Geri

   

 

 

 

İleri

 

2- el-Bakara Sûresi

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle

1. Bâb

 Yüce Allah'ın "Ve Âdem'e Bütün İsimleri Öğretti.” (el- Bakara: 31) Kavli Bâbı

4516 Enes (radıyallahü anh)'ten, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Müminler kıyâmet gününde toplanırlar da:

— (Bir kimseden) Rabb'imizin huzurunda bize şefaat etmesini istesek, dediler. Akabinde Âdem'e geldiler ve:

— Sen insanların Bâbası Âdem'sin. Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sana secde ettirdi ve sana herşeyin isimlerini öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri rahata erdirmesi için Rabb'in katında bizlere şefaat et! Derler.

Âdem, işlemiş olduğu hatîesini ve bundan dolayı Rabb'inden utanmakta olduğunu zikreder ve:

— Ben buna ehil değilim. Siz Nûh 'a gidiniz. Çünkü o, Allah 'ın yer ahâlîsine peygamber göndermiş olduğu ilk rasûldür, der.

Akabinde onlar Nûh Peygamber'e gelirler. Nûh da Rabb'inden, hakkında hiçbir bilgisinin bulunmadığı birşeyi istemesini ve bu sebebden utanmakta olduğunu zikrederek:

— Ben şefaat edecek makaamda değilim. Siz Halîlu’r -Rahman 'a gidiniz, der.

Müteakiben onlar İbrahim 'e gelirler. O da (hatîesini ve bu sebebden Rabb'inden utanmakta olduğunu zikrederek):

— Ben buna ehil değilim. Siz Allah'ın kelâm ettiği ve kendine Tevrat verdiği bir kul olan Musa'ya gidiniz, der. Onlar da Musa'ya gelirler. Mûsâ da bir nefis karşılığında olmaksızın insan öldürmüş olduğunu, bu sebeble Rabb'inden utanmakta olduğunu zikrederek:

— Ben buna ehil değilim. Siz Allah'ın kulu ve Rasûlü, Allah'ın Kelimesi ve Rûhu olan Îsa'ya gidin, der.

İsâ da onlara:

— Ben buna ehil değilim. Siz geçmiş ve geri kalmış günâhlarını Allah'ın mağfiret eylediği bir kul olan Muhammed'e gidiniz, der.

Onlar bundan sonra bana gelirler. Ben de Rabb'imin huzuruna izin istemek üzere giderim. Bana izin verilir. Rabb'imi görünce secdeye kapanırım. Allah beni dilediği kadar bu vaziyette bırakır. Sonra Allah tarafından:

— Başını kaldır, iste; sana verilir; söyle, sözün işitilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir, denilir.

Ben başımı kaldırır ve bana öğreteceği bir tahmîd ile Rabb'ime hamd eylerim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir hudûd ta'yîn buyurur. Ben de o mikdâr insanı cennete girdiririm. Sonra tekrar Rabb’ime dönerim. Rabb'imi görünce, bundan evvel yaptığım gibi, secdeye kapanırım. Sonra şefaat ederim. Yine benim için bir sınır ta'yîn eder. Ben o mikdâr insanı cennete girdiririm. Sonra üçüncü defa Rabb'ime dönerim, sonra dördüncü defa dönerim de:

— (Yâ Rabb!) Ateşte Kur'ân'ın habsettiklerinden ve üzerine hulûd vâcib olanlardan başka kimse kalmadı, derim."

Ebû Abdillah el-Buhârî şöyle dedi: Ancak Kur'ân'ın habsettikleri, yânı Yüce Allah'ın kâfirler hakkındaki "Hâlidîne fîhâ (Orada devamlı kalıcılar olarak)(el- Bakara:162) sözünün habsettikleri kaldı, dedi.

2. Bâb

Mucâhîd: "İlâ şeyâtînihim" demek " Münafıklardan ve müşriklerden olan arkadaşlarına" demektir. "Muhîtun bi’l-kâfirîn", "Allah onları toplayacaktır"; "Sıbğatun", "Dîn"dir. "Ale'l-hâşıîn", "Gerçek mü'minler üzerine" demektir, demiştir.

Yine Mucâhid: "Bi-kuvvetin" demek, "İçindekilerle amel ederek" demektir, demiştir.

Ebû'l-Âliye de: "Maraz", "Şekk"tir demiştir. "Ve mâ halfehâ", "Hayâtta kalanlara bir ibrettir" demektir. "Lâ şiyete", "Lâ beyaza"; yani "Hiç beyaz yok" demektir.

Ebû’l-Âliye'den başkaları: "Yesûmûnekum", "Yûlûnekum"; yani "Sizi evirip çeviriyorlar" demektir, dediler.

"el-Velâye" (vâv'ın fethâsıyle); "Besleyicilik, terbiyecilik, mâlikiyet ve sâhibiyet" demek olan "Velâ"nın masdarıdır. Vâv kesre yapıldığı zaman, yani "Vilâye" dendiği zaman, bunun ma'nâsı "İmaret", yani "Emirlik, beylik ve buyuruculuk"tan ibaret olur.

Bâzıları: Yenmekte olan taneli bitkilerin hepsi "Fûm”dur, dedi.

Katâde: "Fe-bâû", "Fe'n-kalebû" (yani: Döndüler) demektir, dedi.

Ondan başkaları: "Yesteftihûne" (yani: Fetih istiyorlardı), "Meded ve nusrat istiyorlardı" demektir;

"Şerav", "Sattılar" demektir, dediler.

"Râınâ", bönlük, ahmaklık ma'nâsına olan "Ruûnet" masdarındandır. Onlar bir insanı ahmaklığa nisbet etmek istedikleri zaman "Râmâ" derlerdi. “Lâ yeczî", "Lâ yugnî" (yânı: Fayda vermez) demektir. "Hutuvât" ise, adım atmak ma'nâsına olan "el-Hatv" masdarındandır. Buna göre ma'nâ: "Şeytânın izlerine, yollarına uymayın" demek olur.

3. Bâb

“O hâlde kendiniz bilip dururken, Allah'a eşler koşmayın" (el-Bakara: 22).

4517 Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e:

— Allah katında hangi günâh en büyüktür? diye sordum. Peygamber:

— "Allah seni yarattığı hâlde, Allah 'a benzer bir eş uydurmandır" buyurdu. Ben:

— Hakîkaten bu elbette pek büyüktür! dedim. Sonra hangi (günâh büyüktür)? Diye sordum. Peygamber:

— ''Seninle beraber yemek yemesinden korkarak, çocuğunu öldürmendir" buyurdu.

— Bundan sonra hangisi (büyüktür)? dedim. Peygamber:

— "Komşunun zevcesiyle zina fiilini işlemendir" buyurdu

4. Bâb

 Ve Yüce Allah'ın şu kavli: “Ve üstünüze bulutu gölge yapmış, size kudret helvâsıyle yelve kuşunu indirmiş, size rızk olarak verdiğimiz şeylerin iyilerinden, güzellerinden yiyin (demiştik). Onlar (nankörlükleriyle) bize zulmetmemişler, fakat kendi kendilerine zulmetmişlerdi" (el-Bakara: 57)

Mucâhid: "el-Menn " samga (yani zamk)'dır, "es-Selvâ" da kuştur, demiştir.

4518 Saîd ibn Zeyd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kızılımtırak beyaz mantar, kudret helvası nev'inden bir rızıktır. Suyu da göz ağrısına şifâdır" buyurdu.

5. Bâb

"Hani (Tîh'ten çıktıktan sonra) şu kasabaya girip dilediğiniz yerde istediğinizi bol bol yiyin. Kapısından secde ederek girin ve (dileğimiz) Hıtta'dır deyin, kusurlarınızı örtelim; iyilik edenleri ise daha artıracağız, demiştik" (el- Bakara: 58).

"Ragaden", "Geniş, çok" demektir

4519 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: (Allah tarafından) İsrâîl oğullarına:

— Kudüs'ün kapısından eğilirek (tevazu' ile) giriniz ve Hıtta (Yâ Rabb! Dileğimiz günâhımızı indirmendir) deyiniz, denildi. Onlar (tersine) kıçları üzere emekleyerek girdiler ve (o kelimeyi) değiştirdiler de "Hıttatun habbetun fî şaaratın" şeklinde söylediler.

6. Bâb

Yüce Allah'ın "De ki: Kim Cebrail'e Düşman Olursa...” (Âyet: 97) Kavli

Ve İkrime: "Cebre" ve "Mîke" ve "Serâfi", "Abdun; "îl" ise "Allah"tır, demiştir.

4520 Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Abdullah ibn Selâm bir arazîde hurma toplarken Rasûlüllah'ın Medine'ye gelmesini işitmiş. Akabinde Peygamber'in yanına geldi ve:

— Ben sana üç şey soracağım ki, bunların cevâblarım ancak peygamber olan bilebilir: Kıyâmet alâmetlerinin birincisi nedir? Cennet ehlinin ilk yemeği nedir? Çocuğu Bâbasına yahut anasına çekip benzeten şey nedir? dedi.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Bunların cevâblarını biraz önce bana Cibril haber verdi" dedi.

