18 - KUR’ÂN'lN CEMİ VE TERTİBİDeyrâkûlî «F e v â i d»inde şu rivâyeti nakleder: Bize İbrahim b. Beşşar, o Süfyan b. Uyeyne'den, o Zühri'den, o da Zeyd b. Sâbit'ten şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) irtihal ettiğinde, Kur’ân bir kitabda toplanmamıştı. Hattabî şöyle der: Resûlüllah Kur’ân-ı bazı ahkâm veya tilâvetini neshedecek âyetlerin inmesini beklediği için Mushaf halinde toplamamıştı. Kur’ân'ın inişi, Resûlüllah'ın vefatıyla son bulunca Cenâb-ı Hak, hulefa-i Raşidine Kur’ân-ın cem'ini ilham etmiş, bu ümmette Kur’ân-ı bizzat koruyacağına dair vaadini yerine getirmiştir. Kur’ân-ı bir arada toplama işi önce Hazret-i Ömer'in teşvikiyle Hazret-i Ebû Bekr'le başlamıştır. Müslim'in Ebû Said'l-Hudri'den rivâyet ettiği; Resûlüllah'ın : «Benden Kur’ân'dan başka bir şey yazmayın» emri, bu teşebbüse zıt değildir. Çünkü Resûlüllah'ın bu emri, belirli bir gaye ve belirli bir yazıya bağlıydı. Kur’ân'ın nâzil olan bütün âyetleri Resûlüllah'ın sağlığında yazılmış, fakat ne bir arada toplanmış, ne de sûreleri tertib edilmişti. Kur’ân'ın bir arada toplanması, üç merhalede gerçekleşmiştir. 747 Hâkim «M u s t e d r e k»inde: Kur’ân-ı Kerim, üç merhalede toplanmıştır, der. Birincisi: Resûlüllah'ın bizzat hayatta iken yapılan cem'dir. Hâkim, Buhârî ve Müslim'in şartlarına uygun bir senedle Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivâyet eder: Biz Resûlüllah'ın yanında Kur’ân'ı deri parçalan üzerinde topluyorduk. Beyhakî; bu hadiste kasdedilen hususun, değişik zamanlarda inen âyetlerin, ait oldukları sûrelere yerleştirilmesi, Resûlüllah'ın emriyle ait oldukları sûrelerde toplanmasıdır, der. İkincisi: Hazret-i Ebû Bekr'in hilâfeti sırasında yapılan cem'dir. Buhârî «S a h i h»inde Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Ebûbekr Yemâme muharebesinde şehid edilenler hakkında konuşmak üzere, beni yanına çağırttı. Ömer b. Hattab da Hazret-i Ebûbekr'le beraberdi. Hazret-i Ebûbekr: Ömer bana geldi, bu muharebede çok sayıda Kurrâ'nın şehid edildiğini, diğer muharebelerde de Kurrâ'nın şehid olabileceği endişesini taşıdığını, böylece Kur’ân'ın büyük bir kısmının kaybolacağını, bunu engellemek için Kur’ân'ın bir kitab halinde toplanmasını emretmemi uygun bulduğunu belirtti. Bu sözü üzerine Ömer'e; Resûlüllah'ın yapmadığı bir işi nasıl teklif edersin? dedim. Ömer de: Allah'a yemin ederim, bu hayırlı bir iştir, diye teklifini tekrarladı. Cenâb-ı Hak bu hayırlı işe kalbimi ısındırana kadar, Ömer ısrarla bana müracaata devam etti. Ömer'in uygun bulduğu hayırlı işe, ben de inandım. Hazret-i Ebûbekr Zeyd b. Sâbit'e dönüp şöyle dedi: Sen akıllı bir gençsin, şimdiye kadar yanlış bir iş yapmakla seni itham edemeyiz. Sen Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy kâtibi idin. Dağınık Kur’ân âyetlerini araştır, Kur’ân'ı bir arada topla. Hazret-i Ebû Bekr'in bu sözü üzerine Zeyd: Allah'a yemin ederim, bana bir dağın naklini teklif etselerdi, bu bana Ebû bekr'in Kur’ân'ı cem' etme emrinden daha ağır gelmezdi, dedi. Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer'e dönerek: Resûlüllah'ın yapmadığı bir işi, sizler nasıl yaparsınız, diye konuştu. Hazret-i Ebûbekr: Bu iş vallahi hayırlıdır, diye tekrar edince, Ebûbekr ve Ömer'in kalbini aydınlatan Allah, kalbimi ısındırana kadar Ebû bekr bana müracaata devam etti. Bundan sonra Kuran âyetlerini araştırmağa koyuldum. Onları kemik parçaları, hurma dallan ve hafızların hıfzından istifade ederek bir araya topladım. Tevbe sûresinin .***** «Andolsun size bir Resûl geldi...» den başlayarak son iki âyetini, sadece Ebû Huzeyme'l-Ensârîde buldum. Bir kitab halinde toplanan Mushaf, vefatına kadar Hazret-i Ebû Bekr'de kaldı, sonra Hazret-i Ömer'e intikal etti, sonra da kızı Hafsa'ya emanet edildi.» 750 İbn-i Ebî Dâvud «M e s â h i f» adlı eserinde Abdu Hayr'dan hasen bir senedle şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini işittim: Kur’ân'a hizmette en büyük sevaba nâil olan Hazret-i Ebubekr'dir. Allah, Ebubekr'den razı olsun. Allah'ın Kitab'ını ilk toplayan o'dur. Fakat Ebû Dâvud, İbn-i Sîrin'in şöyle dediğini rivâyet eder; Hazret-i Ali: Resûlüllah vefat edince, cuma namazları hariç, Kur’ân'ı cem' edinceye kadar cübbemi üzerime alıp dışarı çıkmamaya ahdettim; böylece Kur’ân'ı bir arada topladım, demiştir. İbn-i Hacer: Bu hadis munkatı olduğu için zayıftır, doğru olduğu kabul edilse bile, Hazret-i Ali'nin cem' etmesinden maksat, Kur’ân'ı bütün olarak ezberlemesidir, der. Ebû Dâvud'un Abduhayr'dan yaptığı önceki rivâyetin, daha doğru ve itimada şayan olduğunu da ilâve eder. Buna şunu da ilâve ederim: İbn-i Durays «F e d â i l»inde başka bir tarikle şöyle der: Bize Bişr b. Musa, ona Hevzetu'bnu Halife, ona Avn, ona Muhammed b. Sîrîn, o da İkrime'nin şöyle dediğini nakleder: Hazret-i Ebubekr'e beyat ettikten sonra Hazret-i Ali evine çekildi. Hazret-i Ebû Bekr'e Ali sana beyatten hoşlanmadı, denilince Ali'yi yanına çağırttı ve bana beyatten memmun değilmişsin diye sordu. Ali de: Hayır, Allah'a yemin ederim böyle bir şey yok, cevâbını verdi. Hazret-i Ebubekr: Peki, seni evine kapanmaya sevkeden nedir? diye sorunca, Hazret-i Ali; Allah'ın kitabına ilâveler yapıldığını gördüm; kendi kendime düşündüm, namaz vakitleri hariç, Kur’ân'ı cem' edinceye kadar cübbemi giyip dışarı çıkmamaya karar verdim. Hazret-i Ali'ye: Ne güzel düşünmüşsün dedi. Muhammed b. Sîrîn İkrimeye: Onlar Kur’ân'ı indiği gibi âyet sırasına göre cem' etmişlerdir. Şayet ins ve cin bir araya gelip Kur’ân'ı bu şekilde cem' etmeğe çalışsalardı, bunu başaramazlardı, demiştir. 