Geri

   

 

 

 

İleri

 

4- en-Nisâ Sûresi

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle

İbn Abbâs şöyle demiştir: Yestenkifû (Çekinir)", "Yestekbiru (Büyüklenmek ister)" demektir. "Kıvâmen", "Yaşayışlarınızı doğrulttuğunuz şey"; "Lehunne sebîlen", "O kadınlar için bir yol ta'yîn edinceye kadar". Bununla zinâkâr evli için recm'i, bekâr için de deynekleme cezasını kasdeder.

İbn Abbâs'tan başkası (yani Ebû Ubeyde) de şöyledemiştir: "Mesnâ" ve "Sülâse" ve "Ruba"' ile "iki", "Üç" ve "Dörd"ü kasdeder. Arab dörtten öteye geçmez.

1. Bâb

Eğer yetim kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız..." (Âyet: 3)

4616- Bize, İbrâhîm ibn Mûsâ tahdîs etti. Bize Hişâm ibn Yûsuf haber verdi ki, İbn Cureyc şöyle demiştir: Bana Hişâm ibn Urve, Bâbası Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe (r.anha)'den haber verdi (o şöyle demiştir): Bir adamın yanında babası ölmüş yetîm bir kız vardı. Bu adam o yetîm kızla evlendi. Yetîm kızın bir hurmalığı vardı. O adam kız için gönlünde bir arzusu olmadığı hâlde, bu yetîm kızı sırf o hurmalık sebebiyle tutuyordu. "Eğer yetîm kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, sizin için halâl olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâh edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınızdan endîşe ederseniz, o zaman bir (tane ile) yahut mâlik olduğunuz câriye (ile yetinin). Bu (tek zevce veya câriye) sizin (haktan) eğrilip sapmamanıza daha yakındır" âyeti, işte bu zât hakkında indi.

Râvî Hişâm ibn Yûsuf: Ben Urve'nin:

— O yetîm kız bu hurmalıkta ve adamın malında ortağı idi, dediğini sanıyorum, demiştir

4617 Ibn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, kendisi Âişe'den Yüce Allah'ın "Eğer yetîm kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız... " kavlinin tefsîrini sormuş. Âişe (r.anha) de şöyle demiştir:

— Ey kız kardeşimin oğlu, bu âyetteki yetîm kız, velîsinin velayet ve vesayeti altında bulunup malında erkeğe ortak yapar. Kızın malı ve güzelliği, velîsi olan erkeğin hoşuna gider. Bu sebeble velîsi onunla evlenmek ister. Fakat kızın mehrinde adalet etmek ve başkasının vereceği kadar mehr vermek istemez. İşte (bu âyette) o çeşit velîlerin velayeti altındaki yetîm kızları -haklarında adalet ve onların mehirlerini en yüksek mikdârına yükseltmedikçe- nikâh etmeleri nehyolunup, bunlardan başka kendilerine halâl olan kadınlardan nikâh etmeleri emrolunmuştur.

Âişe devamla dedi ki:

— Bu âyet indikten sonra insanlar Rasülullah'a sorup fetva istediler. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor; Kendileri için yazılmış olanı (mîrâsı) onlara vermediğiniz ve nikâhlarını da beğenip istemediğiniz yetîm kızlar ve (henüz ergin olmayan) küçük çocuklar hakkında, bir de yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız (onlara iyi bakmanız) hususunda işte Kitâb'da okunup duran âyetler (2., 3., 6., 9., 10. ve 11. âyetleri kasdediyor). Hayırdan daha ne yaparsanız şübhesiz Allah onu da hakkıyle bilicidir" (Âyet:127).

Âişe dedi ki:

— Yüce Allah'ın bu diğer âyetteki "Ve tergabûne en-tenkıhû-hunne" kavli de herhangi birinizin himayesinde bulunan yetîm kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman onunla evlenmeye rağbet göstermemesidir.

Âişe dedi ki:

— Bu mal ve güzelliği az olan yetîm kızlara rağbet etmediklerinden dolayı malına ve güzelliğine rağbet ettikleri yetîm kızları -adalete riâyet etmedikçe- nikâh etmekten yetîm velîleri nehyolundular

2. Bâb

" (Velîlerden) kim zengin ise (yetimin malını yemekten) kaçınsın. Kim de fakır ise, o hâlde örfe göre yesin. Artık onlara mallarını teslim ettiğiniz vakit karşılarında şâhid bulundurun. Tam bir hesâb sorucu olmak bakımından ise Allah yeter" (Âyet: 6).

"Bidâran", "Mubâdereten" (yânı: Hacet yokken, bulûğlarından önce çabuk davranarak) demektir.

"A'tednâ", "A'dednâ" (yânı "Aded"in ifâl babından) "Hazırladık" demektir. "A'tâd'' “Hazırlık" ( masdarın)dan olan "Efalnâ" (yânı A'tednâ) da aynı ma'nâyadır.

4618 Âişe (r. anha); (Velîlerden) kim zengin ise yetimin malından yemekten kaçınsın. Kim de fakir ise, o hâlde örfe göre yesin..." kavli hakkında: Bu âyet yetîm malı hususunda indi. Yetîmin velîsi fakîr olduğu zaman, o malın işlerini iyilikle bakıp yerine getirmesi karşılığında (hizmet ücreti ve zarurî olan ihtiyâcı kadar) o maldan yer, demiştir

3. Bâb

“Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa kendilerini ondan (birşey vererek) rızıklandırın, (gönüllerini alacak) güzel sözler de söyleyin” (Âyet: 8).

