler İslâm camiasına boyunlarında zincirler bulunan esîr insanları getirirsiniz, nihayet bu esîr insanlar İslâm Dîni'ne girerler, demiştir.

8. Bâb

"O zaman içinizden iki zümre za'f göstermişti. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı. Mü'minler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır" (Âyet: 122)

4600 Amr ibn Dînâr şöyle demiştir: Ben Câbir ibn AbdilIah (radıyallahü anh)'tan işittim, şöyle diyordu: "O zaman içinizden iki zümre za'f göstermişti. Halbuki onların yardımcısı Allah'tı... " âyeti, bizim hakkımızda indi.

Câbir dedi ki: İki taife bizleriz: (Evs'ten) Harise oğulları ve (Hazrec'den) Selime oğulları. Ve biz, Allah'ın "Halbuki onların velîleri Allah'tı" kavlinin inmemesini arzu etmeyiz.

- Râvî Sufyân ibn Uyeyne bir kerresinde:- "Halbuki onların velîleri Allah'tı" kavlinin inmemiş olması beni sevindirmezdi, şeklinde söylemiştir

9. Bâb

'İşten hiçbirşey sana âid değildir... " (Âyet: 128).

4601 ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Salim, Bâbası Abdullah ibn Omer'den tahdîs etti. O Rasûlüllah'tan işitmiştir. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud'da yaralanıp dişi kırıldıktan sonra) sabah namazının son rek'atinde rükû'dan başını kaldırıp: Semiallâhu limen hamideh. Rabbena leke'l-hamd dedikten sonra: "Yâ Allah, Fulân'a, Fulân'a ve Fulân 'a la'net et!" der idi. Bunun üzerine Allah: "İşten hiçbirşey sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" âyetini indirdi.

Bu hadîsi İshâk ibn Râşid el-Harrânî de ez-Zuhrî'den rivayet etti.

4602 Bize İbnu Şihâb, Saîd ibnu'l-Müseyyeb ile Ebû Seleme ibn Abdirrahmân'dan; onlar da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den olmak üzere tahdîs etti ki, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kimsenin aleyhine beddua etmek yahut bir kimsenin lehine hayır duâ etmek istediği vakit rukû'dan sonra kunût yapardı.

Râvî bazen şöyle demiştir: Rasûlüllah:

— "Semiallâhu limen hamideh Rabbena leke’l-hamd" dediği zaman "Yâ Allah, el-Velîd ibnu'l-Velîd'i, Seleme ibnu Hişâm'ı, Ayyaş ibn Rabîa'yı kurtar! Yâ Allah, Mudar'ı daha beterine, içinde bulundukları bu yılları Yûsuf Peygamber'in o şiddetli yıllarına benzet!" der ve bunu açıktan söylerdi.

Yine Rasûlüllah bâzı kerre sabah namazının bir kısmında:

— "Yâ Allah, Fulân veFulân'a la'net et!" diye bâzı Arab kabilelerine beddua ederdi.

Nihayet Allah: "İşten hiçbirşey sana âid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları kendileri zâlim kimseler oldukları için azâblandırır" âyetini indirdi (de Peygamber namazda beddua etmeyi bıraktı)

10. Bâb

"Peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu... " (Ayet: 153)

"Uhrâkum" lafzı "Ahırıkum" lafzının müennes kılınmışıdır. ibn Abbâs: İki güzelliğin biri fetih yahut şehîdliktir, demiştir

4603 el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud gününde okçu piyadelerin başına Abdullah ibn Cubeyr'i kumandan yapmıştı. Müslümanlar bozulmuş hâlde yönelip kaçtıkları zaman Rasûlüllah onların arkalarından ("Ey Allah'ın kulları, bana geliniz; ey Allah'ın kulları bana geliniz..." diye) çağırıyordu. O sıra Peygamber'in yanında oniki kişiden başka kimse kalmamıştı

11. Bâb

"Sonra O Kederin Ardından Allah Üzerinize Öyle Bir Emînlik, Öyle Bir Uyku İndirdi Ki... " (Âyet 154): Kavli Bâbı

4604 Katâde şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik tahdîs etti ki, Ebû Talha şöyle demiştir: Bizler Uhud günü harb saflarımızda bulunurken bizleri uyku kapladı.