752 İbn-i Eşte «M e s â h i f» adlı eserinde İbn-i Sirîn'den başka bir tarikle şöyle rivâyet eder: Hazret-i Ali Mushafına nâsih ve mensûh âyetleri de yazdı. İbn-i Sirin, Hazret-i Ali'nin cem' ettiği bu Mushafı görmek istedim, bu maksatla Medine'ye yazdım, fakat bu Mushafı elde edemedim, der. İbn-i Ebî Dâvud, Hasanu'l-Basrî tarikiyle şu rivâyette bulunur: Hazret-i Ömer Kur’ân'dan bir âyeti sorduğunda, kendisine bu âyetin Yemâme'de şehid düşen falancada olduğu söylendi. Ömer, Allah rahmet eylesin dedi; Kur’ân'ın cem' edilmesini emretti. Kur’ân'ın cem' edilmesini emretti. Kur’ân'ı Mushaf halinde ilk cem' eden de o oldu. Bu rivâyetin isnadı munkatı'dır. Kur’ân'ı Mushaf halinde ilk cem' edenden murad, onun cem'ine işaret demektir. 754 Derim ki: Kur’ân'ı ilk cem' edenle ilgili garib rivâyetlerden biri de İbn-i Eşte'nin «K i t a b u' l - M e s â h i f»inde Kuhmus tarikiyle İbn-i Bureyde'den yaptığı şu rivâyettir: Kur’ân'ı Mushaf halinde ilk cem' eden Ebû Huzeyfe'nin kölesi Sâlim'dir. Salim, Kur’ân'ı cem' edinceye kadar giyip dışarı çıkmamağa yemin etti ve bunu tamamladı. Sonra, bu Mushafa ne ad vereceklerini aralarında istişare ettiler. Bazıları Sifr adını koyalım dediler. Salim, bu Yahudiler'in kullandığı bir isimdir deyince, Sifr adını hoş karşılamadılar. Habeşistanda buna benzer kitablara Mushaf denildiğini duydum, diye hatırlatınca, cem' edilen kitaba Mushaf adını vermekte ittifak ettiler. Bu rivâyetin de isnadı munkatı'dır. Sâlim'in yaptığı bu cem' Hazret-i Ebubekrin emriyle, Kur’ân'ı toplayanlardan biri olmasına hamledilebilir. 755 İbn-i Ebî Dâvud, Yahya b. AbdirRahmân b. Hâtıb tarikiyle şöyle dediğini rivâyet eder; Hazret-i Ömer: Kimde Resûlüllah'tan yazdığı Kur’ân âyetlerinden metinler varsa getirsin, çağrısında bulundu. Sahâbe bunları deri, kemik ve hurma dalları üzerine yazıyordu. Hazret-i Ömer iki şâhid getirmedikçe kimseden, hiç bir şey kabul etmiyordu. Bu da gösteriyor ki Zeyd b. Sâbit, âyetler ezberinde olmasına rağmen, onları işiterek öğrenenin şehadeti olmadıkça sadece âyetlerin yazılı olmasıyle yetinmiyordu. Onun bu davranışı, ne kadar ihtiyatlı olduğunu gösterir. İbn-i Ebî Dâvud, Hişam b. Urve tarikiyle babasından şu rivâyette bulunur. Hazret-i Ebûbekr, Ömer ve Zeyd'e şöyle demişti: Mescidin kapısında oturun; iki şahidle Allah'ın Kitab'ından size âyetler getiren olursa, onu hemen yazın. Hadis munkatı olmakla beraber, râvileri sikadır. İbn-i Hacer: Bu rivâyette geçen iki şahidden murad belki, getirilen âyetin yazılı metni ile ezberden bilinmesidir, der. 758 Sehâvî «C e m â l u' l - K u r r â» adlı eserinde: İki şahidden murad, o iki şahidin, getirilen âyetin Resûlüllah'ın huzurunda yazıldığına dair şahadette bulunmaları, veya bunun, Kur’ân'ın nâzil olduğu vecihlerden biri olduğuna şahadette bulunmalarıdır, der. Ebû Şâme: Kur’ân'ı cem' edenlerin gayesi, sadece ezberden değil, bizzat Resûlüllah'ın huzurunda yazılanın aynısının yazılmasıdır. Bundan dolayıdır ki Zeyd b. Sâbit, Tevbe sûresinin son âyetlerini yazılı olarak Huzeyme'den başka bir kimsede bulamadım, demiştir. Çünkü Zeyd, âyetin yazılı metni olmaksızın, sadece ezberle yetinmezdi, der. Buna şunu ilâve etmek isterim: Yahut iki şahidden murad, On Altıncı Bölümün sonunda geçtiği üzere iki şahidin, Resûlüllah'ın vefat senesinde vuku bulan arza'da kabul edilen âyetlerden olduğuna dair şehadet etmeleridir. 761 İbn-i Eşte «M u s h a f» adlı eserinde, Leys b. Sa'd'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Kur’ân'ı ilk cem' eden Hazret-i Ebûbekr, yazan da Zeyd'dir. Sahâbe, Zeyd b. Sâbit'e âyetleri getirir, âdil iki şahid olmadıkça hiçbir âyeti kabul etmezdi. Tevbe sûresinin son iki âyeti ancak Huzeymetu'bnu Sâbit'te olduğu için yanındakilere bu âyeti yazınız, çünkü Resûlüllah Huzeyme'nin şehadetini iki kişinin şahadetine denk tutmuştu, demiş ve âyet yazılmıştı. Hazret-i Ömer, Recm âyetini Zeyd'e getirdiği halde, ikinci bir şahidi olmadığından, Zeyd bu âyeti yazmamıştır. Hârisu'l-Muhâsibî «K i t a b u F e h m i' s - S u n e n» adlı eserinde: Kur’ân' ın yazılışı, sonradan yapılan bir iş değildir. Resûlüllah sağlığında inen vahyi katiblere yazdırıyordu. Fakat yazılan bu âyetler deri, kemik parçalan ve hurma dalları üzerinde dağınık bir şekilde bulunuyordu. Hazret-i Ebûbekr dağınık olan bu âyetlerin bir arada toplanarak yazılmasını emretmişti. Hazret-i Ebûbekr'in bu gayreti, Resûlüllah'ın evinde bulunan, üzerinde âyetler yazılı olan bir takım evrakın konması için, bir kimse tarafından toplanıp tomar halinde bağlanması gibidir, der. Muhâsibî devamla, bez parçaları üzerine yazanlar ile ezberleyenlerin sadıklığı nasıl bilinir diye sorulsa, şöyle cevap verilir: Onlar mucize ve nazmı maruf olan bir kelamı tesbit ediyorlar, yirmi küsür sene boyunca yazdıkları âyetlerin tilâvetini Resûlüllah'tan alıyorlardı. Kur’ân'dan olmayan âyetleri bildiklerinden emindiler.. Korktukları husus, yazılı malzemelerdeki bir âyetin kaybolması idi. Zeyd b. Sâbit'in hadisinde geçtiği gibi o ayetleri hurma dalları, yontulmuş taşlardan, bir rivâyete göre kağıt veya bez parçalarından, bir rivâyete göre deri parçalarından, bir rivâyete göre kürek kemiklerinden, bir rivâyete göre de tahta parçalarından bir araya getirerek toplamıştı. Usub, asib'in çoğuludur, hurma dalına verilen addır. Arablar dış kabuğunu soyar, geniş tarafına yazı yazarlardı. Lihaf, Lahfe'nin çoğuludur, yontulmuş ince taş demektir. Hattabî bunun taşların düzgün yüzü olduğunu söyler. Rukâ' kelimesi, Ruk'a kelimesinin çoğuludur, ince deri veya kağıt parçasıdır, kuruduğu zaman üzerinde yazı yazarlardı. Ektâf kelimesi ketif kelimesinin çoğuludur, düzgün tahta parçası demektir. 