Abdullah ibn Selâm:

— Cibril mi? dedi. Peygamber:

— "Evet" dedi. Abdullah;

— Cibril, melekler içinde Yahûdîler'in düşmanıdır, dedi. Bunun üzerine Paygamber (yahut râvî):

“De ki: Kim Cibril'e düşman olursa (kahrından gebersin)! Çünkü kendinden evvelki kitâbları tasdik edici ve mü 'minler için aynen hidâyet ve müjde olan Kur'ânı Allah 'in izniyle senin kalbinin üstüne o indirmiştir. Kim Allah’a, meleklerine, rasûllerine, Cebrail'e, Mîkâîl’e düşman olursa, şübhesiz Allah da o (gibi) kâfirlerin düşmanıdır” (el-Bakara: 97-98) âyetini okudu. Ve şöyle devam etti:

— "Kıyâmet alâmetlerinin ilki, insanları doğudan batıya sürecek bir ateştir. Cennet ehlinin ilk yemeği balık ciğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır. Çocuğun Bâba ve ana soylarına çekmesi şöyledir: Cinsî münâsebet sırasında erkeğin suyu, kadının suyu önüne geçtiğinde, çocuğu kendine çeker. Kadının suyu erkeğinkinin önüne geçtiği zaman çocuğu o kendine çeker" buyurdu.

Bunun üzerine Abdullah ibn Selâm:

— Eşhedu en tâ ilahe ille'llah ve eşhedu enneke Rasûlüllah! Dedi de şöyle devam etti:

— Yâ Rasûlallah! Yahûdîler insanı hayrette bırakacak surette yalan söyleyen, asılsız iftiralarda bulunan bir kavimdir. Eğer Sen beni onlardan sormadan önce benim müslümân olduğumu bilirlerse, muhakkak bana iftira ederler. (Siz evvelâ beni onlardan sorunuz) dedi.

Akabinde bir Yahûdî topluluğu geldi. Peygamber:

— "İçinizde Abdullah (ibn Selâm) nasıl adamdır?" diye sordu.

Yahûdîler:

— O bizim hayırlımız ve hayırlımızın oğludur. Seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur, dediler.

Peygamber:

— "Abdullah ibn Selâm İslâm 'a girerse ne dersiniz? (Siz de müslümân olur musunuz?) diye sordu.

Bunun üzerine Yahûdîler:

— Böyle şeyden Allah onu korusun! dediler. Bunun üzerine Abdullah, Yahûdîler'e karşı çıktı da:

— Eşhedu enlâ ilahe ille'llah ve eşhedu enne Muhammeden Rasûlüllah, diye iki şehâdet kelimesini söyleyiverdi.

Bu şehâdetler üzerine Yahûdîler:

— O bizim şerrlimizdir ve şerrlimizin oğludur, dediler ve Abdullah ibn Selâm'in değerini eksilttiler.

Abdullah:

— Yâ Rasûlallah! İşte korkmakta olduğum şey budur, dedi.

7. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Biz neshettiğimiz veya geri bıraktığımız bir âyetin yerine ya ondan daha hayırlısını, yahut onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye kemâliyle kaadir olduğunu bilmedin mi?" (el Bakara- 106).

4521  İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Omer (radıyallahü anh):

— Bizim en düzgün Kur'ân okuyanımız Ubeyy ibn Ka'b'dır. En isabetli hüküm verenimiz de Alî ibn Ebî Tâlib'dir. Şübhesiz biz, Ubeyy ibn Ka'b'ın okuyuş usûlü ve edasından bir kısmını terketmekteyiz. Bununla beraber Ubeyy: Ben Rasûlüllah'tan işittiğim hiçbirşeyi terketmem (unutmam), diye iddia etmektedir. Halbuki Yüce Allah: "Biz bir âyetten nesheder veya geri bırakırsak, ondan daha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz... " (Âyet: 106) buyurmuştur, dedi.

8. Bâb

"Onlar: 'Allah kendine çocuk edindi' dediler. Hâşâ, O (bu gibi şeylerden) pak ve münezzehtir... " (Âyet:116)

4522 Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Allah şöyle buyurdu: Bâzı Âdemoğlu beni yalanladı. Halbuki beni yalanlamak ona yakışmazdı. Bâzısı da bana sövdü. Halbuki bana sövmek ona yakışmazdı. Âdemoğlunun beni yalanlamasına gelince; o (öldükten sonra) benim onu eskisi gibi îâde edip yaratmağa gücüm yetmez sanır. Bana sövmesi hususu da: Benim çocuğum olduğunu söylemesidir. Halbuki ben zevce ve çocuk edinmekten uzak bulunuyorum".

9. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli: "Siz de İbrahim'in makaamından bir namaz yeri edinin..." (Âyet: 125).

"Mesabe", insanların tekrar tekrar gidip dönmekte oldukları yerdir.

4523- Bize Müsedded Yahya ibn Saîd’den; o da Humeyd'den; o da Enes'ten tahdîs etti: Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Omer (radıyallahü anh):

— Üç şey hakkındaki dileğim Allah'ın vahyine uygun geldi, yahut Rabb'im bana muvafakat etti. Ben: Yâ Rasûlallah! Makaamu İbrahim'den bir namaz yeri edinseniz! Dedim. (Bu lafızla âyet indi.) Yine ben: Yâ Rasûlallah! Yanınıza iyi ve kötü kimseler giriyor. Mü'minlerin anaları olan kadınlarınızın örtünmelerini emretseniz! Dedim. Bunun üzerine Allah Hicâb (el-Ahzâb: 59) âyetini indirdi.

Omer dedi ki:

— Bana Peygamber'in bâzı kadınlarına darılması haberi ulaştı. Bunun üzerine kadınların yanına gittim ve: Kadınlar! Ya bu hırçınlığa nihayet verirsiniz, yahut iyi biliniz ki Allah, sizin yerinize Rasûlü'ne sizden daha hayırlı kadınlar verir, dedim. Nihayet Peygamber'in kadınlarından birisinin yanına vardım. Kadın bana: Yâ Omer! Rasûlüllah kadınlarına öğüt vermez mi ki, sen onlara va'z vermeye kalkışıyorsun? dedi. Bunun üzerine de Allah şu âyeti indirdi: "Eğer o sizi boşarsa, yerinize -Allah'a itaatle teslim olan, Allah'ın birliğini tasdîk eden, namaz kılan, günâhlardan tevbe ile vazgeçen, ibâdet eyleyen, oruç tutan kadınlar, dullar ve kızlar olmak üzere- Rabb'inin ona sizden daha hayırlılarını vermesi umulur" (et-Tahrîm: 5).

4524- İbnu Ebî Meryem şöyle dedi: Bize Yahya ibnu Eyyûb haber verdi: Bana Humeyd tahdîs edip: Ben Enes'ten işittim, o da Omer'den demiştir.

10. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Hani İbrahim o Beytin temellerini İsmâîl ile birlikte yükseltiyordu (da ikisi şöyle duâ etmişlerdi): Ey Rabb'imiz, bizden (şu hizmeti) kabul buyur. Şübhesiz Sen hakkıyle işiten, kemâliyle bilensin'" (Âyet: 127).

"el-Kavâid", onun temelleridir. Bunun müfredi "Kaaidetun”dur. Kadınlardan olan "Kavâid"in müfredi ise"Kaaid"dir

4525  Abdullah, ibn Muhammed ibn Ebî Bekr, Abdullah ibn Omer'e, Peygamber'in zevcesi Âişe (r.anha)'den haber verdi ki (o şöyle demiştir): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana:

— "Kavmin Kureyş'in Ka'be'yi bina ettiklerini ve İbrahim'in temellerinden kısalttıklarını görmedin mi (yânı bilmedin mi)?" buyurdu. Ben:

— Yâ Rasûlallah, onların kısalttıkları temeli Sen İbrahim'in temelleri üzerine döndürmez misin? Dedim. Rasûlüllah:.

— "Kavmin küfür zamanına yakın olmasaydı (muhakkak ben Ka'be'yi İbrahim'in temelleri üzerine döndürürdüm) " buyurdu.

Abdullah ibn Omer, Âişe'den bunu rivayet ettikten sonra:

— Yemîn olsun Âişe bunu muhakkak Rasûlüllah'tan işitmiştir. Ben Rasûlüllah'ın Hıcr'a yakın olan iki köşeyi isti'lâm etmemesinin, ancak Beyt'in (bu iki köşesinin) İbrahim'in temelleri üzerinde tamamlanmamış olmasından ileri geldiğini sanıyorum, demiştir.

11. Bâb

"Deyin ki: Biz Allah'a ve bize indirilene îmân ettik... " (Âyet: 136).

4526 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Kitâb sahibi olanlar Tevrat'ı İbrânîce (metni) ile okurlar, Arab dili ile de onu müslümânlara tefsir ederlerdi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta sahâbîlerine: "Sizler Ehli Kitâb'ı tasdik de etmeyin, tekzîb de etmeyin. Sizler şunu söyleyin: Biz Allah'a, bize indirilene (Kur'ân'a), İbrahim'e, İsmâîl’e, İshâk'a, Ya'kûb'a ve torunlarına indirilenlere, Mûsâ’ya, İsâ ‘ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rabb'leri katından verilenlere îmân ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırdetmeyiz. Biz Allah'a teslim olmuş müslümânlarız" (Âyet: 136).

12. Bâb

"İnsanlardan birtakım beyinsizler: Müslümanları, üzerinde durdukları eski kıbleden çeviren (sebeb) nedir? diyecekler. De ki: Doğu da Allah 'in, batı da. O, kimi dilerse onu doğru yola iletir" (Âyet: 142)

4527 el-Berâibn Âzib (radıyallahü anh)'den (şöyle demiştir): Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'de onaltı ay yahut onyedi ay Kudüs'teki Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Fakat her zaman kıblesinin Ka'be ciheti olmasını arzu ederdi. Rasûlüllah, Ka'be'ye doğru ilk namazını kıldı yahut ikindi namazını kıldı. Bir cemâat de O'nunla birlikte kıldılar. Ondan sonra, O'nunla birlikte namaz kılanlardan biri çıktı ve bir mescidde bulunan bir cemâate, onlar namaz kılarlarken uğradı. Onlara:

Peygamber ile birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için şehâdet ederim, dedi.