Ebû Talha dedi ki: Kılıcım elimden düşerdi, ben onu alırdım. Kılıcım elimden tekrar düşerdi, ben onu yine alırdım

12. Bâb

"Kendilerine Yara Îsabet Ettikten Sonra Yine Allah'ın Ve Rasûlün Da'vetine İcabet Edenler (Hele) İçlerinden İyilik Yapanlar Ve (Fenalıktan) Sakınanlar İçin Pek Büyük Mükâfat Vardır" (Âyet: 172) Bâbı

"el-Karh", "Yara" demektir. "îstecâbû", "Ecâbû ( = İcabet etti)";

"Yestecîbu", "Yucîbu ( = İcabet eder)" ma'nâsınadır

13. Bâb

"Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine: (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, o hâlde onlardan korkun dedi de, bu söz onların imânını artırdı ve: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, dediler" (Âyet: 173)

4605 İbn Abbâs radıyallahü anhüma: "Hasbunallâhu ve nîmel-vekîl (Allah bize yetişir, O ne güzel vekildir) cümlesini İbrahim Peygamber, Nemrûd ateşi içine atıldığı zaman söyledi. Ve yine bu cümleyi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile sahâbîleri de: "Halk kendilerine; (Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, o hâlde onlardan korkun, dedikleri zaman bu söz onların îmânını artırdı ve: Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, dediler".

4606 İbn Abbâs radıyallahü anhüma: İbrâhîm Peygamber'in ateşe atıldığı zaman söylediği son sözü "Hasbiye'llâhu ve nîme’l-vekîl = Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” cümlesidir, demiştir

14. Bâb

“Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini (harcamakta) cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar..." (Âyet: 180)

"Seyutavvakûn", "Boyunlarına halka yapılacak" demektir; "Boynuna halka taktım" sözündeki gibi.

4607 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kim ki Allah kendisine mal verir de o malın zekâtını ödemezse, kıyâmet gününde o zekâtı verilmeyen mal, sahibi için çok zehirli erkek bir yılan suretine konulur. Bunun iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyâmet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan (ağzı ile) sahibinin çenesini iki tarafından yakalar da: Ben senin (dünyâda çok sevdiğin) malınım, ben senin hazinenim! der.”

Sonra Rasûlüllah şu mealdeki âyeti okudu: "Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini (sarfetmekte) cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu, onlar için bir şerrdir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah'ındır. Allah ne yaparsanız hakkıyle haberdârdır" (Âyet: 180)

15. Bâb

" (And olsun ki, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz.) Sizden evvel kendilerine kitâb verilenlerden ve Allah’a eş tanıyanlardan da herhalde incitici birçok (lâflar) işiteceksiniz..." (Âyet: 186).

4608 ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi; ona da Usâme ibn Zeyd (radıyallahü anh) şöyle haber vermiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir vak'asından önce bir gün Fedek dokuması kaplı, saçaklı bir palan vurulmuş bir merkeb üzerine bindi ve (henüz çocuk bulunan) Usâme ibn Zeyd'i terkisine aldı da Haris ibn Hazrec mahallesınde (ki evinde hasta bulunan) Sa'd ibn Ubâde'ye hasta ziyaretine gitti.

Usâme dedi ki: Giderken yolda Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl’ün içinde bulunduğu bir meclise uğradı. Bu vak'a Abdullah ibn Ubeyy müslümân olmazdan evvel idi. Bu mecliste müslünıânlardan, puta tapan müşriklerden, Yahûdîler'den Karışık birtakım kimseler vardı. Abdullah ibn Revâha da bu mecliste bulunuyordu. Merkebin kaldırdığı toz meclisi kapladığı için Abdullah ibn Ubeyy, kaftanıyle burnunu kapadı. Sonra:

— Bizim üzerimizi tozutmayınız! dedi.

Rasûlüllah onlara selâm verdi. Sonra da durup merkebden indi ve onları İslâm'a da'vet etti ve onlara Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah ibn Ubeyy:

— Ey kişi! Bu söylediklerin hakk ve gerçekse, bunlardan güzel birşey olmaz. Fakat bizim meclisimize gelip de bizi bununla ezâlandırma! Kendi menziline git, sana gelen olursa ona anlat! dedi.