765 İbn-i Veheb «M u v a t t a»ında Mâlik'ten İbn-i Şihab'dan, Salim b. Abdillah b. Ömer'den şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Ebûbekr Kur’ân'ı kağıtlar üzerinde toplamıştı. Bu konuda Zeyd b. Sâbit'in görüşünü sordu ise de Zeyd kabule yanaşmadı, Hazret-i Ömer'den yardımcı olmasını istedi. Bunun üzerine Hazret-i Ebûbekr'in teklifini kabul etti. Musa b. Ukbe «M e ğ a z î»sinde İbn-i Şihâb'ın şöyle dediğini nakleder. Müslümanlar Yemâme muharebesinde kayıp verince, Hazret-i Ebûbekr bundan son derece korktu, Kur’ân'dan bir kısmının zail olacağı endişesine kapıldı. Sahâbe, ellerinde bulunan âyetleri getirdi. Böylece Hazret-i Ebû Bekr zamanında kağıt parçaları üzerinde toplandı. Hazret-i Ebûbekr Kur’ân'ı sahifelerde ilk toplayan kişi oldu. İbn-i Hacer: Ammâratu'bnu Gazziyye, Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivavet eder: Hazret-i Ebûbekr bana âyetleri deri ve hurma dalları üzerine yazmamı emretti. Hazret-i Ebûbekr vefat edince Hazret-i Ömer onu bir kitabda toplamamı istedi, yazdığım Mushafı yanında alıkoydu, şeklindeki rivâyetin ilkini doğru bulur. Çünkü nâzil olan âyetler Hazret-i Ebûbekr zamanında toplanmadan önce, deri ve hurma dalları üzerine yazılmıştır. Sahih haberlerin işaret ettiği gibi Hazret-i Ebûbekr devrinde sahifelerde toplanmıştı, der. 768 Üçüncüsü: Hâkim «M ü s t e d r e k»inde ifade ettiği gibi, Hazret-i Osman zamanında sürelerin tertibi safhasıdır. Buhârî, Enes b. Mâlik'den şöyle rivâyet eder: Huzeyfe b. Yemân Şam ve lraklı askarlerle Azerbeycan ve Ermenistan seferinde savaştıktan sonra, Hazret-i Osman'a gelmişti. İki belde askerlerinin Kur’ân kıraatındaki İhtilafları Huzeyfe'yi korkutmuştu. Hazret-i Osman'a şöyle dedi: Yahudi ve Hiristiyanların düştüğü ihtilafa düşmeden önce, Müslümanları bu ihtilaftan kurtar. Hazret-i Osman bu söz üzerine, Hafsa'ya birini göndererek; «Elindeki Mushafı bize yollasın onu çoğaltalım, sonra kendisine iade ederiz,» dedi. Hafsa elindeki Mushafı Hazret-i Osman'a gönderdi. Hazret-i Osman; Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Zübeyr, Saîd b. Âs, AbdurRahmân b. Hâris b. Hişam'ı heyet halinde görevlendirdi. Onlar da bunu birkaç nüsha halinde istinsah ederek çoğalttılar. Hazret-i Osman, üç Kureyşli'ye hitab ederek sizler ve Zeyd b. Sâbit, Kur’ân'dan bir âyet hakkında ihtilaf ederseniz onu, Kureyş Lehçesiyle yazın. Çünkü Kur’ân onların lehçesiyle inmiştir, dedi. Bu dört kişilik heyet, denileni aynen uyguladılar. Kur’ân'ı bu şekilde Mushaf üzerine istinsah ettiler. Hazret-i Osman Hafsa'dan istediği nüshayı kendisine gönderdi. İstinsah edilen nüshaları da çeşitli beldelere yolladı. Bu nüshalar dışındaki mevcut sahife ve Mushafların yakılmasını emretti. Zeyd b. Sâbit: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)dan okuduğunu duyduğum Ahzâb sûresinin bir âyetini, istinsahımız esnasında göremedim. Âyeti araştırdık sonunda onu Huzeyme b. Sâbit'l-Ensâri'nin yanında bulduk. Bu âyet ***** «Mü’minlerden öyle erkekler var ki, Allah'a verdikleri sözde durdular...» adı geçen sûrenin 23. âyetidir. Onu, istinsah ettiğimiz Mushaftaki ilgili sûreye ilâve ettik, der. 769 İbn-i Hacer; bu istinsah, hicri 25. senesinde vaki olmuştur. Zamanımızda bazı kimseler bunu bilmediklerinden, hiç bir sened zikretmeksizin, bu istinsahın takriben hicrî 30. yılda yapıldığını iddia etmişlerdir, der. İbn-i Eşte, Eyyub tarikiyle Ebû Kılabe'den şöyle dediğini rivâyet eder: Beni Âmir kabilesinden Enes b. Mâlik bana şöyle demişti: Hazret-i Osman'ın zamanında Kur’ân kıraati üzerinde, talebelerle hocaları birbiriyle tartışacak kadar ihtilaf etmişlerdi. Bu haber Osman b. Affân'a ulaşınca: Huzurumda Kur’ân'ı yalanlıyor, okunuşunu tahrif mi ediyorsunuz! Kim bana uymazsa, şiddetle yalanlamış, tahrifte ileri gitmiş olur. Ey Muhammed Ashâbı, bir araya gelin, hepinizin iştirak edeceği bir ana nüsha yazın, dedi. Bu söz üzerine toplandılar, Kur’ân'ı istinsah ettiler. Bir âyet hakkında münakaşa edip ihtilafa düştüklerinde: Bu âyeti, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) falancaya okutmuştu derler, Medine'ye üç fersah uzakta bulunan o kimseye birini gönderirlerdi. Giden kimse ona falanca âyeti Resûlüllah sana nasıl öğretmişti diye sorar, o da şöyle şöyle öğretmişti deyince önceden bıraktıkları boşluğa duydukarını aynen yazarlardı. İbn-i Ebî Dâvud, Muhammed b. Sirin tarikiyle Kesir b. Eflah'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Osman Mushafların istinsahını kararlaştırınca, Kureyş ve Ensâr'dan on iki kişiyi topladı. Onlar Hazret-i Ömer'in evinde