4619 İkrime'den: İbn Abbâs radıyallahü anhüma: “Miras taksim olunurken (mîrâsçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulunursa..." âyeti muhkemdir, neshedilmiş değildir, demiştir.

Bu hadîsi İbn Abbâs'tan rivayet etmekte İkrime'ye Saîd ibn Cubeyr mutâbaat etmiştir.

4. Bâb

"Allah size mîrâs taksimini şöyle tavsiye eder; Çocuklarınızda erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır... (Âyet: 11).

4620 Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber ile Ebû Bekr beraberce yürüyerek Benû Selime yurdundaki evimde beni hasta ziyaretine gelmişlerdi. Peygamber beni birşey düşünemez derecede baygın bulmuştu. Bunun üzerine Peygamber abdest suyu isteyip abdest almış, sonra abdest suyundan bir mikdârını benim üzerime serpmişti. Ben ayıldım ve:

— Yâ Rasûlallah! Malımda (veraset hususunda) ne yapmamı (ne suretle tasarruf etmemi) emredersin? diye sordum.

Bunun üzerine şu mealdeki âyet indi: "Allah size miras taksimini şöyle tavsiye eder: Çocuklarınız hakkında (ki hüküm) erkeğe iki dişinin payı mikdârıdır. Fakat çocuklar ikiden fazla kadınlar iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Dişi çocuk bir tek ise, o zaman terikenin yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babadan her-birine terîkenin altıda biri verilir. Çocuğu olmayıp da ona ana ve babası mîrâsçı olduysa üçte biri anasınındır. Erkek, dişi kardeşleri varsa o vakit altıda biri anasınındır. (Fakat bütün bu hükümler ölenin) edeceği vasiyetten veya borc (unun ödenmesinin sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin faide cihetinden size daha yakın olduğunu bilmezsiniz- (Bu hükümler ve hisseler) Allah’tan birer farizadır. Şübhesiz ki, Allah hakkıyle bilicidir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir".

5. Bâb

"Zevcelerinizin çocuğu yoksa terîkesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa, size terîkesinden (düşecek hisse) dörtte birdir..." (Âyet: 12)

4621 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: İslâm'ın başlangıcında kişinin malı, öldüğü zaman mîrâs olarak oğluna kalırdı. Vasiyet de ana ile babanın hakkı idi (yalnız ebeveyne vasiyet edilirdi). Bilâhare Allah bundan irâde ettiği kısmını (mîrâs âyetiyle) neshetti de mîrâsı erkeğe, iki dişi payı kadar ta'yîn buyurdu. Ana ile babadan her birisine de (eğer çocuk varsa) altıda bir verdi, çocuk yoksa üçte bir verdi. Yine kadına (çocuk bulunduğu surette) sekizde bir, çocuksuzsa dörtte bir verdi. Zevceye de (çocuk yoksa) yarı, (çocuk varsa) dörtte bir hisse verdi.

6. Bâb

"... Kadınlara zorla mirasçı olmanız ve onları -kendilerine verdiğiniz mehirden birazını giderebilmeniz için- tazyik etmeniz size halâl olmaz.." (Âyet: 19)

Ve İbn Abbâs'tan: "Lâ ta'dulûhunne", "Onları kahretmeyin"; "Hüben", "Günâh"; "en-Teûlû", "Meyletmeniz"; "Nıhleten", "en-Nıhletu", "el-Mehru" demektir, diye tefsir ettiği zikrolunuyor.

4622 Bize (Ebû İshâk Süleyman ibnu Feyrûz) eş-Şeybânî, İkrime'den; o da İbn Abbâs'tan tahdîs etti. eş-Şeybânî şöyle dedi: Bu hadîsi Ebü'l-Hasen Atâ es-Suvâî de zikretti ki, ben onun bunu muhakkak İbn Abbâs'tan zikrettiğini düşünüyorum: "Ey îmân edenler, kadınlara zorla mîrâsçı olmanız ve onları -kendilerine verdiğiniz mehirden birazını gider (ip elinize geçire)bilmeniz için- tazyik etmeniz size halâl olmaz. Meğerki arayı açacak bir fuhuş işlemiş olsunlar. Onlarla iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki birşey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur" (Âyet: 19).

İbn Abbâs dedi ki: Câhiliyet halkının şu âdetleri vardı: Bir adam vefat ettiği zaman, onun velîleri kalan zevcesini de mîrâs almaya herkesten haklı olurlardı. Velîlerden bâzısı isterse ilk mehri ile o kadınla evlenir, isterlerse onu başka birisiyle evlendirip mehrini alırlardı. Yine isterlerse o kadını kimseyle evlendirmezler (fidye vermesi için habsederler, ölünce mîrâsını alırlar)dı. Ölenin velîleri o kadına, kadının ailesinden daha haklı olurlardı. İşte bu âyet, bunlar hakkında (bu kötü âdetleri kaldırmak hususunda) indi.

7. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

(Erkek ve dişiden) herbiri için baba ve ananın, yakın hısımların terîkelerinden de vârisler yaptık. Akd ile yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini verin. Allah herşeyin üstünde hakîkî bir şâhiddir" (Âyet: 33)

"Mevâlî", "Velîler", "Mirasçılar" demektir. Ma'mer de şöyle demiştir: "Evliya", "Mevâlî'dir, yine "Evliya", "Mirasçılar”dır.

"Yeminlerinizin karşılıklı muâhade akdettiği kimseler..."; bu, yemîn mevlâsıdır ki, yeminle bağlanan kişiden ibarettir. "el-Mevlâ", yine "Amcaoğlu"; "el-Mevlâ’l-mu'tıku", "Kölesine hürriyet veren kişi"; "el-Mevlâ’l-mu'taku", "Kendisine hürriyet verilen kimse"; "el-Mevlâ’l-meliku", "İnsanların işlerini (yürütmeyi, idare etmeyi) üzerine alan kimse", bir de dînde olan "Mevlâ" vardır

4623 İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan (o, şöyle demiştir): "Erkek, dişi; herbiri için mevtalar kıldık ", "Mirasçılar kıldık" demektir. "Karşılıklı yeminlerinizin bağladığı kimseler", Muhâcirler'le Ensâr'dır ki, Muhacirler Medine'ye geldikleri ilk zamanlarda Peygamber'in bunlarla Medîneli Ensâr arasında kurduğu kardeşlik akdleri sebebiyle Zevu'l-Erham'dan evvel (hısımlık sahihlerinden evvel) mirasçı olurlardı. Fakat sonra "Erkek, kadın; herbiri için mirasçılar kıldık" âyeti inince, akidleşme ve kardeşlik akdiyle kurulmuş olan mîrâsçılık nesholundu.

Sonra İbn Abbâs, "Karşılıklıyeminlerinizin bağladığı kimseler" kavli hakkında: Artık bu yalnız yardım etmek, ihsan etmek, nasîhat etmekten ibaret kaldı. Akidleşen iki kişi arasında mîrâsçılık gitmiş oldu. Ancak yeminli dostu için vasiyet edebilir.

 (Buhârî dedi ki:) Bu hadîsi râvî Ebû Usâme, İdrîs ibn Yezîd'den işitti. İdrîs de Talha ibn Musarrıf ’tan işitti.

8. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Şübhesiz ki, Allah zerre kadar haksızlık etmez. Bir iyilik olursa onu kat kat artırır. Kendi canibinden pek büyük bir mükâfat verir'' (Âyet: 40).

4624- Bana Muhammed ibnu'l-Abdilazîz tahdîs etti. Bize Ebû Omer Hafs ibnu Meysere, Zeyd ibn Eslem'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında birtakım insanlar:

— Yâ Rasûlallah! Biz kıyâmet gününde Rabb'imizi görecek miyiz? dediler.

Peygamber:

— "Evet (kıyâmet gününde Rabb'inizi göreceksiniz); Güneşin ziyâını öğle vakti önünde hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya', birbirinize zahmet vermeye hacet görür müsünüz?" diye sordu.

Sahâbîler:

— Hayır görmeyiz, dediler.

Peygamber:

— "Ayın ondördüncü gecesi önünde hiç bulut yok iken görmek için birbirinize zahmet vermeye hacet görür müsünüz?' dedi.

Onlar:

— Hayır, görmeyiz, dediler. Peygamber:

— "İşte bu iki kürreden herhangi birisinin ziyâını (sıkışmadan, meşakkatsiz, tam bir açıklıkla) gördüğünüz gibi, kıyâmet gününde Aziz ve Celîl olan Allah'ı, birbirinize meşakkat ve zahmet vermeden açıkça göreceksiniz" buyurdu.

Ve şöyle devam etti:

"Kıyâmet günü olduğu zaman bir dellâl: Her ümmet neye ve kime tapıyor idiyse onun ardına düşer (yani düşsün) diye i'lân edecek. Bunun üzerine Allah'tan başka şeylere: Putlara, heykellere, dikili taşlara tapagelen ne kadar müşrik varsa, onlardan hiçbiri geri kalmaksızın cehennemin içine dökülecekler. Artık ortalıkta yalnız Allah 'a ibâdet eden gerek sâlih, gerek fâcir kimselerle (müşrik olmayan) kitâb ehli bakıyyelerinden başka kimse kalmayınca, Yahûdîler'den geri kalanlar çağırılacak ve onlara:

— Siz kime ibâdet ederdiniz? Diye sorulacak. Onlar:

— Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e ibâdet ederdik! Diye cevâb verecekler.

Bunun üzerine onlara:

— Siz yalan söylüyorsunuz. Allah hiçbir eş ve oğul edinmedi! Denilecek.

— Şimdi siz ne istersiniz? Diye sorulacak. Onlar da:

— Ey Rabbimiz, çok susadık, bize su ihsan et! Diyecekler. Bunun üzerine onlara:

— Haydi, su başına gelmez misiniz? Diye işaret olunacak.