Bunun üzerine (büyük şâir) Abdullah ibn Revâha:

— Yâ Rasûlallah, (İbnu Ubeyy'e bakma) meclisimizde bizi Kur'ân ile ört, onun nûrlarıyle bürü! Biz duanızı, Kur'ân okumanızı çok severiz! Dedi.

Bunun üzerine müslümânlarla müşrikler, Yahudiler sövüşmeye başladılar. Hattâ birbirlerine saldırıp öldürmeye yaklaştılar. Rasûlüllah ise onları devâmh sükûnete kavuşturmaya çalışıyordu. Nihayet yatıştılar. Sonra Rasûlüllah merkebine binip yürüdü. En sonu Sa'd ibn Ubâde'nin evine varıp içeri girdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -Ensâr'ın Hazrec kolunun büyüklerinden olan- Sa'd'a:

— "Ey Sa'd! -Abdullah ibn Ubeyy’i kasdederek- Ebû Hubâb'ın ne söylediğini duymadın mı? (Duymuş ol ki) o şöyle şöyle söyledi" (diye biraz önce geçen vak'ayı) anlattı.

Sa'd ibn Ubâde de:

— Yâ Rasûlallah! Sen İbn Ubeyy'in kusurunu affet, biraz da onu ma'zûr gör! Sana Kur'ân indiren Allah'a yemîn ederim ki, Allah'ın irâdesi Sen'in üzerine indirdiği hakkın gelmesi suretiyle (yani Sana peygamberlik gelmesi suretiyle) tecellî etmiştir. Halbuki şu beldecik halkı İbn Ubeyy'in başına tâc giydirmeye, üzerine de melike mahsûs sarık sarmaya (bu suretle onu kendilerine melik edinmeye) hazırlanmışlardı. Allah Sana ihsan buyurduğu peygamberlik hakkıyle onların tasavvurlarını imkânsız bir hâle koyunca, bu mahrumiyetle İbn Ubeyy mahzun ve kederlenmiş oldu. Yâ Rasûlallah! Abdullah ibn Ubeyy işte bu kederle, gördüğün çirkin harekette bulunmuştur (Siz onu afv buyurun), dedi.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onu affetti. Esasen Rasûlüllah ile sahâbîleri, Allah'ın emri veçhile, gerek müşriklerin gerek ehli kitabın kusurlarını affedip, ezalarına sabrediyorlardı. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah şöyle buyurmuştur:

"And olsun ki, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Sizden evvel kendilerine kitâb verilenlerden ve Allah'a ortak tanıyanlardan da herhalde incitici birçok sözler işiteceksiniz. Eğer katlanır, sakınırsanız, işte bu, hâdiselere karşı gösterilmiş bir azim- (ve metânet)ctendir" (Âyet: 186).

Ve Allah şöyle buyurdu:

"Kitâb ehlinden birçoğu, Hakk kendilerince belli olduktan sonra ruhlarındaki hasedden ötürü sizi îmânınızdan sonra küfre döndürmek hevesine düştü. Allah'ın emri gelinceye kadar şimdilik onları bırakın. Serzeniş de etmeyin. Şübhesiz ki Allah herşeye hakkıyle kaadİrdîr" (el-Bakara: 109).

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu affı, Allah'ın kendisine emrettiğine te'vîl ediyordu. En sonu Allah onlar hakkında (savunma harbine) izin verdi. Bu izin üzerine Rasûlüllah, Bedir gazvesine çıkıp da, Allah İslâm ordusu eliyle Kureyş müşriklerinin büyüklerini öldürünce, Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl ile onun müşriklerden ve puta tapanlardan olan maiyyeti:

— Artık Bedir vak'ası, müslümânlığa yönelip yüzünü göstermiş açık bir galebedir, dediler ve Rasûlüllah'a İslâm üzere bey'at edip müslümân oldular

16. Bâb

"Getirdikleriyle sevinen, yapmadıklarıyle de övülmelerini arzu eden kimseler; onların azâbdan kurtulacak bir yerde bulunacaklarını sakın sanma. Onlara pek acıtıcı bir azâb vardır" (Âyet: 188)

4609 Zeyd ibn Eşlem, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Sai'd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlüllah zamanında münafıklardan birtakım kimseler, Rasûlüllah gazaya çıktığı zaman O' ndan arkada kalırlardı ve Rasûlüllah'tan geri kalıp evlerinde oturmalarından ferahlanırlardı. Rasûlüllah harbden dönüp geldiği zaman da çürük birtakım özürler ileri sürüp yemîn ederler ve yapmadıkları işlerle övülmelerini isterlerdi. İşte "Getirdikleriyle sevinen, yapmadıklarıyle Övülmelerini arzu eden kimseler..." âyeti bunlar sebebiyle inmiştir.