Bu şehâdet üzerine o cemâat namazlarını bozmadan oldukları gibi Ka'be'den tarafa döndüler. Kıble değiştirilmeden evvel ilk kıbleye doğru namaz kılarak vefat etmiş, öldürülmüş birtakım insanlar vardı. Biz bunlar hakkında ne diyeceğimizi (nasıl bir hüküm vereceğimizi) bilemedik. O zaman Allah şu âyeti indirdi: "...Allah sizin îmânınızı zâyî’ edecek değildir. Çünkü Allah insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir" (Âyet: 143).

13. Bâb

“Böylece sizi vasat (orta) bir ümmet yapmışızdır. İnsanlara karşı şâhidler olasınız, bu Rasûl de sizin üzerinize tam bir şâhid olsun diye'' (Âyet: 143).

4528 Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyâmet gününde Nûh çağrılacak, Nûh:

— Lebbeyke ve sa 'deyke yâ Rabb (Da'vetine icabet ettim, huzuruna geldim, emrine hazırım yâ Rabb) diyecek.

Allah:

— (Emirlerimi ümmetine) tebliğ ettin mi? diye soracak. Nûh da:

— Evet ettim! Diyecek.

Bunun üzerine Nuh'un ümmetine:

— Nûh size tebliğ etti mi? diye sorulacak. Nuh'un ümmeti de:

— Bizi böyle âhiret azabından korkutan bir peygamber gelmedi! diyecekler.

Bu cevâb üzerine Allah:

— Ey Nûh, senin tebliğ ettiğine kim şehâdet eder? diye soracak. O da:

— Muhammed ve O'nun ümmeti, diye cevâb verecek. Akabinde Muhammed ile ümmeti, Nuh'un, ümmetine Allah'ın hükümlerini tebliğ etmiş olduğuna şehâdet edecekler. Rasülünüz de sizin üzerinize bir şâhid olacaktır. İşte şu beyânım, zikri ulu olan Allah 'ın şu kavlidir: “Böylece sizi orta bir ümmet yapmışızdır. İnsanlara karşı şâhidler olasınız, bu Râsûl de sizin üzerinize şâhid olsun diye (Âyet: 143)". "el-Vasat", "el-Adl" demektir.

14. Bâb

''...Senin üstünde durageldiğin (Ka'be'yi tekrar) kıble yapmamız o rasûl’e (sana) uyanları, ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayırdetmemiz içindir. Gerçi bu elbette büyük bir mes'eledir. Ancak bu Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler hakkında değil" (Âyet: 143) Bâbı

4529 Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) 'den: İnsanlar Kubâ Mescidi'nde sabah namazı kılarlarken birisi geldi de:

— Allah, Peygamber üzerine Ka'be'ye yönelmesi için Kur'ân indirdi; siz de Ka'be'ye: yöneliniz! dedi. Onlar da namaz içinde Ka'be'ye yöneldiler.

15. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Biz yüzünü çok kerre göğe doğru evirip çevirdiğini muhakkak görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnûd olacağın bir kıbleye döndürüyoruz- Yüzünü artık Mescidi Haram tarafına çevir. (Ey Mü'minler!) Siz de nerede bulunursanız (namazda) yüzlerinizi o yana döndürün. Şübhe yok ki, kendilerine kitâb verilenler bunun Rabb’lerinden gelen bir gerçek olduğunu pek iyi bilirler. Allah onların yapacaklarından gafil değildir" (Âyet: 144).

4530 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) -ömrünün sonlarında- İki kıbleye (yânı Kudüs'e ve Ka'be'ye) doğru namaz kılanlardan benden başka kimse kalmadı, demiştir.

16. Bâb

And olsun ki, Sen kendilerine kitâb verilenlere her âyeti getirmiş olsan, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine tâbi' olucu değilsin. Onların kimi kiminin kıblesine uyucu değildir. And olsun sana gelen bunca ilimden sonra, onların hevâlarına uyacak olursan, o takdirde şübhesiz ve muhakkak yazık etmişlerden (sayılır)sın" (Âyet: 145) Bâbı

4531  ibn Omer (radıyallahü anh) 'den (şöyle demiştir): İnsanlar Küba'da sabah namazı içinde bulundukları sırada bir adam geldi de:

— Bu gece Peygamber'e Kur'ân indirilmiş ve Ka'be'ye dönmesi emredilmiştir. Dikkat edin! Siz de Ka'be'ye yönelin! Dedi.

İnsanların yüzü Şâm tarafına yönelik bulunuyordu. Bu haber üzerine yüzlerini Ka'be tarafına döndürdüler.

17. Bâb

 “Kendilerine kitâb verdiklerimiz onu öz oğulları gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir güruh, kendileri bilip durdukları hâlde yine mutlakaa hakkı gizlerler. Hakk Rabb'indendir. O hâlde sakın şübhecilerden olma" (Âyet: 146-147) Bâbı

4532  Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: İnsanlar Kubâ'da sabah namazı içinde bulundukları sırada bir kimse gelip:

— Şübhesiz bu gece Peygamber'in üzerine Kur'ân indirilmiş ve kendisi namazda Ka'be'ye yönelmekle emrolunmuştur! Bunun için sizler de Ka'be'ye yöneliniz! Dedi.

Cemâatin yüzleri Şâm cihetine yönelik iken, hemen Ka'be tarafına döndüler.

18. Bâb

"Herkesin yüzünü kendine döndürücü olduğu bir yöneti vardır. Öyleyse siz de (ey mü'minler) hayır işlerine koşun, birbirinizle yarış edin. Nerede bulunursanız Allah hepinizi (bir araya) getirecektir. Şübhesiz ki, Allah herşeye hakkıyle kaadirdir" (Âyet: 148) Bâbı

4533 Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den işittim, o: Biz Peygamber'le birlikte onaltı yâhııd onyedi ay Beytu'l-Makdis tarafına doğru namaz kıldık. Sonra Allah O'nu Ka'be yönüne döndürdü, dedi.

19. Bâb

“Hangi yerden sefere çıkarsan namazda yüzünü Mescidi Haram'a doğru çevir. Bu emir, Rabb 'inden gelen mutlak bir haktır. Allah, yapacaklarınızdan gâfil değildir" (Âyet: 149).

"Onun şatrına", "Onun yönüne" demektir

4534 Abdullah ibn Dînâr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben İbn Omer (radıyallahü anh) 'den işittim, o şöyle diyordu: İnsanlar Küba'da sabah namâzı içinde bulundukları sırada onlara bir adam geldi de:

— Bu gece Kur'ân indirildi ve Ka'be tarafına yönelmek emrolundu, siz de Ka'be tarafına yöneliniz! Dedi.

Saff hâlindeki bu insanlar hiçbir değiştirme yapmaksızın, oldukları gibi yerlerinde döndüler de Ka'be tarafına yöneldiler; Halbuki yüzleri Şâm cihetinde idi.

20. Bâb

"Hangi yerden çıkarsan (namazda) yüzünü Mescidi Haram'a doğru çevirir. (Siz de ey mü'minler) nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yana döndürün. Tâ ki, aleyhinizde insanların, içlerindeki zâlim olanlarından başkasının (tutunabileceği) hiçbir hüccet kalmasın. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Tâ ki, size karşı olan nimetimi tamamlayayım. (Bu sayede) siz de hidâyete kavuşmayı ümîd edebilirsiniz" (Âyet: 150)

4535- Bize Kuteybe ibn Saîd, Mâlik'ten; o da Abdullah ibn Dînâr'dan tahdîs etti ki, ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: İnsanlar Kubâ'da sabah namazı içinde bulundukları sırada kendilerine bir adam geldi ve:

— Bu gece Rasülullah'ın üzerine Kur'ân indirilmiş ve Ka'be tarafına yönelmesi emredilmiştir. Siz de Ka'be'ye yöneliniz, dedi.

İnsanların yüzleri Şâm tarafına yönelik iken hemen Ka'be cihetine döndüler.

21. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Şübhe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir. İşte kim o Beyt’i hacc veya umre kasdı ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir be's yoktur. Kim gönlünden koparak bir hayır işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Allah tâatlerin ecrini veren ve hakkıyle bilendir" (Âyet: 158).

"Şeâir", "Alâmetler" demektir. Bunun müfredi "Şaîre'dir. İbn Abbâs: "Safvân", "Taş"tır, "Hıcâre" de denilir. Bunlar öyle çıplak taşlardır ki, üzerlerinde hiçbirşey bitirmezler; bunun müfredi "Safvâne"dir, bu da "Safa" ma'nâsınadır. "es-Safâ" ise cem’î içindir, demiştir

4536 Urve şöyle demiştir: Ben Peygamber'in zevcesi Âişe’ye şunu sordum:

— Yüce Allah'ın şu kavli hakkında ne dersin: "Şübhe yok ki Safa ile Merve Allah’ın şeâirindendir. İşte kim o Beyt’i Hacc ve Umre kasdıyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir günâh yoktur" buyurdu. Ben bu sözden o iki tepe arasında tavaf etmemekten hiçbir kimse üzerine bir günâh olmadığını düşünüyorum, dedim. Âişe:

— Hayır, öyle değil. Eğer âyet senin söylemekte olduğun gibi (sa'y mubahtır demek) olsaydı, âyet: "Safa ile Merve arasında sa'y etmemekte günâh yoktur" suretinde olurdu. Şübhesiz bu âyet Ensâr hakkında indirilmiştir. Onlar İslâm'dan evvel Kudeyd mevkiinin hizasında bulunan Menât putu için ihrama girerlerdi. Ensâr'dan ihrama girenler (kendi putlarının karşısında üzerlerinde başkalarının Isâf ve Naile putları bulunan) Safa ve Merve arasında sa'y etmeyi günâh sayarlardı. İslâm Dîni gelince Ensâr: Safa ile Merve arasında sa'y etmek bize ağır geliyor, diye bunun hükmünü Rasûlüllah'tan sordular. Bunun üzerine Allah: "Şübhe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir. İşte kim o Beyt’i hacc ve umre kasdıyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir günâh yoktur" âyetini indirdi.