Akabinde onlar bir araya getirilip cehenneme doğru sevk olunacaklar. O cehennem ateşine ki, onların görüşünde yalımları birbirini kırıp geçiren serâb gibi görünecek ve onu su zannedip birbiri ardınca ateşin içine dökülecekler. Sonra Nasrânîler (in bir taifesi) çağrılacak. Onlara da:

— Siz kime tapardınız? Diye sorulacak. Onlar da:

— Biz Allah'ın oğlu Îsa'ya ibâdet ederdik, diyecekler. Onlara da:

— Siz yalan söylüyorsunuz. Allah hiçbir eş ve hiçbir oğul edinmiş değildir, denilecek ve: Ne istiyorsunuz? Diye sorulacak.

Onlar da kendilerinden evvelki Yahûdîler'in su isteyip cehenneme sevkolunmaları gibi cehenneme sevkolunacaklar.

Artık meydanda sâlih veya fâsık olarak Allah'a ibâdet eden mü min muvahhidlerden başka kimse kalmayınca, Âlemlerin Rabbi onlara evvelden bildikleri en yakın bir sıfatta gelecek, yani tecellî edecek ve Allah tarafından bu muvahhidlere.

— Sizler ne bekliyorsunuz? (Görüyorsunuz) her ümmet ibâdet etmekte bulunduğu şeyin ardına düşüp gidiyor! buyurulacak.

Onlar da:

— Ey Rabb'imiz, biz dünyâda iken (seni tanımayan, sana ibâdet etmeyen) şu insanlardan kendilerine en ziyâde muhtâc olmamıza rağmen ayrılıp ayrı yaşadık, Sen'in rızân için bunlarla arkadaşlık yapmadık. Biz şimdi kendisine kulluk edegeldiğimiz Rabb'imizi (O'nun kerem ve inayetini) bekliyoruz! Diyecekler.

Bunun üzerine Yüce Allah onlara iki yahut üç kerre:

— Ben sizin Rabb'inizim! Buyuracak.

Onlar da her seferinde:

— Biz Allah'a hiçbirşeyi ortak kılmayız! Diyecekler"

9. Bâb

"Her ümmetten birer şâhid, onların üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman nice olur?" (Âyet: 41).

"el-Muhtâl" ve "el-Hattâl" birdir.

“Birtakım yüzleri silmemizden önce", "Onları enseleri gibi oluncaya kadar dümdüz yapmamızdan önce" demektir.

"Tamase’l-kitâbe ( = Kitabı sildi)", "Onu mahvetti" demektir. "Saîran", çok yanıcı ateş demektir.

4625  (Buradaki iki senedde) Abdullah ibnMes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben:

— "Bana karşı Kur'ân oku!" diye emretti. Ben de O'na:

— Kur'ân Senin üzerine indirildiği hâlde, ben onu Sana karşı mı okuyacağım? dedim.

Peygamber:

"Şübhesiz ben Kur'ân'ı kendimden başkasından işitmeyi severim" buyurdu.

Ben de kendisine en-Nisâ Sûresi'ni okumağa başladım. "Her ümmetten birer şâhid, onlar üzerine de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman nice olur!" âyetine ulaştığımda Peygamber bana:

— "Okumayı tut (yânı durdur)" buyurdu.

O sırada gördüm ki, Peygamber'in iki gözü yaş döküyordu

10. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"... Eğer hasta olur, ya bir sefer üzerinde bulunursanız yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse,.." (Âyet: 43)

"Saîden", "Yeryüzü" demektir.

Ve Câbir şöyle demiştir: Câhiliyet'te kendileri önünde muhakeme olmak istedikleri tâğûtlar, Cuheyne kabilesinde bir tâğût, Eşlem kabilesinde bir tâğût ve Arab kabilelerinden herbirinde birer tâğût idi. Bunlar birtakım kâhinlerdir ki, üzerine şeytânlar müstakbel hakkında kâinattan haberlerle inerler. Omer ibnul-Hattâb da:

'el-Cibtu", "es-Sıhr"; "et-Tâğûtu", "eş-Şeytân"dır, demiştir.

İkrime de: "el-Cibt", Habeşe dilinde "Şeytân", "et-Tâğût" ise "Kâhin" demektir, demiştir

4626 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Esmâ'ya âid olan bir gerdanlık kayboldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun aranması için birtakım adamlar yolladı. (Kendisi ve ordu bekledi.) Bu sırada namaz vakti geldi. Halbuki bir subaşında değillerdi, bir su da bulamadılar. Akabinde abdestsiz oldukları hâlde namaz kıldılar. Bunun üzerine Yüce Allah şunu, yani Teyemmüm âyeti'ni indirdi

11. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Ey îmân edenler, Allah'a itaat edin. Rasûl’e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin... " (Âyet: 59).

4627 Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma: "Ey îmân edenler, Allah 'a itaat edin, Rasûl’e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer birşey hakkında çekişirseniz, onu Allah 'a ve Rasûl’e döndürün, eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız. Bu hem hayırlı, hem netice îtibâriyle daha güzeldir" âyeti, o zaman Peygamber'in kendisini bir seriyyede (askerî birlikte) kumandan yaparak gönderdiği Abdullah ibn Huzâfe ibn Kays ibn Adiyy hakkında indi, demiştir

12. Bâb

 “Öyle değil, Rabb 'ine and olsun ki, onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç sıkıntı duymadan tam teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar" (Ayet 65)

4628 Urve ibnu'z-Zubeyr şöyle dedi: ez-Zubeyr, Harre mevkiinde hurmalıkları suladıkları su yolundan (su nevbetinden) dolayı Ensâr'dan bir adamla nizâlaştı.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Yâ Zubeyr! Tarlanı sula, sonra suyu habsetme de komşuna doğru salıver!" buyurdu.

Bunun üzerine Ensârî zât:

— Yâ Rasûlallah, Zubeyr halanın oğlu olduğu için mi? diye ta'rîz etti.

Bu sözden dolayı Peygamber'in yüzü değişti. Sonra:

"Yâ Zubeyr, tarlanı sula, sonra suyu tâ hurma ağaçlarının köklerine dönüp erişinceye kadar habset. Sonra suyu komşuna doğru salıver!" buyurdu.

Peygamber, Ensârî kendisini öfkelendirdiği zaman apaçık hükümde Zubeyr'in hakkını tastamam aldırttı. Halbuki birinci emirde onlara içinde genişlik bulunan bir işle emretmişti.

ez-Zubeyr şöyle dedi: Ben şu âyetlerin muhakkak bu hâdise hakkında indiğini zannediyorum: "Öyle değil, Rabb’ine and olsun ki, onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç sıkıntı duymadan, tam teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar".

13. Bâb

" (Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse, işte onlar) Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi adamlarla beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır!" (Âyet: 69).

4629 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah'tan "Hasta olan herbir peygamber muhakkak dünyâ ile âhiret arasında muhayyer kılınır" buyururken işittim. İçinde ruhunun alındığı hastalığında kendisini bir boğaz kısılması ve şiddetli bir ses kalınlaşması yakalamıştı. İşte o zaman ben kendisinden şu âyeti söylerken işittim: "... Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle, iyi adamlarla beraberdirler, onlar ne iyi arkadaştır!" Artık ben de bundan, Rasûlüllah'ın bu iki dilek arasında muhayyer kılındığını bildim.

14. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Size ne oluyor ki, Allah yolunda -ve acz ve ıztırâb içinde bırakılıp: 'Ey Rabb 'imiz, bizi ahâlîsi zâlim olan şu memleketten çıkar, bize tarafından bir sâhib gönder, bize katından bir yardımcı yolla' diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda- düşmanla çarpışmıyorsunuz?" (Âyet: 75)

4630 Ubeydullah (ibn Ebî Yezîd): Ben İbn Abbâs'tan: Ben, annem (Ümmü’l-Fadl Lubâbe bintu'l-Hâris el-Hilâliyye, Mekke'de) zaîf kılınmak istenenlerden idim, dediğini işittim, demiştir.

4631 İbnu Ebî Muleyke'den (o şöyle demiştir): İbn Abbâs: "Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan za'fve acz içinde bırakılıp da hiçbir çâreye gücü yetmeyen ve (hicrete) bir yol bulamayanlar müstesna" (Âyet:98) kavlini okudu da:

— Ben ve annem, Allah'ın ma'ziretli saydığı kimselerden idik, dedi.

İbn Abbâs'tan: "Hasırat", "Daraldı"; "Telvû” elsinetekum biş-şehâde, "Eğer şâhidlikte dillerinizi eğip bükerseniz" ma'nâsınadır, dediği zikrolunuyor.

İbn Abbâs'tan başkası da: "el-Murâğam", "Hicret edilecek yer"-dir; "Râgamtu", "Kavmimden hicret ettim" demektir. "Mevkuten", "Vakitleri belli edilmiş" demektir; "Allah mü'minler üzerine namaz vakitlerini ta'yîn etti" demiştir.

15. Bâb

"Siz hâlâ niçin münafıklar hakkında -Allah onları kazandıkları (günâhlar) yüzünden tepesi aşağı getirdiği hâlde- iki zümre oluyorsunuz?.." (Âyet: 88).

İbn Abbâs: "Erkesehum", "Beddedehum (Onları dağıtıp parçaladı)", "Fietun", "Cemâat" demektir, demiştir.

4632 Zeyd ibn Sabit (radıyallahü anh), “Siz hâlâ niçin münafıklar hususunda iki zümre oluyorsunuz?" kavli hakkında şöyle demiştir: Peygamber'in sahâbîlerinden birtakım insanlar Uhud'dan geri döndüler. Peygamber'in sahâbîleri o dönenler hakkında iki fırkaya ayrıldılar da bir fırka: "O dönekleri öldür"; diğer fırka ise: "Hayır, onları öldürme" diyorlardı. İşte bunun üzerine "Siz hâlâ niçin münafıklar hususunda -Allah onları kazandıkları (günâhlar) yüzünden tepesi aşağı getirdiği hâlde- iki zümre oluyorsunuz? Allah 'ın saptırdığını siz mi doğru yola getirmek istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol bulamazsın" âyeti indi.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Medine Taybe'dir. Medine, ateşin gümüşün pisliğini gidermesi gibi, pis insanları giderir (dışına atar)" buyurdu

16. Bâb

“Onlara emînlik veya korku haberi geldiği zaman, onu yayıverirler (yânı ortaya çıkarırlar) " (Âyet: 83)

"Yestaribitûnehu", "Onu meydana çıkarırlar"; "Hasîben", "Kâfî gelici"; "İllâ inâsen", "Onlar Allah'ı bırakırlar da yalnız dişilere taparlar; yani ölülere, ruhsuz varlıklara, taşlara yahut özlü çamura ve buna benzer şeylere"; "Merîden", "Mütemerriden ( İsyanda ve kötülükte çok ısrarlı)"; "Fe-le- yubettikunne", "Muhakkak kesecekler". "Bettekehû", "Kattaahû (Onu kesti, parça parça etti)"; "Kîlen" ve "Kavlen" bir ma'nâyadır; "Söz söylemek" demektir; "Tubia", "Mühür basıldı" demektir.

17. Bâb

"Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir... " (Âyet: 93).

4633 Bize Mugîre ibnu'n-Nu'mân tahdîs edip şöyle dedi: Ben Saîd ibn Cubeyr'den işittim, şöyle dedi: Bir âyet var ki, onun hükmü hakkında Küfe âlimleri ihtilâf ettiler. Bunun üzerine ben onun hükmü (yani tefsiri) hakkında bineğime binip İbn Abbâs'a gittim. Ona bu âyetin hükmünden sordum. İbn Abbâs radıyallahü anhüma, şu "Kim bir mü'mini kasden öldürürse, cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gadâb etmiştir, ona la'net etmiştir ve ona çok büyük bir azâb hazırlamıştır" (93.) âyeti indi. Bu âyet bu konuda inen son âyettir ve bunu hiçbirşey neshetmemiştir, dedi.

18. Bâb

"Size (müslümânca) selâm verene, 'Sen mü'min değilsin' demeyin... " (Âyet: 94). es-Silmu ve's-Selemu ve's-Selâmu" bir ma'nâyadır.

4634  Bize Sufyân ibn Uyeyne, Amr ibn Dinar'dan; o da Atâ ibn Ebî Rebâh'tan; o da İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan "Size selâm verene 'Sen mü'min değilsin' demeyin... " kavli hakkındaki hadîsini tahdîs etti.

Atâ dedi ki: İbn Abbâs şöyle dedi: Bir adam kendine âid küçük bir davar sürüsünün başında bulunuyordu. Bir seriyyede bulunan müslümanlar ona kavuştular. Adam onlara es-Selâmu aleykum diye selâm verdi. Bu selâma rağmen onlar da bu adamı öldürüp sürüsünü aldılar. İşte Allah bu hâdise hakkında "Dünyâ hayâtının geçici menfâatini arayarak., " kavlini ihtiva eden bu âyeti indirdi. O dünyâ hayâtının geçici menfâati, bu küçük davar sürüsüdür.

Atâ ibn Ebî Rebâh: İbn Abbâs (fethalı lâm'dan sonra elifle) "es-Selâme" şeklinde okudu, demiştir.

19. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

"Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyle, canlarıyle savaşanlar bir olmaz... " (Âyet: 95)

4635 İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Sehl ibn Sa'd es- Sâidî (radıyallahü anh) mescidde Mervân ibnu’l-Hakem'i gördüğünü haber verip şöyle tahdîs etti: Ona doğru geldim, nihayet yanına oturdum. O bize haber verdi ki, ona da Zeyd ibn Sabit (radıyallahü anh) şöyle haber vermiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: "Mü’minlerden (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda savaşanlar bir olmaz" âyetini yazdırmak istedi de, tam bana yazdırdığı sırada yanına İbnu Ümmi Mektûm çıkageldi ve:

— Yâ Rasûlallah! Vallahi cihâda gücüm yetseydi, ben de muhakkak gider, düşmanlarla harb ederdim, dedi.

İbnu Ümmi Mektûm gözleri kör bir kişi idi. Bunun üzerine Allah kendi Rasûlü'ne vahy indirdi. Bu sırada O'nun uyluğu benim uyluğum üzerinde bulunuyordu. Vahyin (Rasûlüllah üzerindeki) ağırlığı bana o kadar ağır bastı ki, sonunda ben dizimin ufalanıp dağılmasından korktum. Sonra Rasûlüllah'tan vahy hâli sıyrıldı da, Allah "Gayra uli’d-dararı (Zarar sahibi olanlar başka)" diye bir istisna gönderdi

4636 el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Mü'minlerden oturanlarla» Allah yolunda savaşanlar bir olmaz..." âyeti indiği zaman, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd ibn Sâbit'i çağırdı (da bunu yazmasını emretti). Zeyd de bu âyeti yazdı. Bu sırada İbnu Ümmi Mektûm geldi ve Rasûlüllah'a, kendine isabet eden noksanlığından şikâyet etti. Bunun üzerine Allah "Zarar sahibleri müstesna” kaydını indirdi.

4637 el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Mü'minlerden oturanlarla, Allah yolunda savaşanlar bir olmaz'' âyeti indiği zaman, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Fulân kimseyi (yani Zeyd ibn Sâbit'i) çağırın" buyurdu.

 (Onu çağırdılar.) Zeyd'in beraberinde devât (yani yazı yazacak âlet) ve levh yahut kürek kemiği vardı. Rasûlüllah:

— "Yaz: Müzminlerden oturanlarla, Allah yolunda savaşanlar bir olmaz..!" buyurdu.

Peygamber'in arka tarafında İbnu Ümmi Mektûm vardı. O:

— Yâ Rasûlallah! Ben çok zarardayım, dedi.

Bunun üzerine derhâl o yazım işinin yerinde (daha yazı kurumadan): "Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla, Allah yolunda savaşanlar bir olmaz" şeklinde bir istisna kaydı nazil oldu.

4638  (Buradaki iki senedde) İbn Curyec haber verip şöyle demiştir: Bana Abdulkerîm el-Cezerî haber verdi. Ona da Abdullah ibnu'l-Hâris'in âzâdlısı Mıksem haber vermiş; ona da İbn Abbâs radıyallahü anhüma haber verip: "Mü’minlerden oturanlar", Bedir harbine çıkmayanlardır; "Savaşanlar" ise Bedir harbine çıkanlardır, demiştir

20. Bâb

"Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: 'Ne işte idiniz?' Onlar: 'Biz yeryüzünde (dînin emirlerini uygulamaktan) âciz kimselerdik!' derler. Melekler de: 'Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz yâ!' derler. İşte onlar (böyle); onların barınakları cehennemdir. O ne kötü bir yerdir" (Âyet: 97).

4639 Muhammed ibnu Abdirrahmân Ebû'l-Esved tahdîs edip şöyle demiştir: (İbnu'z-Zubeyr'in Mekke üzerindeki halifelik günlerinde) Medine halkına (Şâmlılar'la harbetmek için) bir ordu çıkarmaları kesinleşti. Ben de bu orduya yazıldım. Akabinde İbn Abbâs’ın âzâdlısı İkrime'ye kavuştum. Ona bu orduya yazıldığımı haber verdim. İkrime beni bu işten şiddetle nehyetti. Sonra şöyle dedi: Bana İbnu Abbâs şöyle haber verdi:

— Müslümanlardan (Mekke'de kalıp hicret etmeyen) birtakım insanlar, Rasûlüllah zamanında müşriklerle beraber olarak onların camiasını çoğaltıyorlardı. Bedir harbi sırasında düşman saffları arasında bulunan bu kişilere ok atılıyor ve atılan ok, varıp bunlardan birisine isabet ediyor ve onu öldürüyordu, yahut kılıçla vurulup öldürülüyordu. Bunun üzerine Allah: "Öz nefislerinin zâlimleri olarak... " âyetini indirdi.

Bu hadîsi Leys ibn Sa'd da Ebû'l-Esved'den; o da İkrime'den olmak üzere rivayet etmiştir.

21. Bâb

"Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan za'f ve acz içinde bırakılıp da hiçbir çâreye gücü yetmeyen ve (hicrete) bir yol bulamayanlar müstesna" (Âyet: 98).

4640 Abdullah ibnEbîMuleyke'den, İbn Abbâs radıyallahü anhüma Yüce Allah'ın "İlle 1-mustad'afin" kavli hakkında:

— Annem Ümmü’l-Fadl Lubâbe bintu'l-Hâris, Allah'ın ma'ziretli saydığı kimselerdendi, demiştir.

22. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

'İşte onlar (böyle). Allah'ın onları affedeceğini umabilirler. Allah çok affedici, çok mağfiret eyleyicidir" (Âyet: 99).

4641 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazını kıldırırken “Semiallâhu limen hamideh” dediği zaman, bundan sonra secdeye varmazdan evvel şöyle deyip duâ etti:

"Yâ Allah, Ayyaş ibn Ebı Rabia'yı kurtar!

Yâ Allah, Selemetu'bnu'l-Hişâm'ı kurtar!

Yâ Allah, el-Velîd ibnu'l-Velîd'i kurtar!

Yâ Allah, kâfirler elinde bunalıp zaîf ve âciz görülen (diğer) mü'minleri de kurtar! „

Yâ Allah, Mudar'ı (Mudar'ın evlâdı olan Kureyş'e ukubetini artır) daha beterciğine; (içinde bulundukları); bu yılları Yûsuf Peygamber'in o şiddetli yıllarına benzet!"

23. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

 "... Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yahut hasta bulunursanız silâhlarınızı koymanızda üzerinize vebal yoktur -fakat yine bütün ihtiyat tedbîrlerini alın. Şübhe yoktur ki, Allah kâfirlere hor ve hakir edici bir azâb hazırlamıştır-" (Âyet: 102).

4642 İbn Cureyc şöye demiştir: Bana Ya'lâ ibn Müslim ibn Hürmüz, Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi ki, İbn Abbâs radıyallahü anhüma Yüce Allah'ın "Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yahut hasta bulunursanız... " kavli hakkında: Addurrahmân ibn Avf yaralı idi (işte bu âyet onun hakkında indi), demiştir.

24. Bâb

"Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor... Yetim kızlar... hususunda Kitâb'da size karşı okunup duran âyetler..." (Âyet: 127).

4643 Âişe (r. anha), "Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dâir fetvayı size Allah veriyor: Kendileri için yazılmış olan mîrâsı onlara vermediğiniz ve nikâhlarını da beğenip istemediğiniz yetim kızlar ve küçük çocuklar hakkında..." âyeti konusunda şöyle demiştir: Bu şu adamdır ki, yanında yetîm kız bulunur, kendisi o kızın işlerini gören velîsi ve kızın mîrâsçısıdır. Kız bu adamı, adamın malında hattâ hurmalığında ortak etmiştir. Adam o kızla nikâh olmayı istemez ve o kızı başka bir adamla da evlendirmek istemez. Çünkü bu takdirde o kızla evlenecek olan başka adam, velîsi bulunan adamın malında velîsine ortak olacaktır. Zîrâ kız velîsinin malında ortaktır. Bundan dolayı kızı evlenmekten men' eder dururdu. İşte bu âyet bu sebeble indi

25. Bâb

"Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut kendisinden yüz çevirmesinden endîşe ederse... " (Âyet: 128).

İbn Abbâs: "Şikaak", "Bozuşma"dır. "Zâten nefislerde kıskançlık hazırlanmıştır...": Bu, onun herhangi bir şey hususundaki hevâsı, yani aşırı isteğidir. O şeye karşı şiddetle arzu duyar, üzerine düşer. "Kel-muallakati (Askıya alınmış gibi)": O bekâr da değil, eş sahibi de değil vaziyette; "Nuşûzen", "Buğz" demektir, demiştir

4644 Hişâm ibn Urve, Bâbası Urve'den haber verdi ki, Âişe (r. anha), Yüce Allah'ın "Eğer bir kadın kocasının uzaklaşmasından yahut yüz çevirmesinden endîşe ederse..." kavli hakkında şöyle demiştir: Bir erkeğin yanında, yani nikâhı altında bir kadın olur, erkek bu kadına sevgi ve beraberliği çoğaltmak istemez, kadından ayrılmak ister. Bunu hisseden kadın, kocasına hitaben: Ben senin beni boşamaksızın nikâhın altında bırakman için (nafaka, giyim, yanımda geceleme ve diğer) haklarımdan bir kısmını sana geri vereyim mi, der; (karı-koca bu şartla sulh olup evliliklerini devam ettirirler). İşte bu âyet, bu hususta indi

26. Bâb

"Şübhesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar..." (Âyet: 145).

İbn Abbâs: "Ateşin en aşağısında" demektir; "Nafakan", "Seraben" (yani baca) demektir, demiştir.

4645 el-Esved (ibn Yezîd en-Nahaî) şöyle demiştir: Bizler Abdullah ibn Mes'ûd'un ders halkasında bulunuyorduk. Huzeyfe ibnu'l-Yemân geldi, nihayet başımıza dikildi de selâm verdi. Bundan sonra:

— Yemîn olsun ki, münafıklık sizlerden daha hayırlı olan bir topluluk üzerine indirilmiştir, dedi. el-Esved (Huzeyfe'nin bu sözünden hayret ederek):

— Sübhânallah! Muhakkak ki Allah "Şübhesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar" buyuruyor, dedi.

Abdullah ibn Mes'ûd (Huzeyfe'nin sözünden, hakk söz getirmesinden ve sakındırmasından hoşlanarak) gülümsedi. Huzeyfe de mescidin bir kenarına oturdu. Bunun akabinde Abdullah ibn Mes'ûd kalktı ve beraberinde bulunan sahâbîleri de dağıldılar.

el-Esved dedi ki: Bu sırada Huzeyfe beni çağırmak için bana bir çakıl attı. Ben de yanına geldim. Huzeyfe:

— Ben söylediğimi iyice bilmiş olduğu hâlde Abdullah ibn Mes'ûd'un gülmesinden (yani sâdece gülmekle yetinmesinden) hayret ettim. Yemîn olsun ki, siz (tâbiî)lerden daha hayırlı olan bir topluluk üzerine münafıklık indirilmiş, sonra onlar bu hâllerinden tevbe edip döndüler, Allah da onların tevbelerini kabul buyurdu, dedi

27. Bâb

Yüce Allah'ın Şu Kavli:

“Nûh 'a, ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz ve İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Ya'kûb'a, evlâdlarına, Îsâ 'ya, Eyyûb 'a, Yûnus 'a, Hârûn 'a ve Süleyman 'a Vahyeylediğimiz ve Davud'a Zebur verdiğimiz gibi şübhesiz sana da vahyettik biz" (Âyet: 163)

4646 Sufyân es-Sevrî şöyle demiştir: Bana el-A'meş, Ebû Vâil'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd'dan tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hiçbir kimse için: 'Ben Yûnus ibnu Metütâ'dan hayırlıyım' demesi lâyık olmaz" buyurmuştur.

4647 Hilâl ibn Alî, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Çeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Her kim ben Yûnus ibn Mettâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" buyurmuştur

28. Bâb

"Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayanın mîrâsı hakkındaki hükmü şöylece açıklar: Eğer evlâdı ve babası olmayan bir erkek ölür, onun bir tek kızkardeşi kalırsa, terîkesinin yarısı onundur. Eğer mirasçı erkek kardeş ise, çocuksuz (ve babasız) ölen kızkardeşinin bıraktığının tamâmını alır)" (Âyet: 176).

"el-Kelâle", kendisine baba yahut oğul vâris olmayan kimsedir. Bu "Tekellelehu’n-nesebu (Neseb onu çepçevre kuşattı)"dan masdardır ].

4648- el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh): En son inen sûre Berâetun'dur. En son inen âyet de "Senden fetva isterler..." âyetidir, demiştir.