4610 İbn Cureyc, Abdullah ibn Ebî Muleyke'den haber verdi ki, ona da Alkame ibn Vakkaas haber vermiştir: (Medîne vâlîsi) Mervân ibnu'l-Hakem kendi kapıcısı Râfi'e:

— Yâ Râfi'! İbn Abbâs'a git de şöyle sor: (Kur'ân'da bildirildiği üzere) kendisine verilen dünyalıkla ferahlanan ve yapmadığı bir işle medh olunmaya sevinen her kişi azâb olunacaksa, bütün müslümânlar herhalde azâb olunacaklardır (demektir)?

İbn Abbâs bu soruya şöyle cevâb vermiştir:

— Bu âyetle sizin aranızda ne münâsebet var? (Bu âyet YahûdîIer hakkında inmiştir.) Bir kerre Rasûlüllah, Yahûdîler'i çağırıp onlara (Tevrat'taki vasıflarına dâir) bir suâl sordu. Onlar da suâlin hakîkî cevâbını sakladılar da ondan başkasını haber verdiler. Bununla beraber verdikleri bu cevâb ile Rasûlüllah yanında takdîr olunduklarını sandılar ve hakîkati gizleyerek verdikleri cevâb ile de sevindiler.

Bundan sonra İbn Abbâs:

"Allah bir zaman kendilerine kitâb verilenlerden onu muhakkak insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diye teymînât almıştı. Onlar ise o sözü sırtlarının arkasına attılar. Onun mukaabilinde az bir menfâati satın aldılar. Müşteri oldukları o şey ne kötüdür. Getirdikleriyle sevinen, yapmadıklarıyle de övülmelerini arzu eden o kimseler; işte onların azâbdan kurtulacak bir yerde bulunacaklarını asla sanma. Onlara pek acıtıcı bir azâb vardır" (Âyet: 187-188).

Bu hadîsin râvîsi olan Hişâm ibn Yûsuf'a İbn Cureyc'den rivayet etmesinde Abdurrazzâk mutâbaat etmiştir.

4611- İsmâîlî onu ulaştırıp şöyle demiştir: Bize Muhammed ibn Mukaatil el-Mervezî tahdîs etti. Bize el-Haccâc ibn Muhammed el-Mıssîsî el-A'ver, İbn Cureyc'den haber verdi. Bana Ubeydullah ibn Ebî Muleyke, Humeyd ibn Abdirrahmân ibn Avf'tan haber verdi ki, ona da Mervân bu hadîsi haber vermiştir.

17. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: "Hakikat göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde temiz akıl sâhibleri için elbette ibret verici deliller vardır" (Âyet: 190).

4612 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ailesi ile bir müddet konuştu. Sonra uyudu. Gecenin son üçte biri olunca oturdu da gökyüzüne baktı ve:

— "Hakikat göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün arka arkaya gelişinde temiz akıl sâhibleri için elbette ibret verici deliller vardır" ilâhî kelâmını söyledi.

Bundan sonra kalktı ve dişlerini misvâklayarak abdest aldı. Akabinde onbir rek'at namaz kıldı. Sonra Bilâl ezan okudu. Rasûlulİah evde iki rek'at daha kıldı, sonra da çıkıp sabah namazını kıldırdı

18. Bâb

"Onlar Ayakta İken, Otururken, Yanları Üstünde Yatarken Hep Allah'ı Hatırlayıp Anarlar Ve Göklerin, Yerin Yaratılışı Hakkında İnceden İnceye Düşünürler (Ve Şöyle Derler): Ey Rabb'imiz, Sen Bunları Boşuna Yaratmadın. Sen Pak Ve Münezzehsin. Bizi Ateş Azabından Koru" (Âyet: 191) Bâbı