4537 Âsim ibn Süleyman şöyle demiştir: Ben Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'e Safa ile Merve'den sordum. Enes: Biz bunlar Câhiliyet işindendir (bunları tavafla ibâdet ederlerdi) diye düşünürdük. İslâm'a giriş olunca bu iki tepe arasında sa'y etmekten kendimizi tuttuk. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şübhe yok ki, Safa ile Merve Allah 'ın şeâirindendir. İşte kim o Beyt’i hacc veya umre kasdıyle ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine günâh yoktur" âyetini indirdi.

22. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"İnsanlar içinde Allah'tan gayrisini O'na emsal edinen adamlar vardır ki, onları Allah'a olan sevgi gibi severler. Îmân edenlerin Allah'a sevgisi ise (herşeyden) sağlamdır. (Allah'a eşler uydurarak nefislerine) zulmedenler azâbı görecekleri zaman, bütün kuvvetin hakîkaten Allah'ın olduğunu ve Allah'ın hakîkaten pek çetin azâblı bulunduğunu bilselerdi" (Âyet: 165)

"Endâden", "Azdâden", yani "Muhalif benzerler" demektir; müfredi "Nidd"dir.

 4538  Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir söz söyledi, ben de diğer bir söz söyledim. Peygamber:

— 'Allah'ın yarattıklarından herhangi birşeyi Allah'a denk yapıp, ona dua ederek ölen kimse ateşe girer" buyurdu.

Ben de:

— Allah'a bir benzer çağırmayarak ölen kimse cennete girer, dedim.

23. Bâb

“Ey îmân edenler, maktuller hakkında size kısas yazıldı. Hür, hür ile; köle, köle ile; dişi, dişi ile (kısas olunur). Fakat kimin lehinde maktulün kardeşi tarafından cüz'î birşey affolunursa (kısas düşer). Artık örfe uymak, onu güzellikle ödemek (lâzımdır). Bu, Rabb'inizden bir hafifletme ve rahmettir. O hâlde kim bu (afv ve edâ)dan sonra (kaatile) tecâvüzde bulunursa, onun için pek acıklı bir azâb vardır" (Âyet: 178).

Ufiye (Affolunursa)", "Terk olunursa" demektir.

4539 Amr ibn Dînâr tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Mucâhid ibn Cebr'den işittim, şöyle dedi: Ben İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan işittim, şöyle diyordu: İsrâîl oğulları'nda kısas vardı fakat onlarda diyet yoktu. Yüce Allah bu ümmete hitaben: "Üzerinize maktuller hakkında kısas yazıldı. Hür, hür ile; köle, köle ile; dişi, dişi ile (kısas olunur). Fakat kimin lehine maktulün kardeşi tarafından cüz’î birşey affolunursa (kısas düşer)".

"Afv", kasden öldürmede (velînin affedilenden) diyeti kabul etmesidir.

Ma'rüfa tâbi' olmak ve güzellikle ödeme yapmak: Maktulün velîsi diyeti ma'rûfla yani şiddet göstermeden ister, kısastan affedilen kimse de diyeti güzellikle, yani bekletmeden ve eksiltmeden öder, demektir.

İşte bu (afv ve diyet hükmü, sizden önceki milletler üzerine yazılmış olan hükümlerden) Rabb'iniz tarafından yapılmış bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık bundan sonra (yani diyeti kabulden sonra) kim tecâvüz ederse ona acıklı bir azâb vardır.

4540- Bize Muhammed ibnu Abdillah el-Ensârî tahdîs etti: Bize Humeyd tahdîs etti ki onlara da Enes, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "Allah'ın Kitâbı (nın) hükmü kısas yapmaktır" buyurduğunu tahdîs etmiştir.

4541 Abdullah ibnu Ebî Bekr es-Sehmî şöyle demiştir: Bize Humeyd, Enes ibn Mâlik'ten tahdîs etti ki, Enes'in halası olan Rubeyy', bir cariyenin ön dişlerini kırmış, Rubeyy'in kavmi o cariyeden afv istediler. Cariyenin ailesi affetmediler. Rubeyy'in ailesi onlara diyet arzettiler. Cariyenin kavmi diyeti de kabul etmeyip kısasta direttiler. Akabinde Rasûlüllah'a geldiler, O'nun huzurunda da (afv ve diyeti kabul etmeyip) kısasta direttiler. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kısas ile emretti. (Rubeyy'in erkek kardeşi) Enes ibnu'n-Nadr:

— Yâ Rasûlallah! Rubeyy'in ön dişi kırılacak mı? Seni hakk ile gönderen Allah'a yemîn ederim (ve ümîd ederim) ki, Rubeyy'in dişi kırılmaz! Dedi.

Rasûlüllah:

— "Yâ Enes (ibne'n-Nadr)! Allah’ın Kitâbı (nın hükmü) kısastır" buyurdu.

Hakîkaten da'vâcılar bunun akabinde razı olup Rubeyy'den kısası affettiler. Bunun üzerine Rasûlüllah:

— "Allah'ın kullarından öylesi vardır ki, o, Allah'a yemîn etse muhakkak Allah onun yeminini yerine getirir" buyurdu.

24. Bâb

"Ey İmân Edenler, Sizden evvelkilere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı. Tâ ki korunasınız" (Âyet: 183) Bâbı

4542 Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Âşûrâ günü Câhiliyet ahâlîsi oruç tutarlardı. Ramazân orucu emri inince Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "isteyen âşûrâ günü oruç tutar, isteyen de tutmaz" buyurdu.

4543 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Âşûrâ günü, ramazân ayında oruç tutmak farz kılınmazdan önce oruç tutulur idi. Ramazân ayı orucunu tutma emri inince Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Dileyen âşûrâ orucu tutar, dileyen tutmaz”

4544 Bize Ubeydullah ibn Mûsâ, îsrâîl ibn Yûnus'tan; o da Mansûr'dan; o da İbrahim en-Nahaî'den; o da Alkame ibn Kays'tan haber verdi ki, Abdullah ibn Mes'ûd yemek yerken yanına Eş'as ibn Kays girdi de:

— Bu gün âşûrâdır! dedi. İbn Mes'ûd da:

— Âşûrâ, ramazân orucu inmezden önce oruç tutulur bir gündü. Ramazân orucu inince âşûrâ orucu terkedildi. Onun için yaklaş da bizimle yemek ye! Dedi.

4545 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Câhiliyet devrinde Kureyş âşûrâ günü oruç tutardı. (Hicretten önce) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de âşûrâ orucu tutardı. Medine'ye hicret edip gelince de bu orucu (âdeti üzere) tuttu. Sahâbîlerine de bu orucun tutulmasını emretti, (ikinci sene şa'bân ayında) ramazân orucu inince, ramazân orucu farîza oldu, âşûrâ terkedildi. Artık dileyen âşûrâ orucunu tutar, dileyen de tutmaz oldu.

25. Bâb

“Oruç sayılı günlerdir. Artık sizden kim (o günlerde) hasta yahut sefer üzerinde olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lâzımdır). Bununla beraber kim gönül isteğiyle bir hayır yaparsa işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda hayırlıdır, bilirseniz" (âyet: 184) kavli bâbı

Atâ ibn Ebî Rebâh: Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, mükellef kişi hastalıktan dolayı ayın hepsinde oruç tutmaz, demiştir. el-Hasen el-Basrî ile İbrahim en-Nahaî, emzikli ve hâmile kadın hakkında:

Eğer bunlar kendi nefisleri yahut çocukları üzerine bir zarar gelmesinden korkarlarsa oruç tutmazlar, sonra kaza ederler, demişlerdir.

Yaşlı, ihtiyar oruç tutmaya güç yetiremezse (o da oruç tutmaz, üzerine kaza değil de fidye vâcib olur). Enes ihtiyar olduktan sonra bir yahut iki yıl ramazânda her gün bir fakire ekmek ve et yedirip, oruç tutmamıştır. Âmmenin kıraati "Yutîkûnehû" şeklindedir, bu ekserdir

4546 Amr ibn Dînâr, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti. Atâ, İbn Abbâs'tan "Ve ale'llezîne yutavvakûnehû fıdyetun taâmu miskine" şeklinde okurken işitmiştir. ibn Abbâs:

— Bu âyet nesh edilmiş değildir. Âyetteki kişiler yaşlı erkek ile yaşlı kadındır ki, bunlar oruç tutmaya muktedir olamazlar; bu sebeble bunlar, her bir gün yerine bir fakiri doyururlar, demiştir.

26. Bâb

 'İçinizden kim o aya erişirse, onda oruç tutsun.” (Âyet: 185)

4547 Bize Ubeydullah, Nâfi'den; İbn Omer'in "Fidyetu taamı mesâkîne" şeklinde okuduğunu, "Ve alellezîne yutîkûnehu" âyeti neshedilmiştir, dediğini tahdîs etti.