bulunan nüshayı almak üzere gönderildiler, nüshayı alıp döndüler. Hazret-i Osman, karşılaşacakları müşkili çözmeğe söz vermişti. Onlar aralarında bir âyet hakkında münakaşa ettiklerinde, onu sona bırakırlardı. İbn-i Ebî Dâvud sahih bir senedle Suved b. Gafale'nin şöyle dediğini rivâyet eder; Hazret-i Ali: Osman hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyin. Allaha yemin ederim ki o, Mushafların teksirini, hepimizin gözü önünde yaptı. Hatta bazı yerlerde «Bu kırâat hakkında ne dersiniz,» diye sordu. Duyduğuma göre Bazıları, benim kıraatim seninkinden daha hayırlıdır, diye konuşmuşlar. Bu gibi iddialar, neredeyse küfre kadar gidecekti.» demiştir. Biz, bunu nasıl buluyorsun diye Hazret-i Ali'ye sorduğumuzda: İhtilaf ve tefrika olamaması için, Müslümanların bir tek Mushaf üzerinde birleşmelerini uygun görürüm, cevabını vermiştir. Biz de, ne isabetli bir görüş dedik. 773 İbn-i't-Tîn ve Bazıları şöyle der: Hazret-i Ebû Bekr ile Hazret-i Osman'ın hizmeti arasındaki fark; Hazret-i Ebûbekr'in Kur’ân'ı cem'i, hafızların birer birer ölümüyle Kur’ân'dan bazı âyetlerin kaybolacağı korkusuna dayanmaktadır. Çünkü Kur’ân âyetleri, bir kitabda toplanmış değildi. Hazret-i Ebûbekr âyetleri Peygamber Efendimizden öğrendikleri şekilde, âyet ve sûreleri düzenli olarak Mushafta toplamıştır. Hazret-i Osman ise; kırâat vecihleri çoğalınca, lehçelerin çeşitli oluşundan dolayı, herkes Kur’ân'ı kendi lehçesiyle okumuş, bu da birbirlerini hata ile suçlamaya sebeb olmuştur. Bu durumu gören Hazret-i Osman, kıraatlardaki farklılığın daha da artacağından korkmuş, mevcut sahifeleri sûrelere göre tertib ederek, bir Mushaf halinde teksir ettirmiş, Kur’ân'ın Kureyş Lehçesi üzerinde toplamış tır. Her ne kadar zorluk ve sıkıntıyı kaldırmak için başlangıçta Kur’ân'ın diğer lehçelerle okunması müsaade edilmiş ise de, Hazret-i Osman buna ihtiyaç kalmadığını görmüş, bir tek lehçe ile yetinmiştir. Ebû Bekr'l-Bâkillâni «e l - i h t i s â r» adlı eserinde şöyle der: Hazret-i Osman, Hazret-i Ebûbekr'in yaptığı gibi Kur’ân'ı iki kapak arasında toplama gayesini gütmemiştir. O, daha sonraki nesillerin şüphe ve fesada düşmemeleri için, Peygamber Efendimizden öğrenilen kıraatları bir araya toplamayı, diğerlerini ortadan kaldırmayı, içinde âyet ve sûrelerin takdim-tehiri ve tevili bulunmayan, tenzil ile sabit olmuş, tilâveti mensub olmamış, belirli, sağlam bir hatla yazılmış olan vahyi, bir Mushaf haline getirmeyi hedef almıştır. 775 Hârisu'l-Muhâsibî ise şöyle der: Müslümanlar arasında meşhur olan fikir, Kur’ân'ı cem' edenin Hazret-i Osman olduğudur. Halbuki durum böyle değildir. Hazret-i Osman sadece lrak ve Şam ehliyle ortaya çıkan kırâat harfleri hakkındaki ihtilafın fitneye sebeb olacağından korkması üzerine, Muhacir ve Ensâr'dan buna şahid olanlarla kendisi arasında mutabakat sağlamak kasdıyla Müslümanları bir kırâat üzere toplamıştır. Fakat Hazret-i Osman'dan önce Mushaflar, Kur’ân'ın indiği yedi harf üzere muhtelif kırâat şekilleriyle okunuyordu. Halbuki Kur’ân'ı bütünüyle cem' eden Ebubekri's-Sıddîk'tır. Bu yüzden Hazret-i Ali: Şayet bu hizmet bana verilseydi, Hazret-i Osman'ın yaptığı gibi yapardım, demiştir. 1- Teksir Edilen Nüshaların Adedi776 Hz Osman'ın beldelere gönderdiği Mushafların sayısı hakkında farklı görüşler mevcuttur. Meşhur olan, gönderilen Mushaf adedinin beş olduğudur. İbn-i Ebî Dâvud, Hamzetu'z-Zeyyâd tarikiyle yaptığı bir rivâyette, Hazret-i Osman beldelere dört nüsha Mushaf göndermişitr, der. İbn-i Ebî Dâvud, Ebû Hâtim es-Sicistâni'nin şöyle dediğini duydum der: Yedi Mushaf nüshası yazılmış biri Mekke'ye, biri Şam'a, biri Yemen'e, biri Bahreyn'e, biri Basra'ya, biri de Kûfe'ye gönderilmiş, yedincisi Medine'de alıkonmuştur. 2- Âyetlerin Tertibi779 İcma' ve naslara göre âyetlerin tertibi, tevkifidir. Bunda en ufak bir şübhe yoktur. Bu konuda icma olduğunu Zerkeşî «e l - B u r h â n»ında, Ebû Caferi'z-Zubeyr «M u n â s e b â t» adlı eserinde nakletmişlerdir. «M u n â s e b â t» adlı eserdeki ibare: Âyetlerin sûrelerdeki tertibi, Müslümanlar arasında hiçbir ihtilaf olmaksızın Resûlüllah'ın emri ve tasvibi ile gerçekleştirilmiştir, şeklindedir. Bu hususta ulemanın görüşleri ileride gelecektir. Konu ile ilgili vârid olan naslar şunlardır: Zeyd b. Sâbit yukarıda geçen hadisinde şöyle demişti: Biz, Resûlüllah'ın yanında, Kur’ân'ı deri parçalan üzerine yazıyorduk. Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Hibbân ve Hâkim, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Ben Hazret-i Osman'a Enfâl sûresi, Mesânî'den, Berâe sûresi de miûn'den olduğu halde aralarına «BismillahirRahmânirrahîm» koymadan bu iki sûreyi birleştirmenize ve yedi uzun sûre arasına koymanıza sebeb nedir, diye sordum. Hazret-iOsman: Sûreler Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) âyetler halinde iniyordu. Kendisine bir âyet nâzil olduğunda vahiy kâtiblerinden birini çağırır, bu âyetleri içinde şu şu âyetler zikredilen sûreye koyun derdi. Enfâl sûresi, Medine'de nâzil olan ilk sûrelerdendi. Berâe sûresi ise son nâzil olan sûrelerdendi. Bu sûre, içinde zikredilen kıssalar bakımından Enfâl sûresine benziyordu. Bunun o sûrenin devamı olduğunu sanmıştım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize, bu sûrenin ondan olup olmadığını açıklamadan vefat etti. Bu yüzden, her iki sûreyi birleştirdim ve aralarına besmeleyi koymadım, onu yedi uzun sûre arasına aldım, demiştir. Ahmed b. Hanbel, hasen senedle Osman b. Ebî'l-Âs'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah'ın yanında otururken gözlerini bir noktaya dikip yöneltti; sonra şöyle dedi: Cebrâil geldi, bana şu âyeti ***** «Allah adaleti emreder...» (Nahl, 90.) âyeti şu sûredeki yerine koymamı emretti. 