4613 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Ve kendi kendime: Ben muhakkak Rasûlüllah'ın (gece) namazına iyice bakacağım, dedim. Rasûlüllah için bir yastık atıldı. Akabinde Rasûlüllah o yastığın uzunlamasında uyudu. Uyandığında yüzünden uykuyu (gidermek için eliyle) yüzünü meshetmeye başladı. Sonra Âhı İmrân Sûresinden son on âyeti okuyup bitirdi. Sonra duvarda asılmış küçük bir su kırbasına geldi, onu alıp onun suyu ile abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ben de kalktım, O'nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gelip O'nun yanıbaşında namaza durdum. Rasûlüllah elini benim başımın üzerine koydu. Kulağımı tuttu ve onu bükmeye başladı (yani beni sağ tarafına geçirdi). Sonra iki rek'at namaz kıldı. Sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at namaz kıldı. Ondan sonra tek rek'atli bir namaz kıldı

19. Bâb

"Ey Rabbimiz, hakikat Sen kimi o ateşe sokarsan, şübhesiz onu hor ve hakîr edersin. (Orada) zâlimlerin hiçbir yardımcıları da yoktur" (Âyet: 192).

4614 Abdullah ibn Abbâs, hizmetçisi Kureyb'e, teyzesi ve Peygamber'in zevcesi olan Meymûne'nin yanında bir gece geçirdiğini haber verip, şöyle demiştir: Ben başımı yastığın enine koyarak uzandım. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ehli de yastığın boyuna başlarını koyarak uzandılar. Rasûlüllah uyudu. Gece yarıyı bulduğunda yahut biraz evvelce yahut biraz sonraca uyandı. Uykuyu (gidermek için) elleriyle yüzünü silmeye başladı. Ondan sonra Âlu İmrân Sûresi'nin son on âyetlerini okudu. Sonra kalkıp asılı duran küçük bir kırbaya uzandı. Oradan güzelce bir abdest aldı. Sonra namaza durdu. Ben de kalkıp O'nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, yanına (yani sol tarafına) namaza durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü (yani beni sağ tarafına geçirdi). Sonra iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at, sonra yine iki rek'at namaz kıldı. Ondan sonra tek rek'atli bir namaz kıldı. Sonra müezzin da'vete gelinceye kadar yine uzandı.

Müezzin gelince yine kalktı, hafif iki rek'at namaz kıldıktan sonra odasından çıkıp sabah namazını kıldırdı

20. Bâb

"Ey Rabbimiz, doğrusu biz 'Rabbinize inanın’ diye insanları îmâna çağıran bir da’vetçiyi işidip hemen îmâna geldik. Ey Rabb 'imiz, artık bizim günâhlarımızı mağfiret et, kusurlarımızı ört, canımızı da iyilerle beraber al. Ey Rabb 'imiz, Senin rasûllerine karşı bize va'd ettiklerini ver bize. Kıyâmet günü yüzümüzü kara çıkarma. Şübhe yok ki, Sen asla sözünden dönmezsin" (Âyet: 192-194).

4615 İbn Abbâs radıyallahü anhüma hizmetçisi Kureyb'e, teyzesi ve Peygamber'in zevcesi olan Meymûne'nin yanında gecelediğini haber verip şöyle demiştir: Ben başımı yastığın enine koyarak uzandım. Rasûlüllah ile ehli de yastığın boyuna başlarını koyarak uzandılar. Rasûlüllah uyudu. Nihayet gece yarıyı bulduğunda yahut biraz evvelce yahut biraz sonraca uyandı. Oturdu da uykuyu (gidermek için) eliyle yüzünü silmeye başladı. Ondan sonra Âlu İmrân Sûresi'nin son on âyetlerini okudu. Sonra kalkıp asılı duran bir küçük kırbaya uzandı, ondan güzelce bir abdest aldı. Sonra namaza durdu.

İbn Abbâs dedi ki: Ben de kalktım, O'nun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, yanına (yani sol tarafına) durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü. Sonra iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at, yine iki rek'at namaz kılıp, ondan sonra tek (rek'atli bir namaz) kıldı. Sonra müezzin da'vete gelinceye kadar yine uzandı. Ondan sonra yine kalktı, hafif iki rek'at namaz kıldıktan sonra odasından çıkıp sabah namazını kıldırdı.