4548  Bize Bekr ibnu Mudar, Amr ibnu'l-Hâris'ten; o da Bukeyr ibnu Abdillah'tan; o da Selemetu'bnu'l-Ekvâ'ın âzâdlısı olan Yezîd'den tahdîs etti ki, Seleme (radıyallahü anha) şöyle demiştir: "Oruca güç yetiremeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye lâzımdır'' âyeti indiği zaman, oruç tutmamak ve fidye vermek isteyenler oldu. Nihayet ondan sonraki "İçinizden kim o aya erişirse, onda oruç tutsun" âyeti indi de (sağlam ve mukîmler hakkında) bu oruç tutmayıp fidye vermek muhayyerliğini neshetti.

Ebû Abdillah el-Buhârî: Bukeyr ibn Abdillah, üstadı Yezîd ibn Ebî Ubeyd el-Eslemî'den önce vefat etti, dedi.

27. Bâb

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size halâl edildi. Onlar sizin için, siz de onlar için birer libâssınız. Allah nefislerinize karşı za'f göstermekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin" (Âyet: 187) Bâbı.

4549  Ebû İshâk Amr ibn Abdillah şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den işittim: Ramazân orucu indiği zaman sahâbîler ramazânın hepsinde kadınlara yaklaşmıyorlardı. Birtakım erkekler ise kendi nefislerine hıyanet ediyorlardı. Müteakiben Allah: "Allah sizin nefislerinize karşı za'f göstermekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul etti, sizi bağışladı...” âyetini indirdi

28. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

'Sâdık fecr olan ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde îtikâfta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geceleri de) yanaşmayın. Bu (hükümler) Allah'ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah âyetlerini böylece insanlara açıklar. Tâ ki korunsunlar" (Âyet: 187).

"el-Âkif", "el-Mukîm"dir.

4550 Ebû Avâne, Husayn'dan; o daeş-Şa'bî'den tahdîs etti ki, Adiyy ibn Hatim bir beyaz, bir de siyah ip edindi. Nihayet gece, gecenin bir kısmı olunca onlara baktı, fakat bu iki ip kendisine açıkça belirmediler. Sabaha yaklaşınca:

— Yâ Rasûlallah! Ben yastığımın altına iki ip koydum, dedi.

Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Şübhesiz senin yastığın bu takdirde çok genişmiş. Çünkü (bu âyette zikredilen) beyaz iple siyah ip, senin yastığının altında olmuşlardır (yani çok uyumuşsun)" buyurmuştur.

4551  Adiyy ibn Hatim (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

— Yâ Rasûlallah! Siyah iplikten seçilecek beyaz iplik nedir? Bunlar hakîkaten iki ip midir? diye sordum.

O:

— "Eğer sen bu iki ipe baktıysan, şübhesiz sen elbette geniş kafalısın" buyurduktan sonra "Bunlar senin düşündüğün gibi iki ip değildir. Biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır" buyurdu.

4552 Sehl ibn Sa'd (radıyallahü anh) şöyle demiştir:' "Size beyaz iplik siyah iplikten seçilinceye kadar yiyin için" âyeti indi, fakat "Mine'l-fecri" beyânı inmemişti. Birtakım insanlar oruç tutmak istedikleri zaman, onlardan birisi ayaklarına beyaz ip ve siyah ip bağladı da o ipler kendisine iyice belirinceye kadar yemeğe devam etti. Akabinde Allah o kelâmın ardından "Mine’l-fecri” (Fecrden)" beyânını indirdi. Sahâbîler böylece Allah'ın ancak gece ile gündüzü kasdetmekte olduğunu bildiler .

29. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"... İyilik ve tâat, evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyilik (Allah'tan) sakınandır. Evlere kapılarından gelin. Allah'tan sakının. Tâ ki muradınıza kavuşasınız" (Âyet: 189).

4553 el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh): Ensâr ve Kureyş'ten başka diğer Arablar Câhiliyet devrinde (hacc ve umre niyetiyle) ihrama girdikleri zaman, evlerine (kapılarından değil de) arka taraflarından gelirlerdi. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: "İyilik ve tâat evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyilik Allah'tan sakınandır. Evlere kapılarından geliniz”.

30. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Fitne kalmayıncaya, dîn de yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse, artık zâlimlerden başkasına hiçbir husûmet yoktur" (Âyet: 193)

4554 Bize Ubeydullah, Nâfı'den; o da İbn Omer (radıyallahü anh) 'den tahdîs etti. (Yetmiş üçüncü senenin sonunda Haccâc'ın Mekke'de) Abdullah ibnu'z-Zubeyr'i muhasara ettiği o fitne zamanında iki adam Abdullah ibn Omer'e geldiler de, ona:

— Şübhesiz insanlar helak edildiler (yahut: Görmekte olduğun şu ihtilaflı işleri yaptılar). Sen ise Omer'in oğlu ve Peygamber'in sahâbîsi olduğun hâlde bu savaşa çıkmandan seni men' eden nedir? dediler.

İbn Omer onlara:

— Beni bundan, Allah'ın kardeşimin kanını haram kılmış olması men' etmektedir, dedi.

O iki adam:

— Allah “Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın'' buyurmadı mı? dediler.

İbn Omer de:

— Bizler onlarla harb ettik, nihayet hiçbir fitne kalmadı ve dîn de yalnız Allah'ın oldu. Sizler ise bir fitne olsun ve dîn de Allah'tan başkasına âid olsun diye harb etmek istiyorsunuz, dedi.

4555- Usmân ibn Salih şunu ziyâde etti: Abdullah ibn Vehb şöyle dedi: Bana Fulân kişi (Mısır kaadısı ve âlimi Abdullah ibn Luhey'a'dır denildi) ile Hay ve ibnu Şurayh, Bekr ibn Amr el-Meâfirî'den haber verdi. Ona da Bukeyr ibn Abdillah, Nâfi'den şöyle tahdîs etmiştir: Bir adam İbn Omer'e geldi de:

— Yâ Ebâ Abdirrahmân! Azîz ve Celîl olan Allah yolunda cihâdı terkederek bir yıl hacc, bir yıl da umre yapmana seni ne şevketti? Halbuki sen Allah'ın cihâda çok teşvîk ettiğini bilmişsindir! dedi.

İbn Omer de ona:

— Ey kardeşim oğlu! İslâm beş şey üzerine kuruldu: Allah'a ve Rasûlü'ne îmân etmek, beş namazı kılmak, ramazân orucu tutmak, zekâtı ödemek, Ka'be'yi hacc yapmak dedi.

O zât:

— Yâ Ebâ Abdirrahmân! Allah'ın kendi Kitâbı'nda zikrettiği şeyi işitmiyor musun: "Eğer mü’minlerden iki zümre birbiriyle döğüşürlerse aralarım bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecâvüz ediyorsa, siz o tecâvüz edenle Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın..." (el-Hucurât: 9)?

"Onlarla hiçbir fitne kalmayıncaya kadar savaşın..." (d-Bakara: 193)! dedi, İbn Omer:

— Biz Rasûlüllah zamanında bunu yaptık. İslâm ehli az idi.. îmânlı kişi dîni hakkında fitneye uğratılırdı. Müşrikler onu ya öldürürler, yahut da devamlı azâb ve işkence ederlerdi. Nihayet müslümânlar çoğaldı ve hiçbir fitne (yani dînî baskı) kalmadı, dedi.

4556- Bu sefer o zât İbn Omer'e:

— Alî ve Usmân hakkındaki görüşün, sözün nedir? Dedi. İbn Omer:

— Usmân'a gelince, (Uhûd'daki kaçışını) Allah ondan affetmiş gibidir. Amma sizler ondan bu suçunu affetmeyi hiç istemediniz. Alî'ye gelince, O, Rasülullah'ın amcasının oğlu ve kızı Fâtıma'nın kocasıdır. -Ve eliyle işaret ederek:- (Rasülullah'ın odaları arasındaki) yerinde görüp durduğunuz şu ev, Alî'nin evidir, dedi

31. Bâb

Allah'ın Şu Kavli Bâbı:

“Allah yolunda mallarınızı harcayın. Kendinizi tehlikeye atmayın. (Dâima) iyilik edin. Çünkü Allah iyilik edenleri sever" (Âyet: 195). "Tehlüke" ve "Helak" bir ma'nâyadır

4557 Bize Şu'be tahdîs etti ki, Süleyman ibn Mıhrân şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil'den işittim; o da Huzeyfe'den. Huzeyfe (radıyallahü anh): "Allah yolunda mallarınızı harcayın ve kendinizi tehlikeye atmayın" âyeti nafakayı, yani Allah yolunda mal harcamayı terk hakkında indi, demiştir

32. Bâb

Allah'ın Şu Kavli Bâbı:

"Artık içinizden kim hasta olur yahut da başından bir eziyeti bulunursa, ona oruçtan yahut sadakadan yahut da kurbândan biriyle fidye (vâcib olur)..." (Âyet: 196)

4558 Abdurrahmân ibnu'l-Esbahânî şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ma'kıl'dan işittim, o şöyle dedi: Ben şu mescidin içinde, yani Küfe Mescidi'nde Ka'b ibn Ucre (radıyallahü anh)'nin yanına oturdum da ona "Oruçtan bir fidye" âyetim sordum. Ka'b ibn Ucre şöyle anlattı: (Hudeybiye'de) bitler yüzüm üzerinde saçılıp dağılır hâlde ben Peygamber'in yanına taşındım. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Ben meşakkatin sende bu dereceye ulaştığını zannetmiyordum. Sen bir davar bulabilir misin?" diye sordu.

Ben:

— Hayır, (bulamam), dedim. Peygamber:

— "Üç gün oruç tut, yahut herbir fakire yarım sâ' ölçeği buğday düşmek üzere altı fakiri doyur ve başını tıraş et" buyurdu.

İşte bu âyet husûsî olarak benim hakkımda indi, fakat bu umûmî olarak sizin hakkınızdadır, dedi

33. Bâb

'Kim hacca kadar umre ile fâidelenmek isterse... (Âyet: 196)

4559  Imrân ibn Husayn (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Allah'ın Kitâbı'nda mut'a âyeti, yani haccda temettü' yapma âyeti inmiştir. Akabinde biz de Rasûlüllah'ın beraberinde temettü' haccı yaptık. Temettü' yapmayı haram kılan Kur'ân indirilmedi; ölünceye kadar Peygamber de bundan nehyetmedi. Bir adam kendi re'yi ile istediği şeyi söylemiştir.

Muhammed el-Buhârî: O adamın Omer olduğu söylenir, dedi.

34. Bâb

 (Hacc mevsiminde ticâretle) Rabbinizden rızk istemenizde bir günâh yoktur” (Âyet: 198).

4560 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Ukâz, Mecenne ve Zu'l-Mecâz Câhiliyet devrinde birtakım büyük pazarlardı. Müslümanlar hacc mevsimlerinde buralarda ticâret yapmayı günâh saymışlardı. Bunun üzerine "Hacc mevsimlerinde (ticâretle) Rabbinizden rızk istemenizde bir günâh yoktur..." âyeti indi.

35. Bâb

"Sonra insanların döndüğü yerden siz de dönün. Allah'tan mağfiret isteyin. Şübhesiz ki, Allah çok mağfiret edicidir, çok merhamet eyleyicidir" (Âyet: 199).

4561 Âişe (r.anha)'den (o, şöyle demiştir): Kureyş ile Kureyş'in dîninde olan müşrikler (Câhiliyet devrinde) Muzdelife'de vakfe yaparlardı. Bunlara "Hums" ismi verilirdi. Bunlardan başka olan Arab hacıları ise Arafat'ta vakfe yaparlardı. İslâm gelince Allah, Peygamber'ine Arafat'a gitmesini, sonra orada vakfe yapmasını, bundan sonra dâ oradan dönmesini emretti. İşte bu, Yüce Allah'ın şu kavlidir: "Sonra insanların döndüğü yerden siz de dönün.,.".

4562 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Hacc niyetiyle ihrama girinceye kadar kişinin Beyt'i (hacc aylarında umre için) tavaf etmesi halâl değildi. Bineğine binip Arafat'a gittiğinde fidyesi deveden yahut sığırdan yahut koyundan kendisine kolay gelen bir hediye hayvandır. Bunlardan kendisine kolay olandan hangisini isterse kurbân eder. Şu kadar ki, böyle bir kurbanlık bulması kolay olmayan kişiye arefe gününden önceki hacc günleri içinde üç gün oruç tutması vâcib olur. Eğer bu üç günün sonuncusu arefe günü olursa, üzerine günâh yoktur. Bundan sonra ikindi namazından tâ karanlık oluncaya kadar Arafat'ta vakfe yapmak için gitsin. Vakfeden sonra Arafat'tan hareket etmeye davransınlar. Arafat'tan hareket ettikleri zaman geceyi geçirecekleri yer olan Muzdelife'ye kadar ilerlesinler. Sonra Allah'ı çok zikretsin (ler). Sabaha girmenizden önce tekbîr ve tehlîli çok söyleyiniz. Sonra (oradan Minâ'ya doğru) hareket ediniz. Çünkü insanlar da oradan hareket ediyorlardı. Ve Yüce Allah: "Sonra insanların (hep beraber) döndükleri yerden siz de dönün. Allah'tan mağfiret isteyin. Şübhesiz ki, Allah çok mağfiret edicidir, çok merhamet eyleyicidir" (Âyet: 199) buyurdu. En sonunda cemreyi taşlarsınız.

36. Bâb

'İnsanlardan kimi de: Ey Rabb'imiz bize dünyâda da güzellik ver, âhirette de güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru der" (Âyet: 201).

4563 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) her zaman: "Yâ Allah! Ey Rabb'imiz, bize dünyâda da güzellik ver, âhirette de güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru" diye duâ ederdi, demiştir

37. Bâb

"Halbuki o, düşmanların en yamanıdır... " (Âyet: 204). Atâ ibn Ebî Rebâh: "Nesl", "Hayavân"dır, demiştir

4564 Bize Sufyân es-Sevrî, ibn Cureyc'den; o da Abdullah ibn Ebî Muleyke'den; o da Âişe'den tahdîs etti. Âişe bu hadîsi Peygamber'e yükselterek "Allah'a erkeklerin en çok nefretlisi, düşmanlığı en şiddetli olanıdır" buyurdu, demiştir.

4565- Ve Abdullah ibnu'l-Velîd el-Adenî şöyle dedi: Bize Sufyân es-Sevrî tahdîs etti. Bana İbnu Cureyc, ibnu Ebî Muleyke'den; o da Âişe'den; o da Peygamber'den senediyle tahdîs etti

38. Bâb

"Yoksa siz, sizden evvel geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelip çattı ve (çeşitli belâlarla) sarsıldılar kî, hattâ peygamberleri beraberindeki mü’minlerle birlikte: Allah'ın yardımı ne zaman?' diyordu. Gözünüzü açın, Allah'ın yardımı muhakkak yakındır" (Âyet: 214) Bâbı

4566 İbn Cureyc şöyle demiştir: Ben İbn Ebî Muleyke'den işittim, şöyle diyordu: İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle dedi: "Hattâ o rasûller kavimlerinin îmânından ümîdlerini kesip de onların va'd edildikleri ilâhî yardım hususunda muhakkak yalana çıkarıldıklarını zannettikleri sırada... " (Yûsuf: 110).

ibn Ebî Muleyke dedi ki: İbn Abbâs bu Yûsuf: 110. âyetinden anladığı "yardımın gecikmesi ve yavaş gelmesi" ma'nâsım el-Bakara: 214. âyetinden de anladı da: "Hattâ o rasül, maiyetindeki mü’minlerle birlikte; 'Allah’ın yardımı ne zaman?' diyordu. Gözünüzü açın! Allah'ın yardımı muhakkak yakındır" (el-Bakara: 214) âyetini okudu.

4567- İbn Ebî Muleyke dedi ki: Ben Urvetu'bnu'z-Zubeyr'e kavuştum da ona bu âyette "Kuzibû" fiilindeki zâl harfinin şeddesiz okunmasını sordum. O şöyle dedi: Âişe, İbn Abbâs’ın bu fiildeki zâl'i şeddesiz okumasını inkâr ederek;

— Maâzallâhi ( = Allah'a sığınırım). Yemîn ederim ki, Allah Rasûlü'ne her ne va'd ettiyse, Rasûlü ölümünden önce o va'din muhakkak gerçekleşeceğini kat'î olarak bilmiştir. Lâkin belâlar, rasûllerden hiç ayrılmayıp devam edip durdu da, maiyyetinde bulunan mü'minlerin, kendilerini yalanlayacak olmalarından korkmuşlardır, dedi.

Âişe bu âyeti "Ve zannû ennehum kadkuzzibû" şeklinde zâl'in şeddesiyle okur idi

39. Bâb

"Kadınlarınız sizin (çocuk yetiştiren) tarlanızdır. O hâlde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin. Kendiniz için önden (iyi ameller) gönderin. Bir de Allah'tan korkun ve bilin ki, herhalde siz O 'na kavuşacaksınız. Îmân edenlere müjdele" (Âyet: 223).

4568 Bize Abdullah ibnu Avn haber verdi ki, Nâfi' şöyle demiştir: İbn Omer (radıyallahü anh) Kur'ân okuduğu zaman, okumasını bitirinceye kadar Kur'ân'dan başka birşey konuşmazdı. Bir gün ben onun huzurunda Mushaf'ı tuttum, o da ezberden el-Bakara Sûresi'ni okudu. Nihayet ondan bir yere ulaştığında, bana:

— Sen bu âyetin ne hakkında indirildiğini bilir misin? dedi. Ben:

— Hayır, bilmem, dedim. İbn Omer:

— Bu âyet şu şu hususta (yani kadınlara arka taraflarından gelmek sözleri hakkında) indirildi, dedi ve sonra okumasına devam etti.

4569- Ve Abdussamed'den (o dedi ki): Bana Bâbam Abdulvâris ibn Saîd tahdîs etti. Bana Eyyûb es-Sahtıyânî, Nâfi'den; o da İbn Omer'den tahdîs etti. İbn Omer "Kadınlarınıza istediğiniz gibi geliniz" kavli hakkında:

— Kocası kadına oradan gelir, demiştir.

Bu hadîsi Muhammed ibn Yahya ibn Saîd, Bâbası Yahya ibn Saîd'den; o da Ubeydullah ibn Omer'den; o da Nâfi'den; o da İbn Omer'den olmak üzere rivayet etmiştir.

4570 Câbir (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Yahûdîler: Erkek, kadın ile arka tarafından gelip cima' ederse doğacak çocuk şaşı olur, derlerdi. (Bu bâtıl inancı yıkmak üzere) "Kadınlarınız sizin bir ekinliğinizdir. O hâlde tarlanıza dilediğiniz taraftan geliniz" âyeti indi

40. Bâb

"Kadınları boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru' bir surette anlaştıkları takdirde artık kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın..." (Âyet: 232).

4571 el-Hasen el-Basrî şöyle demiştir: Bana Ma'kıl ibnu Yesâr tahdîs edip: Benim bir kızkardeşim vardı, onu benden istiyorlardı, dedi.

.........Buradaki senedlerde Yûnus ibn Ubeyd, el-Hasen'den tahdîs etti ki, Ma'kıl ibn Yesâr'ın kızkardeşini kocası boşamış ve kadım iddeti tamamlanıncaya kadar terketmiş. Akabinde boşayıp iddeti tamamlanan bu kadını velîsinden tekrar istemiş. Velîsi olan erkek kardeşi Ma'kıl bunu kabul etmemiştir. Bunun üzerine "Artık kadınların kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın" âyeti inmiştir

41. Bâb

"Sizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi nefislerini dört ay on gün bekletirler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında meşru' vech ile yaptıkları şeyden dolayı size günâh yoktur. Allah, ne işlerseniz hakkıyle haberdârdır" (Âyet: 234)

"Affederlerse'' "Hibe ederlerse" demektir

4572 Abdullah ibnu'z-Zubeyr şöyle dedi: "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi nefislerini dört ay on gün bekletirler... " (234.) âyeti var, bir de "Sizden zevceler bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak, yılına kadar fâidelenmelerini vasiyet etsinler. Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çıkarlarsa, artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size mesuliyet yoktur..." (240.) âyeti var.

İbnu'z-Zubeyr dedi ki: Ben Usmân ibn Affân'a şöyle dedim:

— Bu 240. nafaka âyetini ondan önceki diğer âyet, yani 234. (dört ay on gün bekleme) âyeti neshetmiştir. Böyle iken hükmü neshedilen bu âyeti Mushaf'ta niçin yazıyorsun? yahut: Bu mensûh âyeti Mushaf'ta niçin bırakıyorsun? Dedim.

Usmân da:

— Ey kardeşimin oğlu! Ben Mushaf'tan hiçbirşeyi bulunduğu yerinden değiştirmem, dedi

4573- Bize İshâk ibn Râhûye tahdîs etti. Bize Ravh ibn Ubâde tahdîs etti. Bize Şibl ibnu Abbâd, Abdullah ibn Ebî Necîh'ten; o da Mucâhid ibn Cebr'den tahdîs etti. Mucâhid şöyle demiştir: "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi nefislerini dört ay on gün bekletirler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman... " (234). Burada zikredilen dört ay on günlük iddet, kadının, kocasının akrabaları yanında bekleyeceği iddettir ki, bu vâcib bir iddettir Yüce Allah: "Sizden zevceler bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar fâidelenmelerini, bakılmalarını vasiyet etsinler. Bunun üzerine onlar kendiliklerinden çıkarlarsa, artık onların bizzat yaptıkları meşru işlerden dolayı size mes'ûliyet yoktur..." 240. âyetini indirdi.

Mucâhid dedi ki: Allah evvelki âyette dört ay on gün iddet bekleyen kadına, bir vasiyet olarak yedi ay yirmi gün daha ekleyip, senenin tamâmını tahsîs etti. O kadın isterse kendine yapılmış olan vasiyeti içinde ikaamet eder, isterse oradan çıkar. İşte bu Yüce Allah'ın: "Eşlerinin evlerinden çıkarılmayarak fâidelenmelerini vasiyet etsinler, Bunun üzerine o kadınlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size meşguliyet yoktur" kavlidir. (Dört ay on günlük) iddet ise, olduğu gibi kadın üzerine vâcibdir. İbnu Ebî Necîh, bunu Mucâhid'den olmak üzere söyledi.

Atâ ibn Ebî Rebâh da dedi ki: İbn Abbâs şöyle dedi: Bu âyet, kadının kendi ailesi yanında iddet beklemesini neshetti. Artık kadın istediği yerde (dört ay on günlük) iddetini bekler. Bu, Yüce Allah'ın: "Çıkarılmayarak..." kavlidir.

Atâ (İbn Abbâs'tan rivayet ettiğini tefsîr ederek) şöyle dedi: Kadın isterse kocasının ailesi yanında iddet bekler ve kendine yapılan vasiyette ikaamet eder, isterse Yüce Allah'ın: "Onların bizzat yaptıkları meşru'işlerden size meşguliyet yoktur" kavlinden dolayı başka yere çıkar gider.

Yine Atâ: Sonra (en-Nisâ: 11-12) mîrâs âyeti geldi de süknâ hakkını neshetti. Artık kadın (süknâ hakkı olmayarak, vasiyeti terkedip) dilediği yerde iddetini bekler, dedi.

Ve Muhammed ibn Yûsuf el-Feryâbî'den: Bize Verkaa ibn Amr el-Havârizmî, İbn Ebî Necîh'ten; o da Mucâhid'den bu suretle tahdîs etti. Ve yine Abdullah ibn Ebî Necîh'ten; o da Atâ'dan tahdîs etti ki, İbn Abbâs: Bu âyet, kadının, kendi ailesi içinde iddet beklemesini neshetti, artık kadın istediği yerde iddetini bekler. Çünkü Yüce Allah: "Çıkarılmayarak,.." buyurmuştur. Bu da yukarıda, Mucâhid'den rivayet edilen tarzdadır

4574 Bize Abdullah ibnu Avn tahdîs etti ki, Muhammed ibn Sîrîn şöyle demiştir: Ben bir meclisde oturdum, orada Ensâr'dan büyük büyük adamlar vardı. İçlerinde Abdurrahmân ibnu Ebî Leylâ da vardı. Ben, Abdullah ibn Utbe'nin, Haris kızı Subey'a'nın durumu hakkındaki hadîsini zikrettim. Abdurrahmân ibn Ebî Leylâ:

— Lâkin onun amcası olan Abdullah ibn Mes'ûd buna kaail olmazdı (yânı bu hükmü söylemezdi), dedi.

Bunun üzerine ben (Abdullah ibn Utbe'yi kasdederek):

— Eğer Kûfe'nin yanı başında ikaamet eden bir adama isnâden yalan söylediysem şübhesiz ben cesaretli, yânı utanmaz bir kimseyimdir, dedim.

Bu sırada İbn Sîrîn sesini yükseltti de şöyle dedi:

— Sonra ben çıktım, akabinde Mâlik ibn Âmir'e yahut Mâlik ibn Avf'a kavuştum ve ona: Hâmile iken kocası ölmüş olan kadının iddeti hakkında İbn Mes'ûd'un görüşü nasıl idi? diye sordum. O da bana şöyle cevâb verdi: İbn Mes'ûd: Siz o kadına ruhsatı tatbik etmeyerek, onun üzerine uzun olan iddeti mi tatbik ediyorsunuz? Yemîn olsun kısa olan en-Nisâ Sûresi, yani et-Talâk Sûresi, en uzun iddet olan bu el-Bakara âyetinden sonra inmiştir, dedi.

Eyyûb es-Sahtıyânî de Muhammed ibn Sîrîn'den söyledi ki, İbn Sîrîn (şekksiz olarak):

— Ben Ebû Atıyye Mâlik ibn Âmir'e kavuştum..., demiştir.

42. Bâb

"Namazları Ve Orta Namazı Muhafaza Ediniz. (Âyet: 238) Bâbı

4575 Buradaki iki senedle Alî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hendek günü: "Müşrikler bizi güneş batıncaya kadar orta namazından habsettiler. Allah onların kabirlerini ve evlerini ateş doldursun" buyurdu.

Râvî Yahya ibn Saîd: Yâhud Peygamber: "Allah onların kabirlerini ve içlerini ateş doldursun" buyurmuştur, diye şekk ile rivayet etmiştir

43. Bâb

"Ve Allah İçin Tam Huşu' Ve Taâtle Dîvân Durun Yani "Tam İtaat Ediciler Olarak Namaza Durun" (Âyet: 238) Bâbı

4576 Zeyd ibn Erkam (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler namaz içinde kelâm söylerdik. Bizim birimiz yanındaki kardeşine ihtiyâcı husûsunda söz söylerdi. Nihayet şu: "Namazları ve orta namazı muhafaza ediniz. Allah'ın dîvânına tam huşu' ve itaatle durun" âyeti indi de, bunun üzerine bize namazda sükût etmemiz emredildi

44. Bâb

Azîz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Bâbı:

"Fakat korkarsanız, o hâlde (namazı) yürüyerek yahut süvârî olarak kılın (bırakmayın). Tehlikeden emîn olduğunuz vakit ise yine Allah'ı, size bilmediğiniz şeyleri nasıl öğretti ise öyle anın" (Âyet: 239).

Saîd ibn Cubeyr şöyle dedi

"Kursiyyuhu", "Onun ilmi" demektir. "Bastaten", ziyâde ve fazlaya denilir. "Efriğ", "Boşalt" yani "İndir"; "Velâ yeûduhû", "Ona ağır gelmez"; "Âdenî, "Bana ağır gelip belimi büktü", "el-Âdu ve'l-Aydu" "Kuvvet"; "es-Sinetu", "Uyku başlangıcı, mızganma, uyuklama"; "Lem-yetesenneh", "Değişmedi, bozulmadı"; "Fe-buhıte", "Hücceti gitti", "Hâviye", "İçinde hiçbir can yoldaşı, yani hiçbir kimse yok"; "Urûşuhâ", "Binaları", "es-Sinetu", "Uyku başlangıcı, uyuklama"; "Nûnşiruhâ", "Onu çıkarırız". "ı’sârun"; "içinde ateş bulunan kalın bir sütün gibi yerden göğe doğru şiddetle esip herşeyi koparan rüzgâr, kasırga".

İbn Abbâs da: "Salden", "Üzerinde hiçbirşey bulunmayan"demektir, dedi.

İkrime de: "Vâbilun", "Şiddetli yağmur"; "et-Tallu", "Hafif yağmur, çiğ, nem"dir dedi. İkrime'nin zekrettiği bu şeyler mü'min amelinin meselidir.

4577 Bize Mâlik, Nâfi'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) kendisine korku namazı sorulduğu zaman şöyle der idi: İmâm Öne geçer, insanlardan bir taife de onun arkasında saff durur. İmâm onlara bir rek'at namaz kıldırır. Bu sırada onlardan bir taife namaz kılanlarla düşman arasında bulunur, namaz kılmayıp, onları korurlar, îmâm'ın beraberindekiler bir rek'at kıldıkları zaman selâm vermeyerek, o namaz kılmayanların bulunduğu yere çekilirler. Bu sefer o namaz kılmamış olanlar, imâmın arkasına geçip imâmla birlikte bir rek'at namaz kılarlar. Sonra imâm İki rek'at kılmış olduğu hâlde selâm verip namazdan çıkar. İmâm namazdan çıktıktan sonra o iki taifeden herbiri kendi başlarına birer rek'at daha namaz kılarlar. Böylece iki taifeden her biri iki rek'at namaz kılmış olur. Korku bundan da çok olursa, ister yaya olarak ve ayaküstü durarak (yani rükû' ve sucûdu terkederek), ister hayvan üzerinde olarak, kıbleye ister yüzleyerek, ister yüzlemeyerek (îmâ ile) kılarlar.

Nâfi': İbn Omer bu ta'rîfi muhakkak Rasûlüllah'tan; O'nun ta'rîfi olmak üzere söyledi zannederim, demiştir

45. Bâb

 "Sizden zevcelerini geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak, yılına kadar fâidelenmelerini vasiyet etsinler. Onlar kendiliklerinden çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru' işlerden dolayı size mes’uliyet yoktur... " (Âyet: 240).

4578 Bize Habîb ibnu'ş-Şehîd tahdîs etti ki, İbnu Ebî Muleyke şöyle demiştir: Abdullah ibnu'z-Zubeyr dedi ki: Ben Usmân ibn Affân'a:

— el-Bakara Sûresi'ndeki şu "Sizden zevcelerini geride bırakıp ölecek olanlar eşlerinin kendi evlerinden çıkarılmayarak, yılına kadar fâidelenmelerini vasiyet etsinler... " (Âyet: 240) âyetini diğer (234.) âyet neshetmiştir. Böyle iken sen o neshedilmiş âyeti niçin Mushaf'a yazıyorsun? dedim.

Usmân:

— Sen de onu yerinde bırakacaksın, ey kardeşimin oğlu! Ben Mushaf'tan hiçbirşeyi bulunduğu yerinden değiştirmiyorum, dedi. Humeyd ibnu'l-Esved: Bu metin tarzında demiştir.

46. Bâb

“Hani İbrahim: 'Ey Rabb’im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demişti-.. " (Âyet: 260)

4579 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Biz şekketmeye İbrahim'den daha haklıyız: Hani İbrahim: Ey Rabb’im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demiş, Allah da: İnanmadın mı yoksa? Demiş; o da: İnandım, fakat kalbimin (gözümle de görerek) yatışması için (istedim) demişti"

47. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Sizden herhangi biriniz arzu eder mi ki, hurmalardan, üzümlerden onun bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun, (fakat) ona ihtiyarlık çöksün, âciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o yanıversin? İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz" (Âyet: 266).

4580 İbn Cureyc şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Ebî Muleyke'den işittim; o, İbn Abbâs'tan tahdîs ediyordu: Yine İbn Cureyc şöyle demiştir: Ben onun kardeşi Ebû Bekr ibn Ebî Muleyke'den de işittim; o da Ubeyd ibn Umeyr (el-Leysî el-Mekkî)'den tahdîs ediyordu. O şöyle demiştir: Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) bir gün Peygamber'in sahâbîlerine hitaben:

— Şu "Sizden herhangi biriniz arzu eder mi ki..." âyeti hangi şey hakkında indi düşünürsünüz? diye sordu.

Oradakiler:

— Allah en bilendir, dediler.

Bu cevâb üzerine Omer öfkelendi de:

— Biliyoruz, yahut bilmiyoruz deyiniz, dedi. İbn Abbâs:

— Benim gönlümde o âyetten birşey (bir ilim) var ey Mü'minlerin Emîri! dedi. Omer de ona:

— Ey kardeşim oğlu! Kendini küçük görmeyerek söyle! dedi. İbn Abbâs:

— Bir amel için mesel yapılmıştır, dedi. Omer:

— Hangi amel için? dedi.

İbn Abbâs yine "Bir amel için" dedi. Omer:

— Azîz ve Celîl olan Allah'ın tâatiyle amel eden zengin bir adam için ki, sonra Allah o adama şeytânı yolladı, o da ma'siyetlerle amel etti. Nihayet Allah o adamın iyi amellerini zayi' etti.

"Fe-surhunne", ''Onları parça parça kes" demektir

48. Bâb

"Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de birşey istemezler..," (Âyet: 273).

"Elhafe aleyye", "Elahha aleyye" ve "Ahfâni bi'l-mes'ele"; bunların hepsi bir ma'nâya olup "İstekte aşırı gitti" demektir.

"Fe-yuhfıkum", "Israrla istemekte sizi yorar" demektir.

4581 Atâ ibn Yesâr ile Abdurrahmân ibn Ebî Amre el-Ensârî; ikisi şöyle demişlerdir: Biz Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den işittik, o şöyle diyordu: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Miskin, insanların verdiği bir hurma, iki hurma, bir lokma, iki lokmanın geri çevirdiği şu dilenci kişi değildir. Hakîkî miskin (kendisini geçindirecek nafakası olmadığı hâlde) insanlara el açıp istemekten çekinip iffetli kalmağa çalışan kimsedir. İsterseniz okuyunuz."

Buhârî'nin üstadı Saîd ibn Ebî Meryem: Yüce Allah'ın şu kavlini kasdediyor, dedi: "Onlar insanlardan yüzsüzlük edip birşey istemezler...".

49. Bâb

'Halbuki Allah alışverişi halâl, ribâyı (faizi) haram kılmıştır" (Âyet: 275). "el-Mess", "Delilik"tir.

4582 Bize Müslim (ibnu's-Subayh el-Kûfî), Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonundan ribâ hakkındaki âyetler indiği zaman, Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyetleri insanlara karşı okudu. Sonra şarâb hususunda ticâret yapmayı haram kıldı

50. Bâb

"Allah Ribâyı Mahveder" (Âyet: 276). Onu Tamâmiyle Giderir.

4583  Süleyman ibn Mıhrân şöyle demiştir: Ben Ebû'd-Duhâ'dan işittim; O, Mesrûk'tan tahdîs ediyordu: Âişe (r.anha) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonlarındaki âyetler indiği zaman Rasülullah çıktı da mescidde bunları okudu. Akabinde şarâb hususundaki ticâreti haram kıldı.

51. Bâb

(Eğer böyle yapmazsanız) Allah ve Rasûlü'nden mutlak bir harb olunacağını bilin'' (Âyet: 279)

4584 Şu'be, Mansûr'dan; o da Ebû'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan tahdîs etti ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresi'nin sonundan o âyetler indirildiği zaman Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları mescidde okudu ve şarâb ticâretim haram kıldı.

52. Bâb

"Eğer borçlu darlık içinde bulunuyorsa, ona geniş bir zamana kadar mühlet verin. Sadaka olarak bağışlamanız ise sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz" (Âyet: 280).

4585- Ve bize Muhammed ibn Yûsuf, Sufyân es-Sevrî'den; o da Mansûr'dan ve el-A'meş'ten; onlar da Ebû'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan söyledi ki, Âişe (r.anha) şöyle demiştir: el-Bakara Sûresî'nin sonundan o âyetler indirildiği zaman, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidde ayağa kalktı da, bu âyetleri bize karşı okudu. Sonra şarâb hakkında ticâret yapmayı haram kıldı.

53. Bâb

"Öyle bir günden sakının ki, hepiniz o gün Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir" (Âyet: 281).

4586 İbn Abbâs radıyallahü anhüma: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerine inen son hüküm âyeti, ribâ âyetidir, demiştir.

54. Bâb

" (Göklerde Ne Var, Yerde Ne Varsa Hepsi Allah'ındır.)

Eğer siz içinizdekini açıklar yahut gizlerseniz, Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra kimi dilerse ona mağfiret eder, kimi dilerse onu da azâblandırır. Allah herşeye kaadirdir" (Âyet: 284).

4587 Bize Miskin (ibn Bukeyr el-Harrânî), Şu'be'den; o da Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Mervân el-Asfar'dan; o da Peygamber'in sahâbîlerinden olan bir adamdan -ki o, İbn Omer'dir- bu "Eğer nefislerinizdekini açıklar yahut gizlerseniz... " âyeti nesh edilmiştir, diye tahdîs etti

55. Bâb

"O Rasûl, Rabb’inden kendisine indirilene îmân etti...” (Âyet: 285-286).

İbn Abbâs: "Isran", "Ahden" demektir; "Gufrâneke" denilir ki, "Mağfiretini isteriz, bize mağfiret eyle" demektir, demiştir.

4588 Bize Şu'be, Hâlid el-Hazzâ'dan; o da Mervânel-Asfar'dan; o da Rasûlüllah'ın sahâbîlerinden olan bir adamdan onun -el-Asfar: Ben o mübhem adamın İbn Omer olduğunu zannediyorum, demiştir “Eğer siz nefislerinizdekini açıklar yahut gizlerseniz. " âyetini ondan sonraki âyet neshetti, dediğini haber verdi.