783 Buhârî İbnu'z-Zubeyr'in şöyle dediğini rivâyet eder İbnu'z-Zubeyr Hazret-i Osman'a ***** «İçinizden ölenlerin geriye bıraktıkları (Bakara, 234.) âyeti, başka bir ayetle neshedilmiştir. Onu niye. yazıyor ve yerine koyuyorsun, diye sordu. Hazret-i Osman da: Ey kardeşimin oğlu, Kur’ân'dan hiçbir âyeti yerinden değiştiremem, cevabını vermiştir. Müslim, Hazret-i Ömer'den yaptığı rivâyette Hazret-i Ömer şöyle der. Resûlüllaha, kelâle'den sorduğum kadar, başka hiç bir şeyi çokça sormadım. Öyle ki eliyle göğsüme vurarak: Nisa sûresinin sonundaki sayfa sana kâfidir, cevabını verdi. Bakara sûresinin son âyetleri ile ilgili hadisler de âyetlerin tertibini desteklemektedir. Müslim, Ebû'd-Derdâ'dan merfûan şöyle rivâyet etmiştir: Kehf sûresinin ilk on âyetini ezberleyen, deccâlın şerrinden korunur. Diğer bir ifadesinde ise: Kehf sûresinin son âyetlerini okuyan, deccâlın şerrinden korunur, der. 787 Çeşitli sûrelerin kıraatına dair Resûlüllah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) sabit olan deliller şunlardır: Bakara, Âli İmran ve Nisa sûreleri hakkında Huzeyfe hadisi, A'raf sûresinin kıraati hakkında Sahihi Buhârî hadisi, Buhârî'nin rivâyetine göre Resûlüllah A'raf sûresini akşam vakti, Nesâî'nin rivâyetine göre de Mu'minûn sûresini sabah vakti okumuş, Hazret-i Musa ve Harun'un adı geçince kendisine öksürük arız olmuş, başını yere eğmiştir. Taberânî'nin rivâyetine göre Rûm sûresini sabah vakti, Buhârî ve Müslim'in rivâyetine göre Secde ve Dehr sûrelerini cuma sabahı, Müslim'in rivâyetine göre Kaf sûresini hutbede, «M ü s t e d r e k» ve diğerlerinin rivâyetine göre Rahmân sûresini cinlere, Buhârî'nin rivâyetine göre Necm sûresini Mekke'de kâfirlere karşı okumuş, sûre bitince secdeye kapanmıştır. Müslim'in rivâyetine göre Kamer sûresini, Kâf sûresiyle birlikte bayram ve cumalarda, Müslim'in rivâyetine göre Münafikûn sûresini cuma namazında «M u s t e d r e k»in Abdullah b. Selâm'dan yaptığı rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâf sûresini nüzûlünden sonra, sonuna kadar okumuştu. Resûlüllah'ın, âyetleri yüzden az olan (el-Mufassal) çeşitli sûreleri Sahâbe'nin büyük çoğunluğuna okuması, bu sûrelerdeki âyetlerin tevkifi olarak tertib edildiğini gösterir. Sahâbe'nin Resûlüllah'tan duyduğu gibi âyetleri tertib etmesi, tevâtür derecesine ulaşmıştır. 797 Îbnu Ebî Davud'un «M e s â h i f» adlı eserinde Muhammed b. İshak tarikiyle Yahya b. Abbad b. Abdillah b. Zübeyr; o da babasından rivâyet ettiği şu hadis, tertibin tevkifi olduğunu gösteren rivâyetlerle uyuşmamaktadır. Zübeyr babasının şöyle dediğini rivâyet eder: Haris b. Huzeyme Tevbe sûresinin son iki âyetini Zeyd b. Sâbit başkanlığındaki heyete getirmiş, bu iki âyeti Resûlüllah'tan duyduğuma ve iyice kavradığıma şahadet ederim, demiştir. Hazret-i Ömer de Huzeyme'yi desteklemiş, sözünü ben de doğrularım cevabını vermiş, eğer bunlar üç âyet olsaydı başlı başına bir sûre yapardım. Kur’ân'dan son inen sûreyi bulun, sonuna ekleyin, demiştir. İbn-i Hacer Bu rivâyet gösteriyor ki Sahâbe-i Kirâm ictihadlarına dayanarak sûreleri tertib etmişlerdir. Bu konudaki diğer deliller, onların bu işi ancak, Resûlüllah'dan tevkifi olarak yaptıklarına işaret etmektedir, der. 799 Ben şunu ilâve etmek isterim: Gene İbn-i Ebî Davud'un Ebû’l-Âliyye tarikiyle Ubeyy b. Ka'b'dan yaptığı şu rivâyet, daha önceki rivâyetine muarızdır. Ubeyy b. Ka'b: Kur’ân'ın cem'i sırasında Tevbe sûresindeki ***** «...sonra sıvışırlar. Anlamaz bir topluluk oldukları için Allah onların kalblerini imandan çevirmiştir.» (âyet 127.) âyetine geldiklerinde, sûrenin bittiğini sanmışlardı. Resûlüllah bana bu âyetten sonra ***** «Andolsun size bir peygamber geldi ki...» (âyeti 28, 129) âyetlerini sûrenin sonuna kadar okutmuştu, demiştir. Mekkî ve diğerleri: Âyetlerin sûrelerde tertibi, Resûlüllah'ın emliyledir. Tevbe sûresinin başında böyle bir emir vermediği için sûre besmelesiz bırakılmıştır, demiştir. Bakillâni «e l - i n t i s â r» adlı eserinde: Âyetlerin tertibi, uyulması gereken vacib ve lüzumlu bir hükümdür. Çünkü Cebrâîl (a.s) «Falan âyeti falan yere koyun» diye emrettiğini söyler. 802 Bakillâni ayrıca şunu da ilâve eder: Görüşümüz şudur ki Allah'ın indirdiği, yazıyle tesbitini emrettiği, nüzûlünden sonra tilâvetini kaldırmadığı ve neshetmediği Kur’ân'ın tamamı, Hazret-i Osman'ın Mushafında yer alan iki kapak arasındaki Kur’ân'ın aynısıdır. Ondan ne bir şey eksiltilmiş, ne de ona bir ilâve yapılmıştır. Kur’ân'ın âyetleri, sûrelerdeki tertibiyle sabittir. Ne önce inen âyetler sona, ne de son, inen âyetler öne alınmıştır. Sahâbe-i Kirâm her sûreye ait olan âyetlerin tertib ve yerlerini kırâat ve tilâvetinde olduğu gibi, Resûlüllah'tan öğrenmiş ve ona göre tesbit etmişlerdir. Sûrelerin tertibini bizzat Resûlüllah'ın yapmış olması mümkün olduğu gibi, bu işi ele almadan kendisinden sonra Sahâbeye bırakması da mümkündür. Bu ikinci ifade akla daha yakındır. İbn-i Veheb'den şöyle dediği rivâyet edilir: Mâlik'den duyduğuma göre Kur’ân, Resûlüllah'tan işitildiği gibi aynen tertib edilmiştir. Beğavî «Ş e r h u ' s - S u n n e» adlı eserinde şöyle den Sahâbe-i Kirâm, Allah'ın Resûlüne indirdiği Kur’ân'ı ona herhangi bir ilâve veya eksiltmede bulunmadan, Hafızların savaşlarda şehid olmasıyla bazı âyetlerinin kaybolacağı endişesinden hareket ederek iki kapak arasında toplamışlardır. Tertibinde takdim-tehir yapmadan Resûlüllah'tan duydukları gibi Kur’ân'ı yazmışlar ve tertib etmişlerdir. Resûlüllah inen âyetleri okur, Cebrâîl (as) kendisine bildirildiği şekilde âyetleri tertibini ona öğretir, her âyetin nüzûlünü müteakip hangi sûrede, nereye konulacağını bildirirdi. İşte elimizde mevcut alan Mushaflar da buna uyularak tertip edilmiştir Sahâbe'nin gayreti, Kur’ân'ın tertibinde değil, bir arada toplanmasında olmuştur. Çünkü Kur’ân Levh-i Mahfuzda bu tertib üzere yazılmış, Allah onu dünya semasına bütün olarak indimiş, sonra da ihtiyaca göre inzal buyurmuştur. Kur’ân'ın nüzûlündeki tertibi, tilâvetteki tertibinden farklıdır, vahye dayanır. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Şu âyeti şuraya koyunuz, diye emretmişti. Resûlüllah'ın tilâveti, Mushafa bu şekilde vazedilmesine Sahâbe'nin icmaı, bu tertibin mütevatir nakille kesinlik kazandığını gösterir. Sûrelerin Tertibi 806 Sûrelerin tertibi konusunda, bu işin tevkifi mi yoksa Sahâbe'nin ictihadı ile mi olmuştur, şeklinde ihtilaf edilmiştir. Ulemanın çoğu Sahâbe'nin ictihadı ile olduğu kanaatındadır. İmâm-ı Mâlik ve Kadı Ebû Bekri'l-Bâkıllânî bunlardandır. İbn-i Fâris şöyle der: Kur’ân, iki şekilde toplanmıştır. Birincisi; yedi uzun sûrenin takdimi, âyetleri yüzden çok olan sûrelerin bunu takibi şeklinde olmuştur. Sahâbe'nin yaptığı hizmet, bu idi. İkincisi; âyetlerin sûrelerde tertip edilmesidir. Bu tertib, delillerin işaret ettiği gibi, Cebrâilin (a.s) Allah'tan aldığı emirle Resûlüllahın bizzat yürüttüğü tevkifi bir iştir. Bu hususta sûrelerin tertibinde selef Mushaflarının değişik olduğu görülür. Bazıları sûreleri, nüzûlüne göre tertib etmiştir. Hazret-i Ali'nin Mushaf'ı buna misaldir. Bu Mushaf, Alak sûresi ile başlamış, Müddessir, Nûn, Müzzemmil, Tebbet ve Tekvîr sûreleriyle devam etmiştir. Mekkî ve Medenî sûreler, sonuna kadar böylece sıralanmıştı. İbn-i Mes-ud'un Mushafı Bakara sûresiyle başlıyor, Nisâ ve Âli İmran sûreleri ile devam ediyordu ki bu tertibde şiddetli ihtilaf mevcuttur. Ubeyy ve diğer Sahâbe Mushaflarının durumu da, aynen böyle idi. 808 İbn-i Eşte «K i t a b u' l - M e s â h i f» adlı eserinde İsmail b. Ayyaş tarikıyle Hibbân b. Yahya'dan o da Ebû Muhammedi'l-Kuraşî'den rivâyet ederek şöyle dediğini nakleder: Hazret-i Osman, Zeyd b. Sâbit ve arkadaşlarına uzun sûreleri arka arkaya sıralamalarını emretti. Enfâl ve Tevbe sûreleri yedi uzun sûre arkasına alındı, araları besmele ile ayrılmadı. Birinci görüşü aralarında Ebû Bekr'l-Bâkillâni'nin de bulunduğu bir grub ulema benimsemiştir. Ebû Bekr'l-Enbârî şöyle der: Kur’ân-ı Kerim önce, bütün olarak dünya semasına, sonra da yirmi küsür senede parça parça indiril di. Her sûre cereyan eden bir olay, âyette soru sorana cevab olmak üzere inerdi. Cebrâîl de, âyet ve sûresinin yerini bilirdi. Sûrelerin yerini birbiri ardına sıralanması, âyet ve harflerin sıralanması gibi olurdu. Bunların hepsi, Resûlüllah tarafından yapılırdı. Bir sûreyi öne alan veya geriye bırakan, Kur’ân'ın tanzimini bozmuş olur. Kirmânî «e l - B u r h â n»ında şöyle der: Sûrelerin bu şekilde tertibi, Cenâb-ı Hak tarafından yapılan Levh-i Mahfûz'daki tertibi üzeredir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) her şene, o sene boyunca inmiş olan âyetleri Cebrâîle arz ederdi. Vefatı senesinde bu arz, iki kere vuku bulmuştur. En son inen âyet «Şu günden sakının ki o gün Allah'a döndürüleceksiniz...» (Bakara, 281.) âyetin, Riba ile deyn âyetleri arasına konulmasını Cebrâîl emretmişti. 811 Tîbî şöyle der: Kur’ân-ı Kerim, önce bir bütün halinde Levh-i Mahfûz'dan dünya semasına, sonra da kulların ihtiyacına göre peyderpey indirilmiştir. Sonra da Levh-i Mahfûz'da olan şekliyle Mushaflarda toplanmış ve tanzim edilmiştir. Zerkeşî «e l - B u r h â n»ında şöyle der: İki grub arasındaki bu ihtilaf, şeklidir. Çünkü ikinci görüşü savunanlar, esbab-ı nüzûl ve âyetlerin yerlerini bilmekle, bunun kendilerine ışık tuttuğunu söylerler. Bu yüzden İmâm-ı Mâlik; sûrelerin tertibi, Sahâbe'nin ictihadıyla olduğunu söylemesine rağmen, Sahâbe Kur’ân'ı ancak Peygamberden duydukları gibi tertib etmişlerdir, der. Aralarındaki ihtilaf sûrelerin tevkifi olması, Resûlüllah'ın sözüne mi veya fiiline mi dayandığı konusundadır. Bu ise onların görüş bildirmesine yol açmıştır. Ebû Cafer b. Zübeyr, bu konuda görüş ileri sürenlerin ilkidir. Beyhakî «M e d h a l» adlı eserinde şöyle der: Resûlüllah'ın sağlığında Kur’ân-ı Kerim, sûre ve âyetleriyle, yukarıda geçen Hazret-i Osman'ın hadisine göre, Enfâl ve Tevbe sûreleri hariç, bu tertib üzere idi. İbn-i Atıyye; yedi uzun sûre, Hâ Mim'ler ve âyetleri yüzden az olan sûreler gibi Kur’ân'ın birçok sûresi, Resûlüllah hayatta iken tertib edilmiş, geri kalanların tertibi ise, Sahâbe-i Kirâm'a bırakılmıştır görüşünü benimser. Ebû Ca'feri'z-Zubeyr şöyle der: Konu ile ilgili hadisler, İbn-i Atıyye'nin ifade ettiklerinden daha fazla olduğunu gösterir. Bunlardan pek azında ihtilaf edilmesi mümkündür. Müslim'in rivâyet ettiği: Resûlüllah'ın Zahraveyn'i (Bakara ve Âli İmran'ı) okuyunuz sözü, Saîd b. Hâlid'in: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi uzun sûreyi bir rekatta okudu şeklindeki, İbn-i Ebî Şeybe'nin «M u s a n n e f» adlı eserinde rivâyet ettiği hadisi bunlardandır. İbn-i Ebî Şeybe'nin rivâyet ettiği başka bir hadisde: Resûlüllah mufassal sûreleri bir rekatta okurdu, denilmektedir. Buhârî, İbn-i Mesûd'dan yaptığı bir rivâyette: İsra, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiya sûreleri Kur’ân'da önceden ve peşpeşe inen sûreler olduğunu söyler, Buhârî bunları, Mushafta tertib edildiği üzere sıralamıştır. Buhârî'nin rivâyetine göre Resûlüllah, her gece yatağa yatarken avuçlarını biraraya getirir, onlara üfler, sonra da İhlâs ve Muavvizeteyeni okurdu. Ebû Ca'feri'n-Nehhâs, muhtar olan görüşün şu olduğunu söyler: Vasile hadisinde ifade edildiği gibi sûrelerin bu şekilde tertibi, Resûlüllah tarafından yapılmıştır. Vâsile'nin rivâyet ettiği bu hadisde Resûlüllah şöyle buyurmuştur: «Bana Tevrat yerine, yedi uzun sûre verildi...» Bu hadis, âyet ve sûrelerin tertibini bizzat Resûlüllah'tan olduğunu göstermektedir. Resûlün irtihalinden beri âyet ve sûreler bir Mushafta toplanmıştır Çünkü, Kur’ân'ın telifi hususunda bu hadis, Resûlüllah'ın sözüyle sabittir. İbnu'l-Hassar şöyle der: sûrelerin tertibi, âyetlerin yerlerine konması, doğrudan doğruya vahiyle gerçekleşmiştir. 820 İbn-i Hacer de şöyle der: Sûrelerin Bazıları veya büyük kısmının tertibi, tevkifi olmaktan uzak değildir. Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvud'un Evs b. Ebî Evs Huzeyfeti's-Sekafî'den rivâyet ettiklerine göre sûrelerin tertibi tevkifidir. Huzeyfe's-Sekafî şöyle der: «Sakîf kabilesinden Müslüman olan bir grubla beraberdim.» Bu rivâyette Resûlüllah bize şöyle dedi, ibaresi geçmektedir. «Kur’ândan bana bir hizib geldi.» bunu bitirene kadar çıkmak istemedim. Huzurundan ayrıldıktan sonra Ashâb'ına: Kur’ân'ı nasıl hiziblere bölüyorsunuz? diye sorduk. Onlar da bize: Üç, beş, yedi, dokuz, on bir, on üç sûre şeklinde Kâf sûresinden itibaren Kur’ân'ın sonuna kadar da bir hizib olarak böldük dediler. Bu ifadeden sonra İbn-i Hacer bu da gösterir ki Mushaf'ın bugünkü şekli üzere tertibi, Resûlüllah'ın zamanında yapılan tertibin aynıdır. Diğer hizibler hariç sadece kısa sûrelerin bir hizib halinde o sırada tertib edilmesi, ihtimal dahilindedir, der. 821 Bu izahlara şunu ilâve etmek isterim: Hâ Mîm ve Tâ Sîn'lerin ardarda tertib edilmesi, Sebbeha ile başlayan sûrelerin ardarda tertib edilmeyişi, aksine aralarının fasılalı oluşu, Şuarâ ve Kasas sûreleri arasına, bu ikisinden daha kısa olmasına rağmen Neml sûresinin girmesi, tertibin tevkifi olduğuna bir delildir. Şayet sûrelerin tertibi ictihad yoluyla olsaydı; Sebbeha ile başlayan sûrelerin ardarda gelmesi, Neml sûresinin de Kasas'dan sonra gelmesi gerekirdi. Bu konuda tatmin edici görüş, Beyhaki'nin görüşüdür. Beyhakî, Tevbe ve Enfâl sûreleri hariç, diğer sürelerin tertibi, tevkifi olduğu kanaatındadır. Sûrelerin bu şekilde tertibine, Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sûreleri ardarda okuduğuna delil getirilmesi gerekmez, bu durumda Resûlüllah'ın İsra sûresinin Âli İmran'dan önce okuduğunu gösteren bir hadis varid olmamıştır. Çünkü Kur’ân okumada, sûreleri ardarda takib etmek vacib değildir. Resûlüllah'ın böyle yapması belki, sûreleri birbiri ardına getirmeden okumanın caiz olduğunu göstermek içindir. İbn-i Eşte, «K i t a b u ' l - M e s â h i f»inde İbn-i Veheb tarikiyle Süleyman b. Bilâl'in şöyle dediğini rivâyet eder: Râbiâ'nın Bakara ve Âli İmran sûreleri Medine'de, bunlardan seksen küsür sûre de Mekke'de indiği halde Bakara ve Âli İmran sûreleri Kur’ân'ın tertibinde niye başa alındı diye işittim. O da şu cevabı verdi: Bu iki sûre, Kur’ân'ın tertibinde başa alınmıştır. Çünkü Kur’ân'ın tertibi, Resûlüllah'ın ve kendisiyle beraber olan Sahâbe'nin bilgisi, bu konuda aralarında ittifak hasıl olması neticesinde bu tertib gerçekleşmiş, hakkında soru sorulacak bir şüphe kalmamıştır. 4- Sûrelerin Âyet Sayısına Göre Taksimi823 Yedi uzun sûre; Bakara ile başlayıp Tevbe sûresi ile son bulur. Bir kısım ulema, bu görüştedir. Fakat Hâkim, Nesâî ve başkaları, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet ederler. Yedi uzun sûre; Bakara, Âli İmran, Nisa, Mâide, En'am ve A'raf sûreleridir. İbn-i Abbâs'ın ravisi yedinciyi zikretti ama, onu unutmuşum, der. İbn-i Ebî Hâtim ve bir başkası, Mucahid ve Saîd b. Cübeyr'den yaptıkları sahih rivâyette, yedinci sûrenin, Yûnus sûresi olduğu söylenir. İbn-i Abbâs'ın buna benzer rivâyeti birinci bölümde geçmişti. Hâkim'in rivâyetine göre de, yedinci sûre Kehf sûresidir. Miûn; âyetleri yüzden fazla veya buna yakın olan sûrelere verilen addır. Çünkü bu sûrelerin her birinin âyet sayısı, ya yüzden fazla veya ona yakındır. Mesânî; Miûnu takib eden sûrelerdir. Çünkü Mesânî, Miûn'dan sonra ikinci sırayı almaktadır, yani Miûn ilk sırayı, Mesânî de ikinci sıradaki sûrelerdir. Ferra bu konuda şöyle der: Mesânî, âyetleri yüzden az olan sûrelerdir. Çünkü bunlarla, Tıval ve Miûn'dan daha çok senada bulunulur. Nekzâvî'nin dediğine göre bu sûrelerde ibret ve hayr ifade eden âyetler, ikişer kere zikredilmiştir. Sehâvî «C e m â l u' l - K u r r â» adlı eserinde bunlar: İçlerinde kıssaların iki kere tekrar edildiği sûrelerdir. Bu da, yukarı da geçtiği gibi, Kur’ân'ın tamamına ve Fatiha sûresinde de verilmiştir, der. 827 Mufassal; Mesânî'den sonra gelen kısa sûrelerdir. Bu adla adlandırılması sûreler arasına fâsıla olarak besmelenin çok girmesindendir. İçinde, mensûh âyetlerin azlığından dolayı da mufassal adı verilmiştir. Bu yüzden, kendilerine muhkem adı da verilmiştir. Nitekim Buhârî, Saîd b. Cubeyr'in: Mufassal dediğiniz sûreler, muhkem sûrelerdir. Şüphesiz bunların sonuncusu Nâs süresidir, dediğini rivâyet etmektedir. Mufassal sûrelerin, hangi sûre ile başladığı konusunda 12 görüş vardır: a- Az önce geçen Evs'in hadisine göre Kâf, b- Nevevî'nin sahih kabul ettiği bir rivâyete göre, Hucurât, c- Mâverdî'den, çoğunluğun desteklediği bir rivâyete göre, Kıtal (Muhammed), d- Kadı lyad'ın dediğine göre, Câsiye, e-Sâffât, f-Sâf, g-Mülk, İbn-i Ebî's-Sayfi'l-Yemenî «T e n b i h» adlı esere yazdığı. «N u k e t»inde, Sâffât, Sâf ve Mülk sûrelerini zikreder. h- Kemâl ez-Zummârî'nin «Ş e r h u' t - T e n k i h»înde belirttiğine göre Fetih, i- İbnu's-Seyyid, «M u v a t t a» üzerine yazdığı «E m â i i»sinde ifade ettiğine göre Rahmân, i- İnsan, k- İbnu'l-Firkâh'ın Merzûkî'ye yazdığı ta'lika'da ifade ettiğine göre Sebbeha, l- Hattâbiye göre Duhâ sûresidir. Bunlara mufassal denilmesi, okuyanın sûreler arasını tekbirle ayırmasındandır. Râgıb'ın «M u f r e d â t»ındaki ifadesine göre mufassal, Kur’ân'ın son yedi sûresidir. Mufassal; tıval evsat ve kısar diye üçe ayrılır. İbn-i Muan; tıval'i Nebe' sûresi, evsatı Nebe'den Duha'ya Duha'dan son sûreye kadar da kısar sûrelerdir. Bu taksim, ileri sürülen görüşler içinde akla en yatkın olanıdır. 5- Mufassal Sûrelerin Diğer Adları:830 İbn-i Ebî Dâvud «K i t a b u' l - M e s â h i f»inde Nâfi' tarikiyle İbn-i Ömer'den şunu rivâyet eder: İbn-i Ömer'in yanında mufassaldan söz edilince: Kur’ân âyetleri, mufassal değildir. Fakat, kısa sûreler, küçük sûreler deyiniz, diye cevap verdi. İbn-i Ömer'in bu sözü, sûrelere kısa ve küçük sûre denilmesinin caiz olduğuna delil gösterilmiştir. Aralarında Ebû’l-Âliyye'nin bulunduğu Bir kısım ulema, bunu hoş karşılamamışlardır. İbn-i Davud'un zikrettiğine göre diğerleri bunu yerinde bulmuşlardır. İbn-i Sîrîn ve Ebû’l-Âliyye'den rivâyet edildiğine göre; bunlara hafif sûre, demeyin. Çünkü Allahü teâlâ: «Biz sana ağır bir söz indireceğiz» (Müzzemmil.5.) âyet, buyurmuştur. Bundan dolayı kolay sûreler deyiniz, demiştir. 6- Ubeyyu'bnu Ka'b ve İbn-i Mesûd Mushaflarının Tertibi:832 İbn-i Eşte «K i t a b u' l - M e s â h i f»inde şöyle der: Bize, Muhammed b. Ya'kûb, ona Ebû Dâvud, ona da Ebû Ca'feri'l-Kûfî rivâyet etmiştir. Ebû Caferi'l-Kûfî: Ubeyyu'bnu Ka'b'ın Mushafı şu şekilde tertip edilmiştir, der: Fatiha, Bakara, Nisa, Âli İmran, En'am, A'raf, Mâide, Yûnus, Enfâl, Tevbe, Hûd, Meryem, Şuarâ, Hac, Yûsuf, Kehf, Nahl, Ahzâb, Benî İsrâil, Zümer, Tâhâ, Enbiya, Nûr, Mu'minûn, Sebe', Ankebût, Mu'min, Ra'd, Kasas, Neml, Sâffât, Sâd, Yasîn, Hicr, Şuarâ, Rûm, Hadîd, Fetih, Kıtal (Muhammed), Zıhar (Mücadele), Mülk, Secde, Nûh, Ahkâf, Kâf, Rahmân, Vâkıa, Cinn, Necm, Meâric, Müzzemmil, Müddessir, Kamer (İkterabe), Duhân, Lukman, Câsiye, Tûr, Zariyat, Nûn, Hâkka, Haşr, Mümtehine, Mürselât, Nebe, Kıyâme, Tekvîr, Talak, Nâziât, Teğâbûn, Abese, Mutaffifûn, inşikak, Tîn, Alak, Hucurât, Münâfikûn, Cumua, Tahrim, Fecr, Beled, Leyl, ifitar, Şems, Tarık, A'lâ, Gâşiye, Sâf, Beyyine, Duhâ, İnşirah, Kâria, Tekâsür, Asr, Hala', Hafd, Hümeze, Zilzâl, Âdiyât, Fil, Kureyş, Mâ'ûn, Kevser, Kadr, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, ihlâs, Felak ve Nâs. (109 sûre) İbn-i Eşte şöyle der: Bize, Ebû'l-Hasen b. Hafi rivâyet etti, Ebû Cafer b. Muhammed b. Amr b. Musa onlara rivâyet ederek şöyle dedi: Bize, Muhammed b. İsmâil b. Salim, ona Aliyyu'bnu Mihrânî't-Tâî, ona Cerîr b. Abdi'l-Hamid rivâyet ederek şöyle dedi: Abdullah İbn-i Mesûd'un Mushafı, şu şekilde tertip edilmiştir: Tıval: Bakara, Nisa, Âli İmran, A'raf, En'am, Mâide ve Yûnus. Miûn: Tevbe, Nahl, Hûd, Yûsuf, Kehf, Beni İsrâil (İsra), Enbiya, Tâhâ, Mu'minûn, Şuarâ, Sâffât. Mesânî: Ahzâb, Hacc, Kasas, Neml, Nûr, Enfâl, Meryem, Ankebût, Rûm, Yâsin, Furkan, Hicr, Ra'd, Sebe, Melâike, ibrahim, Sâd, Vellezîne Keferû (Muhammmed), Lokman, Zümer, Mü'min, Zuhruf, Secde, Şûra, Ahkâf, Câsiye, Duhan, Fetih, haşr, Tenzilu's-Secde, Talak, Nûn, Kalem, Hucurât, Mülk, Teğâbûn, Münafikûn, Cumua, Sâff, Cinn, Nûh, Mücadele, Mümtehine, Tahrim. Mufassal: Rahmân, Necm, Tûr, Zâriyât, Kamer, Vâkıa, Nâziat, Meâric, Müddessir, Müzzemmil, Mutaffifîn, Abese, Dehr, Mürselât, Kıyâme, Nebe, Tekvîr, infitar, Gâşiye, A'lâ, Leyl, Fecr, Burûc, inşikak, Alak, Beled, Duhâ, Târik, Âdiyat, Mâ'ûn, Kâria, Beyyine, Şems, Tîn, Hümeze, Fil, Kureyş, Tekâsur., Kadr, Zilzâl, Asr, Nasr, Kevser, Kâfirûn, Tebbet, İhlâs, inşirah. (109 sûre) Bu Mushafda; Fatiha, Felak ve Nâs sûreleri